Tam tamına bir ay olmuştu. Yoongi, her gün bıkmadan aynı saatlerde, aynı ağacın altında Jimin'le buluşuyor, birlikte zaman geçiriyorlardı. Pek vakitleri olmadığından ya konuşuyorlar yada Jimin, Yoongi'nin kolları arasında annesine ağlıyordu.
Jimin'in her ağlayışında Yoongi vicdan azabından ölecekmiş gibi hissediyordu. Daha çocuğa veliaht prens olduğunu nasıl açıklayacağını bile bulamamıştı. Ne diyecekti ki? 'Sana yalan söyledim. Her gün ağacın altında oturup annen için ağladığında sana teselli veren kişi veliaht prensin ta kendisi' mi diyecekti? Saçmalığın da önünde gideniydi bu durum.
Yoongi, Jimin'siz geçen saatlerinde yaptığı gibi sarayda ki büyük odasına çekilmiş, Jimin'le geçen günlerini düşünüyordu. Babası, nam-ı değer Kral Taejo, Yoongi'nin bu aralar kendi üzerine düşen görevlerle ilgilenmediğini farketmişti. Ama Yoongi bunu düzeltmek için bir çaba göstermiyordu. Pekte umurunda değildi açıkçası. Zaten hiçbir zaman veliaht prens olmak istememişti. Kardeşi, ikinci prens, Jeon Jungkook'la taht kavgası yapma düşüncesi bile midesini bulandırıyordu. Her ne kadar anneleri bir olmasada, severdi Jungkook'u.
Kapısı çalınana dek düşünceleriyle boğuştu Yoongi. Ne yapacağını bilmiyordu ama biran önce mantıklı kararlar alması gerektiğinin farkındaydı. Kapıdaki kişi her kimse, gelmesi için bir komut verdiğinde bile düşünceleriyle boğuşmaya devam etmişti.
"Majesteleri." Taehyung, veliaht prensin soru soran bakışları ile karşılaşana dek saygıyla eğilerek durmuş, ellerini önünde birleştirmişti. "Beni çağırmışsınız."
Yoongi kaşlarını çatarak Taehyung'a doğru ilerlediğinde "Ben seni değil, Hoseok'u çağırmıştım." demişti. Tam önünde durduğunda da kemikli elini yardımcısının çenesine çıkartıp kafasını yerden kaldırmasına neden olmuştu.
Taehyung, karşılaştığı kuzgun gözlerle korkuyla yutkunmuş ne söyleyeceğini unutmuştu. Ne de olsa o veliaht prensti. Ama korkusu elbette sadece bundan değildi. İkinci prens Jungkook gibi olmadığını herkes biliyordu Yoongi'nin. Sürekli gülüp herkese iyi davranmazdı. Taehyung'u da karakteri korkutuyordu. Zaten Jungkook gibi olmadığı halkın dedikodularından belli oluyordu. Jungkook'tan ne kadar iyi bahsederlerse, Yoongi'den de o kadar kötü bahsederlerdi.
"Sana bir soru sordum."
Düşüncelerinden veliaht prensin sesiyle arınırken, kendine gelmiş ve cevap vermediği içinde kendini boğazlamak istemişti. 'Bu ne cürret Taehyung. Hoseok olsaydı, kelleni uçuracaklarını söylerdi.' diye düşünürken veliaht prensin önünde tekrardan eğilip "Özür dilerim majesteleri." diye mırıldanmıştı.
"Kralımız, Hoseok efendiyi önemli bir görev olduğunu söyleyerek çağırdı majesteleri."
Yoongi anında kaşlarını çatarken elini Taehyung'un koyduğu omuzundan çekmişti. Babası ne diye kendi yardımcıları varken Hoseok'u çağırmıştı anlamıyordu. Emrinde olan bir sürü yardımcı vardı, öyle değil mi? Kesinlikle bu işte bir iş vardı. Ve Yoongi gözlerini yeniden karşısında duran çocuğun gözlerine çevirince bu düşüncesini kanıtlamıştı. Taehyung'un her şeyden haberi vardı ve Yoongi'de bunu anlayabilecek derecede zekiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Heir To The Throne ♚ Yoonmin
Fanfiction"Ben Park Jimin. Saraydan ve içerisinde veliaht prensin olduğu her şeyden nefret ediyorum." "Ben Min Yoongi. Saraydan ve içerisinde veliaht prensin olduğu her şeyden nefret ediyorum." ♚♚♚ Tüm hakları Min Yoongi'nin damarlı ellerinin arasındaki, Park...