Blaine Anderson’ın bu keskin konuşması en az bana garip geldiği kadar Finn’e de garip geldiğini tahmin ediyordum. Zaten pek gülmeyen suratı iyice çatılmış sinirle Blaine’e bakıyor gibi görünüyordu. Ukala insanlardan pek hoşlanmazdım, sanıyorum ki Finn’le nadir ortak olan noktalarımızdan biri de buydu. Gerçi, kim hoşlanırdı ki? Özgüven iyidir, fazlası ise tehlikeli ve ölümcül.
Oysa Blaine’in bu konuşmadan hiç rahatsız olmadığını fark ettim. Yanında henüz adını bilmediğim 4. Mıntıkanın kız haracı da gülerek gözlerini devirmişti, hareketleri daha çok bunlara çok alışık olduğunu belirtiyordu. Kaç haraca bu konuşmanın aynısını yaptıklarını merak etmiştim.
Asansörün kırmızı tabelası “4” yazdığında Blaine başıyla bir kez selam verip dışarı çıktı, yanındaki kız bir süre sinsi bir gülümsemeyle kendini dışarı attı. Kapılar kapandığında ister istemez gözlerimi devirmiş ve bakışlarımı Finn’e yöneltmiştim. Zaten sert olan çehresi, çatık olan kaşlarıyla birleşince ne kadar sinirlendiğini gayet net anlatıyordu.
“Kendilerini ne sanıyor bunlar?” dedim sinirle. Haklı sayılırdım, burada hepimiz haraçtık ve kendimi daha önce hiç “74. Açlık Oyunları’nın gelecek galibi” diye tanıtmamıştım. Muhtemelen tanıtamayacaktım da.
Finn ise beklediğimden de sakin bir tepki vermişti. Kaşları hala çatıktı ama derin bir nefes alıp konuştu;
“Mesela kariyer?”
Haklıydı. O yönden baktığınız zaman evet hepimiz haraçtık fakat onlar kariyerdi. Yıllardır muhtemelen bu oyunlar için çalışıyor, eğitiliyorlardı. Üstelik 4. Mıntıka “Balıkçılık” olduğu için benim gözümde en güçlü kariyerlerdi. Belki 1. ve 2. Mıntıkalar kadar sponsor toplayamıyorlardı fakat neredeyse doğuştan bütün düğümleri, zıpkın kullanmayı, balık tutmayı ezbere biliyorlardı. Özellikle arena sulak bir alan çıkarsa, onlar için tadından yenmezdi.
“Kariyer olmaları böyle davranmalarını gerektirecek bir şey değil.” dedim sinirle. Evet dediğim gibi 4. Mıntıka haraçlarını oldukça güçlü buluyordum fakat hala sinir bozucuydular.
Finn’in ise tavırları yeniden umursamazlaşmıştı. “Ama engelleyecek bir şey de değil.” dedi neredeyse meydan okurcasına. Bakışlarımı ona çevirdiğimde yüzüne alaycı bir gülümseme yerleşmişti, bu da daha önce gördüğüm birkaç gülümsemesi gibi yarım ve bir o kadar etkileyici bir gülümsemeydi.
Ben onun gülümsemesine dalmışken gülerek konuştu, “Effie’nin yanında çok mu zaman geçiriyorsun sen? İnsanların davranışları hakkında söylenmek falan… Tam bir Trinket olmuşsun.”
Gülüşünün ne kadar güzel olduğu önemli değil seni şu anda öldürmek istiyorum.
Hatta belki de arenada ilk kurbanım olursun.
İçimdeki şeytani taraf böyle konuştuğu sırada yüzümün halini tahmin edebiliyorsunuzdur. Suratım asılmış, kaşlarım çatılmıştı. O ise bununla bayağı eğleniyor gibiydi. Bu kadar gülerken gördüğümü hatırlamıyordum. Asansördeki tabela kırmızı ışıklarla “12” yazdığı sırada metal kapı açıldığında karşımızda dairemiz duruyordu. Ben hala suratımı asmıştım, onun ise neşeli bir ifadesi vardı. Bir şey demeden odama geçtim, ben girdikten 15 saniye sonra Finn’in kapısının kapandığını anlatan bir ses duydum. Akşam yemeği için hazırlanıyor olmalıydı. Oldukça yorulmuştuk ve açıkçası benim midem açlıktan ölüyordu. Cinna ile konuşurken yediğim portakal soslu ördekten sonra ağzıma bir şey girmemişti, bunun beni ne kadar acıktırdığını fark edince arenada ne yapacağımı düşünmeden edememiştim. Bir rüya ya da bir film gibi geliyordu ama gerçekti. Diğer 23 haraçla birlikte muhtemelen öleceğim arenaya gidecektim. Bu nefesimi kesmiş gibi hissettirse de ağzımı açarak oksijen almaya çabaladım. Belki de Finn gibi yapmalıydım, Capitol lüksünün keyfini çıkarmalıydım. En azından ölene kadar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Just Close Your Eyes.
FanfictionYoksulluğun hüküm sürdüğü 12. mıntıkada başkanın kızı olup rahat bir hayat sürecek kadar şanslı, adı kurada sadece 5 kez yazılıp haraç seçilecek kadar şanssız bir kız. Birine uzun zamandır ona aşık olduğunu söyleyemeyecek kadar korkak, sevdiği biri...