2

9 1 0
                                    



----Aynı şarkıyı atıyorum.----

Etrafı dağlık, dağları ağaçlık olan bir köyde yaşıyorduk. Geldikleri gün babamla ormana gitmiştik. Babam bana zehirli mantarları öğretiyordu. Bir anlamda hayatta kalmayı öğretiyordu. O gün başka bir anlamda hayatta kalmayı öğrendim.

Elimde çok sevdiğim mavi sepetim olduğunu hatırlıyorum. İçinde de kendi topladığım mantarlar... Boş kalan elimle babamın elini sımsıkı tutuyordum. Onun öğrettiklerini hayata geçirmenin gururu vardı göğsümde. Çocukluk gururu, mutluluk demekti. O gururla tutuşan göğsüm mutluluğu kucaklıyordu aslında. Babamsa her zamanki gibi benim mutluluğumla mutluydu. Ta ki kasabaya yaklaşana kadar... İnsanların çaresizce yalvarmalarını duyana kadar...

Sepetim düştü elimden. Topladıklarım yerlere saçıldı. Duyduğumuz çığlıkların sebebini anlamak için kasabaya koşturmaya başladık. Yüreğim yerinden çıkacak gibiydi.

Korkuyordum.

İnsanlar yalvarıyordu hayatları için.

Korkuyordum.

Ama yine de kaçmıyordum. Çünkü tek desteğim olan babama güveniyordum.

Köye ulaşmamızla saklanmamız bir oldu. Manzara dehşet vericiydi. Yerde yatan cesetler vardı. Kafaları, kolları, bacakları kendilerinden ayrı olan cesetler...

Sıraya dizilmiş insanlar vardı. Ya ağlıyorlardı sessizce, ya da sarılıyorlardı birbirlerine. Bir iki kaçmaya çalışan oldu. Affedilmediler. Zaten ölecekleri ortadayken, yaşam sürelerini kısaltmışlardı sadece. Kim bilir, belki de denemeye değer diye düşünmüşlerdir.

İnsanların yanında askerler vardı. O kadar iyi korunuyordu ki iri bedenleri, hiçbir şekilde yenilemezlerdi sanki. Yüzlerinde maskeler vardı. Ellerinde demir eldivenler... Nasıl taşıyorlardı onları? Çok ağır olmalıydı.

Evlerinden zorla çıkarılanlar vardı. Direnenler vardı.

Bir tek annem yoktu, kardeşim yoktu.

Korkudan çırpınan kalbimi görmezden gelerek yerdeki cesetleri bile inceledim. Orada da yoklardı. Derken tanıdık bir ses duydum. Öyle içime işledi ki çığlığı, nefesimi tuttum. Zaman yavaşladı. İki askerin hırpaladığı annemle kardeşim girdi görüş alanıma.

Annem, her zamanki gibi kendi haline aldırmıyordu. Kardeşime ulaşmaya çalışıyordu. Korkmamasını söylüyordu. Oysaki yüzü gözü kan içindeydi. Kolları yara içindeydi.

Sanki önceliği varmış gibi, diğer insanları es geçip kardeşimin yanına geldi askerler. Diğerlerini katledenler...

Kardeşimi yere fırlattılar. Ağlayan annemin gözlerinin içine baktı bir tanesi. O kadar zalimdi ki bakışları... Ruhum annemin bedenine girmişti de sanki ben hissetmiştim. O kadar soğuk bir hava yayıldı ki o gözlerden, biraz sonra olacakları biliyormuşum gibi bir damla süzüldü gözlerimden.

Olacakları biliyordum. Gökyüzündeki bulutlar anlatmıştı. Ağaçların yaprakları anlatmıştı. Rüzgarın uğultusu fısıldamıştı kulağıma. Kaybolan güneş anlatmıştı. Babamın bana sımsıkı sarılması anlatmıştı. İç çekişi anlatmıştı. Çaresizliği anlatmıştı.

Askerin elindeki kılıç, kabzayı tutan elleri, aynı ellerin, aynı kılıcı kardeşime doğrultması anlatmıştı. Boynuna geçen kılıcın şıngırtısı anlatmıştı. Annemin haykırışları anlatmıştı.

Sonra hissettiğim sızı vardı. Bağırarak ağlamak isterken ağzımı kapatan babamın elleri vardı. İçime attığım hıçkırıklar vardı.

Aynı acının bin katını, o kılıç anneme doğrultulduğunda hissettim.

Babamın ellerini ısırmışım farketmeden. Bakamadım. Yüzümü en güvendiğimin boynuna gömdüm. Ölümün sesini duydum.

Sonra bayılmışım.

O günden sonra kendime gelebildiğimi de düşünmüyorum.

----Kapağa bir türlü karar veremedim. Eski kapağı görsellere koyuyorum. Bu arada oy da verseniz fena olmaz hani dklfmgk----

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Apr 08, 2018 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

SYLTHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin