1

2.2K 28 22
                                    

Yağmur yağıyordu , su damlacıkları bir bir göz yaşımı saklarken annemi ve babamı Tanrı'nın yanına uğurluyordum. Henüz 16 yaşında dünyadan habersiz el bebek gül bebek büyümüş bir çocuktum. Hayatın acımasızlığı herkesin başına geldiği gibi bana da denk gelmişti ve en değerli hazinelerimi bir hiç mişcesine benden alıp götürmüştü .

Bir can ne kadar yanabilir di? Kolay unutulur muydu?

Islak  beyaz kapüşonum tenime yapıştığında , bedenime oldukça büyük gelen kollarını iyice sündürdüm. Duygularımı gizlemekten asla çekinmemiştim. Zengin yada sayılmış kişiler değildik. Ailemi bile uğurlarken tek başınaydım.

Yapayalnız...

Bir başıma ...

Kaldıramıyordum. Bukadar yük bana ağır geliyordu. Çaresiz ve bir okadar da kimsesizdim. Görevli memurlar tabutları alıp giderken daha çok ağladım. Ellerim titrerken acımı onlara anlatmaya çalışıyordum.

- Anne!

Elimde  olmadan beyaz çiçekli tabuta bakarken bağırıyordum . Ardından babamın tabutu gelirken üzerindeki fotoğrafla gözlerimiz buluştu . Daha çok ağlarken çatlayan sesim acizliğini apaçık ortaya seriyordu.

- Baba!

Arabaya  yüklenirken dizlerimin üzerine çöktüm. Bitmiştim ben. Annemin sevmeye kıyamadığı beyaz yanaklarım ağlamaktan kırmızı bir tona bürünmüştü.

Çekip giden arabanın ardından öylece baka kaldım. Ağlamalarım hıçkırığa dönüştüğünde yoldan geçenler bana deliymişimcesine bakarken acınacak haldeydim.

Şimdi ben ne yapacaktım ? Nasıl yaşayacaktım? Nasıl hayata tutunacaktım? Ben uçurumdan düşerken aceleyle bir dala tutunmuştum. O ağaç babam, dal ise annemdi. Sonra çiçekler açtı o kurumuş, nemli dalda. Elimin değdiği yer çiçek açtı. Öz annemi ben doğmadan kaybettiğimde o uçurumda asılı kalmıştım işte . Uçsuz bucaksız olan o uçurumun başında yalnızca bir ağaç.

Güneş gibi doğduğumu söylerdi hep annem hayatlarına. Ben onların güneşiymişim. Şimdiyse yağmur yağıyordu. Çünkü güneş benim için çoktan tutulmuştu.

Henüz bir adım dahi yokken Bana Jungkook ismini babam vermişti. Çünkü ölen oğullarının adı Jungkook'muş. Henüz 3 yaşındayken kaybetmişler onu. Sonra hayatlarına ben girmişim. Bu yüzden Güneş gibi doğmuşum hayatlarına.

Kaç saattir burda bu şekilde oturup ağladığımı bilmiyordum. Belki saatler , belki günler geçmişti . Koluma dokunan bir el kafamı o yöne çevirmemi sağladı. Yaşlı bir amca üzüntüyle gözlerime bakarken usulca başımı , ardından göz yaşlarımdan ıslanan yanağımı okşadı . Ne olduğunu sorarcasına baktığında yalnızca bir kelime fısıldayabildim.

Gittiler...

Sol gözümden süzülen yaş kalbimin üzerinden geçip annemin hediye ettiği bilekliğe deydiğinde nefesim kesildi,boğazım düğümlendi. Bu sözlerimin üzerine yaşlı adam yalnızca burukça tebessüm etmiş, beni tekrar yalnızlığımla baş başa bırakmıştı.

Zorla ayağa kalktığımda evime yürümeye başladım. Orası artık tek başına kalmış bir çocuğa aitti. Belki de önceki yaşamımda bir suç işlemiştim ve Tanrı beni böyle cezalandırıyordu? Sevdiklerimi bir bir elimden alarak.

Çoğu kez ölüm tehlikesi atlatarak vardığım cennet bahçesinin demir kapısını iterek içeriye girdim. Zambakların süslediği yoldan yürürken içim burkuluyordu. Bu çiçekleri güle oynaya annemle beraber dikmiştik. Ahşap kapının önüne geldiğimde 1211 numaralı şifreyi girdiğimde birkaç yaş tekrar firar etmişti benden izinsiz. Bu tarih beni evlat edindikleri tarihti. Hayatlarına girdiğim günü onlar dünyanın en güzel günü kabul etmişler ve bunu evimizin şifresi olarak koymuşlardı. Daha eve girmeden bile heryerde onlar vardı.

OH MOM(Jikook)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin