Geçen yilin 22 mart aksaminda garip bir olay geçti basimdan. Bütün gün dolasmis, kendime bir daire aramistim. Oturdugum yer pek rutubetliydi, bu yüzden kötü kötü öksürmeye baslamistim. Daha sonbaharda koymustum aklima oradan çikmayi, ama ilk bahara kadar uzamisti. Sabahtan beri dolastigim halde istedigim gibi bir yer bulamamistim bir oda bile olsa, ayri bir daire olsun istiyordum; sonra, genis - tabiî kirasi da az - olmaliydi. Dar yerde kisinin düsüncelerinin de daraldigim anlamistim. Yazacagim öyküleri düsünürken odanin içinde bir asagi bir yukari dolasmayi severdim. Sirasi gelmisken söyleyeyim: Eserlerimi yazmaktan çok onlar üzerinde düsünmek, hayâl kurmak hosuma gitmistir daima. Dogrusu, tembelligimden degildir bu. Peki ama nedendir öyleyse? Daha sabahleyin pek iyi hissetmiyordum kendimi, aksam üzeri ise oldukça fenalasmistim, titriyordum. Üstelik, bütün gün ayaktaydim, yorulmustum. Hava kararmaya basladiginda Voznesenski caddesinden
geçiyordum. Petersburg'un mart günesine, özellikle gurupuna - tabiî açik, dondurucu soguk bir aksam - bayilirim. Her yani kizil bir isik kaplar birden. Evler alev alev yanmaya baslar sanki. Boz, sari, kirli - yesil renklerinin kasvetli görünümü bir anda kaybolur. Kisinin içi aydinlanir sanki; ürperir ya da biri dirsegiyle dürtmüs gibi irkilirsin. Yepyeni duygular doldurur içini... Bir günes isininin kisinin ruhunda yaratabilecegi degisiklik öyle büyüktür ki! Gelgelelim, biraz sonra bu günes isini yok olmustu; dondurucu soguk burnumun ucunu sizlatiyordu; hava iyice kararmisti; dükkânlarin pencerelerinden gaz lâmbalarinin ölgün isigi siziyordu disari. Miller'in pastahanesinin önünden geçiyordum ki, yildirim çarpmis gibi durdum birden, pastahanenin bulundugu yana bakmaya basladim. Içimde, olaganüstü bir sey olacakmis, gibi bir his vardi. Tam o anda karsi kaldirimda yaninda köpegiyle yasli bir adam ilisti gözüme. Anlayamadigim, tuhaf bir duygunun kalbimi hizli hizli çarptirmaya basladigi bugünmüs gibi hatirimda. Mistik bir insan degilimdir; batil inançlarim yoktur, fala inanmam. Bununla beraber, herkes gibi benim basimdan da garip birkaç olay geçmistir. Sözgelimi, bu ihtiyari alalim: Onunla karsilastigimda b aksam tuhaf bir seyin olacagi niçin dogmustu içime? Üstelik hastaydim da; insan hastayken duygulari daima yaniltici olur. Yasli adam bitkin adimlarla, - bacaklarini hiç bükmeden, degnek gibi öne atiyordu - ikibüklüm, elindeki bastonu yere hafifçe vurarak pastahaneye dogru yavas yavas yürüyordu. Ömrümde böylesine garip biçimli bir insan görmemistim. Daha önce de, Miller'in pastanesinde onunla her karsilasmamda tuhaf bir duyguya kapilirdim. Uzun boyu, kambur sirti, seksenlik ölgün yüzü, lime lime paltosu; ancak ense kisminda aktan çok sari - beyaz bir tutam saç kalem çiplak basindaki, kullanilacak yeri kal-mamis, yirmi yillik, yuvarlak kenarli sapkasi; sanki düsünülmeden yapilan, kurulmus bir zemberek yardimiyla
sürdürülüyormusa benzeyen hareketleri... Bütün bunlar ilk bakista elinde olmadan sasirtiyordu insani. Dogrusu, yasi böylesine geçkin bir ihtiyari yapayalniz, yardimcisiz görmek pek tuhafti; üstelik, bakicilarindan kaçmis bir deliyi de andirmiyor degildi hani. Asiri derecede siskaligi da garibime gidiyordu: Beden diye bir sey yoktu onda sanki, iskeletinin üzerine sadece bir deri yapistirilmis gibiydi. Çevresi mosmor, iri, ama fersiz gözleri hiç bir sey görmedigi halde - bunu kesinlikle biliyorum - daima karsiya bakardi. Yüzünüze baka baka, önünde kimse yokmus gibi üzerinize üzerinize yürürdü. Birkaç kere tanik oldum buna. Miller'in pastahanesinde son zamanlarda gözükmeye baslamisti. Nereden geldigini kimse bilmiyordu. Köpegi daima yanindaydi. Pastahane müsterilerinden konusan yoktu onunla. O da konusmuyordu kimseyle zaten. Kaldirimda durmus, merakli gözlerle ona bakarken «Niçin Miller'in pastahanesine dadandi bu adam? diye düsünüyordum, ne isi olabilir orada?» Hastaligimin, yorgunlugumun sonucu, anlasilmaz bir can sikintisi sarmisti içimi. Kendi kendime devam ediyordum: «Niyeti ne acaba? Ne düsünüyor? Bakalim düsünüyor mu hem? Yüzü bir sey ifade etmekten çok uzak... Öylesine ölgün ki! Ondan bir parçaymis gibi yanindan hiç ayrilmayan su köpegi de nereden bulmus? Ne kadar da benziyorlar birbirine!» Bu zavalli köpek de seksen yasinda olmaliydi; evet evet, muhakkak o da seksen yasindaydi. Bir kere, hiç bir köpegin gösteremiyecegi kadar yasli gösteriyordu; sonra, niçin onu ilk gördügüm an, bu köpegin öteki köpeklere benzemeyen, olaganüstü bir köpek oldugunu geçirdim aklimdan? Yüzdeyüz büyülü, esrarli bir yani bulundugunu; belki de köpek kiliginda bir Mefisto oldugunu; kaderinin birtakim bilinmez, gizli baglarla sahibinin kaderine baglandigim düsündüm? Onu görseniz, son kez yirmi yil önce bir seyler yedigini siz de kabul ederdiniz. Sahibi gibi bir deri bir kemikti. Hemen hemen hiç tüy kalmamisti üzerinde; arkasinda bir sopa gibi sarkan, daima bacaklarinin arasina sikistirdigi kuyrugu da çiplakti. Koca kulakli basini hiç kaldirmaz, dalgin dalgin önüne bakardi hep. Ömrümde onun kadar igrenç bir köpek görmedim. Adam önde, köpek arkada yürürlerdi daima; hayvanin burnu, yapisik gibi, sahibinin paltosunun eteginden ayrilmazdi. Yürüyüsleri de, görünümleri de her adimda söyle söylerdi sanki : Yasliyiz Tanrim, yasliyiz, öyle yasliyiz ki! Hatirliyorum, bir keresinde «sakin ihtiyarla köpegi, Gavarni'nin resimledigi Hoffman'in masallari kitabinin sayfalarindan siyrilip yeryüzünde dolasmaya baslayan varliklar olmasin?» diye geçirmistim içimden. Karsiya geçip, ihtiyarin arkasindan ben de girdim pastahaneye. Ihtiyari herkes pek garipsiyordu pastahanede; bu istenmeyen konuk kapidan girince, tezgâhin arkasinda ayakta duran Miller de surat asmaya baslamisti son zamanlarda. Bir kere, bu acayip ihtiyar ne bir sey yiyor, ne de içiyordu. içeri girince dogru kösedeki sobanin yanina gidiyor, her zaman ayni sandalyeye çöküyordu. Sobanin yanindaki yerinde baska biri oturuyorsa, adamin karsisinda bir süre saskin saskin ayakta durduktan sonra cani sikilmis gibi öteki köseye, pencerenin dibine geçiyordu. Orada kendine bir sandalye buluyor, yavasça oturuyor, sapkasini çikarip hemen yanina yere koyuyor, bastonunu da sapkasinin yanina biraktiktan sonra sandalyenin arkaligina yaslanip üç dört saat öyle hareketsiz kaliyordu. Eline gazete falan almazdi; agzindan bir sözcük çiktigi da yoktu. Gözlerini iyice açmis, donuk bakislarla önüne bakardi hep; öyle ki, o anda hiç bir sey görmedigine, isitmedigine bahse girilebilirdi. Köpek de oldugu yerde iki üç kere döndükten sonra, usulca sahibinin bacaklarinin di-
binde boyluboyunea yere uzaniyor, basini çizmelerinin arasina sokup derin bir gögüs geçirdikten sonra öyle kaliyor, ölmüs gibi hiç kipirdamiyordu. Sanki bu iki yaratik sabahtan beri bir yerde ölü olarak yatiyorlardi da, günes batar batmaz, sirf Miller'in pastahanesine gelmek, orada hiç kimsenin bilmedigi, esrarli bir görevi yerine getirmek için canlaniveriyorlardi, ihtiyar, üç dört saat oturduktan sonra nihayet kalkiyor, sapkasiyla bastonunu alip evine gidiyordu. Köpek de dogruluyor, her zamanki gibi kuyrugunu bacaklari arasina sikistiriyor, basim önüne sarkitiyor, agir adimlarla sahibinin pesi sira yürüyordu. Pastahaneye gelenler zamanla uzaklasmaya baslamislardi ihtiyardan; igreniyormus gibi yakininda bile oturmuyorlardi. Oysa ihtiyar hiç bir seyin farkinda degildi. Bu pastahanenin müsterileri daha çok Almandi. Voznesenski caddesinde oturan ne kadar çilingir, firinci, boyaci, sapkaci, kosumcu -kisacasi, saygi deger- Alman varsa hepsi buraya gelirdi. Miller'in pastahanesinde içten bir hava eserdi çogunlukla. Patron sik sik tanidik müsterilerinin masasina oturur, onlarla beraber birkaç kadeh punç yuvarlardi. Dükkân sahibinin çocuklari, köpekleri de giderlerdi bazan müsterilerin yanina; müsteriler onlari sever, oksarlardi. Herkes birbirini tanir, sayardi. Müsteriler Almaa gazetelerini okumaya daldiklarinda salondan bir kapiyla ayrilan patronun dairesinden, Miller'in tipki beyaz bir fareye benzeyen, saçlari bukleli, sa-, risin büyük kizinin akordsuz bir piyanoda çaldigi Augus-tin'im (1) duyulurdu. Bu valsi seve seve dinlerdi herkes. Her ayin ilk günlerinde Miller'in pastahanesine gider, oraya gelen Rus dergilerini okurdum. - (1) O siralar Alman, küçük, esnafi arasinda pek sevilen bir sarki: «Mein lieber Augustin» («Benini sevgili Augustin'im.») Içeri girdigimde ihtiyar pencerenin dibinde oturuyordu; köpegi de ayaklarinin dibindeki yerini almisti. Hiç bir sey söylemeden geçip köseye oturdum. «isim falan yokken, böylesine hastayken, bir an önce eve gidip çayimi içtikten sonra yatmam gerekiyorken niçin girdim buraya? diye soruyordum kendi kendime. Gerçekten de su ihtiyari seyretmek için mi geldim acaba?» Canim sikilmaya baslamisti. Disarda onu gördügüm zaman ruhuma dolan o tuhaf duyguyu hatirlayarak «Bana ne ondan? diye geçirdim içimden. Bütün bu soguk Almanlardan bana ne? Bu tuhaf duygum nereden geliyor? Son zamanlarda benligimi saran; yasamama, - son öykümü okuyan usta elestirmenin söyledigi gibi - hayati açik seçik görmeme engel olan bu ucuz, incir çekirdegini doldurmayan seylerden duydugum endisenin sebebi nedir?» Böyle düsündügüm, kendi kendime sitem ettigim halde kalkip git-miyordum. Bu arada iyice fenalasmistim, sicacik yerden disari çikmayi hiç istemiyordu canim artik. Bir Frankfurt gazetesi aldim elime, iki satir okuyunca daldim. Almanlarin engel oldugu yoktu bana. Onlar gazetelerini okuyor, sadece arada, yarim saatte bir alçak sesle yeni haberler, ünlü Alman mizahçisi Safir'in nükteleri üzerine kisa kisa konusuyorlar; sonra, bir kat daha çogalmis ulusal bir gururla okumaya daliyorlardi gene. Yarim saat sonra uyandigimda zangir zangir titriyordum. Artik eve gitmek zorundaydim. Tani bu sirada salonda geçen sessiz bir olay bir kere daha beni gitmekten alakoydu. Ihtiyarin oturduktan sonra gözlerini karsisindaki bir seye dikip, kalkincaya kadar bakislarini oradan bir daha ayirmadigini yukarda söylemistim. Anlamsiz bir israrla bir yere dikilen bu donuk bakisin bana yöneltildigi aksamlar da olmustu: Içimi son derece kötü, hattâ dayanilmaz bir duygu kaplardi, elden geldigince çabuk yerimi degistirirdim. Bu keresinde ihtiyarin 15 kurbani, kentimize yeni gelmis, Adam Ivaniç Sultz adinda, Miller'in yakin dostu - bunu sonra ögrendim - ama ihtiyari da müsterilerin çogunu da tanimayan, dis görünüsü pek hos, sert kolali yakalari kalkik, yüzü kipkirmizi zi, sismanca, Riga tüccarlarindan ufak tefek bir Alman-di. «Darfbarbier» i (1) büyük bir hazla okur, bir yandan da punçunu yudumlarken birden basim kaldirip ihtiyarin, durgun bakislarini ona diktigini farketti. Bu sasirtti onu. «Soylu» bütün Almanlar gibi Adam Ivaniç da utangaç, duygulu bir insandi. Yüzüne böyle saygisizca, dik dik bakilmasi tuhafina gitmisti, sikilmisti. Öfkesini tutup, saygisiz adamdan gözlerini kaçirdi, kendi kendine bir seyler homurdanarak yüzünü gazeteyle kapadi. Ne var ki sabredemedi, iki dakika sonra basini uzatip gazetesinin üstünden merakla bakti: Ihtiyarin anlamsiz bakisi hâlâ ona yönelmisti. Adam Ivaniç gene bir sey söylemedi. Basini üçüncü kez uzattiginda yüzü birden kipkirmizi oldu. Kendini, gururunu savunmaya, soylu kisilerin yaninda güzel kenti Riga'nin adinin lekelenmesine engel olmaya - kendisini Riga'nin temsilcisi sayiyordu besbelli - karar vermisti. Elindeki gazeteyi sinirli bir hareketle masanin üzerine firlatip - gazetinin raptiyeyle tutturuldu-gu çita gürültüyle çarpti masaya - punçtan, gururundan yüzü kipkirmizi, içi alev alev yanan küçük gözlerini zavalli ihtiyara dikti. Sanki Almanla rakibi, bakislarinin manyetik gücüyle birbirini yenmeye çalisiyorlardi. Çitanin masaya çarpmasindan çikan sesle Adam Ivaniç'in tuhaf durusu bütün müsterilerin dikkatini çekmisti. Hepsi ellerindeki gazeteleri birakmis, magrur, sessiz bir merakla iki rakibe bakiyorlardi. Pek gülünç bir sahneydi bu. Gel-gelelim, Adam Ivaniç'in bakislarindaki manyatik gücün (1) «Köy berberi» - O zamanlar çikan bir Alman gazetesi.16 hiç bir etkisi olmamisti. Ihtiyar, öfkeden, kuduran bay Sultz'a gene öyle dalgin dalgin bakiyordu. Akli baska yer-lerdeymis gibi, herkesin onunla ilgilendiginin bile farkinda degildi. Sonunda sabri tükendi Adam Ivaniç'in. Sert, çin çin öten bir sesle, Almanca, - Niçin öyle dikkatli dikkatli bakiyorsunuz bana bayim? diye bagirdi. .
Ama rakibi onun ne söyledigini anlamiyormus, sesini duymuyormus gibi susmaya devam ediyordu. Adam Ivaniç bu kez Rusça sormaya karar vermisti. Bir kat daha öfkeli bir sesle, - Size sormak niçin böyle dik bakiyor bana?- diye haykirdi. Ayaga firlayarak devam etti : - Beni tanirlar sarayda, sizi tanimazlar! Ama ihtiyarin kipirdandigi bile yoktu. Almanlar nefretle homurdanmaya baslamisti. Miller de gelmisti gürültüye. Durumu ögrenince ihtiyarin sagir oldugunu düsünerek kulagina iyice egildi. Müsterisinin yüzüne dik dik bakarak yüksek sesle, - Bay Sultz ona bakmamanizi rica ediyor, diye bagirdi. Ihtiyar birden Miller'e bakti, o âna kadar durgun olan yüzünde endiseli bir düsünce, bir heyecan ifadesi belirdi. Telâslandi, inleyerek egildi, aceleyle sapkasini, bastonunu aldi; aci bir gülümsemeyle - yanlislikla oturdugu yerden kavulan bir zavallinin sinik gülümsemesiydi bu - ayaga kalkti, disari çikmaya hazirlandi. Zavalli, çökmüs ihtiyarin bu uslu, ezik aceleciliginde öylesine acikli, insanin içini burkan bir sey vardi ki, basta Adam Ivaniç olmak üzere bütün müsterilerin düsüncesi bir anda degismisti. Ihtiyarin, birisine hakaret etmek söyle dursun, bir dilenci gibi her yerden kovulabilecegini bildigi belliydi.
Miller iyi yürekli, duygulu bir insandi. Ihtiyarin sirtini oksayarak, - Hayir, hayir, dedi, oturun! Aber (1) ger (2) Sultz sadece ona dikkatli dikkatli bakmamanizi rica etmisti. Sarayda tanirlar onu. Gelgelelim, zavalli ihtiyar gene anlamadi, daha da telâslandi; sapkasinin içinden düsen eski, delik desik, açik mavi mendilini egilip aldi; basi ön ayaklari arasinda, hiç kipirdamadan yerde yatan köpegine - hayvan belbelli derin bir uykuya dalmisti - seslenmeye basladi. Titrek, bitik bir sesle, - Azorka, Azorka! dedi. Azorka! Azorka'nin kipirdadigi yoktu. Ihtiyar, cani sikkin, - Azorka, Azorka, diye tekrar etti. Bastonuyla dürttü köpegi, ama Azorka kipirdamiyordu. Elinden bastonu düstü ihtiyarin. Çömelip yere diz çöktü, Azorkanin basini ellerinin arasina aldi. Zavalli Azorka! Ölmüstü. Zavalli hayvan, sahibinin ayaklari dibinde belki yasliliktan, belki de açliktan, sessizce ölmüstü. Ihtiyar saskin saskin, Azorka'nin öldügünü anlayamiyormus gibi bir dakika kadar öyle bakti yüzüne; sonra yavasça egildi emektar dostuna dogru, solgun yüzünü hayvanin sogumus basina dayadi. Bir dakika çit çikmadi salonda. Hepimiz duygulanmistik... Sonunda dogruldu ihtiyar. Yüzü bembeyazdi, sitma nöbeti gelmis gibi titriyordu. Yufka yürekli Miller, onu teselli etmek istegiyle, - Doldurmak saman bu köpegin içini, dedi. Iyice saman doldurmak. Fyodor Karloviç Kriger ustasidir bu isin. Bastonu yerden alip ihtiyara verirken ekledi: (1) ama (Almanca) (2) bay (Almanca) Ezilenler - Fyodor Karloviç Kriger çok iyi hayvan doldurmak. Öne çikan bay Kriger alçakgönüllü bir tavirla, - Evet, ben çok iyi doldurmak hayvan. Bu, tepesinde tutam tutam kizil saçli, gaga burnunun üzerinde gözlügüyle, zayif, uzun boylu, görünüste iyi yürekli bir Almandi. Aklina gelen düsünceden cosan Miller, - Her çesit hayvani doldurmakta çok kabiliyetlidir Fyodor Karloviç Kriger, diye ekledi. Bay Kriger atildi gene: - Evet, her çesit hayvani doldurmakta çok kabili-yetliyimdir. Coskun bir cömertlik içinde devam etti: - Hem köpeginizi parasiz dolduracagim size. Adam Ivaniç Sultz, yüzü bir kat daha kizarmis, ihtiyarin ugradigi felâkete kendisinin sebep oldugu inanciyla, - Hayir, hayir! diye haykirdi, emeginizin karsiligim ben verecek size. Ihtiyar bütün bu konusmalari dinliyordu ya, bir sey anlamadigi belliydi; zangir zangir titriyordu. Garip müsterisinin gitmeye hazirlandigim gören Miller, - Bir dakika! diye bagirdi. Bir kadeh nefis konyagimizi için! Konyagi getirdiler. Ihtiyar, çabuk bir hareketle aldi kadehi, ama elleri titriyordu, agzina götürecegine yarisini döktü, bir damla içmeden tepsiye geri koydu. Sonra Azorka'yi oldugu yerde birakip tuhaf, o anda pek yadirganan bir gülümsemeyle çabuk çabuk kapiya yürüdü. Herkes sasirmisti. Almanlar birbirinin yüzüne bakarak, - Schwerenot! Was für eme Geschichte! (1) diye mirildandilar. (1) Felâket! ise bakin! ___ 19 ___
Ben ihtiyarin arkasindan kostum. Pastahaneden birkaç adim ötede, sagda dar, iki yaninda kocaman kocaman evler olan, karanlik bir ara sokak vardi. Içimde bir ses ihtiyarin o sokaga saptigini söylüyordu bana. Sokaga girince sagdan ikinci ev yeni yapiliyordu, disi kalaslarla çevriliydi. Evin önündeki tahta perde sokagin neredeyse ortasina kadar çikiyordu. Yayalar için tahta perde boyunca bir sira kalas dösenmisti. Tahta perdeyle evin arasinda kalan karanlik bir kösede buldum ihtiyari. Kaldirima oturmus, dirseklerini dizlerine dayayip basini elleri arasina almisti. Yanina oturdum. Nereden baslayacagimi bilemeden, - Bakin, dedim, Azorka için üzülmeyin. Gelin evinize götüreyim sizi. Geçsin artik üzüntünüz. Gidip bir araba çagirayim. Nerede oturuyorsunuz? Ihtiyar cevap vermiyordu. Ne yapacagimi bilemiyordum. Gelip geçen yoktu sokaktan. Birden koluma yapisti. Kisik, isitilir isitilmez bir sesle, - Soluk alamiyorum! dedi, soluk alamiyorum! Ayaga kalktim, zorla onu da kaldirirken, - Evinize götüreyim sizi! diye bagirdim. Birkaç bardak çay içip yatmalisiniz... Simdi bir araba getiriyorum. Doktor da çagiracagim... tanidigim bir doktor var... Daha neler söyledigimi hatirlamiyorum. Ayaga kalkacak oldu, ama dogrulur dogrulmaz gene yere çöktü, hep o kisik, boguk sesiyle bir seyler mirildanmaya basladi. Üzerine iyice egilip dinledim. - Vasilyevski adasinda, diyordu. Altinci sokak... al-tin-ci so-kak... Sesi kesildi. - Vasilyevski'de mi oturuyorsunuz? Ama o yana gitmiyordunuz; pastahaneden çikinca sola dönmeniz gerekirdi Vasilyevski'ye gitmek için, oysa siz soga döndünüz. Simdi bir arabayla götürürüm sizi... Ihtiyar kipirdamiyordu. Elini tutup kaldirdim, birakinca ölününki gibi düstü. Egilip yüzüne baktim, parmagimin ucuyla dokundum... ihtiyar ölmüstü. Düs görüyordum sanki. Bu serüven hayli ugrastirdi beni, o arada sitmam da kendiliginden geçti. Ihtiyarin evini bulduk. Vasilyevski adasinda degil, öldügü yerden birkaç adim ötedeki Klu-gen'in evinin besinci, çati katinda küçük bir antreyle son derece basik, pencere diye duvarlarinda üç deligi bulunan büyük odali ayri bir dairede oturuyormus. Çok yoksul oldugu belliydi. Bir masa, iki sandalyeyle, tas gibi sert, her yanindan pamuklan firlamis, eski mi eski bir kanepesinden - meger o da ev sahibininmis - baska esyasi yoktu. Sobanin uzun zamandan beri yanmadigi belliydi; muma falan da rastlanilmadi. Ihtiyarin, pastaneye sirf sicak, isik yanan bir yerde oturmak için geldigi kanisindaydim. Masanin üzerinde bos bir toprak çanakla kupkuru bir ekmek kabugu vardi. Bir köpek bile para bulunmadi. Zavalliyi gömmek için degismeklik fanilâsi bile yoktu; birisi kendi fanilasini verdi de onu giydirdik. Ihtiyarin bu kosullar altinda yalniz yasayamiyacagi, birisinin seyrek de olsa ona yardima geldigi belliydi. Masanin gözünden kimlik cüzdani çikti. Rahmetli, Yeremiya Smith adinda, yetmis sekiz yasinda, Rus uyruklu bir yabanciydi. Makinist oldugu anlasiliyordu. Masanin üzerinde iki kitap vardi: Kisa bir cografya kitabiyla, kursun kalemle bir çok yerine isaret konulmus Incil'in Rusçasi. Bu iki kitabi ben aldim. Evde oturan öteki kiracilara, ev sahibine sorduk, hiç kimsenin bir sey bildigi yoktu. Çok kalabalikti evin içi; fabrika ustalari, pansiyon olarak oturan Alman kadinlari bütün odalari doldurmuslardi. Kibar bir kimse olan evin yöneticisi de eski kiracisi üzerine, çati katinda alti ruble kirayla oturdugundan, son iki aydir bir köpek vermediginden, bu nedenle onu kapi disari et- 21 meleri gerektiginden baska pek bir bilgi veremedi. «Ihtiyarin gelip gideni var miydi?» diye sorduk, bu konuda da kimse bir sey bilmiyordu. Koskocaman evdi, böyle yerlere girip çikan çok oldugu için bilinmezmis. Bir seyler ögrenebilecegimiz evin bes yillik kapacisi da, yerine daha kiracilarin yarisini tanimayan genç yegenini birakip iki hafta önce izinle köyüne gitmisti. Bütün bu sorusturmalarin nereye vardigini kesin olarak bilmiyorum; sonunda topraga verdiler ihtiyari. O günlerde öteki islerim arasinda bir gün de Vasilyevski adasina, altinci sokaga gidip geldim. Oraya varinca kendi kendime güldüm: Olaganüstü hiç bir yani olmayan sira sira evlerden baska ne göre-bilirdim altinci sokakta? «Peki ama, diye düsünüyordum, ihtiyar ölürken niçin Vasilyevski adasi altinci sokaktan söz etti? Sayikliyor muydu acaba?» Smith'ten bosalan daire hosuma gitmisti. Baskasina kiralamamasini, daireyi benim tuttugumu yöneticiye söylidim. Odanin tavani gerçi pek basikti - öyle ki, önceleri basim vuracak sanmistim - ama istedigim kadar genisti ya! Zaten kisa zamanda alistim. Ayda alti rubleye bundan iyisi de bulunamazdi. Dairemin ayri olmasi pek hosuma gitmisti. Simdi bir hizmetçi bulmaktaydi is, yalniz basima yapamazdim çünkü. Kapici, hiç olmazsa günde bir kere ugrayip en gerekli isleri yapmaya söz verdi basta. Ihtiyar için birisinin gelecegini saniyordum. Oysa öleli bes gün olmustu, gelen giden yoktu. II O siralar dergilerde çalisiyor, ufak tefek yazilar yaziyordum; günün birinde büyük bir eser verecegimden hiç kuskum yoktu. Büyük bir roman üzerinde çalisiyor- dum; ama sonunda hastaneye düstüm... yakinda ölürüm herhalde. Sonum yaklastigina göre anilarimi yazmasam da pekâlâ olurdu ya... Hayatimin su aci son yili geliyor aklima. Her seyi yazmak istiyorum, kendime bu ugrasi bulmasaydim sanirim can sikintisindan ölürdüm. Bütün bu olaylar bazan. öylesine heyecanlandiriyor, öylesine üzüyor ki beni! Kelimeler kalemimin ucundan kâgida dökülürlerken daha bir huzur verici, daha bir olagan biçime girecek,
hayale, kâbusa daha az benziyecekler saniyorum. Yazmak beni avutacak, içimdeki atesi söndürecek, eski yazarlik damarimi kabartacak; anilarimi, aci hayallerimi bir ise, ugrasa döndürecektir... Evet, çok iyi düsündüm bunu. Üstelik saglik memuruna da bir miras birakmis olurum; hiç degilse kisin pencerelerini kâgitlar. Gelgelelim, nedense ortasindan basladim hikâyeme. Her seyi yazmaya karar verdigime göre bastan baslamaliyim. Öyle olsun. Zaten pek uzun sürmeyecektir kendimi tanitmam. Buradan uzak ...skiy ilinde dogmusum. Ben küçükken ölen annemle babam iyi birer insan olmaliydilar. Acidigi için beni evine alan söyle böyle varlikli toprak sahibi Nikolay Sergeyiç Ihmenev'in yaninda büyüdüm. Tek çocugu olan Natasa benden üç yas küçüktü. Agabey - kardes gibiydik onunla. Ah sevgili çocuklugum! Yirmi bes yasinda, son günlerimi yasiyorken aklimda sadece senin olman; heyecanla, coskunlukla sadece seni anmam ne garip aslinda! O zamanlar ne maviydi gökyüzü, Petersburg günesine hiç benzemezdi günes; yüreklerimiz ne hizli çarpardi! O zamanlar her yanda göz alabildigine çayirlar, ormanlar vardi; simdiki gibi soguk tas yiginlari ka-rartmazdi insanin içini. Nikolay Sergeyiç'in yönetmeni oldugu Vasilyevski'deki park ne hostu! Natasa'yla dolasirdik orada. Parkin bitiminde de büyük, los bir koruluk 23 vardi, bir keresinde kaybolmustuk içinde Natasa'yla... Ne güzel, tatli günlerdi! Hayati esrarengiz, çekici bir sey olarak görüyor, onunla tanismaktan hoslaniyorduk. Her «çalinin, agacin arkasinda bizim için esrarli, bilmedigimiz bir insan vardi sanki. Masal dünyasi gerçekle içice gibiydi. Aksam sisi koyulasip, büyük derenin çakilli kiyisina yapismis gibi duran çalilarin dallarinda küme küme biriktigi zamanlar Natasa'yla ben sahilde el ele durup ürkek bir merakla uzaklara bakar, sisin içinden dogru birisinin «çikip yanimiza gelecegini ya da seslenecegini, böylece dadimizin anlattigi masallarin gerçeklesecegini sanirdik. Aradan uzun zaman geçtikten sonra bir keresinde Nata-sa'ya, «Çocuk hikâyeleri» nin elimize geçtigi, kitabi kapip dogru bahçedeki havuzun yaninda yasli, sik yaprakli mese agacinin altindaki yesil kanepemize kosup oturdugumuz, hemen «Alphonse ile Dalinde» hikâyesini okudugumuz günü hatirlatmistim. Bu hikâyeyi hatirladikça hâlâ tuhaf bir burkulma olur içimde; geçen yil ilk iki satirini Natasa'ya ezbere okudugum zaman da aglamamak için güç tutmustum kendimi: «Kahramanim Alphonse Portugal'de dogmustur. Don - Ramiro'dur babasinin adi»... Belki de pek budalaca bir seydi bu; kim bilir, Na-tasa'nin heyecanima öyle tuhaf tuhaf gülümsemesinin sebebi de buydu belki. Ama çabuk toparlamisti kendini (çok iyi hatirliyorum bunu), beni avutmak için o da geç--mis günlerden açmisti. Biraz sonra kendisi de duygulandi. Çok güzel bir aksamdi o; eskiyi yenibastan yasadik: "Beni il merkezine, yatili okula yolladiklari günü - Tanrim, ne çok aglamisti o gün! - Vasilyevski'den temelli ayrilisimi... Okulu bitirmis, üniversiteye hazirlanmak için Petersburg'a gidiyordum. On yedi yasindaydim, o da on bes. O zamanlar pek biçimsiz oldugumu söylüyor Natasa. Öylesine uzun boylu, öylesine siskaymisim ki, bana bakinca tutamazmis kendini, gülermis. Ayrilirken çok önemli bir sey söylemek için bir kenara çektim onu; ama birden dilim tutuldu. O anda müthis heyecanli oldugumu hatirliyor Natasa. Konusamadik tabiî. Ne söyleyecegimi bilmiyordum. Söylesem de anlayamazdi beni zaten. Birden bosandim, hiç bir sey söyleyemeden öyle gittim. Çok sonra, bundan iki yil önce görüstük. Yasli Ihmenev bir dâva için gelmisti Petersburg'a. Ben de edebiyat alaninda yeni yeni duyurmaya baslamistim adimi. III Nikolay Sergeiç Ihmanev iyi, ama çok eskiden beri yoksul düsmüs bir aileden geliyordu. Grene de yüz elli kölelik, oldukça iyi durumda bir çiftlik kalmisti ona babasindan. Yirmi yasinda süvari subayi olmustu. Isleri iyi gidiyordu, gelgelelim, hizmetinin altinci yilinda bir aksam kumarda varini yogunu kaybetti. O gece sabaha kadar, uyku girmedi gözüne. Devrisi aksam gene gitti oyun salonuna, sahibi oldugu tek seye, atina karsilik bir kart aldi. Kazandi. Arkasindan bir daha, bir daha... Yarim saat sonra köylerinden birini, son sayima göre elli kölelik Ih-menevka'yi geri almisti. Oyuna paydos deyip, devrisi gün de istifasini verdi. Yüz kölesini kaybetmisti. Iki ay sonra tegmen rütbesiyle ayrildi ordudan, küçük köyüne gitti. Bu kumar olayindan söz edilmesini hiç sevmezdi; öyle ki, o kadar iyi yürekli, babacan oldugu halde, birisi kaybettigi yüz köleden açacak olsa, öfkelenir, bozusurdu onunla. Köyde kendini çiftçilige verdi. Otuz bes yasinda soylu ama yoksul bir ailenin kizi olan Anna Andreyevna Sumi-lova'yla evlendi. Drahomasi bile yoktu Anna Andreyev-na'nin, göçmen madam Mon - Reves'in kentte soylu kizlar için açtigi yatili okulda okumustu - her zaman övünür-
dü bununla; oysa orada ne okudugunu bilen, anlayan da yoktu. - Nikolay Sergeiç iyi bir toprak sahibi olmustu. Komsu toprak sahipleri ders aliyorlardi ondan. Birkaç yil sonra bes yüz kölelik komsu Besilyevski köyüne Petersburg'dan sahibi prens Pyotr Aleksandroviç Valkons-ki geldi, Prensin gelisi büyük bir olay olmustu çevrede. Henüz genç sayilirdi; büyük bir rütbesi, önemli iliskileri vardi. Yakisikliydi, varlikliydi, nihayet - çevrenin kizlarini, kadinlarini en çok bu yani ilgilendiriyordu - bekârdi. Akrabasi olan valinin il merkezinde onu içtenlikle karsilamasini, kent bayanlarinin «kibarligina hayran kalmalarini» v.s. anlata anlata bitiremiyorlardi. Sözün kisasi, Petersburg yüksek sosyetesinin tasrada pek seyrek gözüken, gözüktüklerinde de büyük ilgi uyandiran üyelerinden biriydi bu. Ne var ki, ihtiyaci olmadigi, kendisinden az da olsa, asagi
buldugu kimselere karsi kibar davranmi-yordu Prens. Komsu toprak sahiplerini küçümseyip, onlarla tanismak istememesi bir çok düsman kazandirmisti ona. Durup dururken Nikolay Sergeiç'i ziyaret etmesi de bu yüzden sasirtmisti herkesi. En yakin komsusu Nikolay Sergeiç'di oysa. Ihmenev'lerin evinde büyük bir heyecan yaratti bu ziyaret. Kari koca bayilmislardi genç adama; hele Anna Andreyevna cosmustu. Kisa bir zaman sonra aileden biriymis gibi haber falan vermeden her gün gelip gitmeye baslamisti. Onlari da kendi evine çagiriyor, nükteler savuruyor, gülünç hikâyeler anlatiyor, Ihmenev'lerin kötü piyanosunda hem çalip hem söylüyordu. Ihmenevler sasiyorlardi dogrusu: Böylesine candan, böylesine degerli bir insan için kendini begenmis, kibirli, bencil nasil diyebiliyorlardi komsular? Içten, temiz yürekli, çikarini düsünmeyen, dürüst bir insan olan Nikolay Sergeiç'ten hoslanmis olmaliydi Prens. Kisa bir zaman sonra her sey anlasildi. Prens, madrabaz, gözü doymaz; ak saçli, gözlüklü, gaga burunlu, utanmazcasina çalan,_ 26 - üstelik iskenceyle birkaç köylüyü öldüren çiftlik yöneticisi kâhyasi Alman'in isine son vermek için gelmisti Va~ silyevski'ye. Sonunda yakayi ele vermisti Ivan Karloviç.. Yerin dibine girmisti utancindan, Alman dürüstlügünden, uzun uzun söz etti; ama yüz kizartici bir biçimde kovulmasina engel olamadi bütün bu çabalari. Bir yönetmen gerekliydi Prense; bulunmaz bir çiftçi, son derece dürüst - bundan hiç kimsenin kuskusu olamazdi - bir insan olan Nikolay Sergeiç'i seçmisti. Prens, bu isi üzerine almasi için Nikolay Sergeiç'ten teklif bekliyordu galiba; ama olmadi bu, Prens günesli bir sabah dostça, son derece saygili bir tavirla dilegini açti ona. Önce kabul etmek istemedi Ihmenev, ama hayli dolgun ücret Anna Andreyev-na'yi ayartti, genç adamin bir kat daha artan kibarligi da geri kalan kararsizliklari silip süpürdü... Prensin istedigi olmustu. Insanlari iyi tanidigi belliydi. Görüsmeye baslamalarindan kisa bir zaman sonra Ihmenev'in nasil" bir insan oldugunu, onu parayla degil de gösterecegi içtenlikle, yakinlikla kendine baglayabilecegini, istedigini yaptirabilecegini biliyordu. Gözü kapali, her seyini güvenebilecegi bir kâhyaya ihtiyaci vardi; bundan böyle Vasilyevski'ye bir daha gelmek istemiyordu. Ihmenev'i öylesine büyülemisti ki, adamcagiz yürekten inaniyordu dostluguna. Nikolay Sergeiç bizde çok olan son derece temiz yürekli, içten, duygulu bir insandi; böyleleri (ba-zan Tanri bilir niçin) birisini sevdiler mi bütün varligiyla baglanirlar ona; bu bagliliklari bazan gülünç bile kaçar. Aradan uzun yillar geçti. Prensin çiftligi gelistikçe gelismisti. Prensle Ihmenev arasindaki iliskiler iyiydi, resmi is mektuplariyla sürdürülüyordu bu iliskiler. Prens Nikolay Sergeiç'in yönetimine hiç karismiyor, bazan Ihmenev'i sasirtan son derece pratik, uygun ögütler veriyordu ona. Parayi bos yere harcamayi, çar - cur etmeyi
sevmedigi, hattâ elinin siki oldugu anlasiliyordu. Vasilyevski'ye gelisinden bes yil sonra ayni ilde dört yüz kölelik, pek iyi durumda baska bir köyü satin almasi için Nikolay Sergeiç'e vekâlet yolladi. Nikolay Sergeiç mutluydu. Prensin basanlarina, yükselisine, yükselen öz kar--desiymig gibi yürekten seviniyordu. Hele Prens bir is konusunda, ona son derece güvendigini belli edince adamcagiz iyice duygulanmisti. Anlatayim bunun nasil oldugunu... Ama önce, hikâyemin bir bakima en önemli kisilerinden olan Prens Valkonski üzerine kisa bir açiklama yapmam gerekiyor. IV Dul oldugunu söylemistim. Çok gençken, para için evlenmisti. Moskova'da varini yogunu iyice kaybeden ailesinden hemen hemen hiç bir sey kalmamisti ona, Vasil-yevski üstüste birkaç kere ipotek edilmis, borç içindeydi. Moskova'da devlet dairelerinden birinde çalismak zorunda kalan yirmi iki yasindaki Prens'e ailesinden bir köpek bile kalmamisti; «eski bir soyun baldiri çiplak evlâdi» olarak atilmisti hayata. Bir tüccarin tohuma kaçmis kiziyla evlenmesi onu kurtardi. Tüccar drahoma konusunda aldatti tabiî Prensi; ama gene de karisinin parasiyla, ailesinden kalan çiftligi geri alip kurtarabildi. Prensin kismetine çikan tüccar kizinin okuyup yazmasi yoktu, iki sözcügü bir araya getirip konusamazdi; yüzü de pek çirkindi, sadece bir iyi yani vardi: Iyi yürekli, sessizdi. Prens onun bu yanindan yararlanmasini bildi: Evlenmelerinden bir yil sonra o siralar bir erkek çocuk doguran karisini Moskova'da tüccar babasinin yanina birakip, ...ski iline gitti. "Petersburg'daki soylu bir akraba- sinin yardimiyla orada oldukça yüksek bir memuriyet edinmisti, Içi yükselmek, parlamak atesiyle yaniyordu. Karisiyla Petersburg'da da Moskova'da da yapamayacagini anladigi için ise tasradan baglamaya karar vermisti. Evliliklerinin ilk yilinda karisina etmedigi iskencenin kalmadigini söylüyorlar. Bu söylenti pek sasirtiyordu Nikolay Sergeiç'i, heyacanla savunuyordu Prens'i, onun böylesine kaba hareket edebilecek bir insan olmadigini söylüyordu. Ama yedi yil sonra nihayet ölmüstü Prenses, dul kalan Prens de hemen Petersburg'a aktardi. Baskentte ilgi bile uyandirmisti. Bir çok meziyetleri olan, zeki, zevk sahibi, henüz yakisikli, genç sayilan Prens sosyeteye mutluluk arayan, himaye pesinde kosan bir insan degil de, baslibasina bir deger olarak girmisti. Onda gerçekten de insani çeken, baglayan, güçlü bir seyin oldugunu söylüyorlardi. Kadinlarin pek hosuna gidiyordu; sosyete dilberlerinden biriyle iliskisini duymayan, kalmamisti. Soydan gelme, cimrilik derecesine varan eli sikiligina ragmen parayi hiç acimadan harciyor, her önüne gelene kumarda para veriyor, ne kadar çok kaybederse etsin hiç üzülmüyordu. Ama Petersburg'a eglenmek için gelmemisti; yükselmek istiyordu, istedigi de oldu. Onun sosyetedeki basarilarina sasan, akrabasi ünlü kont Nainski - Prens karsisina her hangi bir dilekçi olarak çiksaydi yüzüne bile bakmazdi belki - onunla ilgilenmis, hattâ yedi yasindaki oglunu yetistirmek için evine almisti. Prensin Vasilyevski'ye gelisi, Ihmenev'le
tanismasi da bu zamana rastliyor. Sonunda, Kontun araciligiyla elçiliklerden birinde önemli bir yere atanarak yurt disina gitti. Onunla ilgili söylentiler biraz anlasilmaz olmaya bile baslamisti: Yurt disinda basindan kötü bir olay geçtigini söylüyorlardi, ama bunun nasil bir olay oldugunu bilen yoktu. Yalniz, yukarda sözünü ettigim dört yüz kölelik köyü satin aldigi biliniyor kesinlikle. Uzun zaman sonra önem-
li bir kimse olarak döndü yurda; Petersburg'da oldukça büyük bir memuriyete getirildi. Ihmenev'de onun yeniden evlenmeye, varlikli, taninmis bir ailenin kizini almaya hazirlandigi söylentileri dolasiyordu. Nikolay Sergeiç sevinçten ellerini ogusturarak «Gördünüz mü, diyordu, kodamanlar sinifina giriyor bizimki!» O siralar Petersburg'da üniversitedeydim; hatirliyorum, Ihmenev bana mektup yazip, Prens'in evlenecegi haberinin dogru olup olmadigini arastirmami istemisti. Prense de bir mektup yazmis, beni himayesine almasini dilemisti; ama Prens cevap vermedi bu mektubuna. Sadece, Kontun evinde yeterince yetistirildikten sonra liseye giden Prensin oglunun, on dokuz yasinda ögrenimini bitirdigini ögrenebildim. Ih-menev'lere bunu yazdim. Prensin, oglunu çok sevdigini, bir dedigini iki etmedigini, simdiden onun gelecegi için ugrastigini da ekledim. Bütün bu bilgileri Prensin oglunun tanidigi olan ögrenci arkadaslarimdan almistim. Iste tam o günlerde, güzel bir sabah Nikolay Sergeiç Prensten onu pek sasirtan bir mektup aldi... Yukarda da söyledigim gibi, Nikolay Sergeiç'le iliskilerini o zamana kadar resmi is mektuplariyla sürdüren Prens simdi son derece içten, dostça bir tavirla aile sirlarim açiyordu ona: Oglundan yakiniyor, kötü davranislarina üzüldügünü yaziyordu. Oglunu temize çikarmak için de ekliyordu: «Bu yasta bir çocugun ufak tefek hatalari pek önemli sayilmaz tabiî aslinda». Ceza olarak bir zaman için köye, Ihmanev'in yanina yollamaya karar vermisti oglunu. Prens, «Dünyanin en iyi yürekli, dürüst insani Nikolay Sergeiç'e, özellikle Anna Andreyevna'ya» güvendigini yaziyor; onlardan, yaramaz oglunu ailelerine kabul etmelerini, ona biraz akil vermelerini, ellerinden gelirse onu sevmelerini, en önemlisi de uslandirmalarini, «insan hayatinda öylesine önemli yeri olan kurtarici kesin ilkeleri ona asilamalarini» diliyordu. Yasli Ih- menev tabiî dört elle sarildi ise. Genç Prens geldi sonunda; öz çocuklari gibi karsiladilar onu. Kisa bir zaman sonra Nikolay Sergeiç onu cani gibi seviyordu. Hattâ sonralari, Prensle Ihmenev tamamen ayrildiklari zaman, ihtiyar bazan mutlu bir gülümsemeyle anardi Alyosa'sini - Prens Aleksey Petroviç'e Alyosa'm derdi. - Gerçekten de pek tatli bir çocuktu bu: Yakisikli, kiz gibi narin yapili, sinirliydi. Öte yandan neseli, temiz yürekli, duyguluydu da... Ihmenev'lerin evinde pek seviliyordu. On dokuz yasinda oldugu halde, çocuklugu hâlâ atamamisti ü-zerinden. Söylentilere bakilirsa üzerine titreyen babasinin, onu köye niçin sürdügünü anlamak güçtü. Delikanlinin Petersburg'da düzensiz bir hayat yasadigini, çalismak istemedigini, babasinin da bunlara üzüldügünü söylüyorlardi. Nikolay Sergeiç, Alyosa'ya bu konuda hiç bir sey sormadi; Pyotr Aleksandroviç de mektubunda oglunu sürmesinin asil nedeninden söz etmemisti. Bununla beraber birtakim söylentiler dolasiyordu ortalikta: Alyosa'nin bagislanamayacak kadar agir bir yaramazlik yaptigindan, sosyeteden bir bayanla gizli iliskisinden, birisini düelloya çagirdigindan, kumarda büyük bir para kaybettiginden söz ediyorlardi. Baska birisinin parasini yedigi bile söyleniyordu. Prensin, oglunu bir suçu oldugu için degil de birtakim bencil düsünceleri yüzünden köye yolladigini söyleyenler de vardi. Nikolay Sergeiç bu sonuncu söylentiyi nefretle reddediyordu. Çocukluk çaginda Prensi hiç görmemis olan Alyosa da taparcasina seviyordu babasini zaten; ondan söz ederken cosuyor, heyecanlaniyordu. Babasinin etkisi altinda oldugu belliydi. Alyosa bazan, babasinin da kendisinin de ayni zamanda kur yaptiklari bir kontesten, onun (Alyosa'nin) kadini elde etmesine babasinin çok sinirlendiginden söz ediyordu. Bu hikâyeyi daima heyecanla, çocuksu bir içtenlikle, çin çin öten neseli kahkahalar atarak anlatiyordu; ama Nikolay
i Sergeiç onu hemen susturuyordu. Alyosa, babasinin evlenmek niyetinde oldugunu da dogruluyordu. Hemen hemen bir yil olmustu köye sürgün geleli. Belirli zamanlarda saygili, agirbasli mektuplar yaziyordu babasina. Sonunda Vasilyevski'ye o kadar alisti ki, Prens yazin köye geldiginde (Ihmenev'leri daha önceden haberdar etmisti) sürgün, köyde kalmasina izin vermesi için yalvarip yakarmaya baslamisti babasina. Köy hayatinin tam ona göre bir hayat oldugunu söylüyordu. Alyosa'nin verdigi her karar, kapildigi her heves asiri duygululugun- , dan, heyecanli yaradilisindan, bazan saçmaliga varan havailiginden, dis etkilere pek çabuk kapilmasindan, iradesinin olmayisindan geliyordu. Ama Prens kuskulu kuskulu dinledi oglunun, bu dilegini... Nikolay Sergeiç eski «dostu» nu güç taniyabildi: Çok degismisti Prens Pyotr Aleksandroviç. Nikolay Sergeiç'e karsi pek bir tuhaf davraniyordu; hesaplar gözden geçirilirken igrenç bir titizlik, cimrilik, anlasilmaz bir kusku gösterdi. Bütün bunlar pek üzdü dürüst Ihmenev'i; uzun süre inanmak istemedi. On dört yil önce Vasilyevski'ye gelen Prens degildi bu sanki: Simdi bütün komsulariyla - önemli olanlariyla tabiî - tanisti. Nikolay Sergeiç'e hiç gelmiyor, bir usagiymis gibi davraniyordu. Birden acayip bir sey oldu: durup dururken tamamen ayrildilar Prensle Nikolay Sergeiç. Birbirlerine kötü sözler söylediler, Ihmenev öfkeyle çikip gitti Vasilyevski'den, ama olay bununla kapanmadi. Çevrede igrenç dedikodular dolasmaya baslamisti. Genç prensin yaradilistan zayif oldugunu sezinleyen Nikolay Sergeiç'in, onun eksikliklerinden yararlanmaya çalistigini; kizi Natasa'nin (o siralar daha on yedisinde olan Natasa'nin) yirmi yasindaki delikanliyi kendine zorla âsik ettigini; anasiyla babasinin - hiç farkinda degilmisler gibi davrandiklari halde - bu aski körüklediklerini söylüyorlardi. Sözde, kurnaz, «ahlâksiz» Natasa, gene
onun ugrasmasi sonucu komsu toprak sahiplerinin evlerindeki sayilari hayli kabarik olan kibar kizlardan hiç birini görmek firsatini bulamayan delikanliyi nihayet büyülemisti. Sonra, sevgililerin Vasilyevski'ye on bes verst uzaklikta olan Grigoryev köyünde evlenmeye karar verdiklerini iddia edenler de vardi. «Tabiî Natasa'nin anne babasindan gizli, diyorlardi. Ama Ihmenev'le karisi her seyi pekâlâ biliyorlar, kizlarini kiskirtiyorlardi». Sözün kisasi, çevrenin kadinli erkekli dedikoducularinin bu olayla uydurup uydurup söylediklerini siralayacak olsak baslibasina bir kitap olurdu. Isin tuhafi, Prens bütün bunlara inanmis hattâ Vasilyevski'ye de sirf Petersburg'dayken aldigi imzasiz bir mektup üzerine gelmisti. Hiç kusku yok ki Nikolay Sergeiç'i birazcik olsun taniyan bir insan bu iftiralarin bir tekine bile inanamazdi; gelgelelim herkese bir seyler olmustu; her kafadan bir ses çikiyor, herkes dudak bükerek basini salliyor... zavalli ihtiyari kesinlikle suçluyordu. Ihmenev, kizini dedikoduculara karsi savunmaya kalkismayacak kadar gururluydu. Karisina da komsularina her hangi bir açiklamada bulunmamasini siki siki tembihlemisti. iftiraya ugrayan Natasa'-ninsa bir yil sonra bile bir seyden haberi yoktu: Olaylari büyük bir titizlikle saklamislardi ondan; on iki yasinda bir kiz kadar neseli, safti. Bu arada kavga da gittikçe kizisiyordu. Yaltakçilar bos durmuyorlardi. Birtakim fitneciler, taniklar çikti ortaya; Prensi Nikolay Sergeiç'in Vasilyevski'yi yillardan beri hiç de dürüst yönetmedigine inandirmayi sonunda basardilar. Dahasi var: Sözde üç yil önceki koru satisinda Nikolay Sergeiç on iki bin gümüs rubleyi iç etmis; bu konuda açik seçik, yasalara uygun deliller varmis; üstelik, koruyu satarken Prensten izin falan da almamis, kendi bildigi gibi hareket etmis, mal sahibini her is olup bittikten sonra korunun satilmasina razi etmis, satistan
aldigi paranin çogunu da cebe indirmis. Sonradan da anlasildigi gibi, bütün bunlar iftiraydi tabiî, ama Prens söylenenlerin hepsine inandi, herkesin içinde Nikolay Sergeiç'in yüzüne karsi «hirsiz» diye haykirdi. Ihmenev tutamadi kendini, hakarete hakaretle karsilik verdi. Büyük bir rezalet oldu. Dâva hemen basladi. Nikolay Sergeiç birtakim kâgitlari saklamadigi; daha önemlisi, ne koruyucusu, ne de bu gibi durumlarda tecrübesi oldugu için dâva aleyhine isliyordu. Çiftligine haciz kondu. Sinirleri fena halde bozulan ihtiyar, il merkezindeki dâvayi tecrübeli avukatina birakip, durumu yakindan izlemek için Petersburg'a geldi.. Saniyorum kisa bir zaman sonra Prens, Ihmenev'i bos yere kirdigini anlamisti. Ne var ki, birbirlerine çok agir hakaret etmislerdi, barisamazlardi. Prens dâvayi kendi lehine çevirmek, yani eski çiftlik kâhyasinin elinden son lokmasini almak için bütün gücüyle çalisiyordu. V Böylece Petersburg'a tasinmis oldu Ihmenev'ler,, Bunca uzun bir ayriliktan sonra Natasa'yla karsilasmami anlatmaya girismeyecegim. Aradan geçen dört yil içinde bir gün bile unutmamistim onu. Natasa'yi hatirladikça içimi dolduran duygunun ne oldugunu o zamanlar bilmiyordum tabiî, ama bu ikinci bulusmamizdan kisa bir süre sonra, kaderimin onunkine bagli oldugunu anladim. Basta, gelislerinin ilk günleri aradan geçen dört yilin onu pek az degistirdigini, ayrilmamizdan önceki küçük kiz olarak kaldigini saniyordum. Ama günler geçtikçe onda Ezilenler yeni, o zamana kadar bilmedigim, sanki benden mahsus saklanmis bir seyler sezinlemeye baslamistim. Gerçek yanlarini benden gizler gibi bir hali vardi... bunlari bir bir sezinlemek ne hostu! Petersburg'a geldiklerinde ihtiyar pek sinirli, huysuzdu. Isleri kötüydü. Durmadan söyleniyor, dâvayla ilgili kâgitlarla ugrasiyordu; bize baktigi yoktu. Anna Andreyevna aklini yitirmis gibi dolasiyordu ortada, neye ugradigini bilmiyordu. Petersburg ürkütmüstü onu. Eski günlerinin, Ihmenevka'nin özlemiyle aglayip sizliyor; gelinlik çaga gelen Natasa'nin gelecegini düsünecek kimse yok diye üzülüyor; içini dökebilecegi baska kimsesi olmadigi için bana tuhaf itiraflarda bulunuyordu. iste tam o siralarda, onlarin gelisinden biraz önce, edebiyat alanina atildigim ilk romanimi yeni bitirmis, isin acemisi oldugum için eserimi ne yapacagimi, kime verecegimi bilmiyordum. Ihmenev'lerin evinde hiç söz etmemistim bundan; avare dolastigim, çalismadigim, kendime bir is aramadigim için neredeyse kavga edeceklerdi benimle, Ihtiyar azarliyordu beni - beni bir evlât bilerek tabiî. - Roman yazdigimi onlara söylemekten düpedüz utaniyordum. Çalismakta gönlümün olmadigini, roman yazmak istedigimi nasil açabilirdim onlara? Bu yüzden sirasi gelinceye kadar yalan söyledim, var gücümle is aradigima, ama bulamadigima inandirdim onlari, ihtiyarin yalan söyleyip söylemedigimi arastiracak durumu yoktu. Hatirliyorum, bir keresinde Natasa, babasiyla konusmamizi sonuna kadar dinledikten sonra esrarli bir tavirla bir köseye çekti beni; nemli gözlerle, gelecegimi düsünmem için yalvardi, sorular sordu, bir sey ögrenemeyince de, isi avarelige verip kendimi mahvetmeyecegime dair yemin ettirdi bana. Gerçi ne yaptigimi, neyle ugrastigimi açmadim ona, ama yapitimi, ilk romanimi begendigini açiga vuran tek sözcügünün o anda benim için, sonralari e- 35 lestirmenlerden, edebiyattan anlayanlardan duydugum övgülerden çok çok degerli oldugunu hatirliyorum. Sonunda çikti romanim. Daha basilmadan çok önce edebiyat dünyasinda hayli gürültü koparmisti. Müsveddelerimi okuyan B. (1) bir çocuk gibi cosmustu. Hayir! Mutlu oldugum anlar olduysa bu,
ilk basarimin verdigi sarhosluk dakikalari degil, romanimin müsveddelerini hiç kimseye okumadan, göstermeden önceki günlerdi: Coskun umutlar, hayaller, çalisma tutkusuyla geçirdigim uzun geceler mutluydum; yakinlarimmis gibi benimsedigim, gerçekten ayirdedilemeyen, yarattigim kisilerle, hayallerimle beraber geçirdigim geceler... Kahramanlarimla güler, gene onlarla aci çekerdim. Zavallilar aglarken benim de gözyasi döktügüm olurdu... ihtiyarlarin, önce pek sastiklari halde, ilk basarima ne çok sevindiklerini anlatamam! Söz gelimi Anna Andreyevna, herkesin öve öve bitiremedigi yazarin o küçücük Vanya olduguna inanamiyor, basini salliyordu. Ihmenev uzun süre teslim olmadi, romanimla ilgili ilk söylentiler çikmaya basladiginda korktu bile; gelecegimi mahvettigimi, yazarlarin çogunlukla derbeder insanlar olduklarini söylüyordu. Ama ardi kesilmeyen övgüler, dergilerde çikan yazilar; nihayet, düsüncelerine gözü kapali inandigi bazi kimselerden duydugu benimle ilgili iyi sözler, görüsünü degistirmek zorunda birakti onu. Birden elime para geçtigini görünce, hele bir de insanin edebiyattan ne kadar para kazanabilecegini ögre-nince son kuskulari da kayboldu. içindeki kuskulardan kurtuldugu anda kendini tam, coskun bir inanca kaptiran insanlardan olan ihtiyar, mutluluguma bir çocuk gibi sevinerek gelecegim üzerine sinir tanimayan, göz kamas- (1) Burada Dostoyevski'nin ilk romani «insanciklar» la dev-ünlü elestirmeni Belinski'den söz ediliyor. (E. A.) tirici hayâller kurmaya, umutlar beslemeye baslamisti. Her gün baska bir plân kuruyordu; neler neler yoktu bu plânlarda! Bana karsi davranislarinda, o zamana kadar olmayan, bambaska bir saygi vardi. Ama kimi zaman, birden gene kuskuya kapildigi, en heyecanli aninda ne söyleyecegini sasirdigi oluyordu. «Yazar, ozan! Ne tuhaf... Ozanlardan adam olan, rütbe kazanan olmus mudur? Geveze, sapik insanlardir!» Onun bu çesit kuskulara daha çok hava kararirken kapildigi kaçmamisti gözümden (o mutlu günleri unutabilir miyim hiç!) Bizim ihtiyar, ortalik kararmaya basladiginda nedense daha bir karamsar, duygulu, vesveseli olurdu. Natasa'yla ben bilirdik bunu, önemsemezdik. Hatirliyorum, general Sumarokov'dan, Derjavin'e içinde birkaç köpek bulunan bir enfiye kutusu yollanilmasi olayindan, Çariçenin Lomonosov'u ziyaret edisinden, Pus-kin'den, Gogol'den söz ederek avutmaya çalisirdim onu. Bunlari belki de ilk kez duyan ihtiyar, - Biliyorum canim, hepsini biliyorum, derdi. Him ! Bak Vanya, senin su yazdigin seyin manzum olmadigina sevindim. Siir saçmaliktir bence. Itiraza kalkisma hemen, bu ihtiyara güven; kötülügünü istemem senin; evet saçmalik, düpedüz saçmaliktir siir, issiz güçsüzlerin ugrasacagi bir sey! Siir yazmak lise ögrencilerine yakisir... Bu siir belâsi var ya, sizin gençligi toptan çildirtacak sonunda... Tutalim ki Puskin büyük bir ozandir, kime ne bundan! Siir degil mi yazdiklari... hava civa yani... Yazdigi bazi seyleri okudum okumasina... Düz yazi baskadir! Yazar okuyucularim egitmek olanagina bile sahiptir burada... ulus sevgisini, ya da erdemi insanlarin içine yerlestirebilir... öyle degil mi? Anlatmak istedigimi anlatamiyorum canim ama anliyorsun beni tabiî; seni sevdigim için söylüyorum bunlari. Romanimi getirdigim gün, çaydan sonra hep beraber 37 - yuvarlak masaya oturdugumuzda babacan bir tavirla, - Hadi bakalim oku, dedi. Oku da görelim neler yazmissin; herkes senden söz ediyor! Görelim bakalim! Kitabi açip, okumaya hazirlandim. Romanim o aksam yeni çikmisti baskidan, bir tanesini kaptigim gibi solugu Ihmanev'lerde almistim. Romanimi onlara daha önce, editördeki müsveddelerimden okuyamadigim için üzülüyordum. Natasa üzüntüsünden agliyor, benimle çekisiyor, romanimi ondan önce baskalari okuyor diye sitem ediyordu bana... Ama sonunda masanin basindaydik iste. Ihtiyar son derece ciddi, elestirmeye hazir bir tavir takinmisti. Ince eleyip sik dokumak, «durumu anlamak» istiyordu. Karisinin da pek magrur bir görünüsü vardi; romanimin okunmasi serefine neredeyse yeni bosörtüsünü takacakti. Sevgili kizi Natasa'ya ne zamandir sonsuz bir sevgiyle baktigimin; onunla konusurken heyecanlandigimin, Natasa'nin da bana eskisinden daha bir içten baktiginin farkindaydi. E-vet, nihayet o an; basari, mutluluk âni gelmisti! Yasli kadin, kocasinin beni biraz fazla ögmeye basladiginin, kiziyla bana tuhaf tuhaf baktiginin da farkindaydi... birden ürküttü onu bu: Ne olursa olsun, bir kont, bir prens, hiç degilse dokuzuncu dereceden, kordonlu, genç, yakisikli bir memur bile degildim! Anna Andreyevna yarim seylerle yetinmeyi sevmezdi. «Göklere çikariyorlar onu, diye geçiriyordu içinden, ama nedenini bilen yok. Yazarmis, ozanmis... Ne demekmis yazar?» VI Bir oturusta okudum onlara romanimi. Çaydan hemen sonra baslamistik, kalktigimizda saat gecenin ikisiy-di. Ihtiyar basta biraz eksitmisti yüzünü. Yüce, belki kendisinin de anlayamayacagi, ama gene de yüce bir sey- 3er bekliyordu; oysa çika çika günlük, bildigimiz, çevremizde gördügümüz basit seyler çikmisti karsisina. Kahramanim büyük ya da ilginç, hiç degilse Roslavlev gibi Yuri Miloslavski (1) gibi tarihe geçmis kisiler olsaydi bari; oysa resmî giysisinin dügmeleri bile kopuk, zavalli, kisiligi olmayan, hattâ aptalca bir memurun öyküsüydü bu; hem öylesine sade, ari bir dille anlatilmisti ki bunlar... Çok tuhafti! Anna Andreyevna soru dolu bakislarim kocasinin yüzünden ayirmiyordu; bir seye alinmis gibi surat da asiyordu: «Böyle saçmalari
basmaya, dinlemeye deger mi? Para verip bunu alanlar da olacak ha!» demek istedigi yüzünden belliydi. Natasa dikkat kesilmis, dudaklarima, her sözücügü nasil söyledigime bakarak dinliyor, kendi de o güzelim dudaklarini oynatiyordu. Sonra mi ne oldu? Daha yariya gelmemistim ki, dinleyicilerimin gözlerinden sipir sipir yaslar akmaya baslamisti. Anna Andreyevna agliyor, - mirildanmalarindan anladigima göre - kahramanima aciyor, ugradigi felâketlerde ona birazcik olsun yardimci olabilmeyi yürekten istiyordu, ihtiyar ise büyügü, yüceyi bir yana atmis, «Pek öyle ahim sahim bir sey olmadigi bastan belliydi zaten, diyor-du; basbayagi bir hikâye iste; ama kisinin yüregine isliyor; adam yerine koymadigimiz silik, ezik bir zavallinin da bir insan oldugunu, kardesimiz sayildigini duyuyor insan içinde!» Natasa hem agliyor hem dinliyor, arada bir masanin altindan kolumu gizlice var gücüyle sikiyordu. Romanimin okunusu bitti. Natasa ayaga kalkti; yanaklari al al olmustu, gözlerinde yaslar parliyordu; birden elimi yakaladi, öptü, kosarak çikti odadan. Annesiyle babasi bakistilar. Kizinin hareketine sasan Ihmenev, - Böyle duyguludur iste bu kiz, dedi, ama kötü bir (1) M.N. Zagoskin'in (1789-1852) ayni adli romanlarinin iki kahramani.
sey degil bu, hattâ iyi, çok iyi! Natasayi - ayni zamanda nedense beni de - temize çikarmak istiyormus gibi karisina kaçamak bir göz atarak, - Iyi kizdir... diye mirildandi. Gelgelelim Anna Andreyevna, ben okurken heyecanlandigi, duygulandigi halde, söyle söylemek istiyormus, gibi bakiyordu: «Iyi yazmis, anladik; ama ne diye kendimizi parali-yalim?» v.b. Biraz sonra döndü Natasa; neseli, mutluydu, yanimdan geçerken gizlice bir çimdik atti bana. ihtiyar gene «ciddi» tavrini takinip romanimi elestirecek oldu ama sevincinden tutamadi kendini, duygulandi: - Enfes bir sey bu, Vanya, dedi, enfes! Yüregim öyle rahatladi ki sorma! Bu kadarini beklemiyordum senden dogrusu! Yüce, parlak bir sey degil, belli bu... «Moskova'nin Kurtulusu» vardir bende, Moskova'da yazilmis. Nasil söylesem sana, kitabin yüce, çok yüce bir sey oldugu daha ilk satirindan belli... Ama biliyor musun Vanya, seninki daha bir basit, anlasilir olmus. En çok hosuma giden yani da anlasilmasi! Insan kahramanlari daha bir yakin hissediyor kendine, sanki olaylar benim basimdan geçmis. Ötekiler gibi yazmis olsaydin, kendin de bir sey anlamazdin yazdigindan. Yalniz dilini biraz düzeltmen gerek: Gerçi ögüyorum seni ya, ne dersen de dilin biraz yavan kaçiyor, yüceligi yok... Ama is isten geçti artik, basildi bir kere. Ikinci baskida düzeltiriz. Ikinci baski yapar mi dersin romanin? O zaman gene para alirsin... Him! Anna Andreyevna, - Gerçekten verdiler mi sana o kadar parayi, Ivan Petroviç? diye sordu. Inanamiyorum bir türlü. Aman Allahim, artik nelere para veriyorlar! Gittikçe duygulanan ihtiyar, - Sana bir sey söyleyeyim mi Vanya? diye atildi, gerçi bir memuriyet falan degildir bu seninki, ama gene de bir meslek sayilir. Büyükler de okuyacak senin kitaplarini. Gogol'e bilmem ne kadar yillik baglandigini, Avrupa'ya gönderildigini söylüyorsun. Sana da niçin yapmasinlar ayni seyi? Öyle degil mi? Daha erken midir dersin ? Bir roman daha, yazmalisin degil mi ? Öyleyse yaz sen de birader, bir an önce yaz! Basariya ulastim diye gevseme hemen. Demir tavinda dövülür! Kendisinden öylesine emin, öylesine içten konusuyordu ki, sözünü kesmeye, hayallerine set çekmeye kiyamadim. - Bakarsin bir enfiye kutusu verirler sana... Ne diyeceksin? Gönülleri öyle isterse bir sey diyemezsin ki. Tesvik için olur mu olur. Sol gözünü anlamli anlamli kirparak fisildadi: - Kim bilir, belki saraya bile kabul edilirsin. Olmaz mi yani? Henüz erken mi yoksa? Anna Andreyevna alinmis gibi atlidi: - Saraya ha! içtenlikle gülümseyerek, - Biraz daha gayret ederseniz general yapacaksiniz beni, dedim. Ihtiyar da gülümsedi. Pek mutluydu. O aralik bize kahvalti hazirlayan Natasa neseyle, - Ekselans yemege buyurmazlar mi acaba? diye seslendi. Kahkahalarla gülmeye baslayip kostu, babasinin boynuna siki siki sarildi. - Sevgili babacigim, canim babacigim! Ihtiyar duygulanmisti. - Anladik, anladik, pekâlâ! Bilirsin, içimden geldi-
gi gibi konusurum daima. General olsun olmasin, simdi kahvaltimizi yapalim. Sevgili kizinin pembelesmis yanagini oksayarak - her firsatta oksardi Natasa'nin yanagini, - Hani ya çok da duygulusun! diye ekledi. Sonra bana döndü. - Seni sevdigim için söyledim bunlari Vanya. Ger-çi general degilsin (generallik çok uzak sana), ama ne olursa olsun, taninmis bir kisisin, bir müellifsin!
- Simdi yazar diyorlar babacigim. - Müellif demiyorlar mi artik? Bilmiyordum. Varsin yazar desinler, asil söylemek istedigim suydu: Roman yazdi diye adami mabeyinci yapmazlar tabiî - böyle buseyi düsünmek saçmalik olur - ama gene de yükselirsin; atase falan yaparlar seni hiç olmazsa. Sagliginin düzelmesi, ya da bilgini görgünü arttirman için Avrupa'ya, Italya'ya yollarlar belki; para yardimi yaparlar. Yeter ki dürüst ol; parayi, saygiyi onun bunun himmetiyle degil, hakederek kazan... Anna Andreyevna gülümseyerek, - «Burnun da büyümesin Ivan Petroviç, dedi. - Oldu olacak bir de yildiz taksinlar gögsüne bari, babacigim, ataselik nedir ki! Koluma bir cimcik daha atti Natasa, Ihtiyar, yanaklari al al olmus, gözleri neseden birer yildiz gibi pirildayan kizina heyecanla bakti. - Bu kiz da hep alay eder benimle! Galiba gene fazla ileri gittim çocuklar; her zaman böyleyimdir zaten... ama sana bir sey söyleyeyim mi Vanya, pek sade bir görünüsün var... - Aman Allahim! Kime benzesin istiyorsun babacigim? - Hayir canim, onu söylemek istemedim. Lâf ola be- ri gele iste. Vanya, öyle bir yüzün var ki... Yani ozanla- rinkine hiç benzemiyor demek istiyorum... Duyduguma göre uçuk benizli olurmus ozanlar, saçlarini uzatirlarmis, gözlerinde anlasilmaz bir parilti sezilirmis... Goethe, daha baska ozanlar da öyleymis sözün gelisi... Abbaddon-ne'de (1) okudum bunu... Gene saçmalamaya basladim galiba, ne dersiniz? Su yaramaz da nasil üzerime üzerime geliyor! Bilgin degilim ben dostlarim, sadece duygularim kuvvetlidir. Yüzün yüz degilmis, olsun varsin, o kadar önemli degildir bu, hele benim için üç kat iyidir de... Onun için söylemiyorum... Sadece dürüst ol yeter Vanya, önce dürüst olmaya bak; gözün yukarlarda olmasin! Önünde genis bir yol vardir. Dosdogru yürü bu yolda, sana asil söylemek istedigim buydu iste! Ne güzel günlerdi onlar! Bos zamanlarimi, bütün aksamlarimi onlarda geçiriyordum, ihtiyara edebiyat dünyasindan, nedense birden pek ilgilenmeye basladigi edebiyatçilardan haberler getiriyordum. Ona çok sözünü ettigim B. nin elestiri yazilarini bile okuyordum. Gerçi bir sey anladigi yoktu ama heyecanla ögüyordu onu, «Kuzeyli Ana Ari» da yazan düsmanlarina ates püskürüyordu. Anna Andreyevna gözlerini Natasa'yla benden ayirmiyordu, ama biz gene de birbirimize söyleyecegimizi söyledik! Natasa'nin, basini önüne egip, yarim açik dudaklari arasindan evet diye fisildadigini sonunda duymustum. Ihtiyarlar da ögrendi durumu, düsünüp tasindilar; Anna Andreyevna basini uzun uzun salladi durdu. Sasirmisti, ne söyleyecegini bilemiyordu, inanmamisti bana. - Simdi islerin iyi Ivan Petroviç, dedi, ya günün briinde bozulursa, ya bir aksilik olursa? Küçük bir memuriyete girsen nasil olurdu acaba? ihtiyar biraz düsündükten sonra, (D N.A. Polevoy'un (1796-1846) romantik uzun hikâyesi. _ 43 _ - Bak ne diyecegim sana Vanya, dedi, farkinday-dim zaten durumun, ne yalan söyleyeyim, hosuma da gitmiyordu degil, senle Natasa... dogrusu çok iyi bir sey bu ! Biliyor musun Vanya, henüz ikiniz de çok gençsiniz; sonra, Anna Andreyevna da hakli. Bekleyelim, bakalim zaman ne gösterecek. Bir kabiliyet, hattâ üstün bir kabiliyet oldugunu kabul edelim... ama ilk basta söyledikleri gibi dâhi de degilsin, basbayagi bir kabiliyetsin, o kadar (bugün «Ana An» senin için böyle yaziyor, sabahleyin okudum; çok kötü tanitiyor seni; ne biçim bir gazetedir bu allasen!) Evet! Görüyorsun ya: Kabiliyet insanin gelecegine güvenle bakmasina yetmiyor; ikinizin de elinde avucunda yok. Bir buçuk, hiç degilse bir yil bekleyelim: islerin iyi gider, edebiyat alaninda kendine saglam bir yer yaparsan Natasa senindir; basaramazsan karan sen vereceksin gene!.. Bilirim, dürüstsündür, iyi düsün tasin!.. Böyle karar vermistik. Bir yil sonra bakin neler oldu. Evet, tam bir yil geçmisti aradan! Güzel bir eylül aksami, bitkin bir durumda benim ihtiyarlarin yanina girdim, sandalyenin üzerine yigildim. Soluk alamiyor, bayilmamak için kendimi zor tutuyordum; öyle ki, beni bu durumda görünce korktular. Ama basimin dönmesinin, yüregimin sikismasinin sebebi, kapilarina on kere gelip, çalmadan geri dönmem degildi... Edebiyat alaninda basari saglayamamam, paraya, üne kavusamamam, «atase» falan olamamam, sagligimin düzelmesi için italya'ya gönderilmekten çok uzak bulunmam da degildi ...insan bazan bir yilda on yil yasayabildigi; Natasa'm da böyle bir yil geçirdigi için bu durumdaydim. Aramizla dipsiz bir uçurum vardi... Hatirliyorum, ihtiyarin karsisinda oturmus, hiç konusmuyor, sapkamin zaten kirik kenarlarini farkina-_ 44 - varmadan iyice kiriyordum. Neden bilmem, Natasa'nin çikmasini bekliyordum. Üzerimdeki elbise pek eskiydi, üstelik boldu. Zayiflamis, süzülmüstüm, benzim de uçuktu... gene de ozana benzemiyordum, bir zamanlar babacan Nikolay Sergeiç'in öylesine istedigi yüce piriltilar da yoktu gözlerimde. Anna Andreyevna yüzüme aciyarak bakiyor, içinden söyle geçiriyordu: «Natasa'yi az kaldi veriyorduk ona, Tanri korudu!» Elem dolu bir sesle - hâlâ kulagimdadir o sesi, - Çay ister miydiniz acaba Ivan Petroviç ? diye sordu (Semaver masanin üzerinde kayniyordu). Daha nasilsiniz bakalim? Pek hasta görünüyorsunuz.
Bugünmüs gibi gözümün önündedir: Böyle söylüyordu ama gözlerinde baska bir endise vardi. Sogumus çayi önünde, dalgin dalgin oturan kocasinin bakislarindaki kederdi bunun sebebi. Prens Valkonski'yle aralarindaki dâvanin iyice kötüya gittigini, baslarina baska aksiliklerin de geldigini, bütün bunlarin Nikolay Sergeiç'i hasta ettigini biliyordum. Dâvanin açilmasina sebep olan genç Prens bes ay önce bir firsatini bulmus, Ihmenev'lere gelmisti. Alyosa'sini öz oglu gibi seven ihtiyar - anmadigi gün yoktu onu - sevgiyle karsilamisti delikanliyi, Vasil-yevski'yi hatirlayan Anna Andreyevna aglamisti. Alyosa o günden sonra - babasindan gizli - daha sik gelip gitmeye balsamisti onlara. Dürüst, içi disi bir Nikolay Ser-geiç ihtiyatli davranmayi kendisi için küçülme saydigindan, böyle bir seye kalkismiyordu. Soylu gururu, durumu ögrenince Prensin ne diyecegini düsünmeye birakmiyordu onu; düsmaninin yersiz kuskularini küçümsüyor-du. Gelgelelim, onu bekleyen hakaretlere dayanip dayanamayacagini da bilmiyordu. Genç prens hemen her gün gelmeye baslamisti onlara. Ihtiyarlar hoslaniyorlardi ondan. Aksam geç saatlere, hattâ gece yarilarina kadar oturuyordu. Sonunda babasi ögrendi her seyi tabiî. Çirkin
bir dedikodu çikti. Gene ayni konuda, korkunç bir mektupla hakaret etti ona, ogluna da Ihmenev'lere gitmeyi kesinlikle yasakladi. Onlara gidisimden iki hafta önce olmustu bu Ihtiyar perisan bir haldeydi. Nasil üzülmesindi! Hiç bir günahi olmayan, tertemiz Natasa'sini gene bu igrenç iftiraya, bu çamura sokmuslardi. Ayni adam kizini ikinci kere lekeliyordu... Karsiliksiz mi birakacakti bütün bunlari! Bu felâket önce birkaç gün yataga düsürdü onu. Hepsini biliyordum bunlarin. Üç haftadir bitkin bir durumda evde yattigim halde, her seyden bütün ayrintilariyla haberdardim. Bildigim bir sey daha vardi... hayir, hayir! O zamanlar sadece hissediyordum bunu, biliyordum ama inanamiyordum. Onlari Prens olayindan da çok endiselendiren bir seyin oldugunu sezinliyor, içim sizliyordu. Evet, üzülüyor; ögrenmekten, inanmaktan korkuyor; o mesum âni uzaklastirmak için var gücümle çalisiyordum. Oysa simdi onun için gelmistim. O aksam bilmedigim bir kuvvet sürüklemisti beni oraya sanki! Ihtiyar birden kendine gelmis gibi, - Evet Vanya, dedi, hasta miydin yoksa? Ne zamandir görünmüyorsun. Sana karsi suçluyum: Epeydir gelip yoklamak istiyordum seni ama olmadi iste... Gene daldi. - Biraz rahatsizdim, dedim. Ihtiyar gene bir dakika sonra cevap yerdi: - Him, rahatsizdin demek! Rahatsizdin ha! Kaç kere söyledim sana, uyardim ama dinlemedin ki! Demek öyle. Evet Vanya'cigim, sanat tanrisi yüzyillardan beri aç biilâç oturur tavan arasinda, daima da oturacaktir. Böyledir bu! Evet, hiç iyi degildi ihtiyarin durumu. Kendi yüregi yarali olmasaydi aç sanat tanrisindan bana sözetmezdi. Gözlerimi yüzüne dikmistim: Sapsariydi yüzü; bakislarinda, cevabini bulamadigi bir soru, bir saskinlik vardi. Son derece heyecanli, sinirliydi. Karisi endiseyle bakiyordu ona, basim salliyordu. Kocasi basini bir an öte yana çevirince, basiyla gizlice onu gösterdi bana. Endiseli bir sesle sordum Anna Andreyevna'ya: - Natalya Nikolayevna'nin sagligi nasil? Evde mi kendisi ? Yasli kadin, soruma cevap bulmakta güçlük çekiyormus gibi, - Evde, anam babam, evde, dedi. Simdi gelecek. Dile kolay! Üç hafta görmediniz birbirinizi! Son günlerde bir tuhaf oldu, hasta mi iyi mi anlasilmiyor! Ürkek ürkek kocasina bir göz atti. Nikolay Sergeiç isteksiz isteksiz, - Ne olmus ki? dedi. Hiç bir seyi yok. Gayet iyidir. Genç kiz oluyor artik, çocukluktan çikiyor, olagandir bu kadari. Genç kiz kederini, tutkusunu anlamak öyle kolay-degildir. Anna Andreyevna atildi hemen. - Ne de tutku ya! Gücenmisti. Ihtiyar karsilik vermedi; parmaklariyla masaya vuruyordu. Dehset içinde, «Aman Allahim, aralarinda bir sey mi geçti yoksa?» diye soruyordum kendi kendime. Ihmenev gene basladi: - Sizin isler nasil bakalim? B. hâlâ elestiri mi yaziyor? - Evet. Ihtiyar, kolunu sallayarak, - Ah Vanya, Vanya! dedi. Elestirinin sirasi mi simdi ? Kapi açildi, Natasa girdi içeri. VII Sapkasi elindeydi, piyanounun üzerine koydu onur 47 sonra benim yanima geldi, bir sey söylemeden elini uzatti. Dudaklari hafifçe kipirdiyordu; bir sey, «hos geldin» demek istiyordu sanki, ama söylemedi. Görüsmeyeli üç hafta oluyordu. Korkuyla, saskinlikla bakiyordum yüzüne. Üç haftada ne kadar degismis-l ti! Solgun çökük yanaklarim, sitmaliymis gibi kavruk dudaklarini, koyu kirpiklerinin arasindan tutkulu bir kararlilikla, bir heyecan atesiyle parlayan gözlerini görünce yüregim sizladi.
Ama, Tanrim, ne güzeldi! Ne daha önce ne de sonra o ugursuz günkü kadar güzel gördüm onu. Natasa bu muydu? Surada bir yil önce gözlerini üzerimden, ayirmadan, dudaklarini benimle beraber oynatarak romanimi dinleyen, o aksam kahvaltida öylesine yürekten, mutlu kahkahalar atan; babasiyla, benimle sakalasan genç kiz miydi bu? Simdi oturdugumuz odada basim önüne egerek, yüzü kipkirmizi, bana «evet» diyen Natasa bu muydu? Aksam âyinine çagiran tok bir çan sesi duyuldu kilisenin kulesinden. Natasa birden ürperdi, annesi haç çikardi. - Ayine gidecektin Natasa, bak çan çaliyor, dedi. Git Natasa'cigim, git yakar Tanriya, kilise suracikta zaten! Biraz hava alirsin hem, yürürsün. Evden çiktigin yok kaç gündür. Baksana, nazar degmis gibi sapsari yüzün. Natasa yavas yavas konusarak, âdeta fisiltiyla, - Belki... gitmem bugün, dedi. Biraz... rahatsizim. Yüzü çarsaf gibi olmustu. Anna Andreyevna, kizinin yüzüne ürkek ürkek bakarak - korkuyordu ondan sanki, - Gitsen iyi edersin Natasa, dedi. Demin gidecegim diyordun; bak, sapkani da almissin. Tanriya yakar yavrum, sana saglik vermesi için yalvar ona. Ihtiyar da kizinin yüzüne endiseyle bakarak söze karisti: - Hadi git kizim; biraz hava alirsin hem, annen dogru söylüyor. Vanya götürsün seni. Natasa'nin dudaklarinda aci bir gülümseme belirdi gibime geldi. Piyanonun yanina gitti, sapkasini alip giyindi; elleri titriyordu. Ne yaptiginin farkinda degilmis gibi bilinçsizdi hareketleri. Annesiyle babasi gözlerini ayirmiyorlardi ondan. isitilir isitilmez bir sesle, - Allahaismarladik! dedi. - Uzun yola çikiyormus gibi vedâlasiyorsun sen de yavrum! Biraz rüzgâr vursun yüzüne bari, yüzünde renk kalmamis. Ah! nasil da unuttum (her seyi unuturum zaten!) bir muska diktim sana; iyi bir dua var içinde melegim; Kiyev'li rahibeden geçen yil ögrenmistim. Faydali bir duadir; yeni diktim onu zaten. Hadi tak bakalim Natasa. Tanri saglik versin sana. Senden baska kimimiz var? Yasli kadin is kutusundan, Natasa'nin, her zaman koynunda tasidigi küçük altin haçi çikardi; kordelâsina bir de muska takilmisti. Haçi kizinin boynuna takip, onu kutsadiktan sonra, - Sifa niyetine tasi! dedi. Bir zamanlar uykuya yatirirken hep kutsar, dualar okurdum sana, sen de benimle beraber okurdun. Ama simdi degistin, bu yüzden Tanri da huzur vermiyor sana. Ah Natasa, Natasa! Senin için gece gündüz ettigim anne dualarimin da bir faydasi olmuyor! Yasli kadin aglamaya baslamisti. Natasa hiç bir sey söylemeden annesinin elini öptü, kapiya dogru yürüyordu ki, birden döndü, babasinin yanina gitti. Gögsü inip kalkiyordu. Ayaklarina kapanarak, tikaniyormus gibi kesik kesik, -. Babacigim! dedi. Kizinizi... Siz de kutsayin.
Natasa'nin beklenmedik bu davranisi hepimizi sasirtmisti. Babasi ne söyleyecegini bilemeden birkaç saniye öyle bakti ona. Sonra, - Natasa'cigim, yavrum benim! diye haykirdi, bir tanem, kizim, ne oluyor sana? - ihtiyarin gözlerinden yaslar bosalmisti. - Nedir seni bu kadar üzen? Gece gündüz durmadan agliyorsun. Farkindayim; geceleri uyumuyorum, kalkip odanin kapisindan dinliyorum!.. Her seyi anlat bana Natasa, hiç bir seyi saklama babacigindan r sonra biz... Sözünü bitiremedi, kizini omuzlarindan tutup kaldirdi, kucakladi. Natasa babasinin gögsüne yaslandi, basini omuzuna birakti. Heyecanini bastirmaya, gözyaslarini tutmaya çalisarak, - Bir sey yok, bir sey yok, diye tekrarliyordu, lâf olsun diye söyledim öyle... Biraz rahatsizim da... - Benim kutsadigini gibi Tanri da kutsasin seni yavrucugum, biricik kizim benim! Mutlu olursun insallah. Ben günahkâr kulun dualarinin kabul olmasi için Tanriya yakar. Yasli kadin hüngür hüngür aglayarak, - Benim dualarim da sana olsun, dedi. Natasa, - Allahaismarladik! diye fisildadi. Kapida durdu, bir kere daha bakti onlara, bir sey söylemek istedi ama söyleyemedi, aceleyle çikti. Kötü bir sey olacagim sezinleyerek arkasindan kostum. VIII Basi önünde, hiç konusmadan, bana da bakmadan, çabuk adimlarla yürüyordu. Ne zaman ki sokagi geçip Ezilenler - F : 450 rihtima çiktik birden durdu, elimi tuttu. - Soluk alamiyorum! diye fisildadi, kalbim sikisiyor... Boguluyorum! Dehset içinde, - Eve dönelim Natasa! dedim. Bakislarinda sonsuz bir kederle yüzüme bakti. - Onlardan temelli ayrildigimi anlamadin mi Van-ya? Bir daha dönmeyecegim eve!
Yüregime bir biçak saplandi sanki. Daha onlara gelirken içime dogmustu bu; belki de o günden çok önce hissediyordum bütün bunlari; ama gene de birden çarpmisti beni Natasa'nin sözleri. Rihtimda üzgün üzgün yürüyorduk. Bir sey söyleyemiyordum; kendimi kaybetmistim sanki, düsünüyor, duruma bir çözüm yolu bulmaya çalisiyordum. Basim dönüyordu. Aklim almiyordu olanlari! Sonunda konustu Natasa : - Beni suçluyor musun Vanya? Ne söyledigimi bilmeden, - Hayir, ama... Ama inanmiyorum, olamaz bu!.. diye kekeledim. - Oldu bile Vanya! Biraktim onlari, sonlarinin ne olacagini da bilmiyorum... Benimkini de bilmiyorum aslinda!.. - Ona mi gidiyorsun Natasa? Ona mi? - Evet. - Ama imkânsiz bu! diye haykirdim. Natasa, zavalli dostum, bunun imkânsiz bir sey oldugunu bilmiyor musun? Çilginliktir senin bu yaptigin. Üzüntülerinden ölür annenle baban, sen de mahvolursun! Biliyor musun bunu Natasa? - Biliyorum, ama ne yaparsin ki elimde degil. Sesinde, ölüme gidiyormus gibi bir umutsuzluk vardi.
- Eve dön Natasa, is isten geçmeden eve dön, diye yalvarmaya basladim. Ögütlerimin o anda anlamsiz, anlamsiz oldugu kadar da faydasiz oldugunu gördükçe daha bir heyecanla israr ediyordum : - Babana yaptiginin farkinda misin Natasa? Enine boyuna düsündün mü bunu? Biliyorsun, babasi düsmanidir babanin; Prens hakaret etti babana, parasini çalmakla suçladi; «hirsiz» diye haykirdi yüzüne karsi. Mahkemeleri devam ediyor... Keske bu kadar olsaydi hepsi! Bu bir sey degil, biliyor musun ki Natasa... (ah, evet hepsini biliyorsun!) Prensin babanla anneni, Alyosa köyde yaninizda kalirken ikinizin arasini yapmakla suçladigini da biliyor musun? Bu iftiranin o zaman babani nasil perisan ettigini düsün bir kere. Iki yilda bak nasil bembeyaz oldu saçlari! Ne yazik ki hepsini biliyorsun bunlarin Natasa! Seni temelli kaybetmelerinin onlar için ne demek oldugunu karistirmiyorum! Her seyisin onlarin, ihtiyarlik günlerinin tek isigisin. Sunu da unutmamalisin ki baban, bu kendini begenmislerin sana iftira ettiklerini saniyor; öcünü alamadi diye üzülüyor! Alyosa'nin evinize gelip gitmeye baslamasi eski düsmanligi son günlerde iyice kizistirdi. Prens gene hakaret etti babana; bu yeni hakaretin öfkesi ihtiyarin yüregini yakiyorken, iftira sandigi her seyin gerçek oldugunu görüverecek birden!.. Olayi bilenler babanla seni suçlayacak, Prense hak verecek. Düsecekleri durumu düsün bir kere! Baban dayanamaz buna, ölür! Rezalet, yüzkarasi... Hem de kimin yüzünden? Senin, kizinin, biricik, canindan çok sevdigi kizinin yüzünden! Ya annen? Babandan çok yasamaz o da... Natasa, Natasa! Ne yaptiginin farkinda misin? Geri dön! Aklim basina topla! Susuyordu. Sonunda basini kaldirip sitemli sitemli bakti yüzüme. Bakisinda öylesine bir aci, elem vardi ki,52 kanayan kalbinin, bunlari söylemesem de ne denli sizladigini hemen anladim. Verdigi kararin ona neye mal oldugu; yararsiz, bos sözlerimle ona nasil istirap çektirdigim belliydi; bunlari düsündügüm halde kendimi tutamiyor, konusmaya devam ediyordum : - Demin Anna Andreyevna'ya evden belki çikmayacagini... Kiliseye gitmeyecegini kendin söyledin. Demek ki kalmak istiyordun; demek ki kesin kararini vermedin henüz? Natasa cevap olarak sadece aci aci gülümsedi. Hem ne diye sormustum bunu? Artik her seyin bittigini, geriye dönüsün olamayacagini görmüyor muydum sanki? Ama ben de kendimde degildim. Yüregimde dayanilmaz "bir sizi, yüzüne bakarak, ne sordugumu kendim de bilmeden, - Sahi bu kadar sevebildin mi onu? Diye bagirdim. Natasa, dudaklarinda ayni aci gülümseme, - Ne cevap verebilirim ki sana Vanya? Dedi. Görüyorsun iste! «Gel» diye buyurdu bana, ben de geldim, burada bekliyorum onu. Son bir umutla gene yalvarmaya basladim : - Ama beni dinle biraz Natasa, bak, isleri baska türlü de yoluna koyabilirsin! Evden kaçmasan da olur. Ne yapacagini ben söylerim sana Natasa'cigim! Her seyi üzerime aliyorum, ben bulusturacagim sizi... Bana birak her seyi... Yeter ki anneni babam yalniz birakma!.. Mektuplarinizi tasiyacagim; ne diye tasimayacakmisim.? Bu yaptigindan iyidir böylesi. Yapabilirim bunu; ikiniz de pisman olmayacaksiniz; görürsün... Sen de mahvolmaktan kurtulacaksin böylelikle Natasa'cigim... Oysa mahvolursun geri dönmezsen! Razi ol Natasa: Her sey tam istediginiz gibi olacak, doya doya seveceksiniz birbirinizi... Babalariniz cenklesmeyi birakinca da (çünkü so-
nunda yüzdeyüz barisacaklardir)... O zaman... Natasa elimi sikip, gözyaslari arasindan gülümseyerek, - Yeter Vanya, dedi, birak artik. Iyi yürekli Van-ya'm benim! iyi yürekli, dürüst dostum! Kendinden hiç söz etmiyorsun! Seni birakip baskasini sevdigim halde her seyi bagisladin, yalniz benim mutlulugumu düsünüyorsun. Aramizda mektup tasimak istiyorsun...
Agliyordu. - Beni eskiden de simdi de ne kadar sevdigini biliyorum Vanya. Agzindan kötü bir söz çikmadi bana karsi, hiç suçlamadin beni! Oysa ben, ben... Tanrim, ne çok suçluyum sana karsi Vanya! Geçmis günlerimizi hatirliyor musun? Ah, onu hiç görmeseydim, hiç tanimasaydim ne iyi olurdu! Seninle güzel güzel geçinip giderdik, benim iyi yürekli, sevgili Vanya'cigim!.. Hayir, sana lâyik degilim ben! Görüyorsun ya nasil bir insan oldugumu: Böyle bir anda geçmis mutlu günlerimizi hatirlatiyorum sana, aci çektiriyorum!.. Üç haftadir ugramiyordun bi-ze; ama inan ki, beni lanetledigini, nefretle andigini bir an bile düsünmedim Vanya. Niçin gelmedigini biliyor-dum: Bize engel olmak, karsimizda durarak bizi utandirmak istemiyordun. Acaba bizleri görmek de sana agir gelmeyecek miydi? Ama gelmeni ne çok istiyordum bilemezsin! Beni dinle, gerçi Alyosa'yi çilgin gibi seviyorum, ama bir dost olarak seni belki daha çok seviyorum. Sensiz yasayamayacagimi hissediyor, biliyorum; sen gereklisin bana; kalbine, altin kalbine ihtiyacim var... Ah "Vanya! Ne aci, ne güç günler var önümüzde! Hiçkira hiçkira agliyordu. Evet, çok aci çekiyordu! Hiçkiriklarini tutarak devam etti : - Ah, seni görmeyi Öyle çok istiyordum ki! Ne kadar da zayiflamissin, yüzünde renk kalmamis; sahi hasta miydin Vanya? Niçin simdiye kadar sormadim bu- nu? Hep kendimden söz ediyorum. Yayin evleriyle islerin nasil bakalim? Yeni romanin ilerliyor mu? - Simdi romanlarimdan, benden söz etmenin sirasi mi Natasa? Ne önemi var islerimin! Agir aksak gidiyorlar iste; umursadigim yok zaten! Bak ne diyecegim Natasa: Evden kaçmani o mu istedi? - Hayir, o da istedi ama daha çok ben istedim. Dogrusu, ben de o da istedik bunu... Bak canim, her seyi anlatacagim sana: Zengin, taninmis bir ailenin kizini vermek istiyorlar ona. Babasi bu kizla evlendirmeye kararli onu - bilirsin, pek anasinin gözüdür babasi. - Kollari sivamis, bir daha ele geçmez bu firsati kaçirmamak" için çalisiyor. Ünlü kisilerle akraba olmak, para... Kiz da pek güzelmis diyorlar; iyi ögrenim görmüs, temiz yü-rekliymis; Alyosa bayiliyor ona... Öte yandan babasi da, bir an önce evlendirebilmek, bir an önce bas-göz etmek istiyor onu; bu yüzden ne pahasina olursa olsun ayirmaya kararli bizi. Benden, Alyosa'nin üzerindeki etkimden korkuyor... Hayretle kestim sözünü : - iliskilerinizden haberdar mi yoksa? Sadece kuskulaniyordu Hani. - Biliyor, her seyi biliyor. - Kim söylemis ona bunu? - Birkaç gün önce Alyosa açti. Babasina her seyi anlatmis. - Tanrim! Su yaptiginiza bakin! Kendisi açmis ! Hem de böyle bir zamanda ha? Natasa sözümü kesti : - Alyosa'yi kinama Vanya, gülme ona! Baskalarina benzemez o. Biraz mâkul ol. Senle benim gibi degildir ki. Çocuktur daha; böyle yetistirmisler onu. Ne yaptigini biliyor mu saniyorsun? Simdi yeminle baglandigi bir seye bakarsin bes dakika sonra herhangi bir etkiy-
le sirt çevirmistir... iradesi zayiftir. Seni sevdigine yeminler ettigi gün gider içtenlikle baskasina da eder ayni yeminleri; sonra da gelir önce sana anlatir bunu. Kötü davranislari vardir elbette, ama bunlar için onu suçla mak olamaz, sadece acinir ona. En büyük fedakârligi seve seve yapar! Ama yeni bir etkiyle karsilasincaya dek: O zaman hemen unutuverir her seyi. Devamli olarak ya-ninda bulunmazsam beni de unutur. Böyle bir insandir iste! - Ah Natasa, belki de gerçek degildir bütün bunlar, dedikodudur. Böyle bir çocuk evlendirilir mi hiç? - Söyledim ya, babasinin niyeti baska. - Peki, onunla evlendirmek istedikleri kizin çok gü-zel oldugunu, Alyosa'nin kizdan hoslandigim nereden biliyorsun? - Kendi söyledi. - Yapma! Demek baska birisini sevebilecegini söyledi sana, sonra da böylesine bir fedakârlik yapmani istedi ha? - Hayir Vanya, hayir! Bilmiyorsun nasil bir insan oldugunu; çok az taniyorsun onu; önce yakindan tanimali, sonra davranislarini elestirmelisin. Onun kalbinden daha temiz, saf bir kalp yoktur yeryüzünde! Ne yani? Yalan söylese daha mi iyi? Askina gelince, ondan bir hafta ayri kalsam unutuverir beni, baskasini sever; sonra beni görünce de gene dizimin dibine çöker. Hayir! Her seyi bilmem, benden gizlisinin olmamasi da ayrica iyi; yoksa kuskudan ölürdüm. Evet Vanya! Anladim artik: Devamli olarak, her an, her saniye yaninda bulunmazsam unutur beni, sevgisi söner. Yaradilisi böyledir; herhangi bir kadin onu kendine âsik edebilir. Ne yaparim ben o zaman? Ölürüm... Ölmek de ne ki! Ölmeye çoktan raziyim! Onsuz nasil yasarim! Ölmekten de, her çesit is-kenceden de kötüdür onsuz yasamak! Ah Vanya, Van- ya! Onun için annemi babami biraktigima göre bunda bir sey var demek! Kararimdan döndürmeye çalisma beni: Her sey bitmistir artik! Her an yaninda olmaliyim; dönemem geri. Bu hareketimle kendimi de baskalarini da mahvettigimi biliyorum... Ah Vanya! - Birden titremeye baslamis, sesini yükseltmisti. - Ya sevmezse beni! Ya söyledigin gibi, beni aldatiyor, mahsustan öyle içten, dürüst gözüküyor, aslinda kötü, gösterise düskün bir
insansa? (Ona böyle bir sey söylememistim.) Burada onu sana karsi savunuyorum. O su anda belki de baska birisinin yaninda, gülüyordur... Karsindaki bu alçak kiz da her seyini terk etmis, sokaklarda onu ariyor... Ah Vanya! Öylesine derinden inlemisti ki, içimden bir sey koptu sanki. Natasa'nin kendini akintiya kaptirdigini anlamistim. Asin, kör, delice bir kiskançlik böylesine çilgin bir karar verdirebilirdi ona. Ne var ki benim içimi de yakiyordu kiskançlik kendimi tutamadim, igrenç bir duygu sarmisti benligimi. - Natasa, dedim, yalniz sunu anlamiyorum: Onun hakkinda simdi söylediklerinden sonra nasil sevebiliyorsun "Alyosa'yi ? Saygin yok ona, seni sevdigine bile inanmiyordun ama gene de yanina kosuyorsun, ugruna her seyini mahvediyorsun. Nasil açiklarsin bu durumu? Ömrün boyunca istirap çektirecek sana, sen de ona tabiî. Çok seviyorsun onu Natasa, gereginden fazla! Böyle bir sevgiye aklim ermez benim. Natasa'nin yüzü, aci çekiyormus gibi bembeyaz olmustu. - Evet, dedi, deli gibi seviyorum onu. Seni böyle hiç sevmedim Vanya. Aklimi yitirdigimi, gerektigi gibi sevmedigimi ben de biliyorum. Hiç de iyi bir sevgi degil benimkisi... Bak Vanya, eskiden de, en mutlu anlarimizda bile, onun bana istiraptan baska bir sey verme-
yecegini hissediyordum. Ama bu istirap da beni mutlu ediyorsa elden ne gelir? Gülmek eglenmek için gitmiyorum ki ben ona. Onun yaninda neler çekecegimi bilmiyor muyum saniyorsun? Gerçi beni sevecegine yemin etti, bir çok sey vaadetti; gelgelelim, yalan söylemedigini; söyleyemeyecegini bildigim halde, vaatlerinden hiç birine inanmiyorum, inanmadim da. Onu zorlamak istemedigimi söyledim kendisine. Böylesi daha iyi: Zorlanmaktan hiç kimse hoslanmaz, basta ben... Sirf yaninda olabilmek, yüzüne bakabilmek için kölesi, gönüllü kölesi olmaya can atiyorum! Gözlerimin önünde baskasini sevse de umursamam saniyorum... Ne alçaklik, degil mi Vanya? Yüzüme bakarak sormustu bunu. Gözlerinin içi parliyordu. Bir an sayikliyor sandim. - Bu çesit seyleri istemek adiliktir elbette! Elden ne gelir? Adilik oldugunu, beni birakip kaçsa, kovsa, tekmelese bile dünyanin öbür ucuna kadar pesinden kosacagimi kendim söylüyorum. Sen de gelmis, kararimdan döndürmeye çalisiyorsun beni... faydasi olur mu bunun? Dönsem, yarin gene kosarim ona... Çagirir çagirmaz kosarim. Bir köpekmisim gibi islik çalacak, seslenecek bana... Kosarak gidecegim arkasindan... Istirap! Ondan gelecek istiraptan korkum yok! Bana istirap çektirenin O oldugunu bilecegim ya... Ah Vanya, anlatmak çok güç bunu! «Ya annen baban?» diye geçirdim içimden. Sanki unutmustu onlari. - Natasa, evlenecek misiniz? - Söz verdi, evlenecegiz. Zaten onun için çagirdi beni. Kent disinda gizlice kiydiracagiz nikâhimizi. Ne yaptiginin farkinda degil. Belki nikâh nasil kiyilir, onu bile bilmez. Hem nasil koca olacak? Dogrusu, gülünç bir sey. Evlilik mutsuz edecek onu, yakinmaya baslayacak... Benden yakinmasini istemiyorum. Her seyimi verecegim ona, varsin o hiç bir sey vermesin bana. Evlilik onu mut- süz edecekse, ne diye buna sebep olayim? - Hayir, kâbus görüyorsun sen Natasa, dedim.. Simdi onun yanina mi gidiyorsun? - Gelip beni buradan alacagim söylemisti; öyle kararlastirmistik... Natasa bakisim uzaklara dikti, görünürlerde kimsecikler yoktu. Öfkeyle, -. Hâlâ gelmedi! diye bagirdim. Üstelik önce sen geldin! Natasa sendeler gibi oldu. Yüzü bembeyaz olmustu. Aci-aci gülümseyerek, - Belki de hiç gelmez, diye mirildandi. Evvelsi gün-bir mektup yazdi bana, «gelecegine kesin söz vermezsen nikâhimizin kiyilmasini ertelemek zorunda kalacagim»,, diyordu. Babasi.öteki kiza götürecekmis onu. Iste böyle, pek önemsiz bir seymis gibi rahatlikla haber veriyordu bunu bana... Ya gerçekten de ona gittiyse Vanya? Cevap vermedim. Elimi var gücüyle sikti; gözleri parliyordu. isitilir isitilmez bir sesle, - Onun yaninda simdi, diye mirildandi. Sirf oraya gidebilmek, sonra da bana haber verdigini, bulusma yerme gelmedigimi söyliyebilmek için gelmeyecegimi umuyordu. Bikti benden artik, kaçmaya basladi... Tanrim ! Deliyim ben! Son görüsmemizde benden biktigini söylemisti, zaten... Daha ne bekliyorum? Alyosa'yi rihtimin ta öte ucunda görünce, - Iste geliyor! diye haykirdim. Natasa ürperdi, bir çiglik atip, elimi birakarak, bize dogru gelmekte olan Alyosa'ya kostu. Öteki de siklastirmisti adimlarim; bir dakika sonra Alyosa'nin kollari arasindaydi Natasa. Bizden baska kimsecikler yoktu rihtimda. Öpüsüyor, gülüsüyorlardi. Natasa, uzun bir ayriliktan sonra bulusmuslar gibi hem gülüyor hem agliyordu. Solgun yanaklari pembelesmisti, heyecandan ti- 59 kanacakti neredeyse... Alyosa beni görünce yanima geldi. IX Onu daha önce çok kereler gördügüm halde derin bir dikkatle inceliyordum yüzünü; bakisi bana her seyi anlatacak, bu çocugun Natasa'yi nasil büyüledigini; yüreginde, kutsal saydigi her seyi çigneyip geçmesine
se-bep olan sevgiyi doguran sim açacakmis gibi bakiyor-dum gözlerinin içine. Ellerimden tuttu, kuvvetlice sikti; "candan, temiz bakisi yüregime isledi. Sirf düsmanim oldugu için onun hakkindaki düsüncelerimde yanildigimi hissettim. Evet, sevmiyordum onu, dogrusunu söyleyeyim, onu taniyanlardan yalniz ben hiç sevememisimdir Alyosa'yi. Bir çok seyinden hoslanmiyordum; göz alici dis görünüsü bile - belki de fazla göz alici oldugundan - sinirime dokunuyordu. Sonralari, bu konuda da hislerimin etkisi altinda kaldigimi anladim. Uzun boylu, ince yapiliydi; uzun yüzü solgundu; içten, dalgin bakisli, açik mavi, iri gözlerinde arada bir yürekten, çocuksu bir nese pariltisi belirirdi. Biçimli, dolgun, pembe dudaklarinin agirbasli bir durusu vardi; ama dudaklarinda birdenbire beliren gülüsü öylesine içten, öylesine temizdi ki, o anda ruhsal durumunuz ne olursa olsun, onun gibi gülümsemek gelirdi içinizden. Giyiminde asiri Mr incelik yoktu, gene de daima zarif giyinirdi; kibarliginin zoraki olmadigi, dogustan geldigi belliydi. Bu arada birtakim kötü tavirlari, aliskanliklari da yok degildi. Düsüncesizce, kibirli, kendini begenmiscesine davrandigi da oluyordu. Ne var ki fazlasiyla açik yürekli, içten oldugu için bu hallerinden kendi de yakinirdi. Öyle saniyorum ki bu çocuk hiç bir zaman - sakadan bi- le - yalan söyleyemezdi; söylese bile, bunda kötü bir seyin oldugunu aklinin ucundan geçirmezdi. En asiri bir bencillik bile, - belki de açik yürekli oldugundan - hos görülüyordu onda. Gizlisi yoktu. Çabuk kanan, ürkek,, yufka bir yüregi vardi; iradesi falan yoktu. Küçük bir çocugu oldugu gibi onu da aldatmak, gücendirmek günahti, kötü bir seydi sanki. Yasina göre pek safti, hayat üzerine hemen hiç bir bilgisi yoktu; kirk yasina gelse de degismeyecege benzerdi. Bu çesit insanlar ömürlerinin sonuna kadar olgunlasamazlar. Onu görüp de sevmeyecek bir insanin olabilecegini sanmiyorum; çocuk gibi sokulurdu karsisindakine. Natasa dogru söylüyordu: Baskasinin etkisiyle kötü bir sey yapabilirdi; ama bu davranisinin sonucunu görünce, sanirim üzüntüsünden de ö-lürdü. Natasa Alyosa'yi avucunun içine alacagina, hattâ onu istedigi yöne çekebilecegine inaniyordu. Çildirasiya sevmenin, sevdigi insana sirf onu sevdigi için istirap çektirmenin hazzini tatmisti bir kere; kendini feda etmek için böylesine sabirsizlanmasinin sebebi belki de buydu. Ama Alyosa'nin gözlerinin içinde ask pariltilari vardi, heyecanli bakiyordu sevdigi genç kizin yüzüne. Natasa magrur bir tavirla bakti bana. O anda her seyi unutmustu: Annesini babasini da, ayrilisini da kuskularini da... Mutluydu. - Vanya! diye haykirdi, ona karsi suçluyum, lâyik degilim ona! Alyosa, gelmeyecegini sanmistim. O kötü düsüncelerimi sil at kafandan Vanya, unut. Alyosa'ya gözlerinde sonsuz bir sevgiyle bakarak ekledi : - Hepsini unutturacagim! Alyosa gülümsedi, Natasa'nin elini öptü, genç kizin elini birakmadan bana döndü : - Beni de suçlamayin. Hanidir bir kardes gibi kucaklamak istiyordum sizi. Sizden çok söz etti bana N- 61 tasa! Simdiye kadar yarim yamalak tanisiyorduk. Yüzü biraz kizararak, alçak sesle, - Sizinle dost olacagiz... diye ekledi, bagislayacaksiniz bizi. Öylesine içten, hos gülümsemisti ki, kendimi tutamadim, ben de gülümsedim. Natasa girdi araya : - Evet, evet Alyosa, dostumuzdur o bizim, karde-simizdir, çoktan affetti bizi, onsuz mutlu olamayiz. Söylemistim sana zaten... Ah, çok yaramaz çocuklariz biz Alyosa! Ama üçümüz hep beraber olacagiz... Vanya! - dudaklari titremeye baslamisti. - Simdi onlarin yanina gideceksin, biliyorum; öylesine altin bir kalbin var ki, beni affedemiyecekleri halde, seni görünce belki biraz yumusayacaklardir. Her seyi, her seyi anlat onlara; öyle anlat ki... Savun beni, kurtar; gerçegi, bu davranisimin nedenlerini anladigin gibi anlat. Dogrusunu söyleyeyim mi Vanya, bugün yanimda olmasaydin belki de bu karan veremezdim! Koruyucu melegimsin sen benim. Annemle babama durumu, yaptigimi ögrendikleri anda kapilacaklari dehseti hafifletecek biçimde anlatacagina inaniyorum. Ah Tanrim, Tanrim!.. Beni affetmelerinin imkânsiz oldugunu bildigimi söyle onlara Vanya. Onlar etse bile Tanri affetmeyecektir. Varsin lanetlesinler beni, ben gene de ömrümün sonuna kadar dua edecegim onlar için. Kalbim daima onlarla beraber olacak! Ah, niçin bu kadar mutsuzuz hepimiz! Niçin, niçin!.. Tanrim! Ne yaptim ben! Akli basina birden gelmis gibi bagirmisti «Ne yaptim ben!» diye. Dehsetten titriyordu. Yüzünü elleriyle kapadi. Alyosa kucakladi onu, bir sey söylemeden gögsüne bastirdi. Birkaç dakika süren bir sessizlik oldu. Sitemli sitemli Alyosa'ya bakarak, - Böylesine bir fedakârlik istiyebiliyorsunuz demek ondan! dedim. - Suçlamayin beni! diye tekrar etti. inanin ki, ne denli güçlü olursa olsun, geçicidir bu üsüntüler. Bundan hiç kuskum yok. Bu dakikalarin geçistirilmesi için insanin biraz iradesi olsun, yeter. Natasa da ayni seyi söyledi bana. Biliyorsunuz ki bütün bunlarin sebebi aile gururu, anlamsiz birtakim çatismalar, dâvalardir!.. Ama... (inanin ki bu konuda çok düsündüm) bütün bu saçmaliklara bir son vermenin zamani gelmistir artik. Yeniden birleselim bizler, gerçek mutlulugu ancak o zaman tadacagiz, ihtiyarlar da bizi böyle görünce barisacaklardir. Kim bilir, nikâhimiz onlarin barismalarinin baslangici olacaktir belki de! Öyle saniyorum ki baska türlü de olamaz. Siz ne dersiniz? Natasa'ya bakarak, - Nikâhtan söz ediyorsunuz, dedim. Ne zaman evleniyorsunuz ?
- Yarin ya da devrisi gün yüzde yüz. Görüyorsunuz ya benim de pek bir sey bildigim yok henüz. Dogrusunu isterseniz, hiç hazirlik yapmadim. Natasa'nin gelecegini sanmiyordum. Üstelik, babam bugün nisanlim sayilan kiza (evet, evlendirmek istiyorlar beni; Natasa anlatmistir size. Ama ben istemiyorum) götürecekti beni. Bu yüzden hazirlik yapamadim. Ama ne olursa olsun, yarindan sonra kiydiracagiz nikâhimizi. Öyle saniyorum, çünkü baska türlü olmaz. Yarin Pskov yolundan gideriz. Yakin köylerden birinde liseden bir arkadasim var. Çok iyi bir insandir, belki tanistiririm sizi. Ayni köyde bir de papaz var, aslinda kesin olarak bilmiyorum papaz var mi yok mu... Önceden ögrenmeliydim bunlari, ama olmadi iste... Neyse o kadar önemli degil bu. Kararimizi verdik ya, gerisi kolay. Olmazsa komsu köyden bir papaz çagiririz, degil mi? Yakinda baska köyler de var çünkü! Ne yazik ki bir iki satir yazip durumdan haberdar edemedim arkadasimi. Belki de köyde bile degildir... Ama bu _ 63 - y da önemsiz! Kararimizi verdikten sonra her sey kendiliginden olur, öyle degil mi? Yarina, ya da öbür güne kadar yanimda kalacak Natasa. Ayri bir ev tuttum kendime; köyden dönünce orada oturacagiz. Artik babamin evinde kalamam, degil mi? Gelirsiniz bize artik; güzel bir evimiz var. Arkadaslarim gelip gidecek; aksam yemekleri verecegim... Saskinlikla, içim burkularak ona bakiyordum. Natasa, Alyosa'yi suçlamamam, onu hosgörmem için bakislariyla yalvariyordu bana. Delikanlinin anlattiklarini dudaklarinda hüzünlü bir gülümsemeyle; ayni zamanda karsisindaki anlamsiz, ama tatli tatli konusan sevimli, neseli bir çocukmus gibi ona sevgiyle bakarak dinliyordu. Kaslarimi çatarak baktim Natasa'ya. Hali pek dokunmustu bana. Alyosa'ya. - Ya babaniz? Diye sordum. Sizi affedecegine emin misiniz? - Eminim. Hemen etmez tabiî. Ne önemi var bunun? Benim de bir kisiligimin oldugunu gösterecegim ona. «Kisiligin yok, havaisin», diye sitem eder bana daima. Havai olup olmadigimi görür simdi! Aile babasi olmak kolay degildir, biliyorum... çocukluktan çikacagim artik... yani ben de baskalarina benzeyecegim demek istiyorum. .. kendi emegimle geçinecegim. Natasa bunun, hepimiz gibi baskalarinin sirtindan geçinmekten çok daha iyi oldugunu söylüyor. Bana ne iyi seyler anlattigini bir bilseniz! Dünyada aklima gelmezdi bunlar, böyle yetistirmediler beni. Dogrusunu söylemek gerekirse, havai oldugumu, bir ise yaramadigimi ben de biliyorum. Ama biliyor musunuz, evvelsi gün parlak bir düsünce geldi aklima. Gerçi simdi sirasi degil ama anlatacagim size bunu, çünkü Natasa'nin da duymasini istiyorum, siz de bir akil verirsiniz bize. Ben de sizin gibi roman yazip dergilere satmak istiyorum. Dergilerin romanlarimi almasinda yar- dimci olursunuz bana tabiî? Size güvendigim için dün gece sabaha kadar bir roman konusu kurdum kafamda, inanir misiniz, hos bir sey olacaga benzer. Scribe'nin bir komedisinden aldim konuyu... Ama sonra anlatayim bunu size. iyi para getirecek bana bu roman... Para veriyorlar degil mi? Tutamadim kendimi, gülümsedim. O da benim ar-kamdan gülümseyerek, - Gülüyorsunuz, dedi. Asiri bir içtenlikle ekledi : - Bakin, görünüsüme aldanmayin benim. Aslinda görmüs geçirmis bir insanimdir. Zamanla anlayacaksiniz bunu. Ne diye denemeyeyim? Bakarsiniz bir seyler yaparim... Ama haklisiniz galiba: Gerçek hayat üzerine hiç bilgim yoktur; Natasa da öyle söylüyor. Herkes söylüyor bunu zaten; yazar olmak kim, ben kim? Gülün, gülün, ama düzeltin beni; Natasa için yapacaksiniz bunu, seviyorsunuz onu. Gerçegi söyleyecegim size: Ona lâyik degilim; hissediyorum bunu. Agir geliyor bana bu, benim neyimi sevdigine de bir türlü akil erdiremiyorum. Her seyimi feda edebilirim onun ugruna! Dogrusu, su âna kadar hiç bir seyden korkmuyordum, ama simdi korkuyorum: ne yapiyoruz biz! Tanrim! Kisi kendisini görevine tamamen verdigi zaman irade gücü mahsus mu kayboluyor acaba? Hiç olmazsa siz yardim edin bize, sevgili dostumuz! Tek dostumuz sizsiniz artik, baska kimsemiz kalmadi. Yalniz basima ne gelir benim elimden? Size bu kadar güvendigim için bagislayin beni. Sizi çok iyi, kendimden üstün bir insan sayiyorum. Ama düzelecegim, inanin buna, istediginiz gibi olacagim. Gene elimi sikti, güzel gözlerinde içten, hos bir parilti belirdi. Öylesine içten uzatmisti elini bana, dostu olduguma öylesine yürekten inaniyordu ki! - Düzelmem için Natasa yardim edecek bana, di-
ye. devam etti. Ama kötü bir sey gelmesin akliniza, bizler için üzülmeyin. Bir çok niyetlerim var, para yönünden de hiç sikintimiz olmayacak. Romanim bir ise yaramazsa (dogrusunu isterseniz, roman yazmamin saçmalik oldugunu biliyorum; siz ne diyeceksiniz, onu ögrenmek için açtim bu konuyu), evet romanim bir ise yaramazsa müzik dersleri veririm. Müzik bilgimden haberiniz yoktu sanirim? Böylesine bir ugrasla geçinmekten utanmayacagim. Bu bakimdan aydin düsünceliyimdir. Sonra, bir sürü gereksiz esyam, tuvalet takimim... ne isime yarayacak bunlar? Satarim hepsini. Onlardan alacagim paranin bize ne kadar yetecegini biliyor musunuz?! O da olmazsa son çikar yol olarak devlet hizmetine girerim, Babam buna sevinir bile. Devlet hizmetinde çalismam için her zaman sikistirirdi beni; hasta oldugumu öne sürerek yan çizerdim. (Hem
galiba bir yere yazdirmis bile beni.) Evliligin bana yaradigini, gerçekten çalismaya bagladigimi görünce sevinecek, affedecektir beni... - Ama, Aleksey Petroviç, dedim, bu durumda babalariniz arasinda patlak verecek çatismayi düsünebiliyor musunuz? Bu aksam her iki evde de neler olacak, biliyor musunuz? Sözlerimden yüzü kireç gibi olan Natasa'yi gösterdim ona. Pek insafsiz konusuyordum. -- Evet, evet, dedi, haklisiniz, korkunç bir sey bu! Ben de düsündüm ayni seyi, düsündükçe de dehsete kapildim... Ama baska ne gelir elden? Çok haklisiniz, hiç degilse Natasa'nin annesiyle babasi affetmeli bizi! Ah, bilseniz ne kadar severim onlari! Öz anne babamdan farksizdirlar; bunun için üzülüyorum zaten!.. Ah su kavgalar, su dâva! Bu saçmaliklardan ne denli nefret ettigimizi bir bilseniz! Nedir kavgalarinin sebebi? Hepimiz bir- Ezilenler - F : 5_ 66 - birimizi seviyoruz ama gene de kavgaliyiz! Barismalar da bitse su is. Ben onlarin yerinde olsam öyle yapardim... Sözleriniz ürküttü beni. Seninle giristigimiz bu is korkunç bir sey, Natasa! Daha önce de söylemistim bunu... Sen istiyorsun... Ama sonunda belki iyi olur, Ivan Petroviç. Ne dersiniz? Nasil olsa barisacaklar bir gün! Biz. baristiralim onlari. Evet, evet, sevgimize karsi koyama-yip barisacaklar sonunda... Varsin lanetlesinler bizi ama biz gene de sevecegiz onlari; bir zaman gelecek, dayanamayacaklar artik. Babamin bazan ne iyi yürekli oldugunu bilmezsiniz! Gerçi çogunlukla çatiktir kaslari ama; bazan öyle iyidir ki! Bugün benimle nasil tatli tatli konustugunu, kandirmaya çalistigini görseydiniz bir! Oysa isteginin tam tersine hareket ediyorum simdi; üzüyor beni bu. Hep su zararli ön - yargilar! Delilikten baska bir sey degil! Natasa'ya söyle alici gözüyle baksa bir kere, hiç degilse yarim saat konussa onunla! Hemen razi olurdu evlenmemize. Alyosa böyle söyleyerek sevgi, tutku dolu gözlerle Natasa'ya bakti. Bir anlik sessizlikten sonra devam etti : - Natasa'nin nasil bir kiz oldugunu ögrenince onu ne çok sevecegini; hepsinin ona bayilacagini belki bin kere düsünmüsümdür kendi kendime. Büyük bir haz veriyor bana bu düsünce. Dogrusu, Natasa gibisini görmemislerdir! Oysa babam onun düzenbaz, basit bir kiz oldugu inancinda. Görevim, sevgilimin gururunu yeniden kazanmasini saglamaktir; yerine getirecegim bu görevimi! Ah Natasa! Hepsi sevecekler seni, hepsi. (Heyecanlanarak yükseltmisti sesini.) Seni sevmemek elde mi! Gerçi degmem bu sevgiye, Natasa ama sev beni gene de, ben... bilirsin beni iste! Mutlu olmamiz için çok sey istemiyoruz ki! Bu aksamin bize, hepimize mutluluk getirecegine inaniyorum. Yasasin bu aksam! Öyle degil mi Na-
tasa? Ne oluyor sana? Tanrim, ne oluyor sana? ölü gibi bembeyaz olmustu Natasa'nin yüzü. Alyosa konusurken gözlerini ayirmamisti ondan; ama baki--si giderek daha bir bulaniklasiyor, sabitlesiyor, yüzü be-yazlasiyordu. Sonunda artik dinlemeyi kesmisti sanki. Alyosa'nin sorusu birden uyandirmisti onu. Kendine geldi, sagina soluna bakindiktan sonra birden bana atildi. Aceleyle, Alyosa'dan sakliyormus gibi cebinden bir mektup çikarip elime tutusturdu. Annesiyle babasina yazilmisti ; bir gün, önceden hazirlandigi belliydi. Mektubu verdikten sonra, bakislarim kaçirmadan uzun süre gözlerimin içine bakti. Umutsuzluk vardi bakisinda. O korkunç bakisini ömrümün sonuna kadar unutmayacagim. Ben de dehsete kapilmistim; hareketinin ne denli korkunç oldugunu ancak o anda sezinleyebildigim görüyordum- Kendini zorlayip bir sey söylemek istedi bana, hattâ bir iki sözcük çikti agzindan, sonra birden kendini kaybetti. Tam düserken tuttum onu. Korkudan Alyosa'nin yüzünde renk kalmamisti: Natasa'nin sakaklarini ovuyor, ellerinden, dudaklarindan öpüyordu, iki dakika sonra ayildi Natasa. Biraz ötede, Alyosa'nin geldigi kiralik kupa arabasi duruyordu; çagirdi onu. Natasa, arabaya binerken elimi yakaladi - çildirmis gibiydi, - bir damla gözyasi parmaklarimi yakti... Araba hareket etti. Uzun uzun baktim arkasindan. O anda bütün mutlulugum uçmus, yüregim paramparça olmustu, içim sizlayarak hissediyordum bunu... Geri dönüp, ayni yoldan ihtiyarlara gittim. Yanlarina nasil girecegimi, onlara ne söyleyecegimi bilmiyordum. Düsüncelerim donmustu sanki, dizlerim titriyordu... Yasadigim mutlu günlerin hepsi bu kadar iste. Askim böylece sona erdi. Yanda kestigim hikâyeme simdiSdevam edecegim. X Smith'in ölümünden bes gün sonra ondan bosalan; daireye tasindim. O gün pek sikiliyordu canim. Hava kötü, soguktu; aksama kadar yagmurla karisik kar yagmisti. Ancak aksam üzeri bir ara günes gözükmüs, yolunu sasiran bir isini - besbelli meraktan - odama girmisti. Buraya tasindigima pisman olmaya baslamistim. Oda gerçi genisti ya, tavam pek basik, duvarlari pisti. Birtakim esya oldugu halde bos gibi duruyordu. Havasizdi. Burada sagligimin iyice bozulacagini anlamistim. yanilmamisim... Sabahtan öglene kadar kâgitlarimla ugrasmis, siraya koymustum. Çantam olmadigi için onlari tasinirken bir yastik yüzünün içine doldurmustum. Hepsi burusmus, karismisti. Sonra oturup biraz yazayim demistim - o siralar büyük romanim üzerinde çalisiyordum, - ama aklim baska yerde oldugu için kendimi yazmaya verememistim... Kalemi birakmis, pencerenin önünde oturuyordum. Hava kararmak üzereydi, canim gittikçe daha çok sikiliyordu. Kafamin içinde bir sürü düsünce vardi. Sonunda Petersburg'da mahvolup gidecekmisim gibi bir his geçiyordu içimden, ilkbahar yaklasmisti; bu kapaliliktan siyrilsam, kirlarin ormanlarin taze havasini
cigerlerime doldursam iyilesirim saniyordum; oysa ne çok oluyordu gitmeyeli oralara!.. Hatirliyorum, «Bir büyüyle son yillarda olan her seyi unutsam, yepyeni bir güçle hayata yeniden baslasam ne iyi olurdu!» diye geçiriyordum içimden. Hâlâ umudumu yitirmemistim. «Beynimi ters -yüz edip, yeni bir biçime sokacaklarini, beni iyi edecek-
lerini bilsem akil hastanesine yatmaya da raziyim», diyordum. Yasamak istiyor, hayata tapiyordum!.. Ama. böyle düsünürken gülümsedigini de aklimda. «Akil hastanesinden çiktiktan sonra ne yapacagini? Gene roman; mi yazacagim yoksa?» Böyle hayal kurarken hava iyice kararmis, gece olmustu. O aksam Natasa'yla bulusacaktim; bir gün öncesinden mektup yazip çagirmisti beni. Yerimden firlayip hazirlanmaya basladim. Zaten bu sikici yerden kurtulmak, yagmur da kar da yagsa, kendimi sokaga atmak istiyordum. Üstelik, karanlik bastikça odam daha bir genisliyor, büyüyordu sanki. Her gece odamin her kösesinde Smith'i görecegim saniyordum: pastanede Adam ivanoviç'e oldugu gibi, oturup gözlerini bana dikecek, Azorka da ayak-larinin dibinde yatacak... Iste tam o anda, beni pek sasirtan bir olay oldu. Bununla beraber, her seyi açik yüreklilikle anlatmaliyim: sinirlerimin bozuklugundan mi, yer degistirmenin verdigi duygululuktan mi, daha yakinda geçirdigim büyük üzüntüden mi neden bilmiyorum, simdi hastaligim nedeniyle geceleri sik sik içine düstügüm, mistik dehset diye ad taktigini ruhsal durum, hava kararmaya basla-yalidan beri yavas yavas sarmaktaydi beni. Ne oldugunu' anlayamadigim, ulasilamaz, gerçekte var olmayan - belki de vardir su anda; aklin siraladigi bütün delillerle alay edercesine, bir gerçek, ürkütücü, çirkin, amansiz bir olay olarak çikar kargima bakarsiniz - evet, ne oldugunu anlayamadigim, ulasilmaz, gerçekte var olmayan bir seyin verdigi dayanilmaz, istirap dolu bir korkuydu bu. Korku, aklimin gösterdigi delillerin hiç birini dinlemeden gün geçtikçe büyür, güçlenir; öyle ki sonunda, böyle anlarda her zamankinden daha bir açik, dinç oldugu-halde, duygulara karsi koyma yetenegini tamamen yiti-- rir akil. Dinleyen yoktur onu artik, yararsiz bir sey olmustur; bu parçalanma korkulu beklemeyi, kasveti daha da arttirir. Sanirim, ölüden korkan insanlarda da durum bir bakima aynidir. Oysa neden korktugumu bilmemem benim istirabimi daha da arttiriyordu. Hatirliyorum, arkam kapiya dönük, masanin üzerinden sapkami aliyordum, tam o anda, geri dönünce karsimda Smith'i görecegim hissi uyandi içimde birden: önce usulca kapiyi açacak, esikte durup odanin içine bir göz atacakti; sonra basini öne egerek sessizce içeri gire-cek, tam önümde durup donuk bakisini gözlerimin içine dikerek, birden gülmeye baslayacakti; dissiz agzini açarak uzun uzun gülüsü bütün bedenini sarsacakti; sesi duyulmayacakti bu gülüsün. Bütün bunlar son derece açik, seçikti kafamin içinde. Hissettiklerimin kesinlikle gerçeklesecegi, hattâ gerçeklestigi, arkam kapiya dönükSoldugu için bunu göremedigim, kapinin belki de o anda yavas yavas açildigi inanci birden içimi doldurmustu. Hizla dönüp baktim... gerçekten de tipki bir dakika önce hayalimde canlandirdigim gibi sessizce açiliyordu kapi. Seslendim. Cevap veren olmadi; kapi kendiliginden açiliyordu sanki. Birden tuhaf bir yaratik belirdi esikte. Karanlikta seçemedigim birisinin gözleri israrli, sabit bakislarla beni inceliyordu. Sirtimdan dogru soguk bir ürperti geçti. Asil beni korkutan, gelenin bir kiz çocugu olmasiydi. Kapida Smith'i görseydim bu kadar korkmazdim belki. Bu saatte tanimadigim bir çocugun ne isi vardi odamda? Kapiyi, içeri girmekten korkuyormus gibi usulca açtigini söylemistim. Esikte durup saskin bakislarla uzun uzun inceledi beni. Sonra bana dogru yavasça iki adim atti, karsimda durdu. Hâlâ konusmuyordu. Daha yakindan görüyordum onu simdi. Kisa boylu, ciliz, agir bir hastaliktan yeni kurtulmus gibi soluk benizli, - iri, siyah
gözlerinin parlakligi bu yüzden daha bir dikkati çekiyordu - on iki on üç yaslarinda bir kizdi bu. Aksam sogugundan titreyen gögsünü örttügü eski atkisini sol eliyle tutuyordu. Üstü basi dökülüyordu. Gür, siyah saçlarinin tarak yüzü görmedigi belliydi. Birbirimizin yüzüne bakarak iki dakika öyle ayakta durduk. Gögsü ya da bogazi agriyornius gibi, güç isitilir bi" sesle, - Dedem nerede? diye sordu. Bütün korkum bir anda kaybolmustu. Smith'i soruyorlardi. Onunla ilgili bir iz çikmisti karsima sonunda. Kendimi toparlayamadan, - Deden mi? dedim, öldü deden! Böyle söyledigime o anda pisman olmustum. Bir dakika daha hareketsiz durdu, sonra birden, sinir krizi gelmis gibi zangir zangir titremeye basladi. Düsmesin diye kolundan tuttum. Birkaç dakika sonra düzeldi biraz ama istirabini benden gizlemek için sarfettigi çabanin farkindaydim. - Affet beni küçük, dedim, affet! Ne olur kusuruma bakma! Öyle söyledim sana ya, belki de deden degildi ölen... zavalli yavrum!.. Kimi ariyorsun? Burada oturan ihtiyari mi? Kendini zorlayarak, endiseyle bakti yüzüme. - Evet. - Soyadi Smith miydi? - E-evet!
- Öyleyse oydu... ölen dedendi öyleyse... Ama sen üzülme gene yavrum. Niçin bugüne kadar ugramadin hiç T Nereden geliyorsun? Dün topraga verdiler onu; birdenbire öldü... Torunusun demek? Çabuk çabuk sordugum karmakarisik sorularima cevap vermiyordu. Sessizce döndü, kapiya dogru yürüdü. Öylesine sasirmistim ki, durdurmuyordum onu, baska bir seyler sormuyordum. Kapida bir kere daha durdu, yarim geri dönerek, - Azorka da öldü mü? diye sordu. - Evet, Azorka da öldü. Bu sorusu pek tuhafima gitmisti: köpegin de ihtiyarla beraber ölecegini, ölmek zorunda oldugunu biliyor-du sanki. Kiz, benden bu cevabi alinca sessizce disari çikti, ardasindan kapiyi dikkatlice kapadi. Bir dakika sonra pesinden kostum. Onu biraktigim için kendi kendime kiziyordum! Öylesine sessiz çikip gitmisti ki, merdiven basindaki kapiyi açtigini duymamistim. Merdivenleri henüz inmemistir diye düsünüp yukarda durarak asagiya kulak kabarttim. Ama ses seda yoktu. Sadece alt katlardan bir kapi sesi duyuldu, geneSderin bir sessizlik kapladi evin içini. Aceleyle inmeye basladim basamaklari. Merdiven benim dairemden, yani besinci kattan dördüncü kata dönerek iniyor, ordan asagi düzlesiyordu. Küçük küçük daireli apartmanlarda çogunlukla oldugu gibi daima karanlik, pis bir merdivendi bu. Ben inerken ise zifiri karanlikti. El yordamiyla dördüncü kata inince birden durdum. Sahanlikta birisi benden gizleniyor gibi geldi bana. Ellerimle sagi solu arastirmaya koyuldum. Kiz çocugu tam kösedey-Sdi, yüzünü duvara dönmüs, sessiz sessiz agliyordu. - Bak, dedim, neden korkuyorsun? Ben korkuttum seni; kabahat bende. Deden ölürken senden söz etti; son sözleriydi bunlar... Birtakim kitaplar kaldi bende; senin olsalar gerek. Adin ne senin? Nerede oturuyorsun? DedenSaltinci sokakta dedi... Ama cümlemin sonunu getiremedim. Nerede oturdugunu bildigimden korkmus gibi, bir çiglik atti; siska, kemikli koluyla itti beni, merdivenden asagi kostu. Ben de «pesinden. Ayak seslerini duyuyordum. Birden kesildi ses. 73 - Sokaga çiktigimda görünürlerde yoktu. Voznesenski caddesine kadar kostuktan sonra, aramamin bos oldugunu, anladim: Yoktu kiz. «Belki de merdivenlerden inerken, bir köseye saklanmistir», diye düsündüm. XI Ama caddenin çamurlu yaya kaldiriminda daha birkaç adim atmistim ki, basini önüne egmis, - pek dalgin oldugu belliydi - çabuk adimlarla yürüyen birisiyle karsilastim. Bunun ihtiyar Ihmenev oldugunu farkedince sasardim. Benim için beklenilmeyen karsilasmalarla dolu bir aksamdi bu. ihtiyarin üç gün önce hastalanip yataga düstügünü biliyordum. Simdi de böyle bir havada sokakta karsima çikmisti. Üstelik, eskiden aksamlari hemen hiç çikmazdi sokaga; Natasa'nin kaçmasindan sonra, yani bes alti aydan beri ise büsbütün kül kedisi olmustu. Nihayet, derdini paylasabilecegi bir dostunu bulmus bir insan gibi pek sevinmisti beni gördügüne. Koluma yapisip, nereye gittigimi bile sormadan pesisira sürükledi beni. Son derece telâsli, sabirsizdi. Kendi kendime «Nereye gidiyordu acaba?» diye sordum. Bunu ona sormak gereksizdi, Son zamanlarda çok kuskulu olmustu; bazan en basit bir sorudan ya da sözden almiyordu. Yan gözle süzüyordum onu: Yüzünde renk yoktu; son bes alti aydir iyice zayiflamisti; sakali bir haftalikti. Uzamis ak saclari burus burus sapkasinin altindan tasmis, eski paltosunun yakasini örtmüstü. Onun kimi zaman daldigini; sözgelimi, odada yalniz olmadigini unuttugunu, elini kolunu sallayarak kendi kendine konustugunu daha önce de farketmistim. Acinacak bir durumu vardi. - Ee, ne var ne yok Vanya? diye basladi. Nereye böyle? Ben de söyle bir dolasayim dedim; bazi islerim var da... Nasilsin bakalim? - Siz iyi misiniz? Daha geçen gün hastaydiniz, simdi de bu havada disari çikmissiniz. Beni duymuyormus gibi soruma cevap vermedi. - Anna Andreyevna nasil? diye sordum. - iyi, iyi... O da biraz keyifsiz. Seni merak ediyor; «niçin ugramiyor acaba?» diyordu bugün. Bize gidiyordun galiba, Vanya? Hayir mi? Kuskuyla yüzüme bakarak, - Bir yere gidiyorsan engel olmayayim, dedi. Ihtiyar öylesine hassas olmustu ki, onlara gitmedi- gimi söyleyecek olsam gücenir, hemen uzaklasirdi yanimdan. Geç kalacagimi, Natasa'ya gidemeyecegimi bile bile, Anna Andreyevna'nin nasil oldugunu ögrenmek için onlara gittigimi söyledim, inandirdim buna onu. içi rahatlayan ihtiyar, - Çok hos, dedi, bu iyi oldu iste... Bir seyi söylemek istemiyor gibi birden sustu, daldi. "Uzun süren bir dalginliktan sonra - bes dakika geçmisti aradan - kendine gelmis gibi, - Bu iyi oldu iste! diye tekrarladi. Him... Bak Van-ya, daima öz oglumuz gibi sevimsizdir seni; Anna Andreyevna'yla bana... bir erkek evlât... vermedi Tanri... ama onun yerine seni yolladi... her zaman böyle düsündüm.
Karim da... evet! Sen de daima iyi bir evlât gibi sevdinSsaydin bizi. Anna Andreyevna'yla ben her zaman dua ederiz senin için... Tanri yardimcin olsun! Sesi titredi, bir dakika sustu. - Evet... daha sen nasilsin bakalim? Hasta falan Olmadin ya? Niçin ugramiyorsun bize? Smith olayini anlattim ona; bu islerin beni çok oyaladigini, sonra pek iyi olmadigimi, bu yüzden onlara Vasilyevski'ye (o zaman Vasilyevski'de oturuyorlardi) uzak
oldugu için ugrayamadigimi söyleyerek özür diledim, Az-kaldi, bu isler arasinda birkaç kere Natasa'ya gittigimi kaçiriyordum agzimdan, tam zamaninda tuttum kendimi. Smith olayi pek ilgilendirmisti ihtiyari. Dikkatle dinlemisti beni. Yeni dairemin rutubetli, eskisinden belki de daha kötü oldugunu, aylik kira alti ruble verecegimi duyunca öfkelendi. Son günlerde pek sinirli, sabirsiz olmustu zaten. Böyle zamanlarda ancak Anna Andreyevna ya-tistirabiliyordu onu - o da her zaman degil. Öfkeyle, - Him... dedi, bütün kabahat senin su edebiyatinda Vanya! Tavan arasina kadar çikardi seni, mezara kadar da indirecek! Kaç kere söyledim bunu sana, uyardim!... B. den ne haber, hâlâ elestiri yazilan yaziyor mu? - Veremden öldü ya. Söylemistim bunu size yanilmiyorsam. - Öldü ha... öldü demek! Olacagi buydu zaten. Karisina, çocuklarina bir seyler birakmis mi bari? Karisi var diyordun galiba... Ne diye evlenir böyle insanlar acaba! - Hiç bir sey birakmadi, dedim, Olay onunla yakindan ilgiliymis, ölen B. öz kardesiy-mis gibi heyecanla haykirdi: - Öyle demek! Neyse, önemi yok! Sana dogrusunu söyleyeyim mi Vanya, onu öylesine ögdügün zamanlar bile bu adamin sonunun böyle olacagini sezinliyordum. «Hiç bir sey birakmadi» demek kolay! Oysa... isim yapmisti. Tutalim ki ölümsüzler arasina karisti adi, ama karin doyurmaz ki bu. Senin sonunun da aci olacagi içime dogmustu Vanya; ögüyordum seni, ama bir yandan da düsünüyordum. B. öldü demek! Ölmeyip de ne yapacakti! Yasayisi iyi... yeri âlâ... görüyorsun iste! Çabuk, bilinçsiz bir el hareketiyle, rutubetli karan--likta ölgün ölgün titresen fenerlerin aydinlattigi puslu sokagi, çamurlu evleri, karanlikta parlayan islak kaldirim taslarini, sirilsiklam olmus, asik yüzlü yayalari, çini mürekkebiyle boyanmis gibi simsiyah gökyüzünü gösterdi. Sehrin alanina çiktik. Karsimizda, alttan havagazi .lâmbalariyla aydinlatilmis anit vardi. Biraz ötede, Isaak katedralinin büyük kubbesi yükseliyordu. - Onun iyi, temiz, candan, duygulu bir insan oldu-gunu söylemistin Vanya. Bu edebiyatçilar hep iyi, can-dan oluyorlar zaten! Yalniz arkalarinda öksüz birakmak gelir ellerinden! Him... Sanirim, öldügüne kendisi de sevinmistir!... Eeeh! Alip basim bir yere, sözgelimi Sibirya'ya gitseydi!... Sokakta dilenen küçük bir kiz çocugu gördü: - Ne o kizim? Yedi sekiz yaslarinda, üstü basi yirtik, siska mi sis-ka bir kizdi bu; küçücük, çiplak ayaklarina alti delik bir çift papuç geçirmisti. Soguktan titreyen ciliz bedenini, ona artik iyice küçük gelen, yirtik pirtik paltosuyla örtmeye çalisiyordu. Kupkuru, solgun, hastalikli yüzünü bizden yana çevirmis; ürkek, sessiz bakisini gözlerimizin içine dikmis; terslenecegi korkusuyla titrek elini öne uzatmisti. Onu görünce birden ürperdi ihtiyar. Sorusunu öylesine birdenbire sormustu ki, kizcagiz bir an korktu; irkilerek geri çekildi. ihtiyar, - Ne, ne istiyorsun kizim, ne? diye bagirdi. Dileniyor musun? Ya? Al, al sana... al bakalim sunu! Aceleyle, heyecandan titreyerek ceplerini arastirmaya basladi, iki üç gümüs ufaklik çikardi. Ama az geldi ona bu, iç cebinden cüzdanini aldi, bir rublelik bir kâgit para çikardi, - bütün parasi buydu - küçük dilencinin avucuna koydu. - Tanri yardimcin olsun, küçük... yavrum! Tanri korusun seni! Eli titreyerek birkaç kere pespese kutsadi zavalliyi;
ama benim durmus ona baktigimi farkedince birden durdu, yüzünü eksitti, çabuk adimlarla yürüdü. Uzun süren öfkeli bir susustan sonra, - Böyle seylere dayanamam ben, Vanya, elimden gelmez, diye basladi. Bu küçükleri... geberesice anne babalari yüzünden sokaklarda soguktan titrer görünce içim bir tuhaf olur... Sunu da düsünmek gerekir ki, kendisi çok kötü durumda olmayan hiç bir anne bu yasta yavrusunu. böyle bir havada sokaga salmaz!... Kadincagizin basinda kim bilir kaç tane yetim daha vardir... en büyükleri bu oldugu için onu yollamistir belki de... kendi de hastadir... him! Prens çocuklari degiller ki! Prens çocugu olmayan çok var dünyada, Vanya! Eh! Bogazinla bir sey dügümlenmis gibi bir an sustu. - Bak, Vanya, Anna Andreyevna'ya söz verdim... yani ikimiz karar verdik, yetim bir kizi evlât edinecegiz... anlayacagin, demin gördügümüz kiz gibi küçük bir zavalliyi yanimiza alip okutacagiz, yetistirecegiz, anlatabiliyor muyum? - Biraz karisik, heyecanli konusuyordu, - Iki ihtiyar yalniz kaldik, canimiz sikiliyor... ama nedense son günlerde vaz geçti Anna Andreyevna. Sen kornis onunla ama sakin benim söyledigimi sezdirme... kendi düsüncenmis gibi konus, razi et onu... duydun mu? Bunu senden istemeyi hanidir kafama koymustum... Onu razi et, ben yapamayacagim... aman canim, bos seyleri
birakalim! Kiz neme gerek benim ? Lâzim degil; eglence olsun... evin içinde bir çocuk sesi isitilsin diye... dogrusunu istersen daha çok Anna Andreyevna için istiyorum bunu; biraz avunur belki... Ama hepsi bos bunlarin! Yürümekle bitmeyecek bu yol Vanya; bir araba tutalim; gecikecegiz, oysa Anna Andreyevna bekliyor bizi... Anna Andreyevna'nin yanina girdigimizde saat yedi buçuktu. XII Yasli kan, koca çok düskündüler birbirine. Sevgi.,, yillardan beri süregelen aliskanlik birbirine iyice baglamisti onlari. Ama Nikolay Sergeiç sadece simdi degil, eskiden, en mutlu olduklari zamanlarda bile Anna Andreyevna'sina karsi biraz soguk, hattâ bazan - özellikle baskalarinin yaninda - sert davranirdi, ince duygulu bazi insanlar, kimi zaman sevgilerini göstermekten inatla kaçinirlar; degil baskalarinin yaninda, basbasayken de en sevdiklerine bile bile soguk davranirlar; hattâ basbasayken daha bir soguk olurlar. Ancak arada bir tasar sevgileri; bu sevgi ne denli uzun süre tutulmussa o denli sicak, coskun olur. ihtiyar Ihmenev de gençliginden beri Anna Andreyevna'sina karsi böyle davraniyordu iste. Temiz yürekli bir kadin oldugu, onu sevmekten baska bir meziyeti bulunmadigi, sevgisini bazan disa vurmasina kizdigi halde, karisini çok sever, sayardi. Ne var ki, Natasa'nin: kaçmasindan sonra daha bir düskün olmuslardi birbirine. Dünyada yapayalniz kaldiklari duygusuna kapilmislardi. Gerçi Nikolay Sergeiç kimi zaman son derece sinirli oluyordu ya, gene de iki saatligine ayrilamiyorlardi, özlüyor-lardi birbirlerini. Natasa'dan, dünyada böyle bir insan yokmus gibi hiç söz etmemeye konusmadan, kendiliklerinden karar vermislerdi sanki. Anna Andreyevna - çok istedigi halde - kocasinin yaninda kizindan üstü kapali bile söz edemiyordu. Çoktan affetmisti Natasa'yi. Her gelisimde ona sevgili, biricik yavrusundan haber getirmeme iyice alistirmisiti kendini. Uzun süre haber almasa âdeta hasta oluyordu kadincagiz; haber getirdigimde ise en küçük ayrintilarla ilgile- 79 niyor, heyecanil bir merakla sorular soruyor, anlattiklarimla «avunuyor» du. Bir keresinde Natasa'nin biraz rahatsiz oldugunu söylemistim, korkudan az kaldi ölüyordu, kalkip kizina gidecekti neredeyse. Ama sadece bir kere oldu bu, Kiziyla görüsmek istegini önceleri benim ya-nimda açiga vurmaktan çekiniyordu; öyle ki, benden o-nunla ilgili her seyi sorup ögrendikten sonra her seferinde, kiziyla ilgilenmesine ilgilendigini, ama Natasa'nin af-fedilemeyecek bir suç isledigini söylemeyi gerekli buluyordu. Ama yapmacik bütün bunlar. Anna Andreyevna'-nin bazan çok üzüldügü, agladigi, benim yanimda Natasa'yi hasretle andigi, Nikolay Sergeiç'ten aci aci yakindigi oluyordu. Ama kocasinin yaninda sadece üstü kapali söz ediyordu duygularindan; gururun, kati yürekliligin kötü oldugunu, suçlari affetmeyi bilmedigimizi, Tanrinin affetmeyenleri bagislamayacagini söylüyor, daha ileri gidemiyordu. Böyle anlarda ihtiyar ya hemen surat asiyor, kaslarini çatarak susuyor, ya - çogunlukla ne söyleyecegini bilemeden - bambaska bir konudan açiyor, ya da ikimizi yalniz birakarak odasina çekiliyordu. Anna Andreyevna da böylece içini tamamen dökmek, aglayip sizlamak firsatini buluyordu. Onlara gittigim aksamlar bana hos geldin dedikten hemen sonra, - Anna Andreyevna'ya Natasa'yla ilgili son haberleri verebilmem için - odasina çekiliyordu zaten. O aksam da öyle yapti. Içeri girer girmez, - Sirilsiklam oldum, dedi, ben odama çikiyorum Vanya, sen otur. Olanlari anlat Anna Andreyevna'ya, ben simdi gelirim... Bizi yalniz birakmaktan utaniyormus gibi yüzümüze bakmamaya çalisarak aceleyle çikti. Böyle durumlarda - özellikle yanimiza döndügü zaman - bana karsi da Anna Andreyevna'ya karsi da daha bir soguk; hattâ, yufka yü- reklilik gösterdigi için kendi kendine kiziyormus gibi öfkeli davranirdi. Son zamanlarda benden hiç bir seyini saklamayan, Anna Andreyevna, yalniz kalinca, - Böyle iste bu adam, dedi, hep böyle yapiyor bana. Üstelik, kurnazliginin farkinda oldugumuzu da biliyor. Ne diye numara yapar, bilmem! Yabancisiyim sanki. Kizma karsi da öyle. Allah bilir ya, onu affetmek için can atiyor. Geceleri hep agliyor, kaç kere duydum! Ama hiç renk vermiyor gene de. Gururu ayaklandi bir kere... Anam babam Ivan Petroviç, çabuk söyle bana: Nereye gidiyordu ? - Nikolay Sergeiç mi? Bilmiyorum; ben de ayni seyi size soracaktim. - Sokaga çikinca dondum kaldim. Hasta hasta, hem de böyle bir havada, gece vakti nereye gedebilirdi... Önemli bir isi vardir, diye düsündüm; sizin de bildiginiz isimizden baska ne önemli olabilirdi bizim için... Kendi kendime böyle düsünüyor, ona bir sey soramiyordum: Son günlerde hiç bir sey soramiyorum ona zaten, ikisi yüzünden sesim solugum kesildi. Natasa'ya gittigine göre, affedecek onu demek, diye geçiriyordum içimden. Her seyi biliyor, son olaylardan da haberdar. Bundan kuskum yok, ama nereden ögrendigini bilemiyorum. Dünden beri çok üzgün. Bakiyorum susuyorsunuz! Orada yeni neler oldu, anlat bana. Dört gözle bekliyordum sizi. O canavar birakiyor mu Natasa'yi? Bildiklerimi hemen anlattim Anna Andreyevna'ya. Her zaman açik konusuyordum onunla, bir seyi saklamiyordum. Alyosa'yla Natasa'nin gerçekten ayrilmak üzere olduklarim, bu seferkinin öteki anlasamamazliklarina benzemedigini söyledim. Natasa'nin dün bana bir mektup yollayip, bu aksam saat dokuzda ona ugramam için yalvardigini, bu yüzden onlara gelmek niyetimin hiç olmadi-
gini, Nikolay Sergeiç'in beni zorla getirdigini eklemeyi de unutmadim. Durumun kritik oldugunu; iki hafta önce dönen Alyosa'nin babasinin söz dinlemek istemedigini, Al-yosa'yi sikiya aldigini; en önemlisi de, Alyosa'nin galiba nisanlisindan hoslandigini, hattâ kiza tutuldugu söylentilerinin dolastigini anlattim. Mektuptan, Natasa'nin onu yazarken son derece heyecanli oldugunun anlasildigini; bugün dananin kuyrugunun kopacagini yazdigini; gelecegim saati bildirmesinin tuhaf oldugunu da ekledim. - Bu bakimdan hemen gitmek zorundayim, dedim. Yasli kadin telâslanmisti. - Git, git anam babam, gitmelisin tabiî. Ama Nikolay Sergeiç'i bekle, simdi gelir, bir çay içsen... Ah, semaveri getirmemisler daha! Matrena! Nerede kaldi semaver? insan degil, bir canavar bu kadin... Çayi içer içmez söyle akla yatkin bir mazeret bul, hemen kalk. Yarin da bana gelip her seyi anlatacaksin ama. Hem biraz erken gel. Tanrim! Bir felâket mi oldu acaba? Bundan kötüsü ne olur daha! Nikolay Sergeiç her seyi biliyor, içimde öyle bir his var... Matrena'dan çok sey ögreniyorum, o da Agasa'dan haber aliyor. Agasa, Prensin evinde kalan Mariya Vasilyevna'nin vaftiz kizidir... sen de biliyorsun bunu zaten. Kocam pek sinirliydi bugün. Ne yaparsam bagiriyordu. Sonra yumusadi, «Paradan biraz sikintim var da» dedi. Sözde sikintisi oldugu için bagiriyormus bana... Yemekten sonra yatti. Delikten (kapisinda bir delik var; haberi yok bundan) baktim; zavallim Ikon dolabinin önünde yere diz çökmüs, dua ediyordu. Bunu görür görmez dizlerimin bagi çözüldü. Çayini da içmedi, uyumadi da, sapkasini alip çikti. Saat besti. Soramadim bir sey: Bagirirdi bana. Çok bagirmaya basladi bu günlerde. En küçük bir kabahatimiz olmasin, Matrena'ya da bana da Ezilenler - P : 6 bagiriyor hemen. Öyle korkuyorum ki bagirmasindan... tir tir titriyorum, yüregim duracakmis gibi vurmaya basliyor. Gerçi mahsustan bagirdigini biliyorum, ama gene de korkuyorum iste. Arkasindan tam bir saat yakardim Tanriya. Natasa'nin sana yolladigi mektup nerede? Gös-tersene onu bana bir! Gösterdim., Anna Andreyevna'nin, kâh canavar, kâh duygusuz, aptal bir çocuk dedigi Alyosa'nin sonunda Natasa'yla evlenecegine, babasi prens Pyotr Aleksandro-viç'iii izin verecegine bütün kalbiyle inandigini biliyordum. Benimle konusurken birkaç kere agzindan kaçirmisti bunu, sonra da pisman olmus, kendi sözlerini yalanlamaya çalismisti. Ama ne olursa olsun bu umudunu, ihtiyarin kuskulandigini - hattâ bir keresinde böyle umutlar besliyor diye üstü kapali olarak sitem etmisti karisina - bildigi için Nikolay Sergeiç'in yaninda açiga vuramazdi. Ihtiyar, kizinin Alyosa'yla evlenme ihtimalinin oldugunu bilse, onu yüreginden tamamen çikarip atardi saniyorum. O zaman hepimiz böyle saniyorduk. Kizini beklemesine bekliyordu, ama pisman olmus, Alyosa'sinin anisini bile kafasindan silip atmis olarak... ihtiyarin Natasa'yi affetmesi için tek sarti buydu; gerçi açiga vurmuyordu bunu, ama yüzünden, hallerinden belliydi. Anna Andreyevna gene baslamisti: - Pisirigin biridir su Alyosa, çocuktan farki yoktur, kalpsizdir de, her zaman söylemisimdir bunu. Terbiyesini de eksik vermisler, haylazin biri olup çikmis. Böyle bir ask ugruna Natasa'yi birakacak demek, aman Allahim! Hali nice olacak yavrumun, zavallimin? Bu yeni sevgilisinde ne buldu, sasiyorum dogrusu! - Nisanlisinin çok hos, iyi bir kiz oldugunu duydum Anna Andreyevna, dedim, Natalya Nikolayevna da ayni seyi söylüyordu... , Yasli kadin sözümü kesti: - Kulak asma! Neresi hosmus? Sizin gibi zipirlar için her kiz hostur, yeter ki kalçalarini sallaya sallaya yürüsün. Natasa'nin onu ögmesine gelince, ruhunun soylulugundan yapiyor bunu. Herifi tutmasini bilmiyor; her suçunu bagisliyor, öte yandan da aci çekiyor. Kaç kere aldatmis zavalliyi! Kalpsiz canavarlar! Korkuyorum, Ivan Petroviç. Herkes bir gururdur tutturmus. Hiç olmazsa bizimki yatissa da yavrumu, bir tanemi alip getirseydi buraya. Kucaklardim onu, yüzüne doya doya bakardim! Zayifladi mi? - Zayifladi, Anna Andreyevna. - Yavrucugum benim! Çektigimi bir bilsen Ivan Petroviç! Dün aksamdan beri durmadan agliyorum... ah! Sonra anlatirim sana! Yavrumuzu bagislamasini kaç kere çitlattim ona; açik açik söyleyemiyorum, üstü kapali anlatmaya çalisiyorum. Korkudan solugum da kesilmiyor degil: Ya kizar da onu temelli lanetlerse? diye düsünüyorum. Simdiye kadar lanetledigini duymadim onu... böyle bir sey yapmasindan korkuyorum iste. Mahvolurum o zaman! Babanin lanetledigi bir evlât Tanri gözünde hiçtir artik, Gece gündüz içimde bu korku. Sende de utanma diye bir sey kalmamis, Ivan Petroviç; elimizde büyüdün, evlâdimiz gibi sevdik seni; bir de kalkmis, «hos kiz» diyorsun! Mariya Vasilyevna her seyi anlatti bana. (Bir günah isledim; benimki isleri için disari çiktigi bir gün kahve içmeye çagirdim onu.) Isin aslini ögrendim ondan. Alyosa'nin babasi Prensle kontes arasinda gizli iliskiler varmis... Kontes, kendisiyle evlenmiyor diye sitem ediyormus Prense, o da habire yan çiziyormus. Kocasi daha sagken kirmadigi ceviz kalmamis karisinin... Dul kalinca da solugu Avrupa'da almis: Italyanlar, Fransizlar, baronlar eksik olmuyormus evinden; Prens Pyotr Aleksandroviç'! de o siralar yakalamis. Birinci kocasindan kalan üvey kizi da büyüdükçe büyümüs bu ara. Kontesin paralari zamanla suyunu çekmis; oysa Katerina Fyodorona'yla beraber, tüccar babasinin emniyet sandigina onun adina yatirdigi iki milyon da büyüyormus. Simdi üç milyonu oldu, diyorlar; Prens «Su kizla Alyosa'yi evlendirmeli!» diye düsünmüs. (Açikgözdür! Firsti
kaçirmaz.) Hatirlarsin, kont bir akrabalari var, saraya kabul edilen, taninmis bir kisi... o da razi olmus bu ise... Üç milyon bu, dile kolay! «Pekâlâ, demis, kontesle konusun bir». Prens kontese açmis düsüncesini. Beriki diretmis: Sagi solu belli olmaz onun, diyorlar. Kontes olduguna bakmadan, bir çok kimse görüsmüyormus onunla kentte. «Hayir, Prens, diye tutturmus, sen benimle evleneceksin; Katerina Fyodorov-na, Alyosa'yla evlenemez». Dediklerine göre kiz, analigini çok severmis; gözünün içine bakar, bir dedigini iki etmez-mis. Sessiz, melek gibi bir kizmis! Prens durumu kavramis hemen; «Sen merak etme Kontes, demis. Varini yogunu tükettin; girtlagina kadar borç içindesin. Üvey kizinla Alyosa birbirinin tam dengidir: Seninki safin biri... Alyosa'nin da kafasi çalismaz; avucumuzun içine aliriz onlari, istedigimiz yana çekeriz. Paran olur o zaman.. Benimle evlenip de ne yapacaksin?» Ne anasinin gözüdür! Mason herif! Alti ay öncesine kadar bir türlü kararini veremiyormus Kontes; Varsova'ya gitmisler, orada razi olmus... Böyle duydum iste. Mariya Vasilyevna anlatti bütün bunlari bana; kendisi de en inanilir kimselerden duymus. Anladin mi simdi? Isin asli paraya, milyonlara dayaniyor, yoksa kizin güzelligi, hoslugu hep hikâye! Anna Andreyevna'nin anlattiklari sasirtmisti beni. Birkaç gün önce Alyosa'nin kendisinden duyduklarimi dogruluyorlardi. Alyosa, para için dünyada evlenmeyecegini söyleyerek ögünüyordu. Ama Katerina Ivanovna'dan hoslaniyordu da. Gene Alyosa'dan, babasinin - bu söylentileri yalanladigi halde - Kontesi simdilik kizdirma- _ :85 - mak için onunla belki de evlenecegini duymustum. Alyosa'nin babasini çok sevdigini, onunla ögündügünü, her sözüne körü körüne inandigini söylemistim yukarda. Genç prensin nisanlisi olacak kizi ögmeme pek gücenen Anna Andreyevna, - Senin hos kiz kont soyundan degil! diye devam etti. Natasa daha uygun düserdi ona. Ötekinin olup olacagi bir tüccar kizi; oysa Natasa eski, soylu bir aileden geliyor. Ah, söylemeyi unuttum sana, kocani dün aksam hani o demir kapli sandigi var ya, onu açti, geç saatlere kadar ailemizle ilgili eski belgeleri karistirdi durdu. Öyle bir ciddiydi ki. Örgü örüyordum, bakamiyordum ona, korkuyordum. Sesimin çikmadigini görünce kizdi, kendi çagirdi beni, gece yarisina kadar ailemizin ünlü geçmisini anlatti. Biz Ihmenev'ler daha Müthis Ivan zamaninda kisizadeymisiz; benim ailem Sumilov'lara gelince, tâ Aleksey Mihayloviç zamaninda ünlüymüs, belgeleri duruyor bizde, Karamzin'in tarihinde de yaziyormus zaten. Anlayacagin, bu yönden ötekilerden asagi degiliz. Nikolay Sergeiç anlatmaya baslayinca, düsüncesini hemen anladim,, Natasa'nin küçümsenmesi dokundu ona. Yalniz zenginlikte geçiyorlar bizi. Varsin o Pyotr Aleksandroviç canavari para pesinden kossun; ne açgözlü, ruhsuz bir insan oldugunu herkes biliyor zaten. Varsova'da gizliden cizvitlige yazilmis diyorlar. Dogru mu bu acaba? Bu söylenti benim kulagima da gelmisti. - Saçma, dedim. Ama Nikolay Sergeiç'in, ailesiyle ilgili eski belgeleri karistirdigi haberi ilginçti. Soylu bir aileden geldigiyle o zamana kadar hiç ögünmemisti. Anna Andreyevna devam ediyordu: - Hepsi canavardir bunlarin! Nasil, anam babam, üzülüyor mu Natasa, agliyor mu? Ah, geç kalacaksin, hadi git! Matrena, Matrena! Kiz degil ki haydut! Hakaret ettiler mi ona Vanya? dogruyu söyle bana. Ne cevap verebilirdim? Agliyordu kadincagiz. Sonra anlatacagini söyledigi onu üzen seyin ne oldugunu sordum. - Ah yavrum, ah, dedi, çok derdim var. Çilen dolmamis besbelli! Bilmem hatirlar misin yavrum, altin kapli bir madalyonum vardi. Natasa'cigimin küçüklük resmi vardi içinde. Sekiz yasindaydi o zaman melegim. Köyden geçen bir ressama yaptirtmistik bu resmi, unuttun galiba? Iyi bir ressamdi. Natasa'yi ask tanriçasi biçiminde resmetmisti: O zamanlar altin sarisi, kivir kivir saçlari vardi. Tül bir giysi giydirmisti ona; içi gözüküyordu; öyle güzel olmustu ki, bakmaya doyamiyordu insan. Ressama bir çift de kanat eklemesini söylemistim ama razi olmamisti. Basimiza gelen bu felâketten sonra madalyonumu sandiktan çikarmis, boynuma takmistim. Haçla beraber tasiyordum onu; bir yandan da Nikolay Sergeiç görecek diye ödüm kopuyordu. Natasa'nin bütün esyalarim evden atmamizi, ya da yakmamizi emretmisti: Evde hiç bir seyin onu hatirlatmasini istemiyordu. Onun resmine bakmak yetiyordu bana; bazan ona baka baka agliyordum... rahatlatiyordu beni bu. Yalniz kaldigim zamanlar öpüyordum, öpüyordum... sanki onun yüzüydü. Konusuyordum onunla, her gece yatarken kutsuyordum. Evde baska kimse yoksa, yanimda gerçekten o varmis gibi yüksek sesle bir sey soruyordum ona; sonra, bana cevap veriyormus gibi hayal kuruyor, pesinden bir soru daha soruyordum. Ah Vanya'cigim, anlatmasi bile güç! Bizimkinin madalyondan habersiz olmasina seviniyordum. Gelgelelim, dün sabah elim boynuma gidince ne görsem begenirsin, madalyon yok, kordonu bos degil mi... kopmus, madalyon da düsmüs besbelli. Bedenimden soguk terler bosaldi. Aramadigim yeri birakmadim... yok oglu yok! Boynumdan farkina varmadan düsmüstü! Nereye gitmis; olabilirdi? Belki
\ yatakta düsürmüsümdür diye her yanini inceden inceye aradim... yok! Birisi buldu onu bence; Matrena'dan ya da ondan baska kim bulmus olabilir. Matrena'dan böyle bir sey beklemem; gizlisi yoktur benden... (Matrena, ne zaman getireceksin su semaveri?) Ya onun eline geçerse ben ne yaparim? diyordum kendi
kendime. Kara kara düsünüyordum; gözyaslarimi tutamiyordum. Nikolay Sergeiç de bana karsi yumusadikça yumusuyordu. Niçin agladigimi biliyor da bana açiyormus gibi bakiyordu yüzüme. «Nereden bilecek?» diye geçiriyordum içimden. Yoksa madalyonu bulmus, pencereden firlatip atmis miydi? Yaradilisi bakimindan pekâlâ yapabilir bunu; atmistir, simdi de attigi için üzülüyordur. Matrena'yla gidip pencerenin diplerini aradim; orada da yoktu. Yer yarilmis içine girmisti sanki. Gece sabaha kadar agladim., Ilk kez dün gece kutsayamadan yattim yavrumu. Ah Ivan Petroviç, kötü, çok kötü bu, iyiye isaret degil! Iki gündür durmadan agliyorum. Hiç olmazsa içimi döküp, biraz avunmak için sizi, melegimi bekliyordum... Kadincagiz aci aci aglamaya baslamisti. Bir sey hatirlamis gibi gülümseyerek, - Ah, dedi birden, söylemeyi unuttum! Bir "yetim kizdan söz etti mi sana? - Etti Anna Andreyevna; beraberce karar verdiginizi; yoksul, yetim bir kiz çocugunu alip büyüteceginizi söyledi. Dogru mu bu? - Aklimin ucundan bile geçirmedim! Yetim - metim istedigim de yok benim! Onu gördükçe kötü talihimizi, ugradigimiz felâketi hatirlarim sonra! Natasa'dan baska hiç kimseyi istemiyorum. Bir kizini oldu hayatta, baska da olmayacak! Bu yetim kizi da nereden çikardi? Ne dersin Ivan Petroviç? Döktügüm gözyaslarini görüp, avunmam için mi? Yoksa öz kizimi kalbimden çikarip atayim da baskasinin çocuguna baglanayim diye mi istiyor bunu? Gelirken benim için ne söyledi sana? Nasil buldun onu... sinirleri bozuk, degil mi? Sist! Geliyor! Sonra anlatirsin, anam babam, sonra!.. Yarin gelmeyi unutma sakin... XIII ihtiyar girdi odaya. Bir seyden utaniyormus gibi merakla bakti yüzümüze, kaslarini çatip masanin yanina gitti. - Semaver hâlâ hazir degil mi? diye sordu. Anna Andreyevna telâslanmisti. - Simdi getiriyorlar, anam babam, bak iste geldi. Matrena, Nikolay Sergeiç'in gelmesini bekliyormus gibi hemen getirmisti semaveri. Yasli, güvenilir, Ihmenev'lere candan bagli, ama inatçi bir hizmetçiydi bu. En küçük bir seye hemen homurdanirdi. Nikolay Sergeiç'ten korkar, onun yaninda dilini tutardi. Ama Anna. Andreyevna'ya karsi pek kaba davranir, açiktan açiga ona hükmetmeye çalisirdi. Ne var ki Natasa'yla onu yürekten sevdigi de belliydi,. Daha Ihmenevka'dan taniyordum bu Matrena'yi. ihtiyar, - Off... insan sucuk gibi islanir da eve gelince hazir çay bulamazsa, ona çay yapmak istemezlerse kötü, diye homurdandi. Anna Andreyevna onu göstererek göz kirpti bana. Bu çesit esrarli göz kirpmalardan nefret ederdi Ihmenev," gerçi bizden yana bakmamaya çalisiyordu ya, yüzünden Anna Andreyevna'nin bana onu göstererek göz kirptiginin farkinda oldugu belliydi. Birden, - islerim vardi Vanya, dedi. iyice sarpa sardilar. Anlatmis miydim sana? Suçlu buluyorlar beni. Delilim, belgem yokmus; hesaplar yanlismis... ya... 89 Prensle aralarindaki dâvadan söz ediyordu. Hâlâ devam ediyordu bu dâva, ama son zamanlarda Nikolay Sergeiç'in iyice aleyhine dönmüstü. Susuyor, ne cevap verecegimi bilemiyordum. Kuskulu kuskulu yüzüme bakiyordu, ikimizin susmasina sinirlenmis gibi öfkeyle birden, - Ne olacaksa bir an önce olsun! dedi. Para cezasina çarptirsalar bile gönlüm rahat ya... Ne karar verirlerse versinler, umurumda degil. Yeterki bitsin su is; yakami biraksinlar... Her seyimi onlara verip Sibirya'ya gidecegim. Anna Andreyevna tutamadi kendini. - Tanrim, Sibirya'ya mi? Niçin o kadar uzaga gidecegiz ? Ihtiyar, kendisine itiraz edilmesine sevinmis gibi, kaba bir tavirla, - Uzak mi? dedi, burada kime yakinsin? Anna Andreyevna elemli elemli bana bakarak, - Hiç degilse... insanlara... dedi. Ihmenev bir bana bir karisina bakti. - Insanlar dedigin kim? diye bagirdi. Hangi insanlara yakinsin burada? Soygunculara, iftiracilara, hainlere mi ? Merak etme, her yerde doludur böyleleri; Sibirya'da da çikarlar karsimiza, Benimle gelmek istemiyorsan o baska; kal burada; zorla götürmem seni. Zavalli Anna Andreyevna, - «Nikolay Sergeiç! diye bagirdi. Kimin yaninda kalabilirim! Senden baska kimim var be... Sesi çatallasti, sustu, yardimimi diliyormus gibi ürkek bakislarini bana dogrulttu. ihtiyarin heyheyleri üzerindeydi, her seye kiziyordu; en iyisi itiraz etmemekti ona. - Üzülmeyin Anna Andreyevna, dedim, sandiginiz kadar kötü bir yer degildir Sibirya, isler ters gider de Ihmenevka'yi satmak zorunda kalirsaniz, Nikolay Sergeiç'in düsündügü gibi yapmak sizin için en akillica yol olur. Sibirya'da iyi bir yer bulabilirsiniz, hem o zaman... - Bak, hiç degilse senin kafan çalisiyor Vanya: Ben de böyle düsünüyorum. Her seyi birakip gidecegim. Anna Andreyevna ellerini ogusturarak, - Bunu senden beklemezdim Vanya, dedi, demek sen de ayni düsüncedesin! Dogrusu, senden beklemezdim bunu Ivan Petroviç... Simdiye kadar analik babalik ettik sana, tutmus...
- Ha-ha-ha! Ne bekliyordun ya? Burada kalirsak neyle geçinecegiz, bir düsün bakalim! Para suyunu çekti! Prens Pyotr Aleksandroviç'e gidip özür dilememi ister miydiniz acaba? Prens'in adini duyunca yasli kadin korkudan titremeye baslamisti. Elindeki çay kasigi tabagina çarparak ses çikariyordu. Ihmenev hirçin, inatçi bir hazla kendi kendini costurarak, - Evet Vanya, dedi, en iyisi öyle yapmali! Ne diye Sibirya'ya gidelim! Yarin iki dirhem bir çekirdek giyinirim, saçlarimi güzelce tarar, briyantinlerim; Anna Andreyevna yeni bir yakalik hazirlar bana (böyle yüksek bir kisinin yanina baska türlü gidilmez çünkü!) Her sey tam olsun diye bir çift de eldiven alirim kendime... huzurlarina çikarim; «Efendim, derim, anam babam, velinimetim! Bagisla beni, biz ettik sen etme, bir lokma ekmegi çok görme bize, çoluk çocuguma aci!...» Iyi mi Anna Andreyevna? Bunu mu istiyorsun? Kadincagizin titremesi gittikçe artiyordu. - Bir sey istedigim yok benim... dedi, aptalligimdan söyledim öyle! Canini siktiysam kusuruma bakma, ama ne olur bagirma da öyle. Zavalli karisinin gözyaslarini, korkusunu gördükçe ihtiyarin içinin sizladigina, ondan daha çok üzüldügüne, eminim. Ama gene de tutamiyordu kendini. Son derece iyi, ama zayif iradeli insanlarda bazan görülür bu hal.
Iyi olduklari halde üzüntüleri, öfkeleri haz verir onlara. Her ne pahasina olursa olsun, - hattâ hiç bir suçu olmayan baska birisine, çogunlukla çok sevdigi bir yakinma kötülük ettigini bile bile - içlerindeki zehiri dökmekten geri kalmazlar. Sözgelimi, kadinlarda durup dururken kendilerini hakarete ugramis, mutsuz görmek bir ihtiyaçtir. Bu bakimdan kadinlara benzeyen çok erkek vardir,, Hem zayif yaradilisli erkekler degildir bunlar. Ihtiyar hir çikarmak istiyor, bu istegini yenemedigi için üzülüyordu. Hatirliyorum, o anda «Sakin Anna Andreyevna'nin düsündügü gibi bir sey yapmis olmasin?» diye geçirdim içimden. «Kim bilir belki de tek çikar yolun o oldugunu görmüs, Natasa'ya gidiyordu, yolda akli basina geldi ya da bir sey oldu, vaz geçti... yüzdeyüz öyle olmustur; sinirleri bozuk, biraz önceki isteginden, duygularindan utanarak döndü eve; zayifliginin öfkesini alabilecegi birisini ariyordu; ayni istegi, duygulari tasidigindan kuskulandigi insani seçti...» Kizini affetmek isteyisinde, zavalli Anna Andreyevria'sinin duyacagi sevincin büyük payi vardi elbette; gelgelelim, bu istegini gerçeklestiremedigi sürece hincini kadincagizdan aliyordu. Ama korkudan titreyen Anna Andreyevna'nin perisan hali simdi dokunmustu ona. Öfkesinden utanmis gibi bir an tuttu kendini. Üçümüz de susuyorduk; ihtiyara bakmamaya çalisiyordum. Ne var ki bu an pek uzun sürmedi. Heyecanla ya da nefretle olsun, içini boslatmasi gerekiyordu. Birden, - Bak Vanya, dedi, söylemek istemiyordum ama sirasi geldi, dürüst bir insan olarak her seyi dosdogru anlatacagim sana... anliyor musun? Senin gelmene sevindim, yaninda, baskalarinin da duymasi için yüksek sesle söyleyeyim ki, bütün bu saçmaliklar, gözyaslari, ahlar - oflar canimi sikmaya basladi artik. Yüregimden - belki de ka- nayarak, sizlayarak - koparip attigim bir sey artik bir daha eski yerini alamaz. Evet! Göreceksiniz! Alev alev bakislarini bana dogrultarak - karisinin ürkek bakislarindan gözünü kaçirdigi belliydi - devam etti: - Alti ay önceki olaydan söz ediyorum Vanya! Beni yanlis anlamayasin diye açik konusuyorum. Tekrar ediyorum: canima tak dedi artik; istemiyorum!.. Böylesine bayagi, zayif duygularim olabileceginin sanilmasi... üzüntüden aklimi yitirecegimden kuskulanilmasi tepemi attiriyor... Saçma! Eski duygularimi söküp attim içimden, unuttum! Ani diye bir sey yok benim için artik... yok! yok! yok!.. Ayaga firlayip yumrugunu olanca gücüyle masaya indirdi, bardaklar sangirdadi, Kendimi tutamadim, âdeta öfkeyle baktim yüzüne. - Nikolay Sergeiç! Anna Andreyevna'ya da acimiyor musunuz? Bakin ne hâle soktunuz onu! Ama onu daha da kizdirmaktan baska bir seye yaramamisti bu çikisim. Yüzü kireç gibi, zangir zangir titreye- rek, -Acimiyorum! diye haykirdi. Acimiyorum, çünkü bana da aciyan yok! Acimiyorum, çünkü lânetlenmeyi de her türlü cezayi da hakeden ahlâksiz kizim yararina, beni hedef tutan çirkin komplolar hazirlaniyor evimde!.. Anna Andreyevna, - Nikolay Sergeiç, diye bagirdi, ne olursun lanetleme!.. Ne istersen söyle, yalniz lanetleme kizimi! ihtiyar, sesini bir kat daha yükseltti: - Lanetleyecegim! Çünkü onuru bir paralik edilmis, hakarete ugramis olan benden, o lânetli kizin ayagina gidip özür dilemem isteniyor! Evet, evet böyle bu! Gece gündüz evimde bununla iskence ediliyor bana; agliyorlar, sizliyorlar, budalaca seyler ima ediyorlar! Acindirmak is- _ 93 - tiyorlar beni... - Yeleginin yan cebinden titreyen elleriyle birtakim kâgitlar çikardi - Bak Vanya, bak, dâva dosyasindan not ettigim bölümler bunlar! Benim hirsiz, dolandirici oldugum, velinimetimi soydugum iddia ediliyor!.. Onun (Natasa'nin) yüzünden rezil kepaze oldum! Iste, bak, bak!.. Cebindeki kâgitlari çikarip çikarip masanin üzerine atiyor, bana göstermek istedigini ariyordu. Ama aradigi kâgidi bulamiyordu bir türlü. Sabirsizlikla elini cebine daldirip, avucuna geleni çikardi; agir bir sey çarpti masaya, sangirdadi... Anna Andreyevna bir çiglik atti. Kaybettigi madalyonuydu bu.
Gözlerime inanamiyordum. ihtiyarin yüzü bir anda kipkirmizi olmustu, titriyordu. Anna Andreyevna ellerim önünde kavusturmus, yalvaran gözlerle ona bakiyordu. Mutlu bir umut pariltisi vardi yüzünde. Ihtiyarin yüzündeki bu kirmizilik, karsimizdaki bu saskinligi... evet, ya-nilmiyordu Anna Andreyevna; madalyonunu artik temelli yitirdigini anlamisti!.. Kocasinin madalyonu buldugunun, onu bulmasina sevindiginin farkindaydi. Belki de heyecandan titreyerek, kiskançlikla bütün gözlerden saklamisti onu; yalniz kaldigi bir yerde, sevgili yavrusunun o güzelim yüzüne bakmisti, bakmisti... doyamamisti bakmaya; belki de zavalli annesi gibi o da odasina kapanip biricik Natasa'siyla konusmus, ona sorular sorup cevaplarini kendi vermis; gece de yüregi istiraptan sizlarken, hiçkiriklarini gögsünde bastirarak sevimli resmi oksamis, öpmüs, baskalarinin yaninda lanetledigi, yüzünü görmek istemedigi kizi için Tanriya yakarmisti. Anna Andreyevna, biraz önce Natasa'sini lanetleyen öfkeli babanin karsisinda daha fazla tutamadi kendini, - Ne dersen de, hâlâ seviyorsun onu anam babam! diye bagirdi. Karisinin bagirmasini duydugu anda çilgin bir öfke pariltisi belirdi ihtiyarin gözlerinde. Madalyonu kaptigi gibi var gücüyle yere çarpti, topuguyla ezmeye basladi. Tikanarak hirliyordu: - Ömrümün sonuna kadar lanetliyorum onu, ömrümün sonuna kadar! Anna Andreyevna, - Tanrim! diye haykirdi, onu, onu lanetliyor! Benim Natasa'mi! O tatli yüzünü... çigniyor! Ayaginin altinda!.. canavar! Duygusuz, kalpsiz, kendini begenmis! Karisinin çigligini duyan çilgin ihtiyar bir an durdu: Yaptigindan dehsete kapilmisti. Birden egilip yerden aldi madalyonu, kapiya dogru kostu; ama iki adim atmisti ki dizlerinin üzerine yigildi, kollarini önündeki kanepeye dayadi, bitkin bir durumda basini önüne egdi. Çocuk gibi agliyordu. Hiçkiriklar gögsünü sikistiriyordu. Sert ihtiyar bir anda çocuktan da zayif olmustu. Artik lânetleyemezdi Natasa'yi; bizden utanmiyordu simdi, bir dakika önce ayaginin altinda çignedigi resmi bizim yanimizda coskun bir sevgiyle öpüyor öpüyordu. Bunca zamandir içinde sakladigi, kizina olan sevgisi sanki önüne geçilmez bir çig gibi tasmis, bütün benligini sarmisti. Anna Andreyevna kocasinin üzerine egilmis, onu kucaklamis, yüksek sesle, - Affet, affet onu! diyordu. Baba evine döndür onu, Tanri iyiliginin, öfkeni yenmenin mükâfatini verir sana!.. ihtiyar kisik, derinden gelen bir sesle, - Hayir, olmaz! dedi. Dünyada olmaz! Ölürüm de affetmem onu! Affetmem! XIV Natasa'ya gittigimde vakit iyice geçmis, saat on olmustu. O siralar Fontanka'da, Semyonovski köprüsü ya-
kinlarinda, pis bir «apartman» olan tüccar Kolotuskin'in evinin dördüncü katinda oturuyordu. Önce Alyosa'yla beraber Liteynaya'da güzel bir evin üçüncü katinda, küçük ama rahat, hos dösenmis bir dairede oturuyordu. Ama genç Prensin parasi kisa zamanda tükendi. Müzik ögretmenligi isi olmamisti. .Sagdan soldan ödünç para almaya baslamis, girtlaga kadar borca girmisti. Paralari hep evin süsüne, Natasa'ya aldigi armaganlara veriyordu. Bu israfi yüzünden sitem ediyordu ona Natasa, bazan agliyordu bile. Duygulu bir insan olan Alyosa kimi zaman bir hafta önceden büyük bir hazla kendini hayallere kaptirir; Natasa'ya armaganini sunarken onun nasil sevinecegini düsünürken mutlulugun en yücesini tadar; düsüncelerini, hayallerini coskun bir sevinçle bana açardi. Ne var ki Natasa'nin armagani alirken yüzünü eksitmesi, sitem etmesi bütün umutlarini yikardi, öyle ki acirdim ona. Sonralari bu armaganlar yüzünden tatsiz tartismalar bile çikmaya baslamisti aralarinda. Bu arada Alyosa'nin Natasa'dan gizli para harcadigi da oluyordu. Arkadaslarina uyuyor, Natasa'ya ihanet ediyordu; birtakim Jozefin'lerle, Min-na'larla iliskisi vardi; ama öte yandan Natasa'yi da çok seviyordu. Bu sevgi istirap veriyordu ona; sik sik bitkin, üzgün bir durumda bana geliyor, Natasa'sinin küçük parmagi etmeyeceginden; kaba, duygusuz bir insan oldugu için onu anlayamadigindan, onun sevgisine lâyik olmadigindan dert yaniyordu. Bir bakima hakliydi; birbirinin dengi degildiler. Alyosa, Natasa'nin karsisinda kendisini bir çocuk hissediyordu, beriki de onu her zaman bir çocuk olarak görüyordu zaten. Delikanli, Jozefin'le iliskisinden aglayarak, pismanlik duyarak söz ederdi bana, Natasa'ya söylememem için yalvarirdi; bütün bu itiraflardan sonra benimle beraber, korkudan tir tir titreyerek Natasa'nin yanina gittiginde (böyle zamanlarda, isledigi suçtan sonra Natasa'nin yüzüne bakmaya korktugunu, yalniz benim yanimda biraz cesaret bulabilecegini söyleyerek bensiz gitmezdi sevgilisinin yanma) evet, korkudan tir tir titreyerek Natasanin yanina gittiginde genç kiz daha ilk bakista her seyi anlardi. Çok kiskançti, Alyosa'nin bu çapkinliklarini nasil bagisliyordu, aklim almiyor. Çogunlukla söyle oluyordu. Alyosa benimle içeri giriyor, onunla ürkek ürkek konusuyor, sevgi dolu bakislarim gözlerinin içinden ayirmiyordu. Natasa delikanlinin suçlu oldugunu anlamakta gecikmiyordu tabiî; ama renk vermiyor, konuyu hiç bir zaman kendi açmiyor, agzini aramiyor, tam tersine hemen sevgisini bir kat daha arttiriyor, daha bir neseleniyordu... isin tuhafi, bunu bir kurnazlik düsünerek yaptigi da yoktu. Hayir... Bu temiz ruhlu kiz için affetmekte, bagislamakta sonsuz bir haz vardi; Al-yosa'yi affetmek ona büyük bir mutluluk veriyordu sanki. O zamanlar tek suçlu Jozefin'lerdi zaten. Natasa'nin tatli, onu affeden bakislarini görünce dayanamazdi Alyosa,
yüregine çöken yükü hafifletmek, kendi deyimiyle «eskisi gibi olmak» için, sorulmadan her seyi itiraf ediverirdi. Affedilince cosar, hattâ bazan duygulanarak aglar, Natasa'yi öper, kucaklardi. Sonra gene neselenir, Jozefin'le aralarinda geçenleri çocuksu bir içtenlikle anlatmaya baslar, kahkahalarla güler, Natasa'yi öger, göklere çikarirdi. Huzur içinde, nese içinde sona ererdi gece. Parasi iyice suyunu çekince esyalarini satmaya basladi. Natasa'nin israriyla Fontanka'da küçük, ucuz bir daire buldular. Esyalar satilmaya devam ediyordu; Natasa kendi giyeceklerini de satiyor, bir yandan da is ariyordu. Bunu ögrendigi zaman Alyosa pek üzülmüstü: Kendi kendini lanetlemis, «ne denli asagilik bir insan oldugumu biliyorum» diye bagirmis, ama durumu düzeltmek için gene de bir seyler yapmamisti. Simdi satacak esyalari da kalmamisti; yalniz isten ellerine geçen para vardi ki bu da çok azdi.
Bu durum, daha Alyosa babasinin evindeyken baba ogul arasina sogukluk sokmustu. Prensin, oglunu kontesin üvey kizi Katerina Fyodorovna Filimonova'yla evlendirmek niyeti o zamanlar henüz bir tasariydi, ama aklina iyice koymustu bunu; Alyosa'yi sik sik kontesin evine götürüyor, kiza kibar davranmasini söylüyor, kâh iyilikle kâh sert davranarak onu yola getirmeye çalisiyordu; ama Kontes bozmustu isi. O zaman Prens de oglunun Natasa'yla iliskisini görmemezlikten gelmeye basladi; Alyosa'nin uçariligini bildigi için bu askinin çabuk son bulacagini umuyordu. Oglunun Natasa'yla evlenecegi düsüncesini ise son âna kadar aklinin ucundan geçirmemisti. Sevgililerin de harekete geçtikleri yoktu zaten; Natasa'nin babasiyla barismasini, kosullarin degismesini bekliyorlardi. Hem Natasa buna pek yanasmiyordu sanirim. Alyosa bir gün konusurken - Natasa yoktu yanimizda - babasinin bu serüvene biraz sevinir gibi oldugunu kaçirdi agzindan; Ihmenev'lerin küçük düsmesi hosuna gidiyormus. Öte yandan, oglunun Natasa'yla olan iliskisinden hoslanmiyormus gibi davraniyordu: Zaten az olan ayligini (ogluna karsi pek cimriydi) iyice kismis; tamamen kesecegini söyleyerek ona göz dagi veriyormus. Ama kisa bir zaman sonra, bazi isleri için Polonya'ya giden Kontesin ardina düstü. Alyosa'yi Katerina Fyodorovna Filimonova'yla evlendirmek düsüncesini hâlâ çikarip atmamisti kafasindan. Gerçi evlenecek yasta degildi henüz Alyosa, ama kiz çok zengindi, böylesine bir firsat kaçiril-mazdi. Sonunda istedigi olmustu Prensin. Alyosa'nin Katerina Fyodorovna'yla evlenmesi isinin yoluna koyuldugu söylentileri kulagimiza kadar geliyordu. Olaylarini anlattigim günlerde Prens yeni dönmüstü Ptersburg'a. Oglunu çok iyi karsiladi, ama onun Natasa'yla iliskisini hâlâ sür- Ezilenler - F : 7 dürmesi biraz canini sikti. Kuskulanmaya, korkmaya baglamisti. Hemen ayrilmalarini buyurdu; ama daha etkili bir yol tutmasinin gerektigini anlamakta gecikmedi, Alyosa'yi alip Kontes'e götürdü. Katerina Fyodorovna çocuk denecek yasta, tatli, güzel bir kizdi. Son derece temiz bir kalbi vardi; kibar, neseli, akilliydi. Prens, oglunun en çok alti ay sonra Natasa'dan sogumaya baslayacagini, Katerina Fyodorovna'ya o zaman baska gözle bakacagini tahmin ediyordu. Bir ölçüde yanilmamisti... Gerçekten de, kontesin kizina yakin ilgi gösteriyordu Alyosa, Sunu da ekleyeyim. Prens ogluna karsi son derece yumusak davraniyordu artik (ama gene para vermiyordu). Alyosa, bu yumusakligin altinda babasinin kesin kararinin saklandigini sezinliyor, üzülüyordu... ama Katerina Fyodorovna'yi bir gün görmese duyacagi üzüntü kadar degil... Bes gündür Natasa'ya ugramadigini biliyordum. Ihmenev'lerden Fontanka'ya giderken endiseyle «Acaba ne söylemek istiyor bana?» diye düsünüyordum. Uzaktan, odasinda isik yandigini gördüm. Benimle görüsmek istedigi zamanlar, evinin yakinlarindan geçersem (hemen her aksam geçerdim oradan) göreyim diye kandili pencerenin önüne koymasini kararlastirmistik aramizda; isigi orada görünce Natasa'nin beni bekledigini anliyordum. Son zamanlarda sik sik koyuyordu kandili pencerenin önüne... XV Yalniz buldum Natasa'yi. Kollarini gögsünün üzerinde çapraz baglamis, dalgin dagin bir asagi bir yukari dolasiyordu odanin içinde. Çoktandir masanin üzerinde beni bekleyen semaver sönmüstü. Gülümseyerek, bir sey söylemeden elini uzatti bana. Yüzü bembeyazdi. Gülümsemesinde aci, cana yakin, sabirli bir sey vardi. Mavi gözleri __ qq __ 99 eskisinden daha bir irilesmis, saçlari gürlesmisti sanki... zayifligindan, hastaligindan öyle gözüküyordu. Elimi sikarken, - Gelmenden umudumu kesmistim, dedi, Mavra'yi yollayacaktim sana biraz sonra; gene hastalandin sandim. - Hayir, hasta falan degilim, alakoydular beni, anlatirim. Senin nen var Natasa? Bir sey mi oldu? Natasa sasirmis gibi, - Yo, dedi, niçin sordun? - Mektubunda... gelmemi yazmandan baska, saatini de belirtiyordun; simdiye kadar hiç böyle yazmamistin. - Ah, evet! Dün bekliyordum onu. - Hâlâ gelmedi mi? - Gelmedi.
Bir an sustuktan sonra ekledi: - Gelmezse seninle konusmam gerekecek diye düsündüm de. - Bu aksam da bekliyor musun? - Hayir; bu aksam orada oldugunu biliyorum. - Ne düsünüyorsun Natasa artik hiç gelmeyecek mi sana? Asiri ciddi bir tavirla yüzüme bakti. - Gelecek elbette, dedi. Bu aceleciligim hosuna gitmemisti. Sustuk; odanin içinde dolasiyorduk. Gene gülümseyerek, - Dört gözle seni bekliyordum Vanya, diye basladi, hem ne yapiyordum, biliyor musun ? Odanin içinde bir asagi bir yukari dolasiyor, kendi kendime ezbere siir okuyordum. Hatirliyor musun... çingirak, kisin kar tutmus yol: «Semaverim mese masamin üzerinde fokur fokur kaynarken...», beraber okurduk: Tipi dindi; yol gözüküyor artik, Gecenin donuk milyonlarca gözü tepemizde... (1) - Sonra da : Birden korkunç bir sesin, Çingirakla dostça konustugunu duyuyorum: «Ah, bir gün gelecek sevgilim, Gögsüme yaslayip basini, dinlenecek! Sabahin ilk isiklari Penceremin caminda buzla oynasirken, Semaverim mese masamin üzerinde fokur fokur kaynarken, Sobam çitirdiyarak, Kösede renkli perdenin ardindaki yatagimi aydinlatirken, Mutlu degilim de neyini!...» - Çok hos! insanin içine isliyor Vanya, degil mi? Ne dokunakli! Birkaç çizgiyle anlatmak istedigi her seyi anlatmis ozan. iki duygu var: Önceki ve sonraki. Semaver, basma perde... bizden bir seyler var bunlarda... Sanki tasrada bir ev anlattigi... sanki görüyorum bu evi: Yeni, henüz kaplamalari çakilmamis ahsap bir ev... Sonra öteki tablo: Gene o sesi duyuyorum birden, Aci aci dert yaniyor çingiraga: «Nerede benim o eski dostum? Çikagelecek, boynuma atilacak diye, (1) Y. P. Polonski'nin «Çingirak» (1854) siirinden.
Korkuyorum! Bu da hayat mi! Sikici, karanlik günlerim! Küçücük odam dapdaracik, Penceresinden rüzgâr giriyor içeri... Bahçesinde tek bir visne agaci var, O da buz tutmus camdan gözükmüyor, Belki çoktan donmustur zaten. Hayat mi bu! Perdenin de rengi kalmadi; Hastayim, yakinlarima gidemiyorum, Ne beni azarlayanim var, ne de sevenim... Yalniz kocakarinin dirdiri...» - «Hastayim»... Ne yerinde kullanilmis bu sözcük! «Ne azarlayanim var»... ince duygularla dolu bu siir; anilarin buruklugu, insana haz veren o elemi var bunda... Tanrim, ne hos bir siir! Hayatin ta kendisi! Bogazinda bir sey dügümlenmis gibi sustu. Bir dakika sonra, - Sevgili Vanya! dedi. Ne söyleyecegini unutmus gibi gene sustu; belki de bir sey düsünmeden söylemisti bunu, içinden öyle gelmisti. Hâlâ dolasiyorduk odanin içinde. Tasvirin önünde bir kandil yaniyordu. Son zamanlarda pek dindar olmustu Natasa; ama din duygularindan söz edilmesini sevmiyordu. - Ne o, yarin bayram mi? diye sordum, kandili yakmissin. - Hayir, bayram degil... otur istersen Vanya, yorul-tnussundur. Çay içer misin? Aksam çayini içmedin, degil mi? - Oturalim Natasa. Içtim. - Nereden geliyorsun? - - Onlardan. Natasa'nin baba evinden onlardan diye söz ederdik. - Onlardan mi? Nasil olur? Kendin mi ugradin, yoksa çagirdilar mi?... Soru yagmuruna tutmustu beni. Heyecandan yüzü daha da solmustu. ihtiyarla sokakta karsilasmamizi, annesiyle konusmamizi, madalyon olayini oldugu gibi, bütün ayrintilariyla anlattim. Hiç bir sey saklamazdim ondan. Dikkatle dinliyordu beni. Gözlerinde yaslar birikmisti. Madalyon olayi pek dokundu ona. Sözümü ikide bir keserek, - Dur, dur Vanya, diyordu, daha ayrintili, her seyi oldugu gibi anlat, pek kisa geçiyorsun!..
Ayrintilarla ilgili sordugu sorulara cevap vere vere bir daha, bir daha anlattim ayni seyi. - Gerçekten bana mi geliyordu dersin? - Bilmiyorum Natasa, hiç bir sey düsünemiyorum. Seni özledigi, sevdigi besbelli; ama sana gelmesi, bu... bu... Natasa sözümü kesti: - Resmimi öptü degil mi? Ne söyleyerek öpüyordu? - Ne söyledigi anlasilmiyordu; en candan adlar veriyor, çagiriyordu seni... - Çagiriyor muydu? - Evet. Sessiz sessiz aglamaya baslamisti Natasa. - Zavallilar, dedi. Bir an sustuktan sonra devam etti: - Her seyi bilmesi olagan zaten. Alyosa'nin babasiyla da ilgili çok sey biliyor. Çekingen, - Natasa, dedim, gidelim onlara... Oturdugu koltukta hafifçe dogrularak, - Ne zaman? diye sordu.
Yüzü bembeyaz olmustu. Hemen simdi gidelim dedim saniyordu. Ellerini omuzlarima dayayip aci aci gülümsedi. - Hayir Vanya, olmaz canini; her zaman söylersin bunu, ama... kapa artik. Canim sikkin, - Hiç mi bitmeyecek bu korkunç ayrilik? diye haykirdim. Ilk adimi atamayacak kadar magrur musun? Ilk adimi senin atman gerekiyor. Baban seni affetmek için bunu bekliyordur belki... Bir babadir o; hakaret ettin ona! Gururuna saygi duy; dogal, hakli bir gururdur bu! Ilk adimi atmak zorundasin. Dene bir kere, hiç bir sart öne sürmeden affedecektir seni. - Öyle mi saniyorsun! Olamaz bu; bosuna sitem etme bana Vanya. Gece gündüz hep bunu düsündüm, dür sünüyorum da. Evden kaçali beri bunun üzerinde düsünmedigim günüm olmadi. Seninle de kaç kere konustuk! Bunun imkânsiz oldugunu sen de biliyorsun zaten! - Dene bir kere! - Hayir dostum, imkânsiz. Böyle bir sey yapsam büsbütün kizar. Kisi, temelli kaybettigi bir seyi bir daha elde edemez artik; neden söz ettigimi anladin mi? Onlarin yaninda geçirdigim mutlu çocukluk günlerimi... Babam affetse bile, taniyamaz beni simdi. Küçük bir kiz çocugunu, büyüdügü halde çocuk kalmis bir genç kizi seviyordu o. Çocuksu safligimdi hoslandigi. Daha yedi yasinda bir çocukken dizine oturup ona çocuk sarkilari söyledigim zamanlarda oldugu gibi oksardi saçlarimi. Ta küçüklügümden son güne kadar her gece karyolamin basucuna gelir, kutsardi beni. Felâketimizden bir ay önce benden gizli olarak (oysa her seyi biliyordum) bir çift küpe almisti bana; armaganina ne çok sevinecegimi düsünerek bir çocuk kadar mutluydu; küpelerden haberdar oldugumu söyleyince hepimize - basta bana tabiî - öyle kiz- misti ki. Evden kaçisimdan üç gün önce bir seye üzüldügümü farketti, hastalanacak derecede kederlerdi... inanir misin? Beni birazcik olsun avutmak için gidip tiyatroya bilet almis!.. Bununla üzüntümü dagitmak istiyordu! Gene söylüyorum sana, kucaginda büyüttügü kiz çocugunu seviyordu o, benim de bir gün olgunlasip kadin olabilecegimi aklina getirmek istemiyordu... düsünemiyordu böyle bir seyi. Simdi eve dönsem tanimaz bile beni. Tutalim ki affetti, nasil bir Natasa çikacak karsisina? Degistim artik, çok degistim. Tekrar gözüne girmeyi basarsam bile... gene de geçmis mutlu günlerin özlemini çekecek; artik degistigim, eskisi gibi tatli bir çocuk olmadigim için üzülecek. Geçmis daima daha iyi görünür insana zaten, özlenir. Heyecanlanmisti. Içten gelen bir kederle, - Ah Vanya, diye yükseltti sesini, ne hostu geçmis! - Söylediklerinin hepsi dogru, Natasa, dedim. Seni simdi oldugun gibi tanimasi, sevmesi gerekiyor. Önemli olan tanimasi. Tanidiktan sonra sevmesi kolay. Seni taniyip, anlayamayacagini mi saniyorsun? O bakimdan Öyle hassastir ki yüregi! - Ah Vanya, biraz anlayisli ol! Benim neyimi anlayacak? Onu söylemek istememistim. Bak ne diyecegim sana: Baba sevgisi de kiskançtir. Onu asil öfkelendiren, Alyosa'yla aramizda olup bitenden haberdar edilmemesidir. Böyle bir seyi aklinin ucundan geçirmiyordu. Askimizin kötü sonunu da, evden kaçisimi da benim «alçakça» sir saklamama veriyor. Baslangiçta gidip her seyi itiraf etmedim ona, sonra kalbimde filizlenen aski açmadim; tersine, duygularimi içimde sakladim. inanir misin Vanya, onu asil gücendiren budur. Yoksa evden kaçmam, kendimi sevgilime vermem o kadar dokunmamistir ona. Tutalim ki bir baba gibi candan, sevgiyle karsiladi beni
simdi; ama yüregine düsen o düsmanlik tohumu hep orada kalacaktir. Iki üç gün sonra üzüntüler, sitemler baslar. Sartsiz bagislamaz beni zaten.. Tutalim ki gerçegi bütün çiplakligiyla anlattim, ona ne büyük bir hakaret ettigimi bildigimi söyledim. Alyosa'yla geçirdigim mutlu günlerin bana neye mal oldugunu, ne
istiraplar çektigimi anlamak istemezse çok üzülürüm, ama katlanirim buna da... gelgelelim bu da yetmeyecek ona. Olmayacak, seyler isteyecek benden; «Askini, Alyosa'yi lanetle» diyecek. Geçmis günlerin geri gelmesini, son alti ayi hayatimizdan silip atmamizi isteyecek. Ama hiç kimseyi lânetleyemem ben... Oldu bir kere... Hayir Vanya, simdilik olmaz. Zamani gelmedi henüz. - Ne zaman gelecek? - Bilmiyorum... Gelecekteki mutlu günleri haket-memiz için önce istirap çekmemiz gerekiyor. Istirap her seyi temizler... Ah Vanya, hayat ne aci! Cevap vermedim; dalgin dalgin yüzüne bakiyordum. - Niçin öyle bakiyorsun yüzüme Alyosa... sey... Vanya? Yaptigi yanlisliga gülümsedi. - Gülümseyisine bakiyordum Natasa. Nereden aldin bu gülümseyisi? Eskiden böyle gülümsemezdin. - Ne var gülümsememde? - Gerçi o çocuksu içtenlik var gene, hem... Ama gülümserken yüreginde bir sizi var sanki. Zayiflamissin. Natasa, saçlarinsa daha bir gürlesmis sanki... Nedir su üzerindeki? Onlardayken diktirmemis miydin bunu? Natasa sevgi dolu gözlerle bakti yüzüme. - Ne çok seviyorsun beni Vanya! dedi. Sen ne yapiyorsun bakalim? islerin nasil? - Eskisi gibi... romanim üzerinde çalisiyorum, ama olmuyor. Ilham gelmiyor. istesem gelisigüzel de yazabilirim, hem böylesi daha bir tutulur belki; ama güzel bir ko-106 - nuyu berbat etmekten korkuyorum. En çok sevdigim konulardan biridir bu. Gelgelelim zamaninda dergiye yetistirmem de gerekiyor. Öyle ki bazan romanimi birakip elime daha hafif bir sey alayim diyorum... Okuyanlarin içi kararmasin, neselensinler!.. - Zavalli çaliskan Vanya! Smith'ten ne haber? - Öldü ya. - Hayali gelmedi mi eve? Ciddi söylüyorum Vanya, hastasin sen, sinirlerin çok bozuk, hayal görmen ondan. Daha bu daireyi tuttugunu bana anlatirken farketmistim sinirlerinin bozuk oldugunu. Nasil, pek mi kötü yeni evin? Rutubet var mi? - Var! Üstelik bu aksam da bir is geldi basima... Neyse, sonra anlatirim. Artik dinlemiyordu beni Natasa; basi önünde, dalgin dalgin oturuyordu. Sonunda yüzüme bakarak, - Onlari nasil birakip kaçtim, aklim almiyor, dedi: çildirmistim galiba. Bakisindan, cevap beklemedigi belliydi. Bir sey söyleyecek olsam duymazdi bile. isitilir isitilmez bir sesle, - Vanya, dedi, is için çagirdim seni bu aksam. - Nedir? - Ondan ayriliyorum. - Ayrildin mi ayrilacak misin? - Bu hayata bir son vermem gerek içimi dökmek simdiye kadar senden sakladiklarimi anlatmak için çagirdim seni. Daima böyle, gizli niyetlerini bana açiklayacagini söyleyerek konusmaya baslardi benimle; ne var ki, bana çok önceden anlattigi sirlar olurdu bunlar çogunlukla, - Ah Natasa, dedim, belki bin kere duydum bunu senden! Elbette beraber yasayamazsiniz. Tuhaf bir iliski var aranizda; ortak hiç bir yaniniz yok. Ama... yapabilecek misin bunu? - 107 - Simdiye kadar sadece niyetim vardi Vanya; artik kesin kararimi verdim. Canimdan çok seviyorum Alyosa'yi, ama bu yaptigim düsmanlik ona; gelecegini mahvediyorum. Serbest birakmaliyim onu. Benimle evlenemez; babasinin istegine karsi koyacak gücü yok. Ben de ayagina köstek olmak istemiyorum. Ona vermek istedikleri kiza tutulmasina sevindim bile. Simdi benden ayrilmasi daha kolay olacaktir onun için. Bunu yapmak zorundayim! Mecburum... Onu sevdigime göre, her seyimi onun yoluna fedâ etmeliyim, askimi ispat etmeliyim ona, mecburum! Öyle degil mi! - Ama razi edemezsin onu. - Etmeye de ugrasmayacagim zaten. Su anda bile içeri girse, eskisi gibi davranacagim ona. Ama hiç vicdan azabi çekmeden beni birakmasi için elimden gelen her seyi yapmak zorundayim. Beni perisan eden bu iste; yardim et bana. Bir akil vermeyecek misin? - Bir yol var önünde, dedim, baskasini sevmek... Ama sanmam ki saglam bir yol olsun bu. Onun nasil bir insan oldugunu biliyorsun. Bak, bes gündür hiç ugramadi buraya. Tut ki temelli birakti seni; simdi sana, onu biraktigini yazmak kaliyor Alyosa'ya. Hemen kosar gelir. - Niçin hiç sevmiyorsun onu sen, Vanya? - Ben mi? - Evet sen, sen! Düsmansin ona, için için düsmansin; hem de çok! Nefret duymadan söz edemiyorsun ondan! Onu küçük düsürmekten, çamura bulamaktan hoslandigini her zaman farketmisimdir! Evet, özellikle çamura bulamak büyük bir haz veriyor sana! __. Hiç bir zaman da söylemedin bunu bana. Yeter
artik Natasa; birakalim bu konuyu. Natasa gene bir anlik bir sessizlikten sonra, __ Baska bir eve tasinmak istiyorum, dedi. Ama kizma, Vanya... 108 - - Kizmiyorum vallahi. Ne çikar, oraya da gelecektir. - Bana olan aski güçlüdür, ama yeni aski yenebilir onu. Tekrar bana dönse bile, bir dakika kalir yanimda, ne dersin? - Bilmiyorum Natasa, sagi solu belli olmaz onun; seni sevdigi halde baska birisiyle evlenebilir. Ikisini ayni anda yapabilir. - O kizi sevdigini kesin olarak bilsem kararimi verirdim... Vanya! Hiç bir seyi gizleme benden! Bana söylemek istemedigin bir seyler biliyor musun? Endiseli, soru dolu bakislarini gözlerimin içine dikmisti. - Bilmiyorum dostum, zaten hiç bir zaman gizlim olmamistir senden. Ama su da var : Belki de bizim sandigimiz kadar tutulmamistir Kontes'in üvey kizina. Geçici bir hevese kapilmis olabilir... - Öyle mi saniyorsun? Tanrim, kesin olarak bilsem bir! Ah, su anda onu görmeyi öyle istiyorum ki! Yüzüne bir kerecik baksam yeterdi bana! Gözlerinin içinden her seyi ögrenirdim! Ama yok burada! Yok! - Bekliyor musun onu Natasa? - Hayir, onun yaninda simdi. Ögrensin diye adani yolladim. O kizi görmeyi ne çok istiyorum... Bak Vanya, gerçi saçmaliyorum, ama onu hiç göremem mi? Hiç bir yerde karsilasamam mi onunla? Ne dersin? Cevabimi endise içinde bekliyordu. - Görebilirsin, dedim, ama sadece görmek yetmez, - Bana yeterdi, her seyi anlardim o anda. Beni dinle: Öyle aptallastim ki son günlerde; odanin içinde yalniz basima dolasiyorum hep, düsünüyorum. Kafamin içi karma karisik. Söyle bir sey geldi aklima Vanya: Kontesin üvey kiziyla tanissan nasil olurdu acaba? Kontes romanini ögmüstü hani, sen söylüyordun. Bazi aksamlar prens
R*** nin toplantilarina gidiyorsun, o da geliyor oraya. Öyle yap ki tanistirsinlar seni onunla. Alyosa da tanistirabilir sizi. Sonra gelir, onun nasil bir insan oldugunu anlatirsin bana. - Natasa, sevgili dostum, bunu sonraya birakalim. Simdi önemli olan su: Ayrilmaya gücün yetecegine emin misin? Kendini yokla söyle bir, sogukkanli misin? Natasa alçak sesle, - Ye-te-cek! dedi. Onun için yapacagim her seyi! Hayatimi bile veririm! Ama, biliyor musun Vanya, suna dayanamiyorum: Simdi o kizin yaninda beni unutmus, buradayken oldugu gibi durmadan anlatmasina, gülmesine... Kizin gözlerinin içine bakiyordur; hep insanin gözlerinin içine bakar zaten; benim burada oturmus... seninle konustugumu aklina bile getirmez. Umutsuzca yüzüme bakti. - Peki ama demin söylediklerin Natasa... Gözleri parliyordu. Sözümü kesti: - Hep beraber verelim kararimizi! Bunun için minnettar kalacagim ona. Ama önce onun beni unutmasi agir geliyor bana Vanya! Ah Vanya, öyle aci çekiyorum ki! Kendi kendimi anlamiyorum: Akil böyle diyor, baska türlü oluyor! Ne olacak halim? - Yeter, yeter Natasa, kendine gel... - iste bes gün oldu, her saat, her dakika... Gece gündüz hep onu düsünüyorum! Bak ne diyecegim Vanya : Oraya gidelim seninle, götür beni! - Yeter artik Natasa. - Hayir, gidelim! Seni bekliyordum zaten! Üç gün önce verdim kararimi. Bunun için çagirdim seni... Oraya götürmek zorundasin beni; kiramazsin hatirimi... Seni bekliyordum... Üç gün... Bu aksam toplanti var orada... oradadir Alyosa... Hadi! Aklim yitirmis gibiydi. Holde bir gürültü oldu; Mavra birisiyle tartiliyordu sanki. - Dur Natasa, dedim, kim geldi, dinle! Kuskulu bir gülümsemeyle kulak kabartti, birden bembeyaz oldu yüzü. - Tanrim! diye fisildadi. Kim geldi? Tutmak istedi beni, ama kurtuldum elinden, disari çiktim. Evet Alyosa'ydi gelen. Mavra'ya bir seyler soruyordu; kadin, evde tek söz sahibiymis gibi önce içeri bi-rakmak istememisti onu. - Nereden çiktin? diyordu. Nerelerdeydin simdiye kadar? Nerelerde sürttün? Hadi gir bari, gir! Beni acindi ramazsin kendine! Gir bakalim, gir de hesap ver! Alyosa biraz bozuldugu halde, - Kimseden korkum yok benim! diyordu. Girerim tabiî! - Girersin girersin! - Ne sandin ya! Beni görünce,
- A! Siz de mi buradasiniz! dedi. Ne sevindim bilemezsiniz! Ben de geldim iste; ama ne yapacagimi sasirdim.. . - Dosdogru girin içeri; korkacak ne var? - Korktugum falan yok, inanin bana; çünkü suçlu degilim. Suçlu oldugumu mu saniyorsunuz? Görürsünüz simdi. Kapali kapinin önünde durdu, yapmacik bir yüreklilikle, - Natasa, girebilir miyim? diye seslendi. içerden cevap veren olmadi. Alyosa endiseyle, - Ne oluyor? diye sordu. - Hiç, dedim, demin içerdeydi, sakin... Alyosa usulca açti kapiyi, basini uzatip ürkek ürkek göz gezdirdi odada. Kimsecikler yoktu. Birden dolapla pencere arasinda gördü Natasa'yi. 111 Saklanmis gibi, kipirdamadan duruyordu orada, O halini hatirladikça hâlâ tutamam kendimi, gülümserim. Alyosa sessiz adimlarla ona yaklasti. Tuhaf bir korkuyla yüzüne bakarak, - Natasa, dedi, ne oldu sana? Merhaba Natasa. Genç kiz, suçlu olan kendisiymis gibi kizarip bozara,- rak, - Ne... ne olacak... hiç!... dedi. Çay ister misin? Alyosa kendini tamamen kaybederek, - Natasa, beni dinle... dedi. Suçluyum, bundan kuskun olmasin... Ama ayni zamanda suçsuzum da; biraz suçsuzum! Simdi anlatacagim sana. Natasa, - Niçin? diye fisildadi, hayir, hayir, istemez... iyisi mi elini ver bana... her zamanki gibi tabii... Köseden çikti; yanaklari kipkirmizi olmustu. Alyosa'nin yüzüne bakmaya korkuyormus gibi basi önündeydi. Alyosa heyecanla, - Ah Tanrim! diye haykirdi. Suçlu olsaydim bu durumda yüzüne bile bakamazdim! Bana dönerek devam etti: - Bakin, bakin! Beni suçlu saniyor; bütün deliller bana karsi! Bes gündür görünürlerde yokum! Evlenecegim kizin yaninda oldugum söylentileri dolasiyor ortada... ama o ne yapiyor buna karsilik? Affediyor beni! «Elini ver, her sey bitsin!» diyor. Natasa, canim benim! Suçsuzum, inan buna! Hiç suçum yok! Tam tersine, tertemizim! - Ama... Ama oradan geliyorsun... Oraya çagirmislardi seni... Niçin geldin? Sa... 'saat kaç? - On buçuk! Oraya da gittim... Ama hasta oldugu-mu söyleyip çiktim. Bes gündür ilk kez kurtarabildim kendimi onlardan, hemen sana geldim Natasa, istesem daha önce de gelebilirdim tabiî, ama mahsus gelmedim! Niçin_ 112 - mi? Simdi ögrenirsin, anlatacagim sana; zaten bunun için geldim; ama bu keresinde vallahi suçsuzum sana karsi! Tamamen suçsuzum! Natasa basini kaldirip Alyosa'nin gözlerinin içine bakti... Bakisi öylesine içtendi, yüzünde öylesine dürüst, neseli bir ifade vardi ki, sözlerine inanmamak elde degil-. di. Bu çesit barisma anlarinda eskiden birkaç kere oldugu gibi gene aglayarak kucaklanacaklarini sandim. Ama Natasa, mutluluktan bitkin düsmüs gibi basini Alyosa'nin gögsüne dayadi ve... sessiz sessiz aglamaya basladi. Öteki de tutamadi kendini... sevgilisinin ayaklarina kapandi. Ayaklarini, ellerini öpüyordu; çildirmisti sanki. Natasa'ya bir sandalye getirdim, Oturdu. Ayakta duracak hali kalmamisti. IKINCI BÖLÜM Bir dakika sonra çilginlar gibi gülüsüyorduk. Alyosa'nin gür sesi bastiriyordu bizimkileri: - Durun, durun da anlatayim. Beni hâlâ eski Alyosa saniyorsunuz... Is olsun diye geldigim kanisindasiniz... Söylüyorum size, son derece önemli bir is pesindeyim. Susacak misiniz, susun bir dakika! Anlatmak istiyordu. Önemli haberlerle geldigi belliydi. Ama böyle haberlerle bizi sasirtacagi düsüncesinin verdigi çocukça gurur Natasa'yi güldürüyordu. Elimde olmadan ben de gülmeye baslamistim. Alyosa kizdikça biz gülüyorduk. Üzüntü, pesinden Alyosa'nin çocuksu çaresizligi sonunda öyle bir duruma getirmisti ki bizi, Gogol'ün çavusu (1) gibi, birisi parmagini gösterse katila katila gülecektik. Havra kapida durmus, öfkeyle bize bakiyordu. Natasa'nin Alyosa'yi - bes bundur bin bir hevesle (1) Gogol'ün «Bir Evlilik» inde, tegmen Jevakin'in çok güldügünden söz ettigi çavus Dirka. (E. A.) Ezilenler - F : 8
bekledigi gibi - güzelce bir azarlamamasina, tam tersine, neseyle gülüsmemize içerlemisti. Kahkahalarimizin Alyosa'yi incittigini görünce sonunda sustu Natasa. - Ne anlatmak istiyorsun? dedi. Mavra kaba bir tavirla Alyosa'ya konusma firsati vermeden, - Ne dersiniz, semaveri yakayim mi? diye sordu. Alyosa kolunu salladi, hizmetçi kadim aceleyle kovarak,
- Çik disari Mavra, çik, dedi. Her seyi, olmus, olacak her seyi anlatacagim, çünkü biliyorum hepsini. Bes gündür nerede oldugumu merak ettiginizin farkindayim dostlarim... benim anlatmak istedigim de bu zaten; birakmiyorsunuz ki anlatayim, Ama önce sunu söyleyeyim: Hep aldatiyordum seni Natasa, eskiden beri aldatiyordum, önemli olan da bu. - Aldatiyor muydun? - Evet, bir aydir aldatiyordum seni; babamin gelisinden önce de... Simdi açik açik konusmamizin zamani geldi. Babam gelmeden bir ay kadar önce oldukça uzun bir mektup aldim ondan; ikinizden de sakladim bunu. Gayet açik, anlasilir bir dille - öylesine ciddiydi ki, korktum bile - evlenme isimin artik bir sonuca baglandigini, nisanlimin bulunmaz bir kiz oldugunu, ona lâyik olmadigim halde gene de onunla evlenmek zorunda, oldugumu yaziyordu. Kendimi hazirlamami, kafamin içindeki saçma düsünceleri çikarip atmami v.b. - bilirsiniz artik daha neler - istiyordu, iste burada mektup, saklamistim sizden... Natasa kesti sözünü: - Hiç de saklamadim! Ögündügün seye bak! Daha o zaman her seyi oldugu gibi anlatmistin. O günlerde birden uysallastigini, bir suçunu bagislatmak istiyormus gi- bi dizimin dibinden ayrilmadigini hatirliyorum. Zaten parça parça, mektubun bütününü anlattin bize. - Hayir, önemli olani anlatmadim sanirim. Bir seyler sezinlemis olabilirsiniz, bu sizi ilgilendirir, ama ben anlatmadim. Sakliyordum bunu sizden, üzülerek sakliyordum» Natasa'ya bakarak, - Ben de hatirliyorum Alyosa, dedim; o günlerde sik sik akil danisiyordunuz benden; mektubun bütününü parça parça bana da anlattiniz; üstü kapali olarak tabu. Natasa destekledi beni: - Evet, bütününü! Böbürlenme lütfen! Bir seyi saklayabilir misin ki sen? Adam aldatmak kim, sen kim ! Havra bile anladi her seyi. Öyle degil mi Mavra? Mavra basani uzatarak, - Anlasilmayacak gibi miydi, dedi, üç gün içinde-her seyi anlatti. Kurnazlik sana göre degil! - Öf, ne sikici insanlarsiniz, konusulmuyor sizinle! Bunlari hep öfkeden yapiyorsun Natasa! Mavra, sen de yaniliyorsun. Hatirliyorum, deli gibiydim o zaman ; hatirliyorsun degil mi Mavra? - Hatirlamaz olur muyum! Simdi de öylesin,. - Hayir, hayir, onu demek istemedim. Hatirlarsin! Paramiz kalmamisti da gümüs sigara kutumu rehine götürmüstün. Sunu da söyleyeyim, bana karsi pek saygisizsin Mavra. Natasa alistirdi seni böyle. Neyse canim, tutalim ki gerçekten anlattim her seyi. (Simdi hatirladim). Ama mektubun havasini bilmiyorsunuz, oysa en önemli yani havasidir. Bunu anlatacagim size. Natasa, - Nasilmis bakalim havasi? dedi. - Bak Natasa, alay eder gibi soruyorsun. Alay etme benimle. Yemin ederim, çok önemli anlatacaklarim. Öyle bir havasi vardi ki, ellerim titremeye baslamisti. Babam116 hiç böyle konusmamisti benimle. Anlayacaginiz, dünya yikilsa dediginden dönmeyecege benziyordu; iste böyle bir havasi vardi mektubun! - Bunu benden niçin sakladigini anlatsana! - Ah Tanrim! Seni korkutmamak için tabiî.. Her seyi kendi basima yola koyabilecegimi umuyordum. Bu mektuptan sonra babamin da gelmesiyle durumum iyice kötülesti. Açik açik konusmak istiyordum onunla. Karsisina geçip ciddi olarak her seyi anlatacaktim. Ama bir türlü olmadi. O da hiç sormadi... ne kurnazdir! Tam tersine, her sey kesin karara baglanmis, aramizda bir anlasmazlik yokmus gibi davraniyordu. Duyuyor musun, olamazmis gibi... bu kadar güvenir kendine! Öyle yumusak, candan davranmaya basladi ki bana! Sasiyordum. Ne zeki oldugunu bilemezsiniz Ivan Petroviç! Okumadigi kitap, bilmedigi sey yoktur. Bir kere baksin yüzünüze, içinizden geçenleri oldugu gibi saysin. Belki de bunun için ciz-vit adini takmislardir ona. Babami ögmem Natasa'nin hosuna gitmez. Kizma Natasa. Böyle iste... sey... baslangiçta parami da kesmisti, ama artik veriyor, dün basladi. Natasa! Melegim benim! Yoksullugumuz bitti artik! Suraya bak! Alti aydan beri kestigi paramin hepsini birden verdi dün; bakin ne çok para var burada; saymadim bile. Mavra, bak su paralara! Bundan böyle gümüs kasiklarimizi, kol dügmelerimi rehine vermeyecegiz! Cebinden oldukça büyük bir deste kâgit para - bin bes yüz ruble kadar vardi - çikarmis, masanin üzerine koymustu. Mavra, gözlerinin içi gülerek desteye bakiyor, Alyosa'yi ögüyordu. Natasa telâslanmisti. Alyosa devam ediyordu: - «Simdi ne yapacagim ben?» diye düsünüyorum hep. «Nasil karsi duracagim ona?» ikinize de yemin ederim ki, bana karsi böyle iyi degil de sert davransa hiç umursamazdim. Yüzüne karsi «istemiyorum, ben de bü- - 117 yüdüm artik» derdim... her sey biterdi! inanin ki dire-tirdim de. Ama bu durumda ne söyleyebilirim ona? Beni suçlamayin sakin, Canin biraz sikildi gibi Natasa, Niçin bakisiyorsunuz? «Hemen kanivermis, ne iradesiz bir ço--cuk» diye düsünüyorsunuzdur. Hayir, var iradem, hem de sandiginizdan çok! ispati da iste: içinde
bulundugum durumu umursamadan kendi kendime «bunu yapmak zorundayim, her seyi oldugu gibi anlatmaliyim babama» dedim ve anlattim, dinledi beni. Natasa endiseyle, - Neyi anlattin? diye sordu. - Baska kiz istemedigimi, benim kendi nisanlim oldugunu, seni sevdigimi... Simdiye kadar bunu ona açik açik söylemis degilim tabu, ama hazirladim onu buna, ya-rin söyleyecegim; öyle karar verdim. Önce, para için evlenmenin ayip bir sey oldugunu, kendimizi soylu, kalburüstü kisiler saymamizin aptalliktan baska bir sey olmadigini söyledim. (Karsimdaki babam degil de kardesim-mis gibi açik, serbest konusuyordum.) Sonra tiers - etat'-dan (1) oldugumu söyledim; tiers-etat c'est l'essentiel, (2) dedim, herkes gibi olmak gurur veriyor bana...» Anlayacaginiz, bütün yeni düsünceleri açikladim ona... Heyecanlanmis, cosmustum. Kendi kendime sasiyordum. Düsüncesinin ne denli sakat oldugunu ispat ettim ona... dü-pedüz «Prensligimiz de ne oluyor bizim? dedim. Dogustan bir Prensligimiz var, hepsi o kadar; oysa gerçekte ne ilgimiz var Prenslikle? Bir kere, öyle ahim sahim bir zenginligimiz yok, varlikli bile sayilmayiz. Günümüzde asil prens Rotschild'dir. Sonra, çoktan beri adimiz anilmiyor bir yerde. Soyumuzun son ünlü kisisi büyük dedem (1) Üçüncü tabaka, avam (Fransizca) (2) önemli olan üçüncü tabakadir. (Fransizca) Semyon Valkonski'ydi, onu da sadece Moskova'da taniyorlardi, hem de neyiyle? Son mülkü olan üç yüz kölelik çiftligini satip yemesiyle... öyle ki, oglu para kazan-masaydi torunlari bir çok prens gibi irgatlik yapmak zorunda kalacaklardi. Bosu bosuna kibirlenmeyelim». Anlayacaginiz, içimi iyice bir döktüm. Öyle atesli konusuyordum ki! Hattâ kendimden de bir seyler ekledim, itiraz bile edemedi; yalniz, Kont Nainski'nin evinden ayrildigim için biraz azarladi. Sonra, vaftiz annem Prenses K. nin gözüne girmeye çalismamin gerektigini, Prenses beni evine kabul ederse artik her yere kabul edilecegimi, gelecegimin kazanilmis sayilacagini söyledi. Anlatti da. anlatti! Bütün bunlar seninle iliski kurdugum, çevremden uzaklastigim için Natasa. Ama açik açik hiç bir zaman, söz etmiyor senden, kaçiniyor bile böyle bir konusmadan, ikimiz de kurnazlik ediyor, birbirimizi avlamaya çalisiyoruz; inan ki sonu iyiye varacak bunun. - Anladik; sonra ne oldu, ne karar verdi? Önemli olan bu. Ne gevezesin Alyosa... - Ne karar verdigini ancak seytan bilir. Hem geveze degilim ben, önemli seylerden söz ediyorum: karar falan vermedi, ben anlatirken sadece gülümsüyordu, ama öyle bir gülümsemeydi bu ki, aciyordu bana sanki. Bunun bir hakaret oldugunun farkindaydim, ama alinmi-, yordum. «Kabul, dedi, gel Kont Nainski'nin evine gidelim simdi; ama sakin bunlardan söz etme orada. Ben anliyorum seni, ama onlar anlamazlar.» Sanirim onu da anlamiyorlar orada, bir sey için kiziyorlar. Sosyetede genel bir sogukluk var simdi babama karsi zaten! Prens önce pek soguk, küçümser bir tavirla karsiladi beni; onun evinde büyüdügümü bile unutmustu sanki; inanin ki, kim oldugumu hatirlamaya çalisiyordu! Nankörlük ettim diye kiziyor bana; oysa nankörlük falan ettigim yok! Evinde canim sikiliyordu, gitmiyordum oraya. Babami son de-
rece umursamaz, soguk karsiladi; o kadar ki, oraya hâlâ ne yüzle gidiyor, sasiyorum. Bütün bunlar çok üzüyor beni. Zavalli babam neredeyse yerlere kadar egilecek önünde; buna benim için katlandiginin farkindayim, oysa bir ,sey istedigim yok ondan. Düsüncelerimi açmayi çok is-tedim babama, ama tuttum kendimi. Zaten neye yarar! inançlarindan döndüremem onu, canini sikmis olurum sadece; zaten derdi basindan askin. Kurnazlik etmeye, hepsini avlamaya, Kontu beni saymak zorunda birakmaya karar verdim... Bir anda degisti durum! Kont Nainski simdi beni nereye oturtacagini bilemiyor. Bunu bir basima, kurnazligimla yaptim. Babam sasti kaldi!.. Sabri tükenen Natasa yüksek sesle, - Bak Alyosa, dedi, esas konuya geçsen iyi edersin. Bizimle ilgili bir seyler anlatacagini sanmistim, oysa sen Kont Nainski'nin evindeki marifetlerinle ögünüyorsun. Senin Kontundan bana ne? - Sana mi ne! Duydunuz mu Ivan Petroviç, ona neymis? Esas konu bu zaten. Göreceksin simdi, her sey anlasilacak sonunda. Birakin da anlatayim... Nihayet (niçin dogrusunu soy içmeyeyim?) bak Natasa, siz de dinleyin Ivan Petroviç, gerçekten de bazan pek kafasiz oluyorum ben; hattâ düpedüz aptallasiyorum. Ama inanin M bu sefer oldukça kurnaz... hattâ... akilli davrandim. Her zaman akilsiz olmadigima sevineceginizi bile düsündüm... - Ah Alyosa, yeter! Yeter artik canim!.. Alyosa'nin akilsiz sayilmasina dayanamazdi Natasa. Alyosa'ya, senli benli bir hava içinde, bir hareketinin aptallik oldugunu anlatmaya çalistigim zamanlar, açik acik söylemedigi halde, kizardi bana. Alyosa'nin küçük düsmesini kaldiramazdi. Bence, daha çok onun akildan yana kit oldugunu sezinlemesinden geliyordu bu. Ama düsüncesini açmazdi Alyosa'ya, onun gururunu incitmekten120 korkardi. Böyle durumlarda genç kizin gizli duygularini hemen sezinlerdi Alyosa, Natasa da farkederdi bunu, pohpohlamaya, oksamaya baslardi sevgilisini. Alyosa'nin sözleri simdi bu yüzden dokunmustu ona. - Yeter Alyosa, diye devam etti, kendine yakistirdigin gibi... sey degilsin hiç de; sadece biraz havaisin, hepsi o kadar!
- Öyle olsun bakalim. Birakin da sözümü bitireyim simdi. Kontun evindeki toplantidan sonra babani kizdi bile bana. «Hele dur!» diye geçirdim içimden. Oradan Prensese gidiyorduk; kocakarinin artik iyice bunadigini, üstelik kulaklarinin duymadigini, köpeklere çok düskün oldugunu eskiden beri biliyordum. Bir sürü köpegi vardir. üzerlerine titriyor. Bütün bunlara ragmen sosyetede çok önemli bir yeri var; o kadar ki, le süperde (1) Kont Nainski bile antichambre (2) yapiyor ona. Yolda hareket plânimi çizmistim. Neye dayaniyordu plânim dersiniz? Köpeklerle aram pek iyidir, vallahi dogru söylüyorum. Bendeki gizli bir kuvvetten midir, yoksa benim de hayvanlari çok sevmemden midir bilmiyorum, köpekler bayilirlar bana! Gizli kuvvet deyince aklima geldi, Natasa, söylemedim sana, geçen gün ruh çagirdik, bir ruh çagi-ricinin evine gitmistim; öyle ilgi çekiciydi ki, Ivan Petroviç... sastim kaldim. Ben Jül Sezar'i çagirdim. Natasa bir kahkaha atarak, - Aman Allahim! diye bagirdi. Ne yapacaktin Jül Sezar'i? Bir ruh çagirman eksikti! - Niçin öyle söylüyorsun... sanki çocuk var karsinda..: Jül Sezar'i çagirmama niçin sastin bu kadar? Bir (1) Ünlü (Fransizca) (2) Antichambre : Bekleme odasi. Antichambre yapmak, burada: asiri saygi göstermek.
seyi mi eksilir çagirirsam? Bak, simdi de gülüyorsun! - Eksilmez tabiî, canim... Ah Alyosa'cigim benim! Peki ne söyledi sana Jül Sezar? - Bir sey söylemedi. Ben kalemi elimde tutuyordum sadece, o kendi kendine hareket edip kâgida yaziyordu. Jül Sezar yaziyormus sözde. Ben inanmiyorum buna. - Ne yazdi? - Gogol'ün romanlarindakine benzer «islansana» gi- bi bir sey... gülmesene! - Hadi Prensese gel artik! - Konusturmuyorsunuz ki adami, Içeri girince Mi-mi'yle ahbap olduk, Yasli, igrenç mi igrenç bir köpek bu, üstelik inatçi, huysuz bir sey. Saldiriyor da. Prenses titriyor üzerine; yasitlar galiba. Önce seker verdim hayvana, on dakika sonra elimi uzatinca ön ayagini koyuyordu avucumun içine. Prenses, çok ugrastigi halde bir türlü alistiramamis onu buna. Costu kocakari, sevincinden ha agladi ha aglayacakti. «Mimi elini veriyor, Mimi elini veriyor!» diyordu. Gelen konuklara «Mimi elini veriyor! diye mustuluyordu. Vaftiz oglum ögretti!» Biraz sonra Kont Nainski geldi: «Mimi elini veriyor artik!» Sevinçten dolu dolu gözlerini ayirmiyordu benden. Çok iyi yü-rekli bir kadin; acidim ona.Bos durmuyor, gözüne girmeye çalisiyorzzdum: sigara tabakasinin kapaginda bir resmi vardir. Nisanli kizken, altmis yil önce çekilmis... Tabakayi düsürüvermesin mi elinden. Hemen kosup aldim onu yerden, kimin resmi oldugunu bilmiyorum gibi, «Qu-elle Charmante peinture! (1) Yüce bir güzellik bu!» dedim, Iyice gevsemisti Prenses; sundan bundan konusmaya basladi benimle; nerede okudugumu, kimlerle görüstügümü sordu, «ne güzel saçlarin var» dedi. Ben de açik (l) Ne hos bir resim! (Fransizca) saçik bir olay anlatarak güldürdüm onu. Hoslandi bundan, yalniz parmagini sitem eder gibi salladi, ama çok güldü. Ayrilirken öptü beni, kutsadi, her aksam gelmemi, onu eglendirmemi söyledi. Kont gözlerini süze süze elimi sikti. Babam, dünyanin en iyi yürekli, dürüst insani oldugu halde, ister inanin ister inanmayin, eve geldigimizde sevincinden neredeyse aglayacakti. Kucakladi beni, bir sürü seyler anlatti; gelecegimden, iliskilerimizden, paradan, evlilikten söz ediyordu; hiç birini anlamadim. Parayi da o zaman verdi bana iste. Dün oldu bu anlattiklarim. Yarin gene gidecegim Prensese; ne olursa olsun, çok iyi bir insandir babam. Kötü bir sey gelmesin akliniza. Gerçi senden ayirmak istiyor beni, Natasa, ama Katya'nin milyonlari gözünü kamastirdigi, o paraya sahip olmak istedigi için yapiyor bunu... senin milyonlarin yok. Hem bunu beni düsündügü için istiyor. Yalniz su var ki, durumu bilmediginden sana haksizlik etmis oluyor. Hangi baba oglunun mutlu olmasini istemez? Mutlulugun ancak milyonlarda bulunabilecegini saniyor diye suçlayamayiz ki onu! Hepsi böyledir bunlarin. Ona bu açidan bakarsak, suçsuz oldugu çikar ortaya. Sana bunu söylemek için aceleyle geldim buraya Natasa, onun suçlu olduguna inandigini biliyorum, sen de haklisin tabiî. Suçlamiyorum seni... Natasa, - Anlatacagin Prensesin evindeki basarindi demek? diye sordu. Bütün kurnazligin bu mu? - Nasil yani? Ne diyorsun sen! Bu daha isin basi... Prensesten yararlanarak babami avucumun içine alacagim, hikâyem baslamadi daha. - Hadi anlatsana! Alyosa devam ediyordu : - Bugün son derece tuhaf bir olay geçti basimdan, hâlâ toparlanamadim. Önce sunu söylemeliyim size, gerçi
babamla Kontes evlilik isimizi aralarinda bir karara bagladilar ya, resmiyete henüz dökülmedi bu; yani simdi ay-rilsak bir dedikodu falan çikmaz. Yalniz Kont Nainski biliyor durumu; o da akraba sayilir. Sonra, Katya'yla iki haftadan beri pek sik görüstügümüz halde, bu aksama kadar gelecek üzerine, yani evlenmemiz... askimiz üzerine hiç konusmamistik onunla. Önce Prenses K. nin rizasini almaya karar vermisler. Ondan
yardim, ayni zamanda da para bekliyorlar. O ne derse sosyete de ayni seyi söyler; o kadar sayiliyor... Beni sosyeteye sokmaya nedense kararli gözüküyorlar. Ama bunu en çok isteyen de Katya'nin üvey annesi Kontes. Avrupa'da kirdigi findiklar yüzünden Prenses onu evine kabul etmez, o kabul etmeyince sosyeteye de giremez diye korkuyor. Katya'yla benim evlenmemden yararlanmak istiyor. Bir zamanlar evlenmemize bütün gücüyle karsi duran Kontes bugün Prensesin evindeki basarima çok sevindi. Ama bunu birakalim simdi, asil söylemek istedigim su: Katerina Fyodorovna'yi geçen yildan taniyorum; ama o zamanlar çocuktum daha, aklim bir seye ermiyordu, bu yüzden anlayamamistim onu... Natasa sözünü kesti : - O zaman beni daha çok seviyordun da ondan an-layamadin, ama simdi... Alyosa, - Sus Natasa, diye haykirdi, yaniliyorsun, bana hakarettir bu yaptigin!., itiraz bile etmeyecegim sana; dinle, sonra kendin anlayacaksin... Ah, Katya'yi tanisan bir! Onun ne iyi, temiz yürekli oldugunu bilsen! Ama ögreneceksin, sonuna kadar dinle anlatacaklarimi! Bundan iki hafta önce, hos geldiniz demeye babam beni onlara götürdügünde Katya'yi dikkatle inceledim. Onun da benimle ilgilendigi kaçmamisti gözümden. Merakimi çekti bu; dogrusunu söyleyeyim, onu daha yakindan tani- maya niyetliydim... babamin beni sasirtan o mektubundan sonra böyle bir istek dogmustu içimde. Hiç bir sey söylemeyecegim, egmeyecegim onu, sadece sunu belirtecegim: çevresinden apayri bir insandir o. Öylesine güçlü, dürüst bir kisiligi var ki - bu gücü temizliginden, özellikle dürüstlügünden geliyor - on yedi yasinda bir kiz oldugu halde, düpedüz bir çocuk, küçük kardesi gibi kaliyorum karsisinda. Su da kaçmadi gözümden: elemli bir havasi var, içine kapanik; hiç konusmuyor evde, bir seyden ürkmüs sanki... Hep düsünüyor. Babamdan korkuyor gibime geliyor. Üvey annesini de sevmiyor, farkindayim; üvey kizi onu çok seviyor söylentisini - ne düsünüyorsa - Kontesin kendisi çikariyor; hepsi ya-landir bu söylentilerin. Yalniz su var, Katya bir dedigini iki etmiyor üvey annesinin, sanki aralarinda karar almislar. .. Gözlemlerimi tamamladiktan sonra, bundan dört gün önce, kafama koydugumu yapmaya karar verdim, bu aksam da yaptim... Katya'ya her seyi anlatacak, itiraf edecek, onu da bizim yanimiza çekecek, böylece bir anda halledecektim meseleyi... Natasa endiseyle, -. Nasil? dedi, neyi anlatacak, itiraf edecektin? -. Her seyi. Bu düsünceyi aklima getiren Tanriya, sükürler olsun. Simdi dinleyin, dinleyin! Dört gün önce söyle karar verdim: sizden uzaklasip, her seyi kendim bitirecektim. Sizin yaninizda kalsam bir türlü veremezdim kararimi, sizi dinler, harekete geçemezdim. Yalniz basima kalinca, bu isi bitirmek sorunda oldugumu her dakika tekrar etmeye basladim kendi kendime, cesaretimi topladim ve... bitirdim! Yaniniza kararimi vermis dönmeyi düsünüyordum, döndüm! - Neler yaptin? Anlatsana artik! - Çok basit! Cesur, dürüst bir tavirla yanina gittim... Ama önce, beni çok sasirtan bir olaydan söz etme-
iliyim size. Onlara gitmek için çikmaya hazirlaniyorduk... j Babama bir mektup geldi. Tam o anda ben de çalisma odasina giriyordum, kapida durdum. Beni görmemisti. Mektup çok sasirtmisti onu, kendi kendine yüksek sesle konusuyor, odanin içinde hizli adimlarla dolasiyordu; sonra birden kahkahayla gülmeye basladi. Mektup elindeydi hâlâ. içeri girmeye bile korkuyordum; biraz sonra girdim. Babam pek sevinçliydi nedense. Tuhaf tuhaf konusmaya basladi benimle. Sonra birden sustu, daha çok erken oldugu halde, hemen hazirlanmami söyledi. Bu aksam yalniz biz vardik onlarda Natasa, sandigin gibi toplanti - moplanti yoktu. Söyleyen yanlis söylemis sana... - Ah, konuyu dagitma lütfen Alyosa. Katya'ya neler söyledigini anlat! - Sansliydim, iki saat basbasa kaldik. Bizi evlendirmek istiyorlarsa da, bunun imkânsiz bir sey oldugunu anlattim kendisine; ona güvendigimi, beni yalniz onun kurtarabilecegini söyledim. Her seyi itiraf ettim. Düsün bir kere Natasa, seninle olan iliskilerimden tamamen habersizdi! Ne kadar duygulandigini görseydin bir; önce korktu bile. Yüzü bembeyaz oldu. Aramizda geçenleri oldugu gibi anlattim ona: benim için anam babani nasil terk ettigini, birlikte nasil yasadigimizi; simdi nasil istirap çektigimizi, her seyden korktugumuzu... «Simdi size siginiyoruz, dedim (senin adina da konustum Natasa), bizden yana olun, üvey annenize benimle evlenmek istemediginizi söyleyin. Kurtulusumuz sizin elinizdedir, son umudumuz sizsiniz». Öylesine dikkatle, öylesine candan dinliyordu ki beni! O anda ne hostu gözleri! Bütün ruhu bakislarinda toplanmisti sanki. Gözleri masmavidir. Ona güvendigim için tesekkür etti bana, bize bütün gücüyle yardim edecegine söz verdi. Sonra seninle ilgili bir sürü soru sordu; tanismanizi çok istedigini söyledi; seni bir kiz kardes gibi sevdigini, senin de onu öyle sevmeni istedi- gini sana iletmemi rica etti. Seni bes gündür görmedigimi ögrenince de palas pandiras buraya kovaladi... Natasa duygulanmisti. Alyosa'nin yüzüne sitemli sitemli bakarak, -- Bir de tutmus, sagir Prensesin evindeki basanlarini anlatiyordun deminden beri! dedi. Ah Alyosa, ah! Ee, Katya ne dedi? Seni buraya yollarken sevinçli miydi? - Evet, iyi bir sey yapmak firsati buldugu için sevinçliydi, ama agliyordu. Çünkü o da seviyor beni, Natasa! Beni yavas yavas sevmeye basladigini, benden eskiden beri hoslandigini, çevresinde iyi insan göremedigini
itiraf etti. Tanidigi insanlarin hepsi kurnazlik, yalan dolan pesindeymis, bense içten, dürüstmüsüm. Ayaga kalkip, «Tanri yardimciniz olsun Aleksey Petroviç, dedi, oysa ben saniyordum ki...» Sözünü bitiremedi, aglamaya basladi, kosarak girdi içeri. Söyle karar verdik: yarin o üvey annesine söyleyecek benimle evlenmek istemedigini; ben de babama her seyi açik açik anlatacagim. Katya, babama durumu simdiye kadar niçin açmadim diye sitem etti bana. «Dürüst bir insan hiç bir seyden korkmamalidir!» dedi. Öyle bulunmaz bir kiz ki bu! Babami o da sevmiyor; çok kurnaz oldugunu, para için canini verecegini söylüyor. Savundum babami, ama inanmadi bana. Yarin babami kandiramazsam (Katya da kandiramayacagim inancinda) Prenses K. dan yardim istememe o da razi. O zaman babam da Kontes de kabul etmek zorunda kalirlar. Katya'yla kardes - kizkardes olmaya söz verdik birbirimize. Ah, onun da ne kadar mutsuz oldugunu, üvey annesinin yanindaki hayatindan nasil nefret ettigini bilsen bir!.. Açik açik söylemiyor bunu -- sanki çekiniyor benden - ama bazi sözlerinden anladim. Natasa, sevgilim benim! Görse, ne çok severdi seni o da! Öyle iyi yürekli, temiz bir kiz ki! insan bir rahat hisse-
' diyor kendini onun yaninda! îki\ kizkardes olarak yaratilmissiniz siz, sevmelisiniz birbirinizi. Hep bunu düsünüyordum. Dogrusunu söyleyeyim, elimde olsa, ikinizi beraber yasatir, ben de yaninizda durup seyrederdim sizi. Aklina bir sey gelmesin Natasa'cigim, ondan böyle söz ediyorum diye gücenme. Senin yaninda ondan, onun yaninda senden söz etmek haz veriyor bana. Dünyada en çok, ondan bile çok seni sevdigimi biliyorsun... Her se- , yimsin sen benim! Natasa sevgi dolu, ama elemli gözlerle ona bakiyordu. Alyosa'nin sözleri ayni zamanda hem haz, hem istirap veriyordu ona sanki. Alyosa devam ediyordu : - Katya'nin degerini anlayali iki hafta oluyor. Her aksam gidiyordum ona. Eve dönünce uzun uzun düsünüyor, ikinizi karsilastiriyordum. Natasa gülümsedi. - Hangimizin daha iyi olduguna karar verdin? - Bazan senin, bazan onun. Ama sen daima daha iyiydin. Onun yanindayken daha bir akilli, dürüst hissediyorum kendimi. Yarin, evet yarin kopuyor dananin kuyrugu! - Ona acimiyor musun? Seni seviyor! - Aciyorum, Natasa. Üçümüz birbirimizi sevecegiz, o zaman... Natasa kendi kendine konusuyormus gibi, - O zaman elveda! diye mirildandi. Alyosa sasirmisti. Konusmamiz hiç teklenmedik bir olayla kesildi. Dis kapidan hemen giriste bulunan mutfakta hafif bir gürültü oldu. Birisi gelmisti sanki. Bir dakika sonra Mav-ra kapiyi açti, Alyosa'yi, basiyla disari çagirdi. Üçümüz de kapiya bakiyorduk. Hizmetçi kadin esrarli bir sesle, - Seni soruyor birisi, dedi, çik da bak. Alyosa saskin saskin bize bakti.- 128 - Kim arayabilir beni bu saatte? Bakayim bir. Babasinin resmi giysili usagi mutfakta bekliyordu. Sonra anlasildi: Prens kupa arabasiyla oradan geçerken arabayi Natasa'nin evinin Önünde durdurmus, Alyosa'nin orada olup olmadigini ögrenmesi için usagini yollamisti. Usak durumu açikladiktan sonra aceleyle gitti. Alyosa sasirmis, yüzümüze bakarak, - Tuhaf! dedi. Hiç yapmadigi bir sey bu. Amaci neydi acaba? Natasa endiseyle bakiyordu ona. Mavra birden açti kapiyi gene. Aceleyle, - Prens geliyor! diye fisildadi. Hemen kayboldu. Natasa'nin yüzü bembeyaz olmustu, ayaga kalkti. Gözlerinin içi parladi. Masaya hafifçe dayanmis, ayakta duruyor, heyecanla, beklenmeyen konugun girecegi kapiya bakiyordu. Saskin, ama kendini kaybetmeyen Alyosa, - Natasa, diye fisildadi, korkma, yanindayim! Sana hakaret etmesine izin vermem. Kapi açildi, esikte Prens Volkanski göründü. Dikkatli, çabuk bir bakisla süzdü hepimizi. Dost olarak mi, yoksa düsman olarak mi geldigi bakisindan belli degildi henüz. Ama dis görünüsünü gene de anlatacagim ben. O gece çok sasirtti beni çünkü. Eskiden de görmüstüm onu. Kirk, kirk bes yaslarinda, son derece yakisikli bir adamdi. Yüz ifadesi duruma göre degisirdi; ama pek seyrek olurdu bu degisme. Yüz çizgileri bir ipe bagliydi sanki, ipi hizla çekince, yüzündeki en tatli ifade bir anda en kötüsüyle yer degisti- - 129 rirdi. Biraz esmer, oval yüzüyle, inci gibi disleriyle; ince, güzel dudaklariyla; düzgün, uzunca burnuyla, en küçük bir kirisigi olmayan genis alniyla; gri, oldukça iri gözleriyle yakisikli bir adam oldugu halde yüzü hos bir izlenim birakmiyordu insanin üzerinde. Yüz ifadesinin yapmacik oldugu hissi insanin içinde tiksintiye benzer bir ,sey uyandiriyordu; onun gerçek ifadesini hiç bir zaman göremiyeceginiz duygusuna kapilirdiniz.