Yıllar önce Granada tren istasyonunda beklerken, bana doğru gelen silüeti hatırladım. Hava bunaltıcı derecede ağırdı. Tozlar sarı perdeler halinde havada dans ediyor, kalabalıktan gelen uğultu başımı ağrıtıyordu. Bir an önce kurtulmak istediğim bu ortamdan uzaklaşmak adına sarf ettiğim çaba sırasında gördüm onu. Kalabalığın arasından kendini ayrıştıran bir yanı vardı. Kilisede okunan ilahiler gibi mistik bir havaya sahipti. İnce uzun bir bedeni vardı. Omuzları biraz geniş, üzerine giydiği küf yeşili kaşmirle, olduğundan yapılı duruyordu. Elinde bir kaç kitap vardı ve onları öyle sıkıca tutuyordu ki sebepsizce bana o hali komik görünmüştü. Havanın soğuk olmamasına rağmen ellerine giydiği eldiven ise tüm dikkatimi kendisine çekmişti. Yanımda durup hiç konuşmadan beklemeye başladı. Gizemli bir yapısı vardı. Bunu, onu ilk gördüğüm anda hissetmiştim. Beynimde dönüp duran düşünceler ve sabırsızlığım sonunda nihayet tren vagonları önümüzde durdu. Ve koşarcasına kendi yerime doğru ilerledim. İçerisi olduğundan daha eski, nemli ve kendini rutubete çevirmeye başlamıştı. Koltuğuma oturup başımı cama yasladım. Gözlerimi kapatıp derin bir iç çektim. Ne kadar uyuyakaldığımı hatırlamıyorum. Gözlerimi açtığımda şaşkınlıktan başım döndü. Karşımda oturan o tanıdık eldivenlerdi. Kafamı kaldırıp hafif tebessüm edip bakışlarımı başka tarafa çevirdim. O da bana gülümsedi mi bilmiyorum. Açıkçası pek ilgilenmedim. Bu durum canımı sıkmaya bile başlamıştı. Çantam ben burdayım çığlıkları arasında yere düştü. Yavaşça yerden aldım. üzerine biriken tozlar içimi acıttı. İçerisinden çizim kalemlerimi ve defterimi çıkardım. O kadar keyfim kaçmıştı ki tek bir çizgi dahi yapmak gelmiyordu içimden. Üç saat sürecek olan tren yolculuğunun bu denli işkenceye dönüşeceğini hayal etmiyordum. Sinirle ve tüm keyifsizliğim ile defteri ve kalemleri sağımda kalan boş koltuğa fırlattım. Karşımdaki eldiven boğazını öksürükle temizleyerek konuşmaya başladı. "Afedersiniz, yüzünüz iyi görünmüyor bir şeye ihtiyacınız var mı?" Diye sordu. Sesinin hoş bir tınısı vardı. İnsanın bütün sinirlerini yok etme potansiyeline sahipti sanki. Yüzüme eğreti bir tebessüm iliştirerek "iyiyim teşekkür ederim, sadece biraz yorgunum" diye geçiştirme bir cevapla başımdan savmaya çalıştım. Ama ilk kurduğu cümlenin konuşmaya giriş cümlesi olduğunu peşinden gelen sorulardan anladım. "Neden resim?" Diye bir soru fırlattı. Şaşırdım. Resim yaptığımı farketmişti. Tüm meziyetim bundan ibaretti. Sanattan! Ben bir sanat aşığıydım. İspanya'ya gelişimin ve bu katlanılmaz tren yolculuğunda bulunmamın en büyük ve tek sebebi buydu. Şöyle cevap verdim "Sanat benim için gerçek dünyadan kaçmak demek."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beria
Teen FictionElindeki 1965 yılından kalma çiçekli pirinç porselen fincanını masanın üzerine bıraktı. Başını hafifçe sola, pencereye doğru çevirdi ve yüzünde buruk bir tebessüm oluştu. Masanın köşesinde ona bakan kutuyu fark etti içini açıp açmama konusunda bir...