“Gerçekten oraya yaşamaya gittiğimi mi sanıyorsun küçük kız? Ama bak bakalım bilmediğin ne var, ben oraya ölmeye gidiyorum.”
Bu sözleri duyduğum andan itibaren çocuğun nesi olduğunu düşünmeye başlamıştım. Neyi vardı da böyle cümleler kuruyordu? Bir yanım “Sadece aksi bir deli.” dese de diğer yanım “Umutsuzluk.” diyordu. Kazanabileceğinden öyle umudu kesmişti ki öleceği düşüncesine kendini hazırlamıştı bile. Konuşmak ve destek vermek istiyordum, bu yüzden gelecek cümlelerimi ona göre kurdum.
“Yapma Finn, bu kadar umutsuz olma. Yapabileceğine inanman gerekiyor.” Harika, bir tek rakibimi teselli etmediğim kalmıştı zaten.
Kaşlarını olağanüstü bir sakinlikle kaldırdı, “Yapamayacağımı düşündüğümü mü sanıyorsun?”
Bu tepkiyi beklemiyordum işte. Başımla onayladım yavaşça, “Biraz.”
“Bak ufak kız, istesem onların hepsini öldürebilirim. Teker teker. Hepsi birbirinden aptal, kariyerler de öyle. Sen de öylesin.” Bunları söyledikten sonra uzun uzun gözlerime baktı, tabi son cümlesinden sonra gördüğü şey daha çok çatılan kaşlarım olmuş olmalıydı.
“İstesem o yarışmadan birinci çıkıp çok övdükleri Galipler Köyü’nde alkolik Haymitch’in kapı komşusu olabilirim. Sadece başka bir sebepten dolayı istemiyorum. Ve bence buna sevinmelisin, en azından daha geç ölebilirsin.”
Bu ne ukalalık böyle! Kaşlarım çatılmıştı ama bir yandan da şaşkınlıktan ağzım açık kalmıştı, böyle bir tepki beklemiyordum. Geri çekilip kollarımı birleştirdim. Şimdi saldırma sırası bendeydi.
“Öncelikle, bana küçük kız falan demekten vazgeç. Aynı yaştayız hatırlarsan. Ayrıca bu özgüvenin nerden geliyor böyle? Ben asarım, ben keserim, ben her şeyi yaparım havaların? Oranın neye benzediğini nereden biliyorsun? Arenayı görünce öylece kalacağından eminim. Hem neymiş şu istememeni sağlayan o ‘önemli’ sebep? Bence sen sadece ulaşamadığı ciğere pis diyen kedi gibi davranıyorsun, kazanamayacağını bildiğinden bahaneler uydurup duruyorsun!”
Bütün bunları ben mi söylemiştim? Gerçekten mi? Eğer okulda olsaydım ve benim 3 katım büyüklüğündeki bu cüssede bulunan bir çocuğa bunu söyleseydim muhtemelen çoktan yerin tadına bakmıştım. Fakat burada muhtemelen haraçları koruyan bir şeyler olmalıydı. Kameralar, gizlenen muhafızlar ya da öyle bir şeyler. En azından, olduklarını umut ediyordum.
Yine inanılmaz bir sakinlikle konuşmaya başladı,
“Sana bunu neden anlatacakmışım ki? Seni tanımıyorum bile..”
“İnsanlar insanlara yardım eder Finn! Dertlerini dinlerler ve çözüm ararlar, bunların hepsi sadece nezakettir!”
“Anlatsam ne değişir ki? Başkanın kızısın. Panem’in en çok ezilen 12. Mıntıka’sında ‘gerçek’ hayat ne en ufak bir fikrin bile yok. Anlatsam bile anlayacağını hiç sanmıyorum. O yüzden susman en iyisi.”
Bütün bunların yaşandığı sırada Effie içeri girdi. Tartışmamızı görünce oldukça sinirlenmiş olmalıydı, yüzündeki pembe makyaj artık kırmızıydı.
“Biliyorsunuz ki bu konuşmalar nezaket kurallarına hiç uymuyor!”
Bu cümleyle başlayan uzun bir nutuk yedikten sonra odalarımıza yollandık. Effie akşam yemeğine kadar biraz dinlenmemiz gerektiğini söyledi. Odaya girdiğimde Adalet Binası’ndaki odalardan da süslü olduğunu fark etmiştim. Son teknoloji ürünler kullanılıyordu, bizim mıntıkada en iyi durumda olanın biz olmamıza rağmen bizim evde bu trendeki kadar lüks eşyalar yoktu. Bunu düşününce aklıma ister istemez annem geldi. Kendimi yatağa attığımda da, gözlerimi yaşlar doldurduğunda da, uykuya daldığımda da aklımda annem vardı. Onu yalnız bırakışım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Just Close Your Eyes.
FanfictionYoksulluğun hüküm sürdüğü 12. mıntıkada başkanın kızı olup rahat bir hayat sürecek kadar şanslı, adı kurada sadece 5 kez yazılıp haraç seçilecek kadar şanssız bir kız. Birine uzun zamandır ona aşık olduğunu söyleyemeyecek kadar korkak, sevdiği biri...