- Bana olan aski güçlüdür, ama yeni aski yenebilir onu. Tekrar bana dönse bile, bir dakika kalir yanimda, ne dersin? - Bilmiyorum Natasa, sagi solu belli olmaz onun; seni sevdigi halde baska birisiyle evlenebilir. Ikisini ayni anda yapabilir. - O kizi sevdigini kesin olarak bilsem kararimi verirdim... Vanya! Hiç bir seyi gizleme benden! Bana söylemek istemedigin bir seyler biliyor musun? Endiseli, soru dolu bakislarini gözlerimin içine dikmisti. - Bilmiyorum dostum, zaten hiç bir zaman gizlim olmamistir senden. Ama su da var : Belki de bizim sandigimiz kadar tutulmamistir Kontes'in üvey kizina. Geçici bir hevese kapilmis olabilir... - Öyle mi saniyorsun? Tanrim, kesin olarak bilsem bir! Ah, su anda onu görmeyi öyle istiyorum ki! Yüzüne bir kerecik baksam yeterdi bana! Gözlerinin içinden her seyi ögrenirdim! Ama yok burada! Yok! - Bekliyor musun onu Natasa? - Hayir, onun yaninda simdi. Ögrensin diye adani yolladim. O kizi görmeyi ne çok istiyorum... Bak Vanya, gerçi saçmaliyorum, ama onu hiç göremem mi? Hiç bir yerde karsilasamam mi onunla? Ne dersin? Cevabimi endise içinde bekliyordu. - Görebilirsin, dedim, ama sadece görmek yetmez, - Bana yeterdi, her seyi anlardim o anda. Beni dinle: Öyle aptallastim ki son günlerde; odanin içinde yalniz basima dolasiyorum hep, düsünüyorum. Kafamin içi karma karisik. Söyle bir sey geldi aklima Vanya: Kontesin üvey kiziyla tanissan nasil olurdu acaba? Kontes romanini ögmüstü hani, sen söylüyordun. Bazi aksamlar prens
R*** nin toplantilarina gidiyorsun, o da geliyor oraya. Öyle yap ki tanistirsinlar seni onunla. Alyosa da tanistirabilir sizi. Sonra gelir, onun nasil bir insan oldugunu anlatirsin bana. - Natasa, sevgili dostum, bunu sonraya birakalim. Simdi önemli olan su: Ayrilmaya gücün yetecegine emin misin? Kendini yokla söyle bir, sogukkanli misin? Natasa alçak sesle, - Ye-te-cek! dedi. Onun için yapacagim her seyi! Hayatimi bile veririm! Ama, biliyor musun Vanya, suna dayanamiyorum: Simdi o kizin yaninda beni unutmus, buradayken oldugu gibi durmadan anlatmasina, gülmesine... Kizin gözlerinin içine bakiyordur; hep insanin gözlerinin içine bakar zaten; benim burada oturmus... seninle konustugumu aklina bile getirmez. Umutsuzca yüzüme bakti. - Peki ama demin söylediklerin Natasa... Gözleri parliyordu. Sözümü kesti: - Hep beraber verelim kararimizi! Bunun için minnettar kalacagim ona. Ama önce onun beni unutmasi agir geliyor bana Vanya! Ah Vanya, öyle aci çekiyorum ki! Kendi kendimi anlamiyorum: Akil böyle diyor, baska türlü oluyor! Ne olacak halim? - Yeter, yeter Natasa, kendine gel... - iste bes gün oldu, her saat, her dakika... Gece gündüz hep onu düsünüyorum! Bak ne diyecegim Vanya : Oraya gidelim seninle, götür beni! - Yeter artik Natasa. - Hayir, gidelim! Seni bekliyordum zaten! Üç gün önce verdim kararimi. Bunun için çagirdim seni... Oraya götürmek zorundasin beni; kiramazsin hatirimi... Seni bekliyordum... Üç gün... Bu aksam toplanti var orada... oradadir Alyosa... Hadi! Aklim yitirmis gibiydi. Holde bir gürültü oldu; Mavra birisiyle tartiliyordu sanki. - Dur Natasa, dedim, kim geldi, dinle! Kuskulu bir gülümsemeyle kulak kabartti, birden bembeyaz oldu yüzü. - Tanrim! diye fisildadi. Kim geldi? Tutmak istedi beni, ama kurtuldum elinden, disari çiktim. Evet Alyosa'ydi gelen. Mavra'ya bir seyler soruyordu; kadin, evde tek söz sahibiymis gibi önce içeri bi-rakmak istememisti onu. - Nereden çiktin? diyordu. Nerelerdeydin simdiye kadar? Nerelerde sürttün? Hadi gir bari, gir! Beni acindi ramazsin kendine! Gir bakalim, gir de hesap ver! Alyosa biraz bozuldugu halde, - Kimseden korkum yok benim! diyordu. Girerim tabiî! - Girersin girersin! - Ne sandin ya! Beni görünce, - A! Siz de mi buradasiniz! dedi. Ne sevindim bilemezsiniz! Ben de geldim iste; ama ne yapacagimi sasirdim.. . - Dosdogru girin içeri; korkacak ne var?
- Korktugum falan yok, inanin bana; çünkü suçlu degilim. Suçlu oldugumu mu saniyorsunuz? Görürsünüz simdi. Kapali kapinin önünde durdu, yapmacik bir yüreklilikle, - Natasa, girebilir miyim? diye seslendi. içerden cevap veren olmadi. Alyosa endiseyle, - Ne oluyor? diye sordu. - Hiç, dedim, demin içerdeydi, sakin... Alyosa usulca açti kapiyi, basini uzatip ürkek ürkek göz gezdirdi odada. Kimsecikler yoktu. Birden dolapla pencere arasinda gördü Natasa'yi. 111 Saklanmis gibi, kipirdamadan duruyordu orada, O halini hatirladikça hâlâ tutamam kendimi, gülümserim. Alyosa sessiz adimlarla ona yaklasti. Tuhaf bir korkuyla yüzüne bakarak, - Natasa, dedi, ne oldu sana? Merhaba Natasa. Genç kiz, suçlu olan kendisiymis gibi kizarip bozara,- rak, - Ne... ne olacak... hiç!... dedi. Çay ister misin? Alyosa kendini tamamen kaybederek, - Natasa, beni dinle... dedi. Suçluyum, bundan kuskun olmasin... Ama ayni zamanda suçsuzum da; biraz suçsuzum! Simdi anlatacagim sana. Natasa, - Niçin? diye fisildadi, hayir, hayir, istemez... iyisi mi elini ver bana... her zamanki gibi tabii... Köseden çikti; yanaklari kipkirmizi olmustu. Alyosa'nin yüzüne bakmaya korkuyormus gibi basi önündeydi. Alyosa heyecanla, - Ah Tanrim! diye haykirdi. Suçlu olsaydim bu durumda yüzüne bile bakamazdim! Bana dönerek devam etti: - Bakin, bakin! Beni suçlu saniyor; bütün deliller bana karsi! Bes gündür görünürlerde yokum! Evlenecegim kizin yaninda oldugum söylentileri dolasiyor ortada... ama o ne yapiyor buna karsilik? Affediyor beni! «Elini ver, her sey bitsin!» diyor. Natasa, canim benim! Suçsuzum, inan buna! Hiç suçum yok! Tam tersine, tertemizim! - Ama... Ama oradan geliyorsun... Oraya çagirmislardi seni... Niçin geldin? Sa... 'saat kaç? - On buçuk! Oraya da gittim... Ama hasta oldugu-mu söyleyip çiktim. Bes gündür ilk kez kurtarabildim kendimi onlardan, hemen sana geldim Natasa, istesem daha önce de gelebilirdim tabiî, ama mahsus gelmedim! Niçin_ 112 - mi? Simdi ögrenirsin, anlatacagim sana; zaten bunun için geldim; ama bu keresinde vallahi suçsuzum sana karsi! Tamamen suçsuzum! Natasa basini kaldirip Alyosa'nin gözlerinin içine bakti... Bakisi öylesine içtendi, yüzünde öylesine dürüst, neseli bir ifade vardi ki, sözlerine inanmamak elde degil-. di. Bu çesit barisma anlarinda eskiden birkaç kere oldugu gibi gene aglayarak kucaklanacaklarini sandim. Ama Natasa, mutluluktan bitkin düsmüs gibi basini Alyosa'nin gögsüne dayadi ve... sessiz sessiz aglamaya basladi. Öteki de tutamadi kendini... sevgilisinin ayaklarina kapandi. Ayaklarini, ellerini öpüyordu; çildirmisti sanki. Natasa'ya bir sandalye getirdim, Oturdu. Ayakta duracak hali kalmamisti. IKINCI BÖLÜM Bir dakika sonra çilginlar gibi gülüsüyorduk. Alyosa'nin gür sesi bastiriyordu bizimkileri: - Durun, durun da anlatayim. Beni hâlâ eski Alyosa saniyorsunuz... Is olsun diye geldigim kanisindasiniz... Söylüyorum size, son derece önemli bir is pesindeyim. Susacak misiniz, susun bir dakika! Anlatmak istiyordu. Önemli haberlerle geldigi belliydi. Ama böyle haberlerle bizi sasirtacagi düsüncesinin verdigi çocukça gurur Natasa'yi güldürüyordu. Elimde olmadan ben de gülmeye baslamistim. Alyosa kizdikça biz gülüyorduk. Üzüntü, pesinden Alyosa'nin çocuksu çaresizligi sonunda öyle bir duruma getirmisti ki bizi, Gogol'ün çavusu (1) gibi, birisi parmagini gösterse katila katila gülecektik. Havra kapida durmus, öfkeyle bize bakiyordu. Natasa'nin Alyosa'yi - bes bundur bin bir hevesle (1) Gogol'ün «Bir Evlilik» inde, tegmen Jevakin'in çok güldügünden söz ettigi çavus Dirka. (E. A.) Ezilenler - F : 8
bekledigi gibi - güzelce bir azarlamamasina, tam tersine, neseyle gülüsmemize içerlemisti. Kahkahalarimizin Alyosa'yi incittigini görünce sonunda sustu Natasa. - Ne anlatmak istiyorsun? dedi. Mavra kaba bir tavirla Alyosa'ya konusma firsati vermeden, - Ne dersiniz, semaveri yakayim mi? diye sordu. Alyosa kolunu salladi, hizmetçi kadim aceleyle kovarak, - Çik disari Mavra, çik, dedi. Her seyi, olmus, olacak her seyi anlatacagim, çünkü biliyorum hepsini. Bes gündür nerede oldugumu merak ettiginizin farkindayim dostlarim... benim anlatmak istedigim de bu zaten; birakmiyorsunuz ki anlatayim, Ama önce sunu söyleyeyim: Hep aldatiyordum seni Natasa, eskiden beri aldatiyordum, önemli olan da bu.
- Aldatiyor muydun? - Evet, bir aydir aldatiyordum seni; babamin gelisinden önce de... Simdi açik açik konusmamizin zamani geldi. Babam gelmeden bir ay kadar önce oldukça uzun bir mektup aldim ondan; ikinizden de sakladim bunu. Gayet açik, anlasilir bir dille - öylesine ciddiydi ki, korktum bile - evlenme isimin artik bir sonuca baglandigini, nisanlimin bulunmaz bir kiz oldugunu, ona lâyik olmadigim halde gene de onunla evlenmek zorunda, oldugumu yaziyordu. Kendimi hazirlamami, kafamin içindeki saçma düsünceleri çikarip atmami v.b. - bilirsiniz artik daha neler - istiyordu, iste burada mektup, saklamistim sizden... Natasa kesti sözünü: - Hiç de saklamadim! Ögündügün seye bak! Daha o zaman her seyi oldugu gibi anlatmistin. O günlerde birden uysallastigini, bir suçunu bagislatmak istiyormus gi- bi dizimin dibinden ayrilmadigini hatirliyorum. Zaten parça parça, mektubun bütününü anlattin bize. - Hayir, önemli olani anlatmadim sanirim. Bir seyler sezinlemis olabilirsiniz, bu sizi ilgilendirir, ama ben anlatmadim. Sakliyordum bunu sizden, üzülerek sakliyordum» Natasa'ya bakarak, - Ben de hatirliyorum Alyosa, dedim; o günlerde sik sik akil danisiyordunuz benden; mektubun bütününü parça parça bana da anlattiniz; üstü kapali olarak tabu. Natasa destekledi beni: - Evet, bütününü! Böbürlenme lütfen! Bir seyi saklayabilir misin ki sen? Adam aldatmak kim, sen kim ! Havra bile anladi her seyi. Öyle degil mi Mavra? Mavra basani uzatarak, - Anlasilmayacak gibi miydi, dedi, üç gün içinde-her seyi anlatti. Kurnazlik sana göre degil! - Öf, ne sikici insanlarsiniz, konusulmuyor sizinle! Bunlari hep öfkeden yapiyorsun Natasa! Mavra, sen de yaniliyorsun. Hatirliyorum, deli gibiydim o zaman ; hatirliyorsun degil mi Mavra? - Hatirlamaz olur muyum! Simdi de öylesin,. - Hayir, hayir, onu demek istemedim. Hatirlarsin! Paramiz kalmamisti da gümüs sigara kutumu rehine götürmüstün. Sunu da söyleyeyim, bana karsi pek saygisizsin Mavra. Natasa alistirdi seni böyle. Neyse canim, tutalim ki gerçekten anlattim her seyi. (Simdi hatirladim). Ama mektubun havasini bilmiyorsunuz, oysa en önemli yani havasidir. Bunu anlatacagim size. Natasa, - Nasilmis bakalim havasi? dedi. - Bak Natasa, alay eder gibi soruyorsun. Alay etme benimle. Yemin ederim, çok önemli anlatacaklarim. Öyle bir havasi vardi ki, ellerim titremeye baslamisti. Babam116 hiç böyle konusmamisti benimle. Anlayacaginiz, dünya yikilsa dediginden dönmeyecege benziyordu; iste böyle bir havasi vardi mektubun! - Bunu benden niçin sakladigini anlatsana! - Ah Tanrim! Seni korkutmamak için tabiî.. Her seyi kendi basima yola koyabilecegimi umuyordum. Bu mektuptan sonra babamin da gelmesiyle durumum iyice kötülesti. Açik açik konusmak istiyordum onunla. Karsisina geçip ciddi olarak her seyi anlatacaktim. Ama bir türlü olmadi. O da hiç sormadi... ne kurnazdir! Tam tersine, her sey kesin karara baglanmis, aramizda bir anlasmazlik yokmus gibi davraniyordu. Duyuyor musun, olamazmis gibi... bu kadar güvenir kendine! Öyle yumusak, candan davranmaya basladi ki bana! Sasiyordum. Ne zeki oldugunu bilemezsiniz Ivan Petroviç! Okumadigi kitap, bilmedigi sey yoktur. Bir kere baksin yüzünüze, içinizden geçenleri oldugu gibi saysin. Belki de bunun için ciz-vit adini takmislardir ona. Babami ögmem Natasa'nin hosuna gitmez. Kizma Natasa. Böyle iste... sey... baslangiçta parami da kesmisti, ama artik veriyor, dün basladi. Natasa! Melegim benim! Yoksullugumuz bitti artik! Suraya bak! Alti aydan beri kestigi paramin hepsini birden verdi dün; bakin ne çok para var burada; saymadim bile. Mavra, bak su paralara! Bundan böyle gümüs kasiklarimizi, kol dügmelerimi rehine vermeyecegiz! Cebinden oldukça büyük bir deste kâgit para - bin bes yüz ruble kadar vardi - çikarmis, masanin üzerine koymustu. Mavra, gözlerinin içi gülerek desteye bakiyor, Alyosa'yi ögüyordu. Natasa telâslanmisti. Alyosa devam ediyordu: - «Simdi ne yapacagim ben?» diye düsünüyorum hep. «Nasil karsi duracagim ona?» ikinize de yemin ederim ki, bana karsi böyle iyi degil de sert davransa hiç umursamazdim. Yüzüne karsi «istemiyorum, ben de bü- - 117 yüdüm artik» derdim... her sey biterdi! inanin ki dire-tirdim de. Ama bu durumda ne söyleyebilirim ona? Beni suçlamayin sakin, Canin biraz sikildi gibi Natasa, Niçin bakisiyorsunuz? «Hemen kanivermis, ne iradesiz bir ço--cuk» diye düsünüyorsunuzdur. Hayir, var iradem, hem de sandiginizdan çok! ispati da iste: içinde bulundugum durumu umursamadan kendi kendime «bunu yapmak zorundayim, her seyi oldugu gibi anlatmaliyim babama» dedim ve anlattim, dinledi beni. Natasa endiseyle, - Neyi anlattin? diye sordu.
- Baska kiz istemedigimi, benim kendi nisanlim oldugunu, seni sevdigimi... Simdiye kadar bunu ona açik açik söylemis degilim tabu, ama hazirladim onu buna, ya-rin söyleyecegim; öyle karar verdim. Önce, para için evlenmenin ayip bir sey oldugunu, kendimizi soylu, kalburüstü kisiler saymamizin aptalliktan baska bir sey olmadigini söyledim. (Karsimdaki babam degil de kardesim-mis gibi açik, serbest konusuyordum.) Sonra tiers - etat'-dan (1) oldugumu söyledim; tiers-etat c'est l'essentiel, (2) dedim, herkes gibi olmak gurur veriyor bana...» Anlayacaginiz, bütün yeni düsünceleri açikladim ona... Heyecanlanmis, cosmustum. Kendi kendime sasiyordum. Düsüncesinin ne denli sakat oldugunu ispat ettim ona... dü-pedüz «Prensligimiz de ne oluyor bizim? dedim. Dogustan bir Prensligimiz var, hepsi o kadar; oysa gerçekte ne ilgimiz var Prenslikle? Bir kere, öyle ahim sahim bir zenginligimiz yok, varlikli bile sayilmayiz. Günümüzde asil prens Rotschild'dir. Sonra, çoktan beri adimiz anilmiyor bir yerde. Soyumuzun son ünlü kisisi büyük dedem (1) Üçüncü tabaka, avam (Fransizca) (2) önemli olan üçüncü tabakadir. (Fransizca) Semyon Valkonski'ydi, onu da sadece Moskova'da taniyorlardi, hem de neyiyle? Son mülkü olan üç yüz kölelik çiftligini satip yemesiyle... öyle ki, oglu para kazan-masaydi torunlari bir çok prens gibi irgatlik yapmak zorunda kalacaklardi. Bosu bosuna kibirlenmeyelim». Anlayacaginiz, içimi iyice bir döktüm. Öyle atesli konusuyordum ki! Hattâ kendimden de bir seyler ekledim, itiraz bile edemedi; yalniz, Kont Nainski'nin evinden ayrildigim için biraz azarladi. Sonra, vaftiz annem Prenses K. nin gözüne girmeye çalismamin gerektigini, Prenses beni evine kabul ederse artik her yere kabul edilecegimi, gelecegimin kazanilmis sayilacagini söyledi. Anlatti da. anlatti! Bütün bunlar seninle iliski kurdugum, çevremden uzaklastigim için Natasa. Ama açik açik hiç bir zaman, söz etmiyor senden, kaçiniyor bile böyle bir konusmadan, ikimiz de kurnazlik ediyor, birbirimizi avlamaya çalisiyoruz; inan ki sonu iyiye varacak bunun. - Anladik; sonra ne oldu, ne karar verdi? Önemli olan bu. Ne gevezesin Alyosa... - Ne karar verdigini ancak seytan bilir. Hem geveze degilim ben, önemli seylerden söz ediyorum: karar falan vermedi, ben anlatirken sadece gülümsüyordu, ama öyle bir gülümsemeydi bu ki, aciyordu bana sanki. Bunun bir hakaret oldugunun farkindaydim, ama alinmi-, yordum. «Kabul, dedi, gel Kont Nainski'nin evine gidelim simdi; ama sakin bunlardan söz etme orada. Ben anliyorum seni, ama onlar anlamazlar.» Sanirim onu da anlamiyorlar orada, bir sey için kiziyorlar. Sosyetede genel bir sogukluk var simdi babama karsi zaten! Prens önce pek soguk, küçümser bir tavirla karsiladi beni; onun evinde büyüdügümü bile unutmustu sanki; inanin ki, kim oldugumu hatirlamaya çalisiyordu! Nankörlük ettim diye kiziyor bana; oysa nankörlük falan ettigim yok! Evinde canim sikiliyordu, gitmiyordum oraya. Babami son de-
rece umursamaz, soguk karsiladi; o kadar ki, oraya hâlâ ne yüzle gidiyor, sasiyorum. Bütün bunlar çok üzüyor beni. Zavalli babam neredeyse yerlere kadar egilecek önünde; buna benim için katlandiginin farkindayim, oysa bir ,sey istedigim yok ondan. Düsüncelerimi açmayi çok is-tedim babama, ama tuttum kendimi. Zaten neye yarar! inançlarindan döndüremem onu, canini sikmis olurum sadece; zaten derdi basindan askin. Kurnazlik etmeye, hepsini avlamaya, Kontu beni saymak zorunda birakmaya karar verdim... Bir anda degisti durum! Kont Nainski simdi beni nereye oturtacagini bilemiyor. Bunu bir basima, kurnazligimla yaptim. Babam sasti kaldi!.. Sabri tükenen Natasa yüksek sesle, - Bak Alyosa, dedi, esas konuya geçsen iyi edersin. Bizimle ilgili bir seyler anlatacagini sanmistim, oysa sen Kont Nainski'nin evindeki marifetlerinle ögünüyorsun. Senin Kontundan bana ne? - Sana mi ne! Duydunuz mu Ivan Petroviç, ona neymis? Esas konu bu zaten. Göreceksin simdi, her sey anlasilacak sonunda. Birakin da anlatayim... Nihayet (niçin dogrusunu soy içmeyeyim?) bak Natasa, siz de dinleyin Ivan Petroviç, gerçekten de bazan pek kafasiz oluyorum ben; hattâ düpedüz aptallasiyorum. Ama inanin M bu sefer oldukça kurnaz... hattâ... akilli davrandim. Her zaman akilsiz olmadigima sevineceginizi bile düsündüm... - Ah Alyosa, yeter! Yeter artik canim!.. Alyosa'nin akilsiz sayilmasina dayanamazdi Natasa. Alyosa'ya, senli benli bir hava içinde, bir hareketinin aptallik oldugunu anlatmaya çalistigim zamanlar, açik acik söylemedigi halde, kizardi bana. Alyosa'nin küçük düsmesini kaldiramazdi. Bence, daha çok onun akildan yana kit oldugunu sezinlemesinden geliyordu bu. Ama düsüncesini açmazdi Alyosa'ya, onun gururunu incitmekten120 korkardi. Böyle durumlarda genç kizin gizli duygularini hemen sezinlerdi Alyosa, Natasa da farkederdi bunu, pohpohlamaya, oksamaya baslardi sevgilisini. Alyosa'nin sözleri simdi bu yüzden dokunmustu ona. - Yeter Alyosa, diye devam etti, kendine yakistirdigin gibi... sey degilsin hiç de; sadece biraz havaisin, hepsi o kadar! - Öyle olsun bakalim. Birakin da sözümü bitireyim simdi. Kontun evindeki toplantidan sonra babani kizdi bile bana. «Hele dur!» diye geçirdim içimden. Oradan Prensese gidiyorduk; kocakarinin artik iyice bunadigini, üstelik kulaklarinin duymadigini, köpeklere çok düskün oldugunu eskiden beri biliyordum. Bir sürü köpegi vardir. üzerlerine titriyor. Bütün bunlara ragmen sosyetede çok önemli bir yeri var; o kadar ki, le süperde (1)
Kont Nainski bile antichambre (2) yapiyor ona. Yolda hareket plânimi çizmistim. Neye dayaniyordu plânim dersiniz? Köpeklerle aram pek iyidir, vallahi dogru söylüyorum. Bendeki gizli bir kuvvetten midir, yoksa benim de hayvanlari çok sevmemden midir bilmiyorum, köpekler bayilirlar bana! Gizli kuvvet deyince aklima geldi, Natasa, söylemedim sana, geçen gün ruh çagirdik, bir ruh çagi-ricinin evine gitmistim; öyle ilgi çekiciydi ki, Ivan Petroviç... sastim kaldim. Ben Jül Sezar'i çagirdim. Natasa bir kahkaha atarak, - Aman Allahim! diye bagirdi. Ne yapacaktin Jül Sezar'i? Bir ruh çagirman eksikti! - Niçin öyle söylüyorsun... sanki çocuk var karsinda..: Jül Sezar'i çagirmama niçin sastin bu kadar? Bir (1) Ünlü (Fransizca) (2) Antichambre : Bekleme odasi. Antichambre yapmak, burada: asiri saygi göstermek.
seyi mi eksilir çagirirsam? Bak, simdi de gülüyorsun! - Eksilmez tabiî, canim... Ah Alyosa'cigim benim! Peki ne söyledi sana Jül Sezar? - Bir sey söylemedi. Ben kalemi elimde tutuyordum sadece, o kendi kendine hareket edip kâgida yaziyordu. Jül Sezar yaziyormus sözde. Ben inanmiyorum buna. - Ne yazdi? - Gogol'ün romanlarindakine benzer «islansana» gi- bi bir sey... gülmesene! - Hadi Prensese gel artik! - Konusturmuyorsunuz ki adami, Içeri girince Mi-mi'yle ahbap olduk, Yasli, igrenç mi igrenç bir köpek bu, üstelik inatçi, huysuz bir sey. Saldiriyor da. Prenses titriyor üzerine; yasitlar galiba. Önce seker verdim hayvana, on dakika sonra elimi uzatinca ön ayagini koyuyordu avucumun içine. Prenses, çok ugrastigi halde bir türlü alistiramamis onu buna. Costu kocakari, sevincinden ha agladi ha aglayacakti. «Mimi elini veriyor, Mimi elini veriyor!» diyordu. Gelen konuklara «Mimi elini veriyor! diye mustuluyordu. Vaftiz oglum ögretti!» Biraz sonra Kont Nainski geldi: «Mimi elini veriyor artik!» Sevinçten dolu dolu gözlerini ayirmiyordu benden. Çok iyi yü-rekli bir kadin; acidim ona.Bos durmuyor, gözüne girmeye çalisiyordum: sigara tabakasinin kapaginda bir resmi vardir. Nisanli kizken, altmis yil önce çekilmis... Tabakayi düsürüvermesin mi elinden. Hemen kosup aldim onu yerden, kimin resmi oldugunu bilmiyorum gibi, «Qu-elle Charmante peinture! (1) Yüce bir güzellik bu!» dedim, Iyice gevsemisti Prenses; sundan bundan konusmaya basladi benimle; nerede okudugumu, kimlerle görüstügümü sordu, «ne güzel saçlarin var» dedi. Ben de açik (l) Ne hos bir resim! (Fransizca) saçik bir olay anlatarak güldürdüm onu. Hoslandi bundan, yalniz parmagini sitem eder gibi salladi, ama çok güldü. Ayrilirken öptü beni, kutsadi, her aksam gelmemi, onu eglendirmemi söyledi. Kont gözlerini süze süze elimi sikti. Babam, dünyanin en iyi yürekli, dürüst insani oldugu halde, ister inanin ister inanmayin, eve geldigimizde sevincinden neredeyse aglayacakti. Kucakladi beni, bir sürü seyler anlatti; gelecegimden, iliskilerimizden, paradan, evlilikten söz ediyordu; hiç birini anlamadim. Parayi da o zaman verdi bana iste. Dün oldu bu anlattiklarim. Yarin gene gidecegim Prensese; ne olursa olsun, çok iyi bir insandir babam. Kötü bir sey gelmesin akliniza. Gerçi senden ayirmak istiyor beni, Natasa, ama Katya'nin milyonlari gözünü kamastirdigi, o paraya sahip olmak istedigi için yapiyor bunu... senin milyonlarin yok. Hem bunu beni düsündügü için istiyor. Yalniz su var ki, durumu bilmediginden sana haksizlik etmis oluyor. Hangi baba oglunun mutlu olmasini istemez? Mutlulugun ancak milyonlarda bulunabilecegini saniyor diye suçlayamayiz ki onu! Hepsi böyledir bunlarin. Ona bu açidan bakarsak, suçsuz oldugu çikar ortaya. Sana bunu söylemek için aceleyle geldim buraya Natasa, onun suçlu olduguna inandigini biliyorum, sen de haklisin tabiî. Suçlamiyorum seni... Natasa, - Anlatacagin Prensesin evindeki basarindi demek? diye sordu. Bütün kurnazligin bu mu? - Nasil yani? Ne diyorsun sen! Bu daha isin basi... Prensesten yararlanarak babami avucumun içine alacagim, hikâyem baslamadi daha. - Hadi anlatsana! Alyosa devam ediyordu : - Bugün son derece tuhaf bir olay geçti basimdan, hâlâ toparlanamadim. Önce sunu söylemeliyim size, gerçi
babamla Kontes evlilik isimizi aralarinda bir karara bagladilar ya, resmiyete henüz dökülmedi bu; yani simdi ay-rilsak bir dedikodu falan çikmaz. Yalniz Kont Nainski biliyor durumu; o da akraba sayilir. Sonra, Katya'yla iki haftadan beri pek sik görüstügümüz halde, bu aksama kadar gelecek üzerine, yani evlenmemiz... askimiz üzerine hiç konusmamistik onunla. Önce Prenses K. nin rizasini almaya karar vermisler. Ondan yardim, ayni zamanda da para bekliyorlar. O ne derse sosyete de ayni seyi söyler; o kadar sayiliyor... Beni sosyeteye sokmaya nedense kararli gözüküyorlar. Ama bunu en çok isteyen de Katya'nin üvey annesi Kontes. Avrupa'da kirdigi findiklar yüzünden Prenses onu evine kabul etmez, o kabul etmeyince sosyeteye de giremez diye korkuyor. Katya'yla benim evlenmemden yararlanmak istiyor. Bir zamanlar evlenmemize
bütün gücüyle karsi duran Kontes bugün Prensesin evindeki basarima çok sevindi. Ama bunu birakalim simdi, asil söylemek istedigim su: Katerina Fyodorovna'yi geçen yildan taniyorum; ama o zamanlar çocuktum daha, aklim bir seye ermiyordu, bu yüzden anlayamamistim onu... Natasa sözünü kesti : - O zaman beni daha çok seviyordun da ondan an-layamadin, ama simdi... Alyosa, - Sus Natasa, diye haykirdi, yaniliyorsun, bana hakarettir bu yaptigin!., itiraz bile etmeyecegim sana; dinle, sonra kendin anlayacaksin... Ah, Katya'yi tanisan bir! Onun ne iyi, temiz yürekli oldugunu bilsen! Ama ögreneceksin, sonuna kadar dinle anlatacaklarimi! Bundan iki hafta önce, hos geldiniz demeye babam beni onlara götürdügünde Katya'yi dikkatle inceledim. Onun da benimle ilgilendigi kaçmamisti gözümden. Merakimi çekti bu; dogrusunu söyleyeyim, onu daha yakindan tani- maya niyetliydim... babamin beni sasirtan o mektubundan sonra böyle bir istek dogmustu içimde. Hiç bir sey söylemeyecegim, egmeyecegim onu, sadece sunu belirtecegim: çevresinden apayri bir insandir o. Öylesine güçlü, dürüst bir kisiligi var ki - bu gücü temizliginden, özellikle dürüstlügünden geliyor - on yedi yasinda bir kiz oldugu halde, düpedüz bir çocuk, küçük kardesi gibi kaliyorum karsisinda. Su da kaçmadi gözümden: elemli bir havasi var, içine kapanik; hiç konusmuyor evde, bir seyden ürkmüs sanki... Hep düsünüyor. Babamdan korkuyor gibime geliyor. Üvey annesini de sevmiyor, farkindayim; üvey kizi onu çok seviyor söylentisini - ne düsünüyorsa - Kontesin kendisi çikariyor; hepsi ya-landir bu söylentilerin. Yalniz su var, Katya bir dedigini iki etmiyor üvey annesinin, sanki aralarinda karar almislar. .. Gözlemlerimi tamamladiktan sonra, bundan dört gün önce, kafama koydugumu yapmaya karar verdim, bu aksam da yaptim... Katya'ya her seyi anlatacak, itiraf edecek, onu da bizim yanimiza çekecek, böylece bir anda halledecektim meseleyi... Natasa endiseyle, -. Nasil? dedi, neyi anlatacak, itiraf edecektin? -. Her seyi. Bu düsünceyi aklima getiren Tanriya, sükürler olsun. Simdi dinleyin, dinleyin! Dört gün önce söyle karar verdim: sizden uzaklasip, her seyi kendim bitirecektim. Sizin yaninizda kalsam bir türlü veremezdim kararimi, sizi dinler, harekete geçemezdim. Yalniz basima kalinca, bu isi bitirmek sorunda oldugumu her dakika tekrar etmeye basladim kendi kendime, cesaretimi topladim ve... bitirdim! Yaniniza kararimi vermis dönmeyi düsünüyordum, döndüm! - Neler yaptin? Anlatsana artik! - Çok basit! Cesur, dürüst bir tavirla yanina gittim... Ama önce, beni çok sasirtan bir olaydan söz etme-
iliyim size. Onlara gitmek için çikmaya hazirlaniyorduk... j Babama bir mektup geldi. Tam o anda ben de çalisma odasina giriyordum, kapida durdum. Beni görmemisti. Mektup çok sasirtmisti onu, kendi kendine yüksek sesle konusuyor, odanin içinde hizli adimlarla dolasiyordu; sonra birden kahkahayla gülmeye basladi. Mektup elindeydi hâlâ. içeri girmeye bile korkuyordum; biraz sonra girdim. Babam pek sevinçliydi nedense. Tuhaf tuhaf konusmaya basladi benimle. Sonra birden sustu, daha çok erken oldugu halde, hemen hazirlanmami söyledi. Bu aksam yalniz biz vardik onlarda Natasa, sandigin gibi toplanti - moplanti yoktu. Söyleyen yanlis söylemis sana... - Ah, konuyu dagitma lütfen Alyosa. Katya'ya neler söyledigini anlat! - Sansliydim, iki saat basbasa kaldik. Bizi evlendirmek istiyorlarsa da, bunun imkânsiz bir sey oldugunu anlattim kendisine; ona güvendigimi, beni yalniz onun kurtarabilecegini söyledim. Her seyi itiraf ettim. Düsün bir kere Natasa, seninle olan iliskilerimden tamamen habersizdi! Ne kadar duygulandigini görseydin bir; önce korktu bile. Yüzü bembeyaz oldu. Aramizda geçenleri oldugu gibi anlattim ona: benim için anam babani nasil terk ettigini, birlikte nasil yasadigimizi; simdi nasil istirap çektigimizi, her seyden korktugumuzu... «Simdi size siginiyoruz, dedim (senin adina da konustum Natasa), bizden yana olun, üvey annenize benimle evlenmek istemediginizi söyleyin. Kurtulusumuz sizin elinizdedir, son umudumuz sizsiniz». Öylesine dikkatle, öylesine candan dinliyordu ki beni! O anda ne hostu gözleri! Bütün ruhu bakislarinda toplanmisti sanki. Gözleri masmavidir. Ona güvendigim için tesekkür etti bana, bize bütün gücüyle yardim edecegine söz verdi. Sonra seninle ilgili bir sürü soru sordu; tanismanizi çok istedigini söyledi; seni bir kiz kardes gibi sevdigini, senin de onu öyle sevmeni istedi- gini sana iletmemi rica etti. Seni bes gündür görmedigimi ögrenince de palas pandiras buraya kovaladi... Natasa duygulanmisti. Alyosa'nin yüzüne sitemli sitemli bakarak, -- Bir de tutmus, sagir Prensesin evindeki basanlarini anlatiyordun deminden beri! dedi. Ah Alyosa, ah! Ee, Katya ne dedi? Seni buraya yollarken sevinçli miydi? - Evet, iyi bir sey yapmak firsati buldugu için sevinçliydi, ama agliyordu. Çünkü o da seviyor beni, Natasa! Beni yavas yavas sevmeye basladigini, benden eskiden beri hoslandigini, çevresinde iyi insan göremedigini itiraf etti. Tanidigi insanlarin hepsi kurnazlik, yalan dolan pesindeymis, bense içten, dürüstmüsüm. Ayaga kalkip, «Tanri yardimciniz olsun Aleksey Petroviç, dedi, oysa ben saniyordum ki...» Sözünü bitiremedi, aglamaya basladi, kosarak girdi içeri. Söyle karar verdik: yarin o üvey annesine söyleyecek benimle evlenmek istemedigini; ben de babama her seyi açik açik anlatacagim. Katya, babama durumu simdiye
kadar niçin açmadim diye sitem etti bana. «Dürüst bir insan hiç bir seyden korkmamalidir!» dedi. Öyle bulunmaz bir kiz ki bu! Babami o da sevmiyor; çok kurnaz oldugunu, para için canini verecegini söylüyor. Savundum babami, ama inanmadi bana. Yarin babami kandiramazsam (Katya da kandiramayacagim inancinda) Prenses K. dan yardim istememe o da razi. O zaman babam da Kontes de kabul etmek zorunda kalirlar. Katya'yla kardes - kizkardes olmaya söz verdik birbirimize. Ah, onun da ne kadar mutsuz oldugunu, üvey annesinin yanindaki hayatindan nasil nefret ettigini bilsen bir!.. Açik açik söylemiyor bunu -- sanki çekiniyor benden - ama bazi sözlerinden anladim. Natasa, sevgilim benim! Görse, ne çok severdi seni o da! Öyle iyi yürekli, temiz bir kiz ki! insan bir rahat hisse-
' diyor kendini onun yaninda! îki\ kizkardes olarak yaratilmissiniz siz, sevmelisiniz birbirinizi. Hep bunu düsünüyordum. Dogrusunu söyleyeyim, elimde olsa, ikinizi beraber yasatir, ben de yaninizda durup seyrederdim sizi. Aklina bir sey gelmesin Natasa'cigim, ondan böyle söz ediyorum diye gücenme. Senin yaninda ondan, onun yaninda senden söz etmek haz veriyor bana. Dünyada en çok, ondan bile çok seni sevdigimi biliyorsun... Her se- , yimsin sen benim! Natasa sevgi dolu, ama elemli gözlerle ona bakiyordu. Alyosa'nin sözleri ayni zamanda hem haz, hem istirap veriyordu ona sanki. Alyosa devam ediyordu : - Katya'nin degerini anlayali iki hafta oluyor. Her aksam gidiyordum ona. Eve dönünce uzun uzun düsünüyor, ikinizi karsilastiriyordum. Natasa gülümsedi. - Hangimizin daha iyi olduguna karar verdin? - Bazan senin, bazan onun. Ama sen daima daha iyiydin. Onun yanindayken daha bir akilli, dürüst hissediyorum kendimi. Yarin, evet yarin kopuyor dananin kuyrugu! - Ona acimiyor musun? Seni seviyor! - Aciyorum, Natasa. Üçümüz birbirimizi sevecegiz, o zaman... Natasa kendi kendine konusuyormus gibi, - O zaman elveda! diye mirildandi. Alyosa sasirmisti. Konusmamiz hiç teklenmedik bir olayla kesildi. Dis kapidan hemen giriste bulunan mutfakta hafif bir gürültü oldu. Birisi gelmisti sanki. Bir dakika sonra Mav-ra kapiyi açti, Alyosa'yi, basiyla disari çagirdi. Üçümüz de kapiya bakiyorduk. Hizmetçi kadin esrarli bir sesle, - Seni soruyor birisi, dedi, çik da bak. Alyosa saskin saskin bize bakti.- 128 - Kim arayabilir beni bu saatte? Bakayim bir. Babasinin resmi giysili usagi mutfakta bekliyordu. Sonra anlasildi: Prens kupa arabasiyla oradan geçerken arabayi Natasa'nin evinin Önünde durdurmus, Alyosa'nin orada olup olmadigini ögrenmesi için usagini yollamisti. Usak durumu açikladiktan sonra aceleyle gitti. Alyosa sasirmis, yüzümüze bakarak, - Tuhaf! dedi. Hiç yapmadigi bir sey bu. Amaci neydi acaba? Natasa endiseyle bakiyordu ona. Mavra birden açti kapiyi gene. Aceleyle, - Prens geliyor! diye fisildadi. Hemen kayboldu. Natasa'nin yüzü bembeyaz olmustu, ayaga kalkti. Gözlerinin içi parladi. Masaya hafifçe dayanmis, ayakta duruyor, heyecanla, beklenmeyen konugun girecegi kapiya bakiyordu. Saskin, ama kendini kaybetmeyen Alyosa, - Natasa, diye fisildadi, korkma, yanindayim! Sana hakaret etmesine izin vermem. Kapi açildi, esikte Prens Volkanski göründü. Dikkatli, çabuk bir bakisla süzdü hepimizi. Dost olarak mi, yoksa düsman olarak mi geldigi bakisindan belli degildi henüz. Ama dis görünüsünü gene de anlatacagim ben. O gece çok sasirtti beni çünkü. Eskiden de görmüstüm onu. Kirk, kirk bes yaslarinda, son derece yakisikli bir adamdi. Yüz ifadesi duruma göre degisirdi; ama pek seyrek olurdu bu degisme. Yüz çizgileri bir ipe bagliydi sanki, ipi hizla çekince, yüzündeki en tatli ifade bir anda en kötüsüyle yer degisti- - 129 rirdi. Biraz esmer, oval yüzüyle, inci gibi disleriyle; ince, güzel dudaklariyla; düzgün, uzunca burnuyla, en küçük bir kirisigi olmayan genis alniyla; gri, oldukça iri gözleriyle yakisikli bir adam oldugu halde yüzü hos bir izlenim birakmiyordu insanin üzerinde. Yüz ifadesinin yapmacik oldugu hissi insanin içinde tiksintiye benzer bir ,sey uyandiriyordu; onun gerçek ifadesini hiç bir zaman göremiyeceginiz duygusuna kapilirdiniz. Daha dikkatli bakinca, yüzünden hiç çikarmadigi maskesinin altinda, kötü, kurnaz, son derece bencil bir seyin sakli oldugu kuskusu düsüyordu insanin içine. Daha çok gri, güzel gözleri çekiyordu dikkati. Onun kötü duygularina onlar bas egmek istemiyorlardi. Tatli tatli bakacak olsa, bakisinin isinlari sanki ikilesiyordu; yumusak, tatli isinlar arasina sert, kuskulu, atesli, hain isinlar serpiliyordu... Oldukça uzun boyluydu, genis
omuzlu, biraz zayifti ; yasindan çok genç gösteriyordu. Koyu kahverengi saçlarina ak düsmemisti daha. Kulaklari, elleri, ayaklan kusursuzdu. Her seyiyle imrenilecek bir güzelligi vardi. Son derece kibar giyinirdi. Gerçi genç isi giyinmeye özenir-di ya, yakisirdi ona. Alyosa'nin agabeyi gibi duruyordu. Hiç degilse, bu yasta oglu olabilecek bir adama benzemiyordu. Dogru Natasa'nin yanina gitti, gözlerinin içine bakarak, - Bu saatte, üstelik haber vermeden sizi rahatsiz etmem tuhaf oldu, dedi. Sanirim hareketimin uygunsuzlugunu takdir edebilecek bir insan oldugum kanisindasi-nizdir. Üstelik, sizin anlayisli, iyi bir insan oldugunuzu da biliyorum. On dakika izin verin, hakli oldugumu kabul edeceginize, beni anlayacaginiza inaniyorum. Kibar ama zoraki, inatçi bir tavirla konusuyordu. Ezilenler - F : 9 Ilk andaki saskinligini, korkusunu hâlâ üzerinden. atamayan Natasa, - Oturmaz misiniz? dedi. Prens hafifçe öne egilerek selâm verdikten sonra, oturdu. Oglunu göstererek, - izninizle önce ona bir sey söylemek istiyorum, dedi. Alyosa, beni beklemeden, hattâ bir Allahaismarladik demeden gidisinden biraz sonra Kontese Katerina. Fyodorovna'nin fena oldugu haberini getirdiler. Tam ayaga firlayip yanina kosuyordu ki, Katerina Fyodorovna, girdi odaya. Perisan bir haldeydi; heyecandan titriyordu. Seninle evlenemeyecegini söyledi. Manastira gidecekmis.. Yardim istemissin ondan, Natalya Nikolayevna'yi sevdigini söylemissin... Katerina Fyodorovna'nin böyle bir anda bu akil almaz hareketinin nedeni senin ona yaptigin tuhaf açiklamaydi tabiî. Kendinde degildi zavalli. Natasa'ya dönerek devam etti : - Evinizin önünden geçiyordum, pencerenizde isik: gördüm. Çoktan beri istiyordum zaten sizinle görüsmeyi; bu firsattan yararlanayim dedim. Niçin görüsmek istedigimi simdi anlatacagim; ama bastan rica" ediyorum, uygunsuz bir seyler söylersem kusura bakmayin. Öyle âni oldu ki... Natasa kekeleyerek, - Sanirim anlayacagim sizi, gerektigi gibi de... degerlendirecegim sözlerinizi, dedi. Prens, içini bir an önce okumak istiyormus gibi dikkatle bakiyordu Natasa'ya. - Anlayisiniza güvenim sonsuzdur, diye devam etti. Nasil bir insan oldugunuzu bildigim için geldim zaten. Eskiden beri tanirim sizi. Öyle oldugu halde, bir zamanlar haksizlik ettim size, kabahat isledim. Bakin: biliyorsunuz, babanizla aramiz eskiden beri açiktir. Kendimi temize çikarmaya çalismayacagim; belki de simdiye kadar
düsündügümden çok suçluyum ona karsi. Aldattilar beni. Ne yalan söyleyeyim, kuskucuyumdur. Bir seyin sonunun iyiye degil de kötüye varacagini getiririm aklima. Duygusuz yüreklerde görülen kötü bir özellik... Ama ku-surlarimi saklamam ben. Dedikodulara inandim, anneni-zi babanizi terkedince Alyosa için pek korktum. Ama iyi taniyamamisim sizi. Topladigim bilgiler yavas yavas rahatlatti içimi. Olaylari inceledim, sonunda, kuskularimin yersiz oldugu kanisina vardim. Ailenizle dargin oldugunuzu ögrendim; babanizin, oglumla evlenmenize karsi oldugunu da biliyorum. Alyosa'nin üzerinde böylesine etkiniz - hattâ hâkimiyetiniz de diyebiliriz belki - varken, bundan simdiye kadar yararlanmamaniz, onu sizinle evlenmek zorunda birakmamaniz ne iyi bir insan oldugunuzu ispat etmeye yetiyor. Ama dogrusunu söyleyeyim, böyle bir seye kalkissaydiniz, oglumla evlenmenize bütün gücümle karsi koymaya kararliydim. Biraz fazla açik yürekli konustugumun farkindayim. Ama su anda benim için en Önemli olan açik yürekli konusmaktir; sözlerimi sonuna kadar dinlediginiz zaman siz de hak vereceksiniz bana. Ailenizi terk etmenizden kisa bir zaman sonra Petersburg'dan ayrildim; ama giderken Alyosa için korkmuyordum artik. Soylu gururunuza güveniyordum, Iki aile arasindaki sogukluk sona ermeden evlenmeye yanasmayacaginizi anlamistim. Alyosa'yla aramizin bozulmasini istemiyordunuz; sizinle evlenirse onu. hiç affetmeyecegimin farkindaydiniz. Sonra kimsenin, bir prens koca aradiginizi, ailemize zorla girdiginizi söylemesini istemezdiniz. Tam tersine, bize karsi umursamazdiniz, belki de benim ayaginiza gelip, oglumla evlenerek ailemize onur vermeniz için yakarmami bekliyordunuz. Ama gene de bir düsmaniniz olarak kalmakta devam ediyordum. Kendimi hakli göstermeye çalismayacagim, ama bu davranisimin nedenlerini açiklayacagim size: Ne zen-_ 132 - ginsiniz, ne de taninmis bir aileden. Gerçi biraz bir seyim var benim, ama bu yetmez bize. Ailemizin durumu gittikçe bozuluyor. Önemli kisilerle akrabalik baglarina, paraya ihtiyacimiz var. Kontes Zinaida Fyodorovna'nin kizi taninmis bir aileden degil, ama çok zengin. Biraz yavas davranacak olsak talipleri çikar, alirlar onu elimizden; oysa kaçirilacak bir firsat degil bu. Alyosa'nin henüz çok genç oldugunu bile bile evlendirmeye karar verdim onu. Görüyorsunuz ya, açik konusuyorum, hiç bir seyi gizlemiyorum sizden. Kisisel çikari için, birtakim ön -yargilarin etkisinde kalarak oglunu kötü bir davranisa - onun için her seyini feda eden, temiz bir kizi terket-mek kötü bir davranistir çünkü - evet, oglunu böylesine kötü bir davranisa zorlayan bir babayi küçümseyebi-lirsiniz. Gene hakli göstermeye çalismayacagim kendimi. Oglumu Kontes Zinaida Fyodorovna'nin üvey kiziyla evlendirmek istememin ikinci nedeni onun sevgiye de saygiya da lâyik, son derece güzel bir kiz olmasidir. Terbiyesine, huyuna diyecek yok. Bir çok bakimlardan henüz çocukluktan
kurtulamadigi halde, pek akillidir. Al-yosa'ninsa kisiligi zayiftir, havaidir, yirmi iki yasinda oldugu halde, tamamen çocuk kalmistir, Iyi bir yani vardir: kalbi son derece temizdir; gelgelelim, bu da öteki kusurlari yaninda tehlikeli bir özelliktir. Üzerindeki etkimin giderek zayifladiginin hanidir farkindayim: delikanlilik, gençlik heyecanlan göstermeye basladi kendini; ona bu birtakim zorunluluklarini bile unutturuyor. Belki biraz fazla seviyorum oglumu, ama ona benden baska bir yol göstericinin daha gerekli oldugunu kabul etmemi engellemiyor bu. Devamli olarak birisinin iyi etkisi altinda bulunmasi zorunludur. Zayif, baskalarina hükmetmekten çok bas egmeye yatkin bir yaradilisi vardir. Ölünceye kadar da degismeyecektir. Katerina Fyodorovna'nm, ogluma hayat arkadasligi edebilecek en ideal
bir kiz oldugunu farkedince ne kadar sevindigimi bilemezsiniz! Ama sevinmekte acele etmisim: son derece güçlü baska bir etki, sizin etkiniz altindaydi Alyosa. Bir ay önce buraya gelince dikkatle inceledim onu, iyiye dogru hayli degismis oldugunu görünce sasirdim. Gerçi çocuk lugu, havailigi atmamisti üzerinden, ama birtakim saglam düsünceler edinmisti; sadece oyuncaklara ilgi duymuyordu artik; yüce soylu seylerle de ilgileniyordu. Düsünceleri tuhaf, köksüz, hattâ bazan saçmadir; ama tutkulari, duygulan, yüregi güçlüdür; önemli olan da budur zaten. Sizin yardiminizla oldu bu. Yetistirdiniz onu.. Dogrusunu söyleyeyim, bir an onu mutlu edebilecek tek insanin siz oldugunu düsünmedim degil. Ama hemen attim kafamdan bu düsünceyi; istemiyordum bu kaniya varmayi. Ne pahasina olursa olsun, sizden uzaklastirmak: istiyordum onu; harekete geçtim, amacima eristigimi de-saniyordum. Bir saat öncesine kadar zaferin benim oldugundan kuskum yoktu. Gelgelelim Kontesin evindeki olay her seyi altüst etti bir anda; en çok da suna sastim: tuhaf bir sogukkanliligi var Alyosa'nin; size de bagli, saglam bir bag bu. Gene söylüyorum: bambaska bir insan yaptiniz onu, yetistirdiniz. Bu degisikliginin gün geçtikçe, sandigimdan da çok ilerledigini gördüm. Ondan hiç ummadigim zekice davranisi, kurnazligi pek sasirtti beni bu aksam. Güç olduguna inandigi durumundan kurtulmak için en iyi yolu seçti, Insan kalbinin en soylu özelliginden... affetmek, kötülüge iyilikle karsilik vermek özelliginden yararlanmasini bildi. Incittigi insanin iyiligine siginarak yardim istedi ondan. Baska birisini sevdigini söyleyerek, onu seven bir kadinin gururuna dokundu; ayni zamanda, onda öteki kadina karsi bir sevgi uyandirmasini, kendisini de affettirmesini, aralarinda kardesçe bir dostluk olacagi vaadini koparmasini bildi. Böylesine bir açiklamayi, karsisindaki insani incit- meden, gücendirmeden yapabilmek bazan en zeki, kurnaz kimselerin bile harci degildir... Ancak temiz, iyi bir kalbin yapabilecegi istir bu. Onun bugünkü hareketine sizin sözle de, ögütle de katilmadiginiza inaniyorum Natalya Nikolayevna. Belki de her seyi daha yeni ögrendiniz. Yanilmiyorum, degil mi? Natasa'nin yüzü kipkirmizi olmustu, gözlerinde heyecana benzer tuhaf bir parilti vardi. Prensin söylevi etkisini göstermeye baslamisti. Natasa, - Yanilmiyorsunuz, diye cevap verdi. Bes gündür görmüyordum Alyosa'yi. Kendi basina karar vermis, yapmis. - Elbette. Ne var ki onun bu zekâsi, kendine güveni, duygululugu, nihayet soylu kararliligi, üzerindeki etkinizin sonucudur. Demin eve giderken yolda düsündüm bütün bunlari; birden karar verebilecek gücü buldum kendimde. Kontesin kiziyla oglumun evlenmesi suya düsmüstür artik... belki olurdu ama her sey bitti... geri dönüs olmaz. Alyosa'yi yalniz sizin mutlu edebileceginize, .mutlulugunun temelini attiginiza, onu yönetebileceginize inaniyorum! Hiç bir seyi gizlemedim sizden, simdi de gizlemiyecegim: sosyetede yükselmeyi, parayi, taninmis bir kimse olmayi, hattâ rütbeyi çok seviyorum. Bilinçli düsündügüm zaman bunlarin birer ön - yargi oldugunu anliyorum, ama gene de vazgeçemiyorum bu ön -yargidan. Ama insanin, baskalarinin düsüncelerini de göz önüne almasi gereken durumlar oluyor... Sonra, oglumu çok seviyorum. Sözün kisasi, Alyosa'nin sizden ayrilmamasi gerektigine karar verdim sonunda; sizsiz mahvolur çünkü. Dogrusunu söyleyeyim, bir ay oluyor belki bu karan vereli, yerinde bir karar verdigimi ise ancak simdi anliyorum. Bunlari söylemek için yarin da gelebilirdim tabiî; gecenin bu saatinde rahatsiz etmeseydim sizi daha iyi olurdu. Ama sanirim bu aceleciligim ne denli iç-
ten olduguma inandirir sizi. Çocuk degilim; durumu enine boyuna incelemeden hemen karar vermem olmazdi. Buraya girerken her seyi düsünmüs, kararimi vermistim. Ama görüyorum ki, sizi içtenligime inandirabilmem için daha çok ugrasmam gerekecek... Simdi asil konumuza gelelim! Buraya niçin geldigimi açiklasam mi size?' Görevimi yapmaya, sizden oglumla evlenmeyi kabul ederek bizleri mutlu kilmanizi saygilarimla dilemeye geldim. Ah, beni, sonunda çocuklarini affeden, onlarin mutlu ol--malarina sonunda lütfen izin veren öfkeli bir baba olarak görmeyin karsinizda. Hayir! Hayir! Böyle düsünürseniz hani küçültmüs olursunuz. Oglum için annenizi babanizi terk etmenizi göz önüne alarak, dilegime evet diyeceginizden emin oldugumu da getirmeyin akliniza! Size lâyik olmadigini biliyorum... kendi de söylüyor bunu zaten (temiz kalpli, dürüsttür). Ama yetmez bu. Gecenin bu saatinde yalniz bunun için gelmedim buraya... gelisimin asil nedeni... (saygili, biraz magrur bir tavirla ayaga kalkti) sizin dostunuz olmak için geldim! Buna hiç hakkim olmadigim biliyorum! Ama izin verin hakedeyim bunu! Firsat verin bana! Natasa'nin karsisinda saygiyla hafifçe öne egilmis, cevabini bekliyordu. Konusurken gözlerimi ayirmamistim ondan. Bunu farketmisti.
Soguk bir tavirla, kâh güzel konusmaya özenerek kâh gelisigüzel anlatiyordu. Ses tonu bazi yerlerde, gecenin bu sathide onu buraya gelmeye - hem de ilk kez - zorlayan heyecanini yansitmaktan çok uzakti. Bazi cümlelerinde bir yapmaciklik seziliyordu. Son derece uzun, garip söylevinin bazi yerlerindeyse duygulanmis da bunu belli etmemek için isi sakaya bogmaya çalisiyormus gibi bir tavir takiniyordu. Ama bütün bunlari sonra anladim; o zaman durum baskaydi. Son sözlerini öylesine heyecanli, öylesine duygulu, Natasa'ya karsi öylesine içten say~ gili söylemisti ki, hepimiz inanmistik. Gözleri bile nem-lenmisti. Natasa'nin yumusak yüregi tamamen yenilmisti. Prens'in konusmasi bitince o da sessizce kalkti ayaga, büyük bir heyecan içinde elini ona uzatti. Prens elini dudaklarina götürüp duygulu bir tavirla öptü. Alyosa cosmustu. - Ne söylemistim ben sana Natasa! diye haykirdi, inanmiyordun! Babamin dünyanin en iyi insani olduguna inanmiyordun! Gördün mü simdi!.. Kosup babasini kucakladi. Prens de onu kucakladi, ama duygularini açiga vurmaktan utaniyormus gibi aceleyle geri çekti kendini. Sapkasini alip, - Yeter, dedi, ben gidiyorum artik. Gülümseyerek ekledi: - On dakika izin istedim sizden, bir saat oturdum. Ama en yakin zamanda sizinle gene görüsecegim. Sik sik ziyaretinize gelmeme izin verir misiniz? - Elbette, elbette! Elden geldigince sik gelin. Sizi... bir an önce... sevmek istiyorum. Prens Natasa'nin sözlerine gülümseyerek, - Ne içten, ne iyisiniz! dedi. Kibarca bir söz söylemek için kendinizi zorlamiyorsunuz bile. Evet! Sevginizi haketmek için daha çok çalismam gerektigini anliyo-rum! Natasa kekeliyerek, - O kadar övmeyin beni... diye fisildadi. O anda ne hostu! Prens, - Öyle olsun! dedi. Ama iki sözcük daha söyleyecegim. Ne denli mutsuz oldugumu bilemezsiniz! Yarin da ertesi gün de ugrayamayacagim size. Bu aksam benim için son derece önemli bir mektup aldim. Yarin Petersburg'dan gitmek zorundayim. Lütfen, yarin da ertesi gün de önemli bir isim oldugu için size de bu saatte ugradigimi düsünmeyin. Böyle bir seyi aklinizin ucundan ge-
çirmezsiniz tabiî... görüyorsunuz ya ne kadar kuskucuyum! Niçin böyle düsüneceginiz kuskusu düstü içime? Hayatta çok zarari dokundu bana bu kuskuculugun. Babanizla aramin bozulmasina da bu huyum sebep olmustur belki de!.. Bugün sali. Çarsamba, persembe, cuma günleri yokum Ptersburg'da. Cumartesi günü dönecegimi saniyorum. Geldigim gün ugrayacagim size. Söyler misiniz, aksam gelip birkaç saat oturabilir miyim? Natasa, - Elbette, elbette! diye haykirdi. Cumartesi günü aksam bekliyorum sizi! Sabirsizlikla bekliyorum hem! - Ah, ne mutluyum! Daha yakindan taniyacagim sizi! Eh... artik gideyim! Birden bana dönerek devam etti: - izninizle elinizi sikayim. Kusura bakmayin. Pek heyecanliyim da. Sizinle karsilasma mutluluguna birkaç kere eristim, hattâ bir keresinde tanistirdilar bizi. Sizinle yeniden tanismama ne kadar sevindigimi belirtmeden gitmek elimden gelmez. Ben de ona elimi uzatarak, - Evet, karsilastik sizinle, dedim, ama ne yazik ki tanistirildigimizi hatirlamiyorum. - Geçen yil, Prens R. nin evinde. - Kusuruma bakmayin, hatirlamiyorum. Ama inanin, bu seferkini unutmayacagim. Bu aksami hiç unutmayacagini. - Haklisiniz, ben de. Natalya Ivanovna'yla oglumun candan dostu oldugunuzu biliyorum. Araniza dördüncü olarak katilabilecegimi umuyorum. Natasa'ya dönerek ekledi: - Öyle degil mi? Natasa son derece duygulu, - Evet, dedi, candan dostumuzdur, hiç ayrilmayacagiz birbirimizden, hep beraber mutlu olacagiz. Zavalli kiz! Prensin benimle de ilgilendigini görünce gözlerinin içi gülmüstü. Ne çok seviyordu beni! Prens, - Sanatinizin hayrani çok kimseyle karsilastim, diye devam etti, sizi yürekten seven iki de bayan taniyo- rum. Sizinle tanismak kim bilir ne kadar mutlu eder onlari. En yakin dostum Kontes'le üvey kizi Katerina Fyodorovna Filimonova'dir bunlar. Sizi onlarla tanistirmak mutlulugundan yoksun birakmayin beni. - Seve seve. Gerçi bu siralar pek az kimseyle görü-süyorum ama... - Adresinizi veriniz bana! Nerede oturuyorsunuz? Bir firsatini bulup... - Evime konuk kabul etmiyorum Prens, hiç degilse simdilik... - Gerçi beni herkesle bir tutmamanizi haketmedim henüz... ama... - O kadar istiyorsaniz buyrun, basimin üstünde yeriniz var. ***ski sokaginda, Klugen'in evinde oturuyorum. Prens bir seye sasmis gibi, yüksek sesle,
- Klugen'in evinde ha! dedi. Demek öyle! Çoktan beri mi oturuyorsunuz orada? Elimde olmadan gözlerinin içine bakarak, - Hayir, diye cevap verdim. Kirk dört numarali dairede oturuyorum. - Kirk dört mü? Yalniz... basiniza mi kaliyorsunuz orada? - Evet. - Sey! Sey için sordum... o evi biliyorum yanilmiyorsam. Böylesi daha iyi... Muhakkak gelecegim size, muhakkak! Sizinle konusmam gerek. Çok sey umut ediyorum sizden. Hayli iyiliginiz dokunabilir bana. Görüyorsunuz ya, çikarimi gözetiyorum hep. Hadi Allahaismarla- dik! Bir kere daha sikayim elinizi! 139 Birer kere daha Alyosa'yla benim elimizi sikti, Nata-., sa'ninkini öptü; Alyosa'ya eve ne zaman gelecegini bile, sormadan çikti. Saskin, kalakalmistik odanin ortasinda. Her sey o ka-. dar birdenbire, beklenilmedik bir anda olmustu ki! Hepi-, mizin içinde, karanlik günlerin artik geride kaldigi, yeni bir hayatin basladigi hissi vardi. Alyosa bir sey söyleme-. den Natasa'nin yanina oturmus, sessiz sessiz elini öpü-.. yordu. Genç kizin ne söyleyecegini merak ediyormus gibi, arada bir basini kaldiriyor, yüzüne bakiyordu. Sonunda, konustu Natasa: - Alyosa'cigim, dedi, yarin Katerina Fyodorovna'ya git. - Ben de düsündüm bunu, gidecegim. - Seni görmek agir gelir ona belki... nasil yapsak? - Bilmem ki. Benim aklima da gelmedi degil ayni sey. Durumu görür, ona göre hareket ederim. Sonra tutamadi kendini delikanli, - Ne dersin Natasa, dedi, artik her sey degisti mi? Natasa gülümsedi, tatli tatli bakti ona. Alyosa, - Ne kadar kibar su babam, dedi. Evinin perisan durumunu gördü de en küçük bir imada bulunmadi. - Hangi konuda? Alyosa'nin yüzü kizardi. - Sey... baska bir yere tasinmani... ya da... - Ne söylediginin farkinda misin sen Alyosa? - Çok kibardir diyorum. Seni nasil ögüyordu! Söy-, lemistim sana... söylemistim! Her seyi anlar, hisseder o! Benden, bir çocuktan söz eder gibi söz etti. Hep çocuk ye-. rine koyarlar beni! Dogru ama, farkim yok çocuktan. - Çocuksun, ama hepimizden de anlayislisin. Terte-. miz bir yüregin var Alyosa! - Babam, temiz yüregimin bana zarari dokundugu-, nu söyledi. Ne demek istedi, anlamadim> Sen anladin mi ne demek istedigini Natasa? Hemen gitsem mi acaba eve? Yarin sabah erkenden gelecegim sana. - Git canim, git. iyi akil ettin bunu. Muhakkak gö-zük babana bu gece, duydun mu? Yarin da mümkün oldugu kadar erken gel Alyosa'yi bakislariyla oksayarak, - Artik günlerce kaçmazsin benden, degil mi? diye takildi. Hepimizin içinde bir huzur vardi. Alyosa odadan çikarken, - Vanya, geliyor musun? diye seslendi. - Hayir, dedi Natasa, o kaliyor. Seninle konusacaklarim bitmedi Vanya. Yarin çok erken, gün agarirken bekliyorum seni Alyosa! - Tamam! Allahaismarladik Mavra! Mavra çok heyecanliydi. Prensin konusmasini kapinin arkasindan dinlemis, ama çogunu anlamamisti. Anlamadiklarini sorup ögrenmeyi çok istiyordu, ama simdilik pek ciddi, hattâ magrur bir tavirla bakiyordu. Durumun artik degistiginin o da farkindaydi. Yalniz kaldik. Natasa elimden tuttu, ne söyleyecegini düsünüyormus gibi yüzüme bir süre dalgin dalgin bakti. Sonunda bitkin bir sesle, - Çok yoruldum! dedi. Beni dinle, yarin bizimkile-re ugrayacak misin? - Elbette. - Anneme anlat, ona bir sey söyleme. - Zaten senden hiç konusmuyoruz onunla. - Nasil olsa farkedecek. Ne söyleyecegine, durumu nasil karsilayacagina dikkat et. Tanrim! Ah Vanya! Evlenirsem gerçekten de lanetleyecek mi beni? Hayir, ola- maz! Aceleyle, - Her seyi yoluna koyabilecek birisi varsa o da
Prenstir, dedim. Gidip babanla barismasi gerekiyor, o zaman düzelir isler. Natasa yalvaran bir sesle,
- Ah Tanrim! diye haykirdi. Eger, eger!.. - Üzülme Natasa, düzelir her sey. Durum öyle gös-teriyor. Uzun uzun gözlerimin içine bakti. - Vanya! Prens üzerine ne düsünüyorsun? - Konusmasi içten idiyse, bence dürüst bir insan olmasi gerekir. - Ne demek «konusmasi içten idiyse»? içten olmayabilir mi? - Sanmam, dedim. «içine bir kusku düstü galiba, diye düsündüm, tuhaf!» - Gözlerini ayirmiyordun yüzünden... - Öyle, biraz garip göründü bana. - Bana da. Bir tuhaf konusuyordu... Çok yoruldum Vanya'cigim. Bak ne diyecegim sana: Sen de git yat. Yarin erkenden, onlardan önce gel. Dur, onu bir an önce sevmek için sabirsizlandigimi söylemem ayip olmadi, degil mi? - Hayir... niçin ayip olsun? - Saçma oldu mu? Simdi onu sevmedigim anlamina geldigi için, demek istiyorum. - Asla. içtenlikle söylenmis bir sözdü bu. O anda öyle hostun ki! Bunu anlayamamissa aptalin biridir. - Sanki kiziyorsun ona Vanya, öyle mi? Ne kötü, kuskucu, gösterise düskün bir kizim ben! Gülme; hiç bir seyimi gizlemem senden. Ah Vanya, sevgili, biricik dostum! Gene mutsuz olursam, gene aglamak varsa kaderimde, yanimda olacagina, yanibasimda yalniz senin olacagina inaniyorum! Neyimle hakettim bu sevgini? Hiç bir zaman lanetleme beni sen, Vanya!.. Eve dönünce hemen soyunup yattim. Odam bodrum gibi rutubetli, karanlikti. Kafamin içinde bir sürü garip düsünce vardi. Uzun zaman uyuyamadim. O anda bir baskasi rahat yataginda uykuya dalmak üzereyken bize nasil gülmüstü kim bilir... bizi gülmeye: deger buluyorduysa tabii.. Buldugunu sanmam! /// Devrisi sabah saat onda, önce Vasilyevski'ye Ihmenev'lere, oradan da Natasa'ya gitmek için evden aceleyle çikarken kapida dün gelen küçük kizla, Smith'in torunuy la burun buruna geldim. Bana geliyordu. Neden bilmiyorum, onu gördügüme birden pek sevindigimi hatirliyorum. Dün aksam karanlikta iyice inceleyememistim onu; gündüz gözüyle görünce daha da sasirtti beni. Evet, - hiç degilse dis görünüsüyle - ondan daha tuhaf bir yaratik olamazdi. Tuhaf bir pariltisi olan siyah gözleriyle, darmadaginik, son derece gür, kuzguni saçlariyla, durgun, inatçi, esrar dolu bakisiyla bu ufak tefek kiz yanindan geçen herkesin dikkatini çekebilirdi. Özellikle bakisi sasirtiyordu insani; bir zekâ pariltisiyla kusku, ürkeklik yan yanaydi bu bakista. Yirtik pirtik giysisi gün isiginda dün aksamkinden de daha bir perisan gözüküyordu. Onu için için kemiren, amansiz bir hastaligi var sandim. Solgun, zayif yüzünün tuhaf denecek derecede san, bal-mumunu andiran bir rengi vardi. Ama yoksullugun, hastaligin kötü etkilerine karsilik gene de güzeldi. Kaslari ince, siyah, güzeldi. Özellikle genis alni ve son derece biçimli, gurur ve cesareti gösteren bir kivrimi olan, ama renksiz denecek kadar solgun dudaklari göze hos görünüyordu.
- Ah, gene mi sen! diye haykirdim, gelecegini bili-I yordum zaten. Gir bakalim! Dün aksamki gibi gene yavasça, kuskulu bakislarim odanin içinde dolastirarak girdi içeri. Vaktiyle dedesinin oturdugu odayi, yeni kiracisinin orayi ne kadar degistirdigini anlamak istiyormus gibi merakla inceliyordu. «Torunu da dedesinden farksiz, diye geçirdim içimden. Deli mi bu kiz ne?» Hâlâ açmamisti agzim. Bekliyordum. .Nihayet, basini önüne egerek, - Kitaplari almaya geldim! diye mirildandi. - Ah, evet! Kitaplarini... iste buradalar, al! Sana sakliyordum onlari. Kuskuyla gülümsemek istiyor gibi garip bir biçimde merakla bakti yüzüme, kiristirdi dudaklarim. Ama çabuk geçti bu, yüzünü gene eski soguk, esrarli ifadesi kapladi. Beni tepeden tirnaga anlamli anlamli süzdükten sonra, - Dedem benden söz etti mi size yoksa? dedi. - Hayir, etmedi, ama... Sözümü aceleyle kesti: - Peki, gelecegimi nereden biliyordunuz öyleyse? Kim söyledi size gelecegimi? - Deden yapayalniz olamazdi dünyada. Birisinin ona "bakmasi gerekirdi; çok yasli, çökmüstü. Al kitaplarini. Okuyor musun onlari? - Hayir. - Ne yapiyorsun öyleyse? - Buraya geldigim zamanlar dedem onlardan oku-ma ögretirdi bana. - Sonra gelmemeye mi basladin? - Evet... Kendini temize çikarmak istiyormus gibi ekledi: - Hastalandim da...
- Annen baban var mi?144 Kaslarini birden çatti, yüzüme âdeta korkuyla bakti Sonra basini önüne egdi, sessizce döndü, dünkü gibi soruma cevap vermeden kapiya yürüdü. Arkasindan baka-kalmistim. Ama tam disari çikarken durdu. Bana yarim dönerek, sert bir tavirla, - Neden öldü? diye sordu. Dün aksam Azorka'yi da böyle, tam çikarken, yüzü kapiya dönük olarak sormustu. Yanina gittim, aceleyle anlatmaya basladim. Arkasi bana dönük, basi önünde, dikkatle dinliyordu. ihtiyarin ölürken altinci sokaktan söz ettigini de söyledim. - Orada yakinlarindan, sevdiklerinden birisinin oldugunu anlamistim; gelip onu aramalarini bekliyordum. Son nefesini verirken seni andigina göre çok seviyor olmaliydi... Kiz kendi kendine konusuyormus gibi, - Hayir, diye mirildandi, sevmezdi beni. Çok heyecanliydi. Anlatirken öne egilerek yüzüne bakmistim bir ara. Besbelli gururundan, heyecanini bastirmak için büyük çaba sarfettigi gözümden kaçmamisti. Yüzü gittikçe beyazlamiyordu; alt dudagim dislerinin arasinda acitircasina sikmaktaydi. Ama beni en çok kalbinin küt küt vurusu sasirtmisti. Hizlandikça hizlaniyordu vuruslari, öyle ki sonunda çarpinti gelmis gibi iki üç adimdan duyuluyordu. Dünkü gibi gene aglayacak sandim, ama tuttu kendini. - Tahta perde nerede? - Hangi tahta perde? - Dibinde öldügü, - Çikinca... gösteririm onu sana. Söylesene, adin ne senin? - Degmez... - Niçin? - iste... Ne yapacaksiniz adimi? Yok benim adim.
Disari çikacak oldu, tuttum kolundan. - Dur biraz. Çok tuhaf bir kizsin! Senin iyiligini istiyorum. Dünden beri hep seni düsünüyorum; merdivende aglaman çok dokundu bana. Unutamiyorum bunu... Üstelik deden de kollarimin arasinda can verdi. Ölürken altinci sokagi andigina göre seni bana emanet etti demektir. Geceleri hep düslerime giriyor... Kitaplarini sakladim sana, oysa yabani gibi korkuyorsun benden. Çok yoksul olsan gerek, belki de kimsen yoktur; öyle mi? Bütün gayretimle güvenini kazanmaya çalisiyordum. Bu çocugun beni neyiyle bu kadar kendine çektigine aklim ermiyor. Acimadan baska bir duygu daha vardi içimde. Durumun esrarli olusundan mi, Smith'in üzerimde biraktigi etkiden mi, yoksa yaradilistan hayale düskün olusumdan mi bilmiyorum, içimden bir his kiza dogru itiyordu beni. Sözlerim dokunmusa benziyordu ona. Tuhaf tuhaf bakti yüzüme; ama soguk degildi bu bakisi, yumusakti, tatliydi. Sonra düsünüyormus gibi gene önüne egdi basini. Birden son derece alçak bir sesle, - Helena, diye fisildadi. - Senin adin mi Helena? - Evet... - Peki, bana gelip gidecek misin? Kendi kendisiyle mücadele ediyormus gibi dalgin, - Olmaz... diye fisildadi, bilmem ki... gelecegim. Tam bu anda öteki dairelerden birinde bir duvar saatinin bir kere vurdugu duyuldu. Helena ürperdi, yüzüme büyük bir telâsla bakti, - Kaçi vurdu saat? diye fisildadi. - Galiba on buçugu. Dehset içinde, - Tanrim! dedi. Ezilenler - F : 10146 - Birden kosmaya basladi. Holde bir kere daha durdurdum onu. - Böyle birakmam seni, dedim. Neden korkuyorsun? Geç mi kaldin? Elimden kurtulmaya çabalarken, - Evet, evet, haber vermeden gelmistim! diye bagirdi. Birakin gideyim! Dövecek beni! Besbelli agzindan kaçirmisti dayak yiyecegini. - Dur, dedim, beni dinle bir dakika. Vasilyevski'ye gideceksin degil mi? Ben de oraya gidiyorum, on üçüncü sokakta bir tanidigima ugrayacagim. Ben de geç kaldim, bir araba tutmak istiyorum. Benimle gelir misin? Eve kadar götürürüm seni. Yayan gidersen geç kalirsin... Korku içinde, - Eve kadar olmaz! diye haykirdi. Evine kadar götürecegimi düsünmek bile dehsete düsürmüstü onu, yüzü korkudan allak bullak olmustu.
- On üçüncü sokakta bir tanidigima gidecegim diyorum sana, senin evine gelmeyecegim! Arabayla çabuk gideriz! Hadi! Aceleyle indik merdivenleri. Karsima ilk çikan arabayi - tek atli, her yani dökülen bir paytondu bu - tuttum. Kiz benimle gelmeye razi olduguna göre, besbelli çok acele ediyordu. Isin tuhafi, bir sey sormaya da cesaret edemiyordum. Böyle kimden korktugunu soracak oldum, kolunu sallayarak arabadan atlamaya yeltendi. «Ne garip sey!» diye geçirdim içimden. Arabada pek igreti oturuyordu. Her sarsilista düsmemek için pis, üstü çatlak çatlak sol eliyle paltoma yapisiyordu. Öteki elinde siki siki kitaplarim tutuyordu. Her halinden bu kitaplarin onun için çok degerli oldugu belliydi. Bir sarsintidan sonra yerine yerlesirken eteginin altindan ayagi gözüktü. Birden sasirdim: Ayaginda çorap yoktu, delik desik kunduralarini öylece, çiplak aya-
gina giymisti. Artik bir sey sormamaya karar verdigim halde tutamadim kendimi, - Çorabin yok mu senin? diye sordum. Bu havada çorapsiz çikilir mi sokaga. Kisaca cevap verdi: - Yok. - Allah Allah... Birisinin yaninda kaliyorsundur tabiî! Sokaga çikarken çorap isteyebilirdin. - Çorapsiz gezerim ben. - Hasta olursun ama, ölürsün! - Ölürsem öleyim. Cevap vermek istemedigi, sorulanina kizdigi belliydi.. Dedesinin dibinde öldügü tahta perdeyi göstererek, - Iste surada öldü, dedim. Dalgin dalgin bakti o yana, birden bana döndü, yalvaran bakislarla, - Allahaskina pesimden gelmeyin, dedi. Ben gelecegim size, gelecegim! ilk firsatta hemen gelecegim! - Pekâlâ. Gelmeyecegimi söylemistim zaten. Ama neden korkuyorsun bu kadar? Çok dertlisin anlasilan. Içim sizliyor sana bakinca... Biraz hirçin bir sesle, - Kimseden korktugum yok benim, dedi. - Ama demin «dövecek beni» dedin. Gözleri parladi. - Dövsün varsin! Dövebildigi kadar dövsün! Dövsün! Magrur bir tavirla «dövsün» diye tekrarlarken hafife aliyor, yukari kivrilan üst dudagi titriyordu. Bakislarinda bir endise vardi. Arkasindan gitmemem için yalvarirken dehset içinde, - Yolunuza devam edin siz, diyordu, ben gelecegim size, gelecegim! Çabuk gidin, çabuk! Ayrildim ondan. Ama rihtim caddesinde biraz gittik- ten sonra arabayi saliverdim, geri dönüp gene altinci sokaga çiktim, kosarak karsi kaldirima geçtim. Gördüm onu; hep bakinarak hizli hizli yürüdügü halde pek uzak-lasmamisti. Hattâ bir an durdu, arkasindan gelip gelmedigime bakmak için geri döndü. Hemen içerlek bir kapinin girintisine saklandim, göremedi beni. Yoluna devam etti. Karsi kaldirimdan izliyordum onu. Iyice meraklanmistim. Gerçi pesinden içeri girmeyecektim, ama her ihtimale karsi, oturdugu evi ögrenmeye kararliydim. Tuhaf bir duygunun etkisi altindaydim. Pastahanede, Azorka öldügü zaman dedesinin hali de ayni duyguyu uyandirmisti bende... IV Taa Maby caddesine kadar yürüdük. Adeta kosuyordu. Sonunda bir dükkâna girdi. Beklemek için durdum. «Dükkânda kalmiyor ya» diye geçirdim içimden. Gerçekten de bir dakika sonra çikti. Ama kitaplar yoktu elinde. Onlari birakmis, toprak bir çanak almisti. Birkaç adim yürüdükten sonra gösterissiz bir evin avlusuna girdi. Eski, kirli - sari boyali, küçük, ama iki katli, tas bir evdi bu. Alt katin üç penceresinden birinde küçük, kirmizi bir tabut resmi vardi: Isleri kötü giden bir tabut-çunun tabelâsiydi bu. Üst katin pencereleri son derece küçük, kare biçimindeydiler. Tozlu, çatlak camlari pembe basmadan perdelerle örtülmüstü. O yana geçip eve yaklastim, kapidaki «Bayan Bubnova'nin evi» levhasini okudum. Tam o anda evin avlusundan tiz bir kadin çigligi, arkasindan küfürler isitildi. Içeri baktim; tahta merdivenlerle çikilan taslikta yesil atkili, kentli gibi giyinmis, sis-
man bir kadin duruyordu. Igrenç, mosmor bir yüzü vardi. Kanli, sis, ufak gözleri öfkeden parliyordu. Sabah sabah kafayi çektigi belliydi. Elinde çanakla karsisinda korkudan tir tir titreyen zavalli Helena'ya bagiriyordu. Mor suratli kadinin omuzunun üzerinden süslü püslü bir kadin basi uzanmisti. Biraz sonra, bodrum katina inen merdivenin kapisi açildi, besbelli haykirmayi duyan, fakir kilikli, kendi halinde, sevimli yüzlü, orta yasli bir kadin çik- ti disari. Alt katin aralanmis kapisindan çökmüs bir ihtiyarla bir kiz bakiyordu. Kapici olacak, boylu boslu bir köylü elinde çali süpürgesiyle avlunun ortasinda durmus,
tembel tembel onlari seyrediyordu. Kadin içinde birikmis küfürleri soluk almadan sirali- yordu: - Ah piç seni, Allahin belâsi, igrenç yaratik! Sana bakmamin, yedirip giydirmemin karsiligi bu mu, hain?! Salatalik tursusu almaya yolladik onu, sivisip gitti! Yollarken kaçacagi içime dogmustu zaten. Anlamistim, anla- mistim! Kaçti diye dün aksam saçlarim yoldum, gene tinmadi! Nereye gidiyorsun böyle sokak süprüntüsü, nereye? Kimin yanma kaçiyorsun mel'un kâfir, patlak göz- lü igrenç yaratik, Allahin belâsi, kimin yanina, söyle? Cevap ver bana, yoksa suracikta gebertirim seni! Öfkeden kudurmus kari zavalli kizin üzerine saldira- çak oldu, ama merdivenin basindan bakan bodrum kat kiracisi kadini görünce birden durdu; ona dönüp, zavalli kurbaninin korkunç suçuna onu tanik tutmus gibi elini kolunu sallayarak daha yüksek sesle bagirmaya basladi: - Anasi geberdi! Siz de biliyorsunuz, sevgili kom-sucugum, sipsivri kaldi ortada. Fakir oldugunuzu, karninizi zor doyurdugunuzu bildigim için «Zavalli yetimi yanima alayim da Kutsal Nikola'nin ruhuna bir sevap isleyeyim bari» dedim. Demez olaydim! Iki aydir kanimi emdi, yedi bitirdi beni! Sülük! Çingirakli yilan! Inatçi-. 150 - domuz! istedigin kadar döv, istersen sokaga at, agzini açmaz; dilini yutmus gibi susar! Sinirden patlayacagim î Kendini ne saniyorsun, yilan suratli, maymun! Ben olmasaydim duvar diplerinde açliktan gebermis gitmistin. Ayagimi yikayip suyunu içmelisin, canavar, kara masa. Tahtali köyü boylamistin ben olmasam... Kudurmus cadiyi saygiyla dinleyen bodrum katin kiracisi kadin, - Niçin bu kadar üzüyorsunuz kendinizi Anna Tri-fonovna? diye sordu. Gene ne yapti size? - Ne yapmadi ki, komsucugum, ne yapmadi ki! Sözümün dinlenilmesini isterim ben! Karsimdaki, kendi düsündügü iyi seyi degil, benim söyledigim kötü bile olsa, onu yapmalidir... böyle bir insanim ben iste! Az kaldi "sikintidan öldürecekti beni bugün! Tursu alsin diye dükkâna yolladim onu, üç saatte geldi! Yollarken içime dogmustu gene kaçacagi, dogmustu! Nereye gittin a kaltak T Kimden yardim görüyorsun? Ben bakmiyor muyum ona söyleyin komsular! Orospu anasinin on dört ruble borcunu bagisladim, kendi paramla gömdürdüm onu, su seytani da yanima aldim; biliyorsun bütün bunlari komsucugum, iyi kadinsin sen, biliyorsun! Bütün bunlardan sonra onun üzerinde hakkim yok mu? Bunu anlamasi gerekir, ama o ne dersem tersini yapiyor! iyiligini istiyorum. Mendebura ipek entariler diktirdim, Gostini'den bir çift pabuç aldim, prensesler gibi süsledim... seve seve yapiyordum bunlari! Ama sonu ne oldu komsucugum! Iki gün içinde parça parça yapti üstündekileri, öyle dolasiyor simdi! inanir misiniz, mahsus yirtti entarisini, yalan söylemeyi sevmem, gözlerimle gördüm; «istemem sizin ipek entarinizi, eski pis entarimle gezerim ben» demek istiyordu. Öfkemi aldim ondan tabii, iyice bir dövdüm, öyle ki sonra doktor çagirtmam gerekti... bir de masraf ettim onun için. Oysa birakmaliydim geberip gitsin, bir hafta 151 sütten olurdum o kadar! (1) Ceza olsun diye tahtalari yika dedim; inanir misiniz, yikiyor! Hem de öyle güzel yikiyor ki! Deli olmak isten degil! Kaçar gider benden diye düsündüm. Düsünmemle kaçmasi bir oldu. Siz de biliyorsunuz, dün aksam gitti. Duydunuz, döve döve canini çikardim, bir daha kaçmasin diye kunduralarini, çoraplarini alip sakladim Artik yalinayak kaçamaz, diyordum; bugün gene gitti! Neredeydin? Söyle! Kime yakindin ben- den? Söyle çingene suratli, mendebur, söyle! Korkudan dili tutulan kizcagizin üzerine hisimla atildi, saçlarina yapistigi gibi yere çarpti. Içinde tursu olan çanak bir yana firlayip parça parça oldu. Kudurmus, sar-hos kariyi bu daha da kizdirdi. Kizin yüzüne gözüne rast-gele vuruyordu. Ama Helena'nin hiç sesi çikmiyordu. Kendimi kaybederek kostum, öfkeyle sarhos kadinin karsisina dikildim. Kolunu tutarak, - Ne yaptiginizin farkinda misiniz siz? diye bagirdim. Zavalli bir yetimi ne hakla dövüyorsunuz?. Kadin Helena'yi birakip ellerini beline koydu. Hem o tiz sesiyle, - Ne var? diye haykirdi. Kimsin sen? Ne isin var evimde? Ben de bagiriyordum: - Merhametsiz, canavar kadin! Zavalli bir çocuga bu yaptigin nedir? Senin degildir; yetim oldugu için onu evine aldigini demin kendin söylüyordun, duydum... Cadaloz da bagiriyordu: - Tanrim! Kimsin sen, geldin musallat oldun basima! Onunla beraber mi geldin yoksa? Simdi karakola haber verecegim! Andron Timofeiç çok sayar beni! Kaçip kaçip sana mi geliyordu bu sillik? Kimsin sen? Evimde (1) Perhiz cezasindan söz ediliyor. (E. A.)
rezalet çikarmaya geldin demek. Polis! Yumruklarini sikarak üzerime yürüdü. Ama tam o anda bir çiglik duyuldu. Basimi çevirip baktim, ayakta hareketsiz duran Helena korkunç bir çiglikla yere yuvarlanmis, kivraniyordu. Yüzü taninmaz bir hale gelmisti. Sar'a nöbetiydi bu. Karta kaçmis süslü kizla bodrum katta oturan kadin kostular, kaldirdilar onu, aceleyle eve götürdüler. Cadaloz hâlâ bagiriyordu arkasindan: - Gebereydin de kurullaydim, Allahin belâsi! Bir aydan beri üçüncü nöbet bu... Sonra bana saldirdi gene: - Çabuk defol sen de, gözüm görmesin dümbelek ! Ulan kapici, ne dikiliyorsun orada! Boy gösteresin diye mi aylik veriyorum sana? Kapici bir sey söylemis olmak için, kalin sesiyle, tembel tembel, - Hadi bas git! dedi. Yürü! Ense köküne yapistiririm yoksa. Iki kisi kavga ederken üçüncü karismaz. Selâmini ver, çek arabam bakalim! Ister istemez çiktim. Araya bosuna girmistim. Içim içimi yiyordu. Karsi kaldirimda durdum, bakmaya basladim. Benim arkamdan sarhos kadin kosarak yukari çikmis, kapici da ortadan kaybolmustu. Biraz sonra, Helena'yi eve götürmeye yardim eden kadin çikti, merdivenleri aceleyle iniyordu, beni görünce durdu, merakla süzdü. Temiz yüzü cesaret verdi bana. Gene girdim avluya, dogru yanina gittim. - izninizle bir sey sormak istiyorum size, dedim. Kimin nesidir bu kiz? Su igrenç karinin yaptigi nedir? Bunu basit bir meraktan sordugumu sanmayin lütfen. Dünden beri taniyorum bu kizcagizi, bir durumdan ötürü de çok ilgileniyorum onunla. Kadin içeri girmek için dönerek isteksiz isteksiz, - ilgileniyorsaniz, burada ölmesine göz yuma- - 153 caginiza yaniniza alsaniz onu, ya da birisinin evine yer-lestirseniz daha iyi edersiniz, dedi. - Bana yol göstermezseniz ne yapabilirim? Hiç bir sey bilmiyorum. Evin sahibi Bubnova'ydi bu galiba? - Ta kendisi. - Kiz nasil onun eline düstü? Annesi burada mi öldü? - Evet... Bizi ilgilendirmez bu. Gene içeri girmek için yürüyecek oldu. - Lütfen aydinlatin beni, dedim; söyledim ya, çok ilgileniyorum bu kizla. Belki bir seyler yapabilirim. Kimin kizidir? Annesi kimdir? Biliyor musunuz? - Yabanciydi galiba, disardan gelmisti; bodrum katta oturuyordu. Veremliydi, öldü zavalli. - Böyle bir yerde oturduguna göre çok fakir olmaliydi. - Hem de nasil! Hepimiz aciyorduk onlara. Bizim elimizden ne gelirdi, bes ayda bize de bes ruble borçlandi. Biz kaldirdik onu; kocam tabutunu yapti. - Bubnova kendi kaldirdigini söyledi ama? - Yalan. - Soyadi neydi? - Dilim dönmeyecek beyim, zor bir addi. Almanca olsa gerek. - Smith mi? - Hayir, baska bir sey. Anna Trifonovna öksüzü yanina aldi; sözde bakacak ona... Ama hiç iyi etmiyor. -. Bir maksadi var galiba? Kadin söylese mi söylemese mi kararsiz, dalgin, - Kötü yapiyor, dedi. Bize ne... Arkamizdan bir erkek sesi duyuldu : - Dilini tutsan iyi edersin! Kirk yaslarinda, sabahliginin üzerine kaftan giymis, kentli kilikli bir adamdi bu. Konustugum kadinin koca- si oldugu belliydi. Yan gözle beni süzerek, - Söylecek bir seyi yoktur size karimin, bayim, dedi. Bizi ilgilendirmez bu... Yürü içeri bakalim! Allahaismarladik bayim, tabutçuyuz biz. Meslegimizle ilgili bir iginiz olursa seve seve yardim ederiz size... Baska hiç bir isimiz olamaz sizinle... Düsünceli, son derece heyecanli çiktim sokaga. Hiç bir sey yapamiyordum... Burayi böyle birakip gitmek de gelmiyordu içimden. Öte yandan, tabutçunun bazi sözleri de pek sasirtmisti beni. Kötü bir seyler dönüyordu ortada, hissediyordum bunu. Basim önümde, dalgin dalgin yürürken birisinin beni adimla çagirdigini duydum. Gözlerimi kaldirdim, a-yakta güç duran, üstübasi temiz ama paltosu yirtik pirtik, kasketi kirli, sarhos bir adam duruyordu karsimda. Yüzü hiç de yabanci gelmemisti bana. Yüzüne saskin saskin baktigimi görünce göz kirpti, manali manali, - Ne o, tanimadin mi? dedi. V - Oo! Sen miydin Masloboyev! diye haykirdim. Eski lise arkadasimi birden tanimistim. - Ne tesadüf!
- Evet, dedi, ne tesadüf! Alti yildir karsilasmamistik. Daha dogrusu karsilastik da ekselans hazretleri bakmak lütfunda bulunmamisti bize. Ekselans, general oldunuz tabiî... yani edebiyat generallerinden!.. Böyle söylerken alayli alayli gülümsüyordu. Sözünü kestim : - Saçmalama Masloboyev! Bir kere, edebiyat generali bile olsa, generale benzer yanim yok benim; sonra,. _ 155 _ izninle sunu söyleyeyim ki, evet iki üç kere sokakta karsilastik seninle, ama kaçtin benden, pesinden kosacak degildim her halde. Ne düsünüyorum biliyor musun? Sarhos olmasaydin simdi de seslenmezdin bana. Öyle degil mi? Ama neyse, gene de merhaba! Seni gördügüme çok çok sevindim kardesim. - Dogru! Sey... bu durumum... seni mahcup etmiyor ya? Neyse canim, sormaya degmez bunu; önemli degil. Ne akilli bir çocuktun okuldayken, Vanya! hiç unutmam o günleri. Hatirliyor musun? benim yüzümden sopa yemistin bir keresinde. Ele vermemistin beni; ben de tesekkür edecek yerde, bir hafta dalga geçmistim seninle. Çok temiz yürekliydin! Merhaba canim kardesim, mer-haba! (Öpüstük.) Hayat degil benimki, yuvarlanip gidiyoruz iste..-. o tatli günlerimizi unutmadim hâlâ. Unutamiyor insan! Sen ne âlemdesin bakalim? - Ben de senin gibi... içkinin verdigi duygululukla uzun uzun bakti yüzüme. Zaten temiz yürekli bir insandi. Sonra acikli bir sesle, - Hayir Vanya, dedi, benim gibi degilsin sen! Okudum Vanya, okudum, okudum!.. Bak Vanya'cigim, gel seninle biraz konusalim! Acelen var mi ? - Var; dogrusunu söyleyeyim, hem çok acelem var. Iyisi mi bak ne yapalim, nerede oturuyorsun? - Söylemesine söyleyecegim, ama iyisi bu degil. Ne yapsak iyi olur söyleyeyim mi? - Söyle. Durdugumuz yerden on adim ötedeki bir tabelâyi gösterdi. - Iste! Gördün mü? Pastane ve lokanta, yani lokanta, ama iyi bir yerdir. Aklina kötü bir sey gelmesin diye önceden söyleyeyim, çok temiz bir lokantadir; hele votkasina diyecek yok! Kiev'den yayan gelmis derler ya, o cinsten iste! Kaç kere içtim, biliyorum; zaten kötü bir sey çikaramazlar bana burada. Filip Filipiç'i bilirler. Filip Filipiç derler bana. Ne oldu? Niçin burusturdun yüzünü. Birak da sözümü bitireyim. Simdi saat tam on biri çeyrek geçiyor, demin baktim; tam on ikiye yirmi bes kala birakirim seni. Bu arada birkaç kadeh atariz. Eski bir arkadasin için yirmi dakikacik... geliyor musun? - Yirmi dakikayi geçmeyecekse gelirim; çünkü çok sikisik durumdayim kardescagizim, acele isim var... - Hadi öyleyse. Ama önce sunu söyleyeyim: yüzünden düsen bin parça oluyor, canin bir seye sikkin, ne dersin? - Öyle. - Nasil anladim! Insanin içini yüzünden anlama bilimiyle ugrasiyorum artik ben. Hadi yürü, konusalim biraz. Yirmi dakikaya neler sigdirmam ki ben: bir semaverin dibini kurutur, arkasindan kayin, yaban kerevizi, turunç, parfait amour likörlerinden birer kadeh yuvarlar, yetmezse baska bir sey daha bulurum... Durmadan içiyorum dostum! Yalniz bayram günleri kiliseye giderken ayigim. istersen içme sen. Yanimda bulunman yeter bana. içersen çok daha iyi olur tabiî. Hadi! Iki lâf edelim, on yil sonra görüsmek üzere ayriliriz gene. Senin dengin degilim ben Vanyacigim! - Birak gevezeligi de yürü. Yirmi dakika sonra giderim. Lokanta ikinci kattaydi. Yukariya dar, ahsap bir merdivenden çikiliyordu. Merdivende zil zurna sarhos iki adamla karsilastik. Bizi görünce sallanarak yana çekildiler. Sarhoslardan biri henüz çok genç, biyiklari terlememis, son derece ahmak yüzlü bir delikanliydi. Sik, ama biraz gülünç giyimliydi: sanki üzerindeki giysi baskasi-nindi; parmaklarinda pahali taslardan yüzükler vardi ; 157 kravatinda gene pahali bir igne parliyordu. Pek tuhaf bir biçimde taranmis basinin tepesinde bir tutam saç dimdik duruyordu. Hep siritiyor, kikir kikir gülüyordu. Arkadasi ise sisman, göbekli, dazlak kafali, elli yaslarinda bir adamdi. Çiçek bozugu, sarhos yüzünün ortasindaki dügmeyi andiran burnunun üzerine bir gözlük oturtulmustu. Giyimine önem vermedigi ilk bakista belli oluyordu. Onun da kravatinda oldukça büyük bir igne vardi. Yüzünde hirçin, heyecanli bir ifade dikkati çekiyordu. Kalin bir yag tabakasinin arasinda nokta kadar kalmis çirkin, hirs dolu gözleri kuskuyla bakiyorlardi. Maslobo-yev'i tanidiklari belliydi; sisko bizi görünce bir an burusturdu yüzünü, genç olani ise pis pis gülümsedi. Kasketini çikardi. Masloboyev'e siritarak, - Kusura bakmayin Filip Filipiç, diye mirildandi. - Hayrola? - Kabahatimiz var... sey... Mitroska içerde oturuyor. Alçagin biridir o Filip Filipiç. - Ne oldu? - Öyle ya... Geçen hafta Mitroska'nin yüzünden bir yerde beyin suratina (basiyla arkadasim gösterdi) yogurt çalmislar... kih, kih! Arkadasi, cani sikilarak dirsegiyle dürttü onu.
- Birkaç sise içemez misiniz bizimle Filip Filipiç? - Hayir, dedi Masloboyev, simdi olmaz, isim var. - Kih! Benim de sizinle bir isim vardi... Arkadasi gene dirsegiyle dürttü onu. - Baska zaman, baska zaman! Masloboyev'de, onlarin yüzüne bakmak istemiyormus gibi bir hal vardi. Ama bir uçtan öbür uca uzanan çesit çesit mezelerle, böreklerle, renk renk içki siseleriyle donatilmis tezgâhin bulundugu birinci salona girdigimizde bir köseye çekti beni. - Genç olani taninmis tüccar Sizobrühov'un oglu- dur, dedi. Babasindan kalan yarim milyonu tüketmeye çalisiyor. Paris'e gitti, orada yedigi paranin haddi hesabi yok, belki de uyutmuslardir onu... Sonra amcasindan bir miras kaldi, Paris'ten döndü simdi, gerisini de burada bitirmeye çalisiyor. Bir yil sonra avuç avuç dilenmeye baslayacak, farkinda degil. Kaz kafalinin teki... hep birinci sinif lokantalarda, bodrum meyhanelerinde geçiriyor günlerini, aktristlerle düsüp kalkiyor. Geçenlerde de tutmus, atli muhafizliga kabulü için dilekçe vermis. Yasli olaninin adi Arhipov'dur. O da tüccar mi, bir yerde kâhya mi ne... Bir ara sarapçilikla ugrasmis, düzenbazin, namussuzun teki... simdilik Sizobrühov'a yardakçilik ediyor. Ne hinoglu hindir! Iki kere iflâs etmis, içi çifit çarsisi, sapik bir adamdir. Dalavereli bir is yüzünden mahkemeye de düsmüs, ama kurtarmis paçayi. Onu burada gördügüme bir bakima sevindim; bekliyordum onu... Anlasilan Sizobrühov'u soymakla mesgul bu günlerde. Bilmedigi delik yoktur, bu yüzden gençlerin isine yarar. Çoktan beri ona dis biliyorum. Mitroska da öyle... Su pencerenin dibinde ayakta duran kibar giyimli, çingene suratli delikanlidir Mitroska. At hirsizinin tekidir, buradaki bütün süvarilerle ahbapligi vardir. Öyle namussuzdur ki, gözlerinin önünde kalp parayi basar, gördügün halde alir bozarsin bastigi banknotu. Gerçi kadife kaftan giyiyor, milliyetçi bir Rustan farksizdir (yakisiyor da bu, kerataya) ama su anda frak giydir ona, al Ingiliz kulübüne götür, ünlü kont, söz gelimi, Dümbelekof diye tanit, hiç kimse aklinin ucundan geçirmez kont olmadigini, yutarlar. Briç oynar, bir kont gibi kibar konusur... Sonu kötü ya bakalim... Iste bu Mitroska da dis biliyor simdi siskoya. Iyice yolamadigi, eski arkadasi Sizobrühov'u aldi elinden çünkü. Burada bulustuklarina göre ortada bir isler dönüyor demektir. Arhipov'la Sizobrühov'un buralarda dolastiklari, bir isler pesinde olduklari haberini bana Mitros-
ka'nin yetistirttiginden kuskum yok. Mitroska'nin Arhi-pov'a olan öfkesinden yararlanmak istiyorum; çünkü benim de kendime göre düsüncelerim var. Buraya da onun için geldim sayilir zaten. Mitroska'ya belli etmek istemiyorum; sen de bakma ona. Buradan çiktigimiz zaman pe-1 simizden kosacak, istedigim seyi söyleyecektir bana... Simdi su odaya geçelim Vanya. Garsona döndü : -- Ne istedigimi bilirsin tabiî Stepan. - Bilirim, - Getirecek misin? - Elbette efendim. - Hadi bakalim. Otur Vanya. Niçin öyle bakiyorsun yüzüme? Farkindayim, gözlerini ayirmiyorsun benden. Sasiyor musun? Sasma. Insanin basina her sey gelir hayatta... çocuklugunda - özellikle beraberce Cornelius Nepos'u ezberledigimiz günlerde - aklinin ucundan geçmeyen seyler gelir basina... Bak Vanya, suna inan: gerçi yolunu kaybetti Masloboyev, ama yüregi o zamanki gibi temizdir gene; sadece kosullar degisti. Yüzüm kara olmasina karadir, ama herkesinki de en az benimki kadar karadir. Doktor olmak istedim, Rus dili ögretmenligine adayligimi koydum, Gogol üzerine bilimsel bir yazi dösendim, altin arayiciligi yapacak oldum, evlenmeye kalkistim... bir yuvasi olsun kim istemez, evim tamtakir oldugu halde razi oldu kiz. Dügün günü giymek için bir çift kundura ödünç aldim birisinden; benimkilerin dibi çikali bir buçuk yil oluyordu çünkü... Sonunda evlenme isimiz suya düstü. O bir ögretmenle evlendi, ben de büroda çalismaya basladim. Büro dedimse öyle vizir vizir isleyen, büyük bir yer gelmesin aklina... Isler degismisti artik. Yillar geçti aradan, çalismadan bol bol para kazaniyorum: rüsvet aliyor, gerçekleri savunuyorum. Koyuna karsi kurt, kurda karsi koyunum. Kendime göre prensiplerim var: söz gelimi, bir çiçekle bahar olmayacagina inanir, isimi ona göre tutarim. Daha çok kisisel, ayak takimi isi benimki... anliyorsun ya? - Detektif falan misin? - Yo... detektif sayilmam pek. Ama bir bakima resmî bir is sayilir, ama daha çok gönüllü çalisirim. Anlayacagin, votka içerim Vanya. Votka yerine aklimi içmedigim için de gelecegimi biliyorum. Isim bitti benim artik, arabi istedigin kadar ov, beyaz olur mu hiç! Bir sey söyleyecegim sana Vanya: içimde dürüst bir yan kalmamis olsaydi gelmezdim yanina. Haklisin, çok gördüm seni, yanina gelmek istedim, ama cesaret edemedim, sonraya birakiyordum hep. Senin dengin degilim ben. Sarhos oldugum için senden kaçmadigimi dogru söyledin. Birakalim beni artik. Senden söz edelim biraz. Okudum canim, ben de okudum! ilk yapitini, diyorum sevgili dostum. Okuyunca az kaldi dürüst bir insan oluveriyordum! Az kalmisti, ama vaz geçtim, namussuz olarak kalmayi yegledim. Iste böyle...
Uzun uzun anlatti. Içki gittikçe daha çok vuruyordu basina. Duygulanmisti, ha agladi ha aglayacakti. Masloboyev öteden beri hos, ama içten pazarlikli, kurnaz, uyanik, anasinin gözü bir çocuktu. Ama aslinda temiz yürekliydi. Yolunu yitirmis bir insan... Rus toplumunda böyleleri çoktur. Genellikle, büyük yetenekleri olan kimselerdir bunlar; ama akintiya kapilmislardir bir kere; üstelik, bazi yönleri zayif oldugundan bile bile, vicdanlarinin gösterdiginin tam tersini yaparlar; göz göre göre sürüklenirler uçuruma. Masloboyev üstelik bir de içkiye vermisti kendini. - Simdi bir sey daha söyleyecegim sana, diye devam ediyordu. Ününün yildirim hiziyla her yana nasil yayildigini duydum; sonra seninle ilgili bir çok elestiri yazisi okudum (okudum ya; artik hiç bir sey okumadi-
gimi mi saniyordun); aradan bir zaman geçince sokakta gördüm seni, ayaginda eski bir potin vardi, sapkan burus burustu; çok sey anlatti bana senin, bu durumun. Simdi dergilere mi yaziyorsun? - Evet Masloboyev. - Hamallik yapiyorsun yani. - Ona benzer bir sey. - Bak ne diyecegini kardesim: içmek daha iyi vallahi! Kafayi çekip kanepeme uzaniyorum (çok güzeldir kanepem, yaylan bile var), hayallere birakiyorum kendimi. Söz gelimi Homer, ya da Dante, Barbaros oldugumu düsünüyorum. Oysa sen Dante ya da Barbaros oldugunu hayal edemezsin; çünkü bir kere, kendin bir seyler olmak istiyorsun; sonra, yasaktir sana böyle düsünceler, bir hamalsin çünkü. Benim hayallerim var, seninse gerçeklerin. Bak Vanya, açikça, kardesçe bir sey söyleyecegim sana, dinle beni (dinlemezsen çok gücenirim), paraya ihtiyacin var mi? Bol param var. Burusturma yüzünü öyle. Kabul et verecegim parayi, seni çalistiran o yayincilara ne kadar borcun varsa hepsini ver, kes onlarla hesabini, seni bir yil bakacak parayi vereyim sana, o-tur büyük bir roman yaz! Ne dersin? - Bak Masloboyev! Bu kardesçe düsüncen için minnettarini sana, ama simdi bir cevap veremem... sebebini de söyleyemeyecegim, anlatmasi uzun sürer. Birtakim durumlar var. Ama söz veriyorum, sonra her seyi anlatacagim sana. Teklifine çok çok tesekkürler. Sana ugrayacagim, söz veriyorum, sik sik ugrayacagim hem. Benimle açik, içtenlikle konustun, ben de, benden daha tecrübeli oldugunu sandigim bir konuda akil danisacagim sana. Smith'le torununun hikâyesini, pastaneden baslaya- Ezilenler - P : 11162 rak sonuna kadar anlattim ona. Ben anlatirken, gözlerinde olayi biliyormus gibi bir ifadenin dikkatimi çekmesi sasirtmisti beni. Kuskumu açtim ona. - Hayir, dedi, ama Smith adinda bir ihtiyarin pastanede öldügünü duymustum. Ama madam Bubnova'yla ilgili bazi seyler biliyorum. Iki ay önce rüsvet almistim ondan. Je prends mon bien ou je le trouve... (1) Moliere'e bir bu bakimdan benzerim. Gerçi yüz ruble almistim ondan ya, daha o gün kendi kendime, cadalozdan bes yüz ruble almaya karar vermistim. Ne Allahin belasidir! Karanlik islerle ugrasiyor. Hele bazan öyle korkunç seyler yapiyor ki! Lütfen Don-Kisot sanma beni. Belki benim payima da bir seyler düser diye ilgileniyorum; demin Si-zobrühov'u görünce bunun için o kadar sevinmistim iste. Birisi getirdi buraya Sizobrühov'u, Siskodan baskasi olamaz bu. Siskonun ne çesit islerle ugrastigim bildigim için... Neyse, onu da bir punduna getirip enselerim! Bu küçük kizin hikâyesini ögrendigim iyi oldu; baska bir ipucu buldum simdi. Bazi özel isler de yapiyorum ben Vanya. Öyle kimselerle tanistim ki! Geçenlerde bir prensin kirli bir isini yakaladim... bir is ki sorma! Hiç kimse beklemezdi ondan bunu. istersen evli bir kadinin marifetlerinden söz ederim sana? Sen gel bana Vanya, öyle seyler anlatacagim ki sana yazsan hiç kimse inanmaz.... Bir ön - seziyle sözünü kestim : - Soyadi neydi o prensin? - Ne yapacaksin? Valkonski. - Pyotr Valkonski mi? - Evet. Taniyor musun onu ? - Uzaktan. (1) Moliere'nin çok kullandigi bir söz : «Elime geçen firsati kaçirmam.»
Kalkarak, - Bu Prensle ilgili bazi seyler ögrenmek için bir-kaç kere gelecegim sana Masloboyev, dedim. Çok meraklandirdin beni. - Hay hay dostum, istedigin zaman buyur. Masal anlatmasini severim ama her seyin bir sinin var. . anlarsin ya! Yoksa kredimizi, itibarimizi - ticarî itibarimizi yani - kaybederiz. - Sinin asmayiz biz de. Heyecanlanmistim. Kaçmadi gözünden bu. -- Simdi sana anlattigim hikâyeye ne dersin? diye sordum. Bir sey düsündüm mü? - Anlattigin hikâye mi? Bir dakika bekle, hesabi verip geliyorum. Büfeye gitti, orada tesadüfenmis gibi, herkesin senli benli bir tavirla Mitroska dedigi kaftanli delikanliyla yan yana geldi. Masloboyev onunla, bana söylediginden biraz daha yakin dosttu gibime geldi. Hiç degilse, ilk kez
konusmadiklari belliydi. Gösterisli bir delikanliydi Mitroska. Kaftaniyla, kirmizi ipek gömlegiyle, güzel yüz çizgileriyle; gençlik, cesaret dolu siyah gözleriyle dikkati hemen üzerine çekiyordu. Hareketlerinde yapmacik bir kabadayilik vardi; ama simdi basi pek kalabalikmis, ö-nemli islerle ugrasiyormus gibi bir tavir takinmaya çalistigi belliydi. Masloboyev yanima dönünce, - Vanya, dedi, bu aksam üstü saat yedide ugra bana, belki bir seyler söylerim sana. Görüyorsun ya, yalniz basima bir ise yaramiyorum. Eskiden yariyordum, ama geçti artik benden, islerden uzaklastim, içkiye verdim kendimi. Ama eski ahbaplarim var; onlardan bazi seyler ögrenebilirim. Bu alanda usta olan kimselere sorarim. Gerçi bos bir zamanimda, yani ayikken ben de bir seyler yaparim... tabiî gene tanidiklarin yardimiyla... Isin aslini ögreniriz... Neyse, simdilik bu kadar yeter! . Iste164 sana adresim: Sestilavoçnaya... Artik bogazim kurudu Vanya. Birkaç kadeh yuvarlayip dogru eve gidecegim. Söyle bir uzanayim. Gelirsen Aleksandra Semyonovna'yla tanistiririm seni; zaman olursa siirden falan söz ederiz. - Ya Prensten? - Ondan da. - Gelirim belki, gelecegim, gelecegim... VI Anna Andreyevna sabirsizlikla bekliyordu beni. Dün aksam Natasa'nin mektubu üzerine söylediklerim son derece meraklandirmisti onu; çok daha erken, saat onda bekliyormus beni. Ögleyin saat ikide geldigim zaman zavalli kadin sabirsizliktan kivraniyordu. Üstelik, dünden beri içini dolduran yeni umutlarindan, Nikolay Sergeiç'ten - dün aksamdan beri hastalanmis, ama ona karsi çok iyi davraniyormus - söz etmek istiyordu bana. Oldukça soguk karsiladi beni, «Niçin geldin? Her gün ne diye damlarsin buraya?» der gibi bir ilgisizlik vardi davranislarinda. Geç geldim diye kizmisti. Ama acelem vardi benim; kisaca dün aksam Natasa'nin evinde olanlari anlattim. Prensin ziyaretini, Natasa'ya yaptigi teklifi duyunca kadincagizin yüzü güldü birden. O andaki sevincini anlatamam: kendini kaybetti, haç çikardi, agladi, tasvirin önünde yerlere kadar egildi, boynuma atildi; hemen Nikolay Sergeiç'e kosup mutlu haberi vermek istedi. - Ugradigi hakaretler, küçük düsürülmeler hasta. etti onu. Natasa'nin gururunun kurtuldugunu ögrenince her seyi unutacaktir. Zor vazgeçirdim onu. Zavalli kadincagiz yirmi bes yili
beraber yasadigi kocasini hâlâ tanimamisti. Benimle hemen Natasa'ya gelmek de istedi. Bu hareketinin Nikolay Sergeiç'i kizdiracagini, isleri berbat edecegini anlattim. Sonunda yatisti, ama gereksiz sorularla uzun süre oyaladi beni, habire konustu. «Bu kadar sevinçliyken dört duvar arasinda bir basima mi kalayim?» diyordu. Natasa'nin beni sabirsizlikla bekledigini söyleyerek nihayet izin kopardim ondan. Kadincagiz pespese birkaç kere kutsadi beni, Natasa'ya en iyi dileklerini iletmemi söyledi; önemli bir sey olmazsa aksam muhakkak ona ugramami tembihlediginde, bu istegini kesinlikle reddedince aglamakli oldu. Bu gelisimde Nikolay Sergeiç'i görmedim: bütün gece bas agrisindan, atesten sizlanmis, simdi odasinda uyuyordu. Natasa da sabirsizlikla bekliyordu beni. Içeri girdigimde her zamanki gibi kollarini önünde kavusturmus, odanin içinde dalgin dalgin dolasiyordu. Simdi bile onu düsündügüm zamanlar fakir odasinda yalniz, terk edilmis, bekleyen, kollarini gögsünün üzerinde kavusturmus, basi önünde, odanin içinde gayesiz, bir asagi bir yukari dolasirken gelir gözlerimin önüne. Dolasmasina devam ederek alçak sesle, niçin bu kadar geç kaldigimi sordu. Basimdan geçenleri kisaca anlattim; ama dinlemiyordu beni sanki. Büyük bir endisesi oldugu belliydi. - Ne var ne yok? diye sordum. - Hiç, dedi. Ama ses tonundan bir seylerin oldugunu, beni sabirsizlikla bunu anlatmak için bekledigini anlamistim.. Ama her zaman oldugu gibi simdi degil, ben gitmeye hazirlanirken anlatacakti. Adetiydi bu. Alismistim ben de, bekliyordum. Dün aksamki olaydan söz etmeye basladik. Yasli Prensin ikimiz üzerinde de ayni izlenimi birakmis olma- si sasirtmisti beni: Natasa da hiç hoslanmamisti ondan; hele simdi dünkünden daha çok nefret ediyordu. Dünkü ziyaretini enine boyuna konusmamizdan sonra Natasa birden, - Bak sana bir sey söyleyeyim Vanya, dedi, dene-misimdir: birisinden baslangiçta hoslanmazsam, bu, ondan sonra hoslanacagima delildir. Her zaman öyle olmustur. - insallah Natasa. Her seyi düsündüm tasindim, sonunda su karara vardim: Prens ne kadar kötü niyetli olursa olsun, evlenmenize karsi durmayacaktir. Natasa odanin ortasinda durdu, gözlerimin içine soguk soguk bakti. Yüzü degismisti; dudaklari bile hafiften titriyordu. Gururlu bir saskinlikla, - Böyle bir durumda nasil kurnazlik edebilir... yalan söyler? diye sordu. Aceleyle dogruladim onu : - Haklisin, haklisin!
- Yalan söylemiyordu her halde. Bence olamaz böyle bir sey. Kurnazlik etmesi için bir sebep yok ortada. Hem benimle bu derece eglenmesi için çok degersiz olmaliyim gözünde... Bir insani bu kadar küçümsemek olur mu? - Dogru! dedim. Ama içimden söyle düsünüyordum: «Zavalli yavrum, hep aklinda bu galiba, belki benden bile çok kusku ediyorsun.» - Ah, dedi, bir an önce dönmesini öyle istiyorum ki! Geç saatlere kadar oturacakmis burada, artik o zaman... Her seyi yüz üstü birakip gittigine göre çok önemli bir is olsa gerek. Bir seyler duymadin mi bu konuda Vanya? - Hayir. Ne isi oldugunu Tanri bilir. Para pesindedir hep. Burada bir yer almaya hazirlandigini duydum. isten anlamayiz biz, Natasa.
- Öyle. Alyosa, dün aksam bir mektup aldigini söylüyordu. - Bir haberdir. Alyosa geldi mi? - Geldi. - Erken mi? - Saat on ikide: sabahlari geç kalkar zaten. Biraz oturdu. Katerina Fyodorovna'nin yanina yolladim onu. Baska türlü olmaz Vanya. - Kendi istemiyor muydu ? - Hayir... Natasa bir sey daha söylemek istedi, ama vazgeçti. Yüzüne bakiyor, bekliyordum. Üzgündü. Bir seyler soracaktim, ama kendisine soru sorulmasini sevmedigi için sustum. Sonunda, dudaklarini hafifçe bükerek, - Çok tuhaf bir çocuk bu Alyosa, dedi. Sanki yüzüme bakmamaya çalisiyordu. - Neden? Bir sey mi oldu? - Yoo, bir sey olmadi; hattâ bana karsi sevimliydi... Yalniz... - Bütün üzüntüsü, endiseleri bitti artik, dedim. Natasa uzun uzun bakti gözlerimin içine. Belki söyle cevap vermek istiyordu: «Eskiden de pek üzüldügü, endiselendigi yoktu zaten»; ama benim söyledigimin de ayni anlama geldigini sezinleyince yüzünü eksitti. Ama hemen neseli, sevimli tavrini takindi gene. Pek uysaldi nedense. Bir saatten fazla oturdum. Çok endiseliydi. Prensten korkuyordu. Bazi sorularindan, dün aksamki ziyaretinden sonra Prensin buradan nasil bir izlenimle ayrildigini bilmeyi çok istedigini anlamistim. Girebilmis miydi gözüne? Sevincini biraz fazla belli etmemis miydi? Fazla mi çekingen davranmisti? Yoksa gereginden çabuk mu indirmisti yelkenleri suya? Aklina kötü bir sey gelmis miydi Prensin? Için için alay mi etmisti onunla yoksa? Küçümsemis miydi onu?.. Bu düsünceler yanaklarim kipkirmizi yapmisti. - Kötü bir insanin senin için ne düsündügü nasilSoluyor da bu kadar ilgilendiriyor seni? dedim. Ne düsünürse düsünsün! - Niçin kötü olsun? Natasa vesveseliydi ya, temiz yürekli içtendi. Kuskulu olusu sagligindan geliyordu. Magrurdu, ama onunki soylu bir gururdu; herkesten üstün gördügü bir insanin onunla alay etmesine dayanamazdi. Asagilik bir insanin onu küçümsemesine ise küçümsemeyle karsilik verirdi. Ama kutsal saydigi bir seyle alay edilince - alay eden nasil bir insan olursa olsun - yüregi sizlardi, Irade zayifligindan degildi bu. Dünyayi tanimamasi, insanlara alisik olmamasi, içe kapanikliligiydi bunun nedeni. Dis dünyayla hemen hiç iliskisi olmamisti. Ona belki de babasindan geçmis, son derece iyi yürekli, temiz ruhlu insanlara vergi bir özelligi daha vardi: karsisindaki insani oldugundan daha iyi görmek için âdeta zorlardi kendini; iyi yanlarini gözünde büyütürdü. Böyle insanlarin sonra hayal kirikligina ugramalari kötü olur... hele kabahatin kendilerinde oldugunu sezinlerlerse istiraplari daha da artar. «Niçin verebileceklerinden çok sey bekledim onlardan?» diye kara kara düsünürler. Bu çesit insanlar sik sik ugrarlar böyle hayal kirikligina. Köselerine çekilip insanlardan uzaklasmalari en iyisidir. Dikkat ettim, köselerini o kadar severler ki, zamanla yabanilesir-ler orada. Ne var ki, Natasa çok hakarete ugramis, kara günler geçirmisti. Yarali bir insandi o artik, bu bakim-dan, sözlerimde onu yeren yanlar varsa suç onun degildi. Acelem vardi, gitmek için kalktim. Gitmeye hazirlandigimi görünce - geldigimden beri bana karsi hiç yakinlik göstermedigi, hattâ her zamankinden daha bir so-
guk davrandigi halde - az kaldi aglayacakti. Sevgiyle öptü beni, gözlerimin içine uzun uzun bakti. - Beni dinle, dedi, bugün Alyosa pek tuhafti, öyle ki sastim. Çok neseli, mutluydu, ama pek zipir, yilisik bir hali vardi, aynanin karsisinda kiritti durdu. Eski çekingenligi yoktu... Üstelik çok az oturdu. Düsün bir kere, bir kutu seker getirmis bana.
- Seker mi? Iyi ya, yerinde, içten bir davranis. Dogrusu ikiniz de pek ömürsünüz! Simdi de birbirinizin yüzünden gizli duygularinizi anlamaya çalisiyorsunuz (oysa bir sey de anladiginiz yok!) Alyosa'ya kizilmaz bunun için. Eskisi gibi neseli, uçandir... Ya sen, ya sen Nata-sa! Natasa ses tonunu degistirip, Alyosa'dan yakinmak ya da önemli bir konuda ne düsündügümü sormak için yanima geldiginde - hatirlarim -. gülümseyerek, içini rahatlatacak bir seyler söyleyeyim diye yalvarir gibi bakardi gözlerimin içine. Ama gene hatirlarim, böyle anlarda elimde olmadan sert bir tavir takinirdim hemen, onu payliyormus gibi konusmaya baslardim. Iyi de olurdu hani. Sertligim, ciddî tavrim bir üstünlük saglardi bana; bilindigi gibi, insanlar bazan azarlanmaya, paylanmaya büyük bir ihtiyaç duyarlar içlerinde. Natasa böyle zamanlarda çogunlukla avunmus, rahatlamis ayrilirdi yanimdan. Bir eli omuzumda, ötekiyle elimi sikiyor, gözlerimin içine bakarak gülümsüyordu. - Hayir, sana bir sey söyleyeyim mi Vanya, diye devam etti, biraz az duygulanmis gibi geldi bana... Üstünde pek marî (1) hali vardi... hani evleneli on yil oldugu halde karisina hâlâ kibar davranan kocalar vardir.... (1) Koca (Fransizca)'. Çok erken degil mi henüz?.. Gülüyor, yerinde durami-yordu, ama gene de eski hali yoktu... Katerina Fyodorovna'nin yanina gitmek için pek acele ediyordu... Bir sey söylerken dinlemiyordu beni, ya da - kibarlar takimina özgü onu bir türlü vazgeçiremedigim o kötü aliskanligiyla - baska bir seyden açiyordu. Anlayacagin, her zamankinden degisikti... hattâ soguktu sanki... Neler saçmaliyorum ben de! Sizlanmaya basladim mi susmam artik! Ah Vanya, ne bencil, ne yetinmek bilmez insanlariz bizler! Anliyorum! Karsimizdakinin yüzünde en küçük bir degisikligi affedenleyiz, ama niçin olmustur bu degisiklik, orasini düsünmeyiz! Demin sitem etmekte hakliydin bana Vanya! Bütün kabahat bende! Kendi kendime üzüntü yaratiyor, sonra da ah vah ediyorum... Tesekkür ederim Vanya, içimi rahatlattin. Ah, ne olur bugün gelse gene! Nerde! Darilmistir belki de! Hayretle, - Kavga mi ettiniz yoksa? diye haykirdim. - Yok canim! Biraz üzgündüm, o da neseliyken bir-den düsüncelere daldi, giderken de biraz soguk vedalasti benimle gibime geldi. Neyse, çagirtirim onu... Sen de gel aksama Vanya. - Olur, isimi bitirebilirsem tabiî. - Ne isi bu ? - Dert aldim basima! Ama gelebilecegimi saniyo-rum. VII Saat tam yedide Masloboyev'deydim. Sestilavoçna-ya'da küçük bir evin üç odali, kasvetli, ama iyi döseli bir dairesinde oturuyordu. Ama asiri bir derbederlik çarpi-
yordu göze. Çok sade, ama hos giyimli, tertemiz, gözlerinin içi gülen, on dokuz yaslarinda bir kiz açti bana kapiyi. Masloboyev'in beni tanistiracagini söyledigi Aleksandra Semyonovna'nin bu genç kiz oldugunu hemen anlamistim. Adimi sordu; söyleyince, Masloboyev'in beni bekledigini, ama simdi odasinda uyudugunu söyledi, fakat gene de oraya götürdü beni. Masloboyev son derece güzel, yumusak bu- koltuga uzanmis, pis paltosunu üzerine örtmüs, eski bir deri yastigi basinin altina almis, uyuyordu. Uykusu çok hafifmis; içeri girdigimizde hemen seslendi bana, - A! Sen miydin? Bekliyordum. Simdi seni görüyordum düsümde, sözde gelmissin, beni uyandirmaya çalisiyordun. Vakit tamam demek. Gidelim. - Nereye gidecegiz? - O kadina. - Hangi kadina? Niçin? - Madam Bubnova'ya baskin yapacagiz. Aleksandra Semyonovna'ya döndü; parmak uçlarini birlestirip öperek devam etti : - Ne dilberdir bilsen! Aleksandra Semyonovna, onun bu haline biraz kizmasi gerekirmis gibi bir tavirla, -. Baslama gene! diye çikisti. - Tanismiyorsunuz degil mi Vanya? Tanistirayim: Aleksandra Semyonovna, edebiyat generalini sana tanistirayim. Isteyen, yilda ancak bir kere görebilir onu, baska zamanlar parayla... - Buldun aptali, eglen bakalim. Sözlerine kulak asmayin lütfen, hep alay eder benimle böyle. Niçin general oluyormusum? - Bu general baska general. Siz de beyefendi, aptal sanmayin bizi lütfen, göründügümüz kadar akilsiz degilizdir.- 172 -
- Bakmayin ona siz! Kibar insanlarin yaninda hep böyle rezil eder beni utanmaz! Bir kerecik tiyatroya götürse bari. - Evinizde bir seyi sevecektiniz Aleksandrovna Semyonovna... Unutmadiniz ya neyi seveceginizi? Adini unuttunuz mu? Hani söylemistim size. - Unutmadim tabiî. Saçma bir sey.
- Peki söyleyin bakalim, neydi? - Konustugumuzun yaninda rezil mi olacagim! Kötü bir anlami vardir belki. Söylersem dilini kurusun. - Öyleyse unuttunuz demektir. - Hiç de unutmadim. Söylüyorum iste: Penatla-ri! (1) Penatlarimizi sevecekmisim!.. Penat diye bir sey yoktur belki de. Hem ne diye sevmeliyim onlari ? Her zaman saçmalar iste böyle! - Ama madam Bubnova'nin evinde... - Bubnova'nin da senin de caniniz çiksin! Aleksandra Semyonovna öfkeyle kosarak çikti odadan. - Hadi artik, gidelim! Allahaismarladik Aleksandra Semyonovna! Çiktik. - Önce su arabaya binelim, Vanya. Ha söyle. Senden ayrildiktan sonra bir seyler daha ögrendim; hem tahmine dayanmiyor bu seferkiler, hepsi de gerçek. Senin arkandan bir saat daha kaldim Vasilyevski'de. O Sisko yok mu, o sisko... ne namussuz, igrenç, düzenbaz, çir-kef herifin biridir! Sapik birtakim zevkleri vardir. Bubnova olacak kari da bu çesit marifetleriyle ün salmis. Geçen gün temiz bir aile kizi yüzünden az kalsin yakayi ele veriyormus. Su yetim kiza giydirdigi ipek entariler (1) Eski Roma'lilarda evi koruyan tanrilar (E.A.)
(sabahleyin anlattin ya) aklima takildi; çünkü bir seyler çalinmisti kulagima. Senden ayrildiktan sonra tesadüfen bazi seyler ögrendim; sanirim hepsi de dogru. Kaç yasinda bu kiz? - On üç sularinda gösteriyor. - Boyuna bakilirsa daha küçük, degil mi? Kan gerektigi yerde on bir, gerektigi yerde de on bes diyecektir yasini. Zavalli kizin koruyucusu, arayip sorani olmadigi için de... - Dogru mu bu? - Ne saniyordun ya? Madam Bubnova acidigindan yetini bir kizi yanina alacak kadinlardan degildir. Sisko oraya dadandigina göre is tamamdir. Bu sabah görüsmüsler. Çenesi düsük Sizobrühov'a da evli bir dilber vaadet-misler, yüksek rütbeli bir subay karisi. Sefih tüccar o-gullari böyle seylere pek düskün olurlar; ille rütbe isterler... Lâtin gramerindeki gibi, hatirliyor musun: anlam, sözcügün aldigi ekten önemlidir. Hâlâ sarhosum galiba. Bubnova'nin o kadar cesareti yoktur. Polisi de uyutmak istiyor; avucunu yalar! Gidip ödünü patlatacagim, bilir beni, eski yaptiklarimdan hatirlar... Iste böyle, anlarsin ya? Sasirmistim. Bütün bu duyduklarim allak bullak etmisti beni. Geç kalacagiz dîye korkuyor, habire arabaciyi sikistiriyordum. Masloboyev, - Korkma, tedbirimizi aldik, diyordu. Mitroska orada. Sizobrühov paradan olacak, sisko namussuzu da sopa yiyecek. Öyle kararlastirdik. Bubnova da benim payima düstü... Ona dersini ben verecegim... Gelip lokantanin önünde durduk, ama Mitroska denilen adam yoktu görünürlerde. Arabaciya bizi lokantanin önünde beklemesini söyleyip Bubnova'nin evine yollandik. Mitroska dis kapinin yaninda bizi bekliyordu. Evin pencerelerinde isik vardi; Sizobrühov'un sarhos- 174 - kahkahalari çinlatiyordu her yani. Mitroska, - On bes dakikadan beri içerdeler, dedi, tam zamaninda geldiniz. - Nasil girecegiz içeri? dedim. Masloboyev : - Konuk gibi. Beni de Mitroska'yi da taniyor. Gerçi kapiyi bacayi kilitlemislerdir ya, bize açarlar. Avlu kapisini hafifçe tiklatti. Kapici açti, Mitroska'-ya göz kirpti. Sessizce girdik. içerdekilerin bir seyden haberi yoktu. Kapici merdivenden çikardi bizi, kapiyi çaldi. Içerden seslendiler; yalniz oldugunu, «bir is için» geldigini söyledi. Açildi kapi, hep birden girdik. Kapici saklandi. Elinde kandille hole çikan sarhos, üstü basi perisan Bubnova, - Kimsiniz siz? diye sordu. Masloboyev, - Kim mi? dedi. Nasil olur Anna Trifonovna, degerli konuklarinizi tanimadiniz mi? Bizden baska kim olabilir?.. Filip Filipiç. - Ah, siz miydiniz Filip Filipiç! Degerli konuklarim... Hangi rüzgâr atti böyle... sey... bu yandan buyrun. Kadin saskina dönmüstü. - Orada ne var canim? Bölmenin arkasina mi alacaksiniz bizi? Olmaz, daha iyi bir yerde agirlamalisiniz bizi. Soguk bir sey içecegiz. Maser'ler (1) yok mu? Bubnova birden toparladi kendini. - Böyle degerli konuklar için yoktan var ederim r Çin'den getirtirim. - Önce sunu sorayim Anna Trifonovna'cigim: Sizob-rühov burada mi? (1) Machére (Fransizca) : Cicim.,
- Bu... burada. - Çok iyi, onu ariyordum da... Bana haber vermeden âlem yapiyor demek namussuz? - Sizi unuttugunu sanmani Filip Filipiç. Hep birisini bekliyordu, sizdiniz belki de bekledigi.
Masloboyev kapiyi itti, sardunya saksilari dizili iki penceresi olan, küçük bir odaya girdik. Odada hasir sandalyeler, igrenç bir piyano vardi; her sey gerektigi gibiydi... Ama biz daha holde konusurken Mitroska ortadan kaybolmustu. Sonra ögrendim, içeri girmemisti bile, kapinin arkasinda beklemisti. Sabahleyin Bubnova'nin omuzu üzerinden bakan yüzü boyali, perisan kilikli kadin dostuydu, kapiyi o açmisti. Sizobrühov yuvarlak, beyaz örtülü masanin yanindaki maun taklidi, bir kanapede oturuyordu. Masanin üzerinde iki sise sarap, ucuz cinsinden bir sise rom, ayrica seker, baharatli börek, findik fistik dolu tabaklar vardi. Sizobrühov'un karsisinda yüzü çiçek bozugu, siyah tafta bir entari giymis, bakir bilezik, igneler takmis, kirklik, igrenç bir yaratik oturuyordu. Üst subay karisi dedikleri bu olmaliydi; tabiî subay karisi oldugu yalandi. Sizobrühov sarhostu; pek mutlu görünüyordu. Sisko arkadasi yoktu odada. Masloboyev olanca sesiyle, - Kalleslik bu! diye gürledi. Bir de Düsso'ya (1) davet edersin adami! Sizobrühov bizi karsilamak için mutlu bir yüzle yerinden dogrularak, - Bu ne sürpriz Filip Filipiç! dedi. - içiyor musun ? - Kusura bakmayin. (1) O zamanlar Petersburg'un en lüks lokantasi (E.A.).176 - Özür dilemeyi birak da konuklarini masaya buyur et. Seninle oturup eglenmeye geldik. Bir arkadasimi da getirdim! Masloboyev «arkadasim» derken beni göstermisti. - Tanistigimiza sevindim efendim... Öksürdü Sizobrühov, Masloboyev, - Sarap diye bunu mu içiyorsunuz? dedi. Eksi lahana tursusuna benziyor. - Estagfurullah. - Demek ki Düsso'nun kapisindan içeri adim atamazsin sen; bir de tutmus, beni davet ediyorsun! Karsida oturan kokona söze karisti : - Paris'te bulundugundan söz ediyordu demin, yalandi hepsi anlasilan! - Kusura bakmayin ama Fedosya Titisna, bulundum Paris'te. - Senin gibi köylünün ne isi var Paris'te. - Gittim iste. Karp Vasilyeviç'le neler yaptik orada! Tanirsiniz degil mi Karp Vasilyeviç'i? - Bana ne senin Karp Vasilyeviç'inden? - Öyle iste... Politika bu. Bir gece madam Joubert adindaki kadinin evinde bir Ingiliz trüma'si (1) da kirmistik. - Ne kirdiniz ne? - Trüma. Hani duvarda tavandan dösemeye kadar uzanan aynalar oluyor ya, onlardan iste. Karp Vasilye-viç zil zurna sarhos olmustu, madam Joubert'le Rusça konusmaya baslamasin mi bir ara... Tam trümanin yanindaydilar. Dirsegini aynaya dayadi birden. Joubert kari bagiriyordu (kendi dilinde tabiî): «Trüma yedi yüz franktir (frank dedikleri bizim yirmi beslik degerinde bir pa- (1) Trumeau : Iki pencere arasina duvara konulan boy aynasi.
fadir), kiracaksin!» Karp Vasilyeviç siritarak bana bakiyordu. Kargi kanepede oturuyordum; yanimda da bir dilber... ama bunun gibi suratsiz degildi, süslü püslü, güzel bir parçaydi... Karp Vasilyeviç bagiriyordu bana karsidan: «Stepan Terentiç, hey Stepan Terentiç! Yari yariya var misin?» «Varim» deyince yumrugunu trümanin ortasina indirdigi gibi sangir!.. Koca ayna tuzla buz oldu. Joubert kari «Haydut herif, burasini ne sandin sen!» diye bagirarak üzerine saldirdi. Gene kendi dilinde konusuyordu tabiî. Karp Vasilyeviç «Al su parayi, ne istersem yaparim ben», dedi, çikarip bes yüz elli frank saydi kadina. Ellisini pazarlikla düstüler. Tam bu anda, bizim bulundugumuz odadan iki üç kapi ötede bir yerden korkunç bir çiglik duyuldu. irkildim, ben de bir çiglik attim. Helena'nin sesiydi bu. Yüregimi hoplatan bu acikli çigligin pesinden bagrismalar, küfürler duyuldu; gürültüler oldu, samar sesleri evin içini çinlatti. Mitroska görevini yapiyordu galiba. Birden ardina kadar açildi kapi, Helena perisan bir durumda daldi içeri. Üzerinde paramparça olmus, beyaz ipek bir entari vardi; saçi basi karmakarisikti. Kapinin tam karsisinda, ayakta duruyordum. Dogru bana kostu, kucakladi. Herkes ayaga firlamis, odanin içi ana baba gününe dönmüstü. Helena'nin arkasindan Mitroska gözüktü kapida. Sisko düsmanini iyice hirpalamis, saçindan sürüyerek getirmisti. Odanin içine firlatti onu. Sonra gülümseyerek, - Iste! dedi. Alin! Masloboyev sakin bir tavirla yanima geldi, omuzuma dokunarak, - Simdi beni dinle, dedi, kizi al, disarda bekleyen arabaya binip senin eve götür. Burda sana göre is kalmadi artik. Yarin da geri kalan isleri tamamlariz. Ezilenler - F : 12178 Söyledigini hemen yaptim. Helena'yi, kolundan tuttugum gibi, bu çirkef kuyusundan çikardim. Arkamizdan neler oldu bilmiyorum. Durdurmaya kalkisan olmadi bizi: ev sahibesi saskin bir durumdaydi. Her sey o kadar çabuk olup bitmisti ki, kendini toparlamaya firsat bulamadan çikmistik. Arabaci bekliyordu bizi; yirmi dakika sonra benim evdeydik.
Helena yan baygin bir durumdaydi. Entarisinin dügmelerini çözüp çiplak bedenine su serptikten sonra kanepeye yatirdim. Atesi çikmisti, sayikliyordu. Solgun yüzüne, kani çekilmis dudaklarina; kabartilmis, yana taranmis karmakarisik saçlarina, süsüne, entarisinin surasinda burasinda kalmis pembe fiyonglarina uzun uzun baktim... kizcagizin sapik niyetler için kullanilmak istendiginden kuskum kalmamisti artik. Zavalli! Gittikçe kötülesiyordu durumu. Bir an ayrilmiyordum yanindan; Natasa'ya gitmekten de vazgeçmistim. Helena arada bir uzun kirpiklerini kaldiriyor, tanimaya çalisiyor gibi yüzüme uzun uzun bakiyordu. Çok geç, saat gecenin ikisinde uyuyabildi ancak. Ben de yerde uyuyakalmisim... VIII Sabahleyin çok erken uyandim. Sabaha kadar hemen her yarim saatte bir uyanmis, zavalli konugumun yanina yaklasmis, soluk alisini dikkatle dinlemistim. A-tesi vardi, sayikliyordu. Ama sabaha dogru deliksiz bir uykuya daldi. «Bu iyiye isaret» diye geçirdim içimden. Sabahleyin kalkinca, zavalli uyanmadan gidip bir doktor çagirmaya karar verdim. Iyi yürekli, bekâr, yasli bir doktor taniyordum. Ben beni bildim bileli Vladimir köprüsü yakininda bir evde Alman hizmetçisiyle beraber otu-
rurdu. Dogru ona kostum. Saat onda gelecegine söz ver-di. Saat sekizdi daha. Dönüste Masloboyev'e ugramayi çok istedim, ama vazgeçtim: dünkü yorgunlukla hâlâ uyuyordu belki; sonra Helena uyanabilir, benim evimde yalniz oldugunu anlayinca korkabilirdi. Hasta hasta, bu-raya nasil, ne zaman geldigini unutmus olabilirdi. Tam ben odaya girerken uyandi. Yanina gittim, alçak sesle, kendisini nasil hissettigini sordum. Cevap i vermedi, ama anlamli, siyah gözleriyle uzun uzun bakti yüzüme. Bakisindan onun her seyi anladigini, suurunun I yerinde oldugunu sezinledim. Soruma cevap vermeyisi l belki de her zamanki huyundandi. Dün de evvelsi gün de bazi sorularima cevap vermemis, saskinlik, garip bir me-rak, anlasilmazlikla, gurur dolu, inatçi bakisini gözleri-1 min içine dikmisti. Simdi de bir sogukluk, bir kusku var-di bakisinda. Atesi var mi diye bakmak için elimi alnina koyacak oldum, ama küçücük eliyle sessizce itti kolumu, yüzünü duvara döndü. Rahatsiz etmemek için çe-| kildim. Büyük bir bakir çaydanligim vardi. Semaver yerine j kullaniyordum onu, içinde su da kaynattigim oluyordu. Odunum vardi; kapici bir kerede bes günlük odunumu j birden getiriyordu. Sobayi yaktim, gidip su aldim, çay-danligi koydum. Çay takimlarimi masaya yerlestirdim. Helena dönmüs, merakla beni izliyordu. Bir sey isteyip istemedigini sordum. Gene sirtim döndü, cevap vermedi. «Niçin kiziyor bana acaba? diye düsünüyordum. Ne tuhaf bir kiz!» Bizim yasli doktor, söyledigi gibi tam saat onda geldi. Almanlara vergi o asiri dikkatle iyice bir muayene etti Helena'yi; tehlikeli bir durumun olmadigini, hastanin sadece üsüttügünü söyleyerek ümit verdi bana. Sonra, «Hastanin baska, devamli bir hastaliginin daha ol-- 180 dügünü saniyorum, diye devam etti, kalp atislari pek düzensiz. Bunun için özel bir muayeneden geçirilmesi gerekmektedir. Simdilik bir tehlike söz konusu degildir hasta için». Gerekli oldugundan degil de, daha çok âdet yerini bulsun diye bir surupla birkaç toz yazdi ona; hemen arkasindan sorguya çekti beni: «Neniz oluyor sizin bu kiz? Ne isi var evinizde?» Bir yandan da odanin içinde merakla göz gezdiriyordu. Çenesi çok düsüktü. Helena da sasirtmisti onu. Nabzina bakarken elini itmis, dilini göstermek istememisti. Sorularina hiç cevap vermiyor, gözlerini kirpmadan boynundaki kocaman Sta-nislav nisanina bakiyordu. «Basi çok agriyor galiba, dedi ihtiyar, bakisi çok tuhaf» Helena'nin basindan geçenleri ona anlatmayi gereksiz buldum, sadece hikâyesinin uzun oldugunu söylemekle yetindim. Giderken, - Bir sey olursa haber verin bana, dedi. Simdilik bir tehlike yok. Aksama kadar Helena'nin yanindan ayrilmamaya, hattâ tamamen iyilesinceye kadar onu elimden geldigince yalniz birakmamaya karar vermistim. Ama Natasa'yla Anna Andreyevna'nin beni bosu bosuna beklememeleri için, hiç degilse Natasa'yi, bugün ona ugrayamayacagim-dan mektupla haberdar etmeye karar verdim. Anna Andreyevna'ya yazamazdim. Natasa'nin hastaligini ona mektupla bildirmemden sonra, kendisine bir daha mektup yazmamami söylemisti. «Hem mektubunu görünce bizimki de surat asiyor, demisti. Zavallim mektupta ne yazdigini çok merak ediyor, ama sormayi yediremiyor gururuna. Bütün gün yüzünden düsen bin parça oluyor. Hem mektuplarin canimi sikmaktan baska bir seye de yaramiyor ki. Üç bes satir karalayip yolluyorsun. Sorup her seyi ayrintisiyla ögrenmek istiyorum, ama yoksun». Bu yüzden yalniz Natasa'ya yazdim; ilâçlari ismarlamak
için eczaneye gittigimde mektubu da postaya attim. Bu arada Helena gene uyumustu. Uykuda hafiften inliyor, irkiliyordu. Doktor yanilmamisti: basi çok agriyordu. Zaman zaman bagirarak uyaniyordu. Kendisine gösterdigim ilgi ona agir geliyormus gibi bana tuhaf tuhaf bakiyordu. Dogrusunu söyleyeyim, çok üzüyordu beni bu. Saat on birde Masloboyev geldi. Telâsli, sanki biraz dalgindi. Ancak bir dakika kaldi. Pek acele ediyordu. Odayi gözden geçirdikten sonra,
- Vanya, dedi, evinin öyle ahim sahim olmadigini tahmin ediyordum, ama dogrusu seni böyle bir sandigin içinde bulacagimi hiç düsünmemistim. Öyle ya, ev degil bir sandiktir bu. Hadi diyelim ki önemi yok bunun; isin en kötü yani, baskalarinin dertleriyle ugrasmaktan yazmaya zaman ayiramaman... Dün Bubnova'ya giderken arabada düsündüm bunu. Yaradilis yönünden de sosyal durum yönünden de kendileri dogru dürüst bir sey yapmadiklari halde baskalarina ögüt veren insanlardanim ben. Simdi beni dinle: yarin ya da öbür gün ugrarim sana belki; ama sen pazar sabahi muhakkak gel bana. Sanirim o zamana kadar bu kiz sorunu bir sonuca baglanir. Bu kez ciddî konusacagim seninle, çünkü birisinin sikiya almasi gerekiyor seni. Böyle yürümez bu. Dün üzerinde durmamistim, simdi açiklayacagim. Söyler misin, benden ödünç para almayi kendin için gurur kirici bir sey mi saniyorsun? Sözünü kestim : - Dur simdi, kavgaya baslama! Iyisi mi dün bizden sonra ne yaptiniz, onu anlat. - Ne olacak, her sey gayet iyi sonuçlandi, amaca eristik, anlarsin ya? Simdi hiç zamanim yok. Sadece kapidan, ugrayip çok acelem oldugunu, seninle ugrasamiya-cagimi söylemek istedim. Ha, iyi ki aklima geldi: kizi bir yere mi yerlestireceksin yoksa burada mi kalacak? Düsünüp bir karar vermek gerekiyor çünkü. - Dogrusu bilmiyorum henüz, beraber bir karar verelim diye seni bekliyordum. Söz gelimi, ne sifatla yanimda alakoyabilirim onu? - O da mi dert, hizmetçi olarak... - Yalniz biraz alçak sesle konus. Gerçi hasta, ama akli basinda; seni görünce birden ürperdi demin, gözümden kaçmadi. Dün aksami hatirladi demek... Helena'nin nasil bir kiz oldugunu, dikkatimi çeken özelliklerini anlattim Masloboyev'e. Sözlerim pek ilgilendirdi onu. Kizi belki de bir eve yerlestirecegimi ekledim; kisaca benim ihtiyarlardan söz ettim. Sasirmistim: Mas-loboyev'in Natasa olayindan haberi vardi. Bunu nereden bildigini sordugumda, - Öyle biliyorum iste. Bir isi incelerken kulagima çalinmisti. Prens Valkonski'yi tanidigimi söylemistim ya sana. Kizi ihtiyarlarin yanina vermekle iyi edersin. Çünkü yük olur sana. Sonra su var: bir kimlik cüzdani gerek ona. Ben hallederim bu isi, sen merak etme. Hosça kal. Sik sik ugra bana. Uyuyor mu simdi? - Galiba. Masloboyev'i yeni yolcu etmistim ki, Helena seslendi bana. - Kimdi o? diye sordu. Sesi titriyordu ama hep o soguk, magrur - baska sözcük bulamiyorum - bakisiydi üzerimdeki. - Masloboyev, dedim. Onu Bubnova'nin elinden Masloboyev'in yardimiyla kurtardigimi, Bubnova'nin ondan çok korktugunu anlattim. Hatirladigi seylerden olacak, Helena'nin yüzü birden kizardi. Heyecanla gözlerimin içine bakarak, - Bubnova buraya gelemez, degil mi? diye sordu. Kuskusunun yersiz oldugunu anlattim. Sustu, sica- -. 183 - cik parmaklariyla elime dokundu, ama akli basina gel-mis gibi birden çekti elini. «Benden bu derece nefret et-mesine imkân yok», diye düsünüyordum. Huyuydu belki bu... belki de zavalli o kadar aci çekmisti ki, artik hiç kimseye inanamiyordu. Söylenilen saatte ilâçlari almaya çiktim. Dönüste de, I bazan aksam yemegimi yedigim bir lokanta vardi yolumun üzerinde, oraya ugradim. Sahibi tanirdi beni, parasini sonra vermek üzere bir seyler verirdi bana. Evden çikarken sefertasini yanima almistim. Lokantadan Helena için bir porsiyon tavuklu çorba aldim. Ama içmedi. Oldugu gibi sobanin üzerine koydum tasi. ilâcim verdikten sonra isimin basina oturdum. Uyuyor saniyordum, farkina varmadan ona bakinca, yatagin içinde hafifçe dogrulmus, beni seyrettigini gördüm. Farkina varmamis gibi davrandim. Sonunda uyudu. Sakin, sayiklamadan, inlemeden u-yumasina sevindim. Düsünceye daldim: bugün ona ugramadim diye gücenebilirdi Natasa, hattâ onun için en gerekli oldugum böyle bir zamanda bu denli ilgisizligim çok üzerdi onu. Hem benini yapmam gereken bazi seyler de olabilirdi; mahsus gitmiyordum sanki... Anna Andreyevna'ya gelince, yarin ona kendimi nasil affettirecegimi bilmiyordum. Kara kara düsünüyordum, birden kararimi verdim: gidip ikisini de görecektim. Iki saatte dönebilirdim. Uyuyordu Helena, çiktigimi duymazdi. Yerimden firladim, paltomu omuzlanma attim, sapkami aldim, tam çikiyordum ki Helena seslendi arkamdan. Sasirmistim: uyuyor numarasi mi yapiyordu yoksa? Sirasi gelmisken söyleyeyim: gerçi benimle konusmak istemiyor gibi bir tavir takiniyordu ama bana sik sik seslenisi, bazi seyleri sorusu tam tersini gösteriyordu. Dogrusu hosuma da gitmiyor degildi bu.- 184 - Yanina gittim. - Kimin evine birakacaksiniz beni? diye sordu. Sorularini genellikle böyle birdenbire, hiç beklemedigim anlarda sorardi. Ne sordugunu bir an kavrayamamistim. - Demin o adama, beni bir eve yerlestirmek istediginizi söylüyordunuz. Hiç bir yere gitmem ben.
Üzerine egildim: gene atesi çikmis, fenalasmisti. Yatistirmaya çalistim; benim yanimda kalmak isterse onu hiç bir yere vermeyecegimi söyledim. Paltomu, sapkami çikardim. Böyle bir durumda yalniz birakamazdim onu. Gitmekten vazgeçtigimi anlayarak, - Hayir, hayir, dedi, gidin! Uyumak istiyorum, hemen uyuyacagim. Hayretle, - Yalniz nasil kalirsin? diye sordum. Zaten en geç iki saat sonra dönecektim... -- Hadi gidin. Belki bir yil iyilesemem, bir yil çikmayacak misiniz evden ? Gülümsemeye çalisti. Tuhaf tuhaf bakti yüzüme. Yüregini saran iyi bir duyguyla cenklesiyordu sanki. Zavalli! Bütün yabaniligine, soguk görünmeye çalismasina ragmen iyi yürekliligini, duygululugunu gizleyemiyordu. Önce Anna Andreyevna'ya gittim. Tedirgin bir sabirsizlikla bekliyordu beni; bir sürü sitem etti. Çok endiseliydi: Nikolay Sergeiç yemekten sonra çikip gitmisti evden; nereye gittigini bilmiyordu. Yasli kadinin dayanamayip, kocasina her seyi - daima oldugu gibi - üstü kapali anlattigim anlamistim. Kendisi de saklamiyordu bunu zaten: böylesine bir mutlulugu onunla paylasmadan edememis; Nikolay Sergeiç - yasli kadinin deyimiyle - suratini asmis, agzini açmamis, karisinin sorularim bile cevapsiz birakmis, yemekten sonra da alip basim gitmis. Anna Andreyevna korkudan titriyor, Ni- - 185 - kolay Sergeiç gelene kadar beklemem için yalvariyordu. Kalamayacagimi, belki yarin bile gelmeyecegimi, simdi de bunu haber vermek için ugradigimi söyledim. Az kaldi kavga edecektik. Aglamaya baglamisti; agzina geleni söyledi. Tam kapidan çikiyordum ki birden boynuma atildi, siki siki kucakladi, ona, «zavalli, kimsesiz bir kadina» kizmamami, sözlerinden alinmamami söyledi. Natasa'yi, bekledigimin tani tersine gene yalniz buldum. Çok tuhaftir, beni gördügüne baska zamanlar oldugu kadar sevinmedi gibime geldi. Ugramama cani sikilmisti sanki. Alyosa'nin gelip gelmedigini sordugumda «Tabiî, dedi, çok oturmadi». Dalgin dalgin ekledi : - Bu aksam gelecek, söz verdi. - Peki, dün aksam geldi mi? Natasa çabuk çabuk konusarak, hayir, dedi. Birakmamislar onu. Senin isler nasil, Vanya? Alyosa konusunu kapamak istedigini anlamistim. Dikkatle baktim yüzüne: çok heyecanliydi. Duygularini anlamak amaciyla yüzüne dikkatli dikkatli baktigimi farkedince birden öfkeyle bakti gözlerimin içine, bakisi yakti beni sanki... «Gene bir derdi var, diye düsündüm, ama açilmak istemiyor bana». islerimin nasil oldugu sorusuna karsilik olarak Helena olayini ayrintilariyla anlattim. Çok ilgilendi anlattiklarimla, hattâ sasirdi. - Aman Allahim! diye haykirdi. Hasta hasta, yalniz, nasil birakabildin onu evde? Bugün gelmemek niyetinde oldugumu, ama bana kizacagini, belki bir yardimima ihtiyaci olabilecegini düsünerek bir ugramaya karar verdigimi söyledim. Natasa bir seyler düsünerek, - Yardimina ihtiyacim var galiba Vanya, dedi, ama bunu baska bir zamana biraksak daha iyi olur. Bizimkilere ugradin mi? Anlattim. - Evet, dedi. Bu olanlari babamin nasil karsilayacagini Tanri bilir ancak. Hos, karsilayacagi bir sey de yok ya ortada... - Yok mu? Böylesine bir degisiklik! - Yaa, öyle... Nereye gitti gene acaba? O keresinde bana geldigini sanmistiniz. Bak Vanya, ugrayabilir-sen yarin bir ara ugra bana. Belki bir seyler anlatirim sana... Üzmek istemiyorum seni; simdi eve, konugunun yanina gitsen iyi edersin. Yanindan ayrilali iki saati geçiyor çünkü. - Dogru. Hosça kal Natasa. Bugün nasildi sana karsi? - Kim, Alyosa mi? eh iste... Merakina sasiyorum Vanya. - Allahaismarladik dostum. - Güle güle. Elimi önemsemez bir tavirla sikti, gözlerini kaçirdi benden. Biraz sasirmis ayrildim ondan. Kendi kendime «Düsünceli olmakta hakli. Durumu hiç de iç açici degil galiba. Yarin ben sormadan her seyi bir bir anlatir», diye düsünüyordum. Eve son derece üzgün döndüm; kapidan adimimi a-tar atmaz sasirarak durakladim. içerisi karanlikti. Helena'yi sedirde, derin düsüncelere dalmis, basi önüne egik oturur gördüm. Bana bakmadi bile. Kendinde degildi sanki. Yanina gittim; bir seyler mirildaniyordu kendi kendine. «Sayikliyor mu yoksa?» diye geçirdim içimden. Yanina oturdum, kolumu omuzuna koydum.S . ' - Helena, dedim, ne oluyor sana yavrum? Basini kaldirmadan, - Ben buradan... diye mirildandi, onun yanma gitsem daha iyi olacak. Sasirmistim. - Nereye? dedim. Kimin yanina?
- Bubnova'nin. Ona çok borçlu oldugumu, annemi kendi parasiyla kaldirdigini söylüyordu... Anneme beddua etmesini istemiyorum... Onun yaninda çalisip borcumuzun hepsini ödemek istiyorum. O zaman kendim ayrilirim yanindan. Simdi gene oraya dönecegim. - Kendine gel Helena, dedim, onun yanina gidemezsin. Öldürür seni... Helena heyecanli bir sesle, - Öldürsün varsin, dedi, istedigi kadar eziyet etsin! Benden çok daha iyi durumda olanlar bile çekiyorlar eziyet. Bir dilenci söyledi bunu bana. Yoksulum ben, yoksul olarak da kalmak istiyorum. Ömrümün sonuna kadar yoksul kalacagim, ölürken böyle kalmami söyledi annem. Çalisacagim... Bu entariyi istemiyorum... - Yarin yenisini alacagim sana. Kitaplarini da getirecegim. Burada kalacaksin hep. istemezsen hiç kimseye vermem seni. Üzülme artik... - Bir eve hizmetçi girecegim. - Peki yavrum, nasil istersen öyle olsun! Simdi yat da uyu! Ama gözleri yasardi zavallinin, hüngür hüngür aglamaya basladi. Ne yapacagimi sasirmistim; gidip bir bardak su aldim, sakaklarini, basini elimle isladim. Sonunda bitkin bir durumda sedirin üzerine yigildi; gene bir titreme nöbeti geldi. Ne bulduysam örttüm üzerine, sardim sarmaladim; uyudu. Ama ikide bir siçriyor, uyanip gene daliyordu. Gerçi çok dolasmamistim o gün, ama müthis yorgun düsmüstüm gene de; bir an önce yatmak istiyordum. Kafamin içi karmakarisikti. Bir ses bu kizla çok ugrasacagimi, basima çok isler açacagini fisildi-- 188 yordu kulagima. Ama daha çok Natasa'nin durumuna üzülüyordum. Düsünüyorum da, o ugursuz gece yataga girdigimdeki kadar berbat bir ruhsal durumda oldugumu pek hatirlamiyorum. IX Sabahleyin çok, geç, saat onda uyandim. Hastaydim. Basim hem dönüyor, hem agriyordu. Helena'nin yatagina baktim, bostu. Tam o anda yan odadan birtakim sesler geldi kulagima: birisi yerleri süpürüyordu sanki. Çikip baktim. Helena bir elinde süpürge, ötekiyle o geceden beri üzerinden çikarmadigi süslü entarisinin etegini tutarak odayi süpürüyordu. Sobanin yanina yigili odunlar köseye güzelce yerlestirilmis, masa temizlenmis, çaydanlik yikanmisti. Kisacasi, Helena göreve baslamisti... - Bak Helena, diye bagirdim, kim söyledi sana yerleri süpürmeni? istemiyorum, hastasin sen. Hizmetçi mi geldin evime? Dogrulup yüzüme bakti. - Peki kim süpürecek buralari? Hasta degilim artik. - Ama is yapasin diye almadim seni yanima Helena. Bubnova gibi, yedigin ekmegi haketmedigini söyleyerek sana bagirip çagiracagimdan korkuyorsan yaniliyorsun. Hem bu igrenç süpürgeyi de nereden buldun? Süpürgem yoktu benim. - Ben getirdim. Dedem buradayken evini ben süpürürdüm. O zamandan sobanin altinda kalmis. Odama düsünceli döndüm. Yaniliyordum belki; ama konukseverligim ona agir geliyor, yanimda bedavadan kalmadigini bana göstermek istiyor saniyordum. «Eger
öyleyse çektigi istiraplar ruhunda derin izler birakmis demektir!» diye düsündüm. iki dakika sonra Helena girdi içeri, hiç bir sey söylemeden geçip sedirde dünkü yerme oturdu. Gözlerini ayirmiyordu benden. Bu arada ben suyu kaynattim, çayi demledim, bir fincani doldurup bir parça beyaz ekmekle ona verdim. Sessizce aldi. Yirmi dört saattir hiç bir sey yememisti. Eteginde kocaman bir çamur lekesi görünce, - Bak, dedim, süpürürken güzel elbiseni de kirletmissin. Bakindi, elindeki fincani birakip ipek entarisinin etegini sogukkanlilikla tuttu, bir çekiste boydan boya yirtti. Sasirmistim. Sonra basini kaldirip dik dik bakti gözlerimin içine. Yüzü bembeyaz olmustu. - Ne yapiyorsun Helena? diye bagirdim. Kizcagizin aklini yitirdiginden kuskum yoktu. Heyecandan tikanacak gibi oluyordu. - Güzel degil bu entari, dedi. Niçin güzel dediniz? Birden ayaga firladi. - istemiyorum onu! diye bagirmaya basladi. Yirtacagim onu! Bana entari vermesini istemedim Bubnova'-dan. Zorla süsledi beni, Bir tanesini yirtmistim, bunu da yirtacagim! Paramparça edecegim! Yirtacagim!.. Öfkeyle saldirdi zavalli entarisine. Bir dakika sonra giyilecek hali kalmamisti. Yüzü bembeyazdi, ayakta zor duruyordu. Böylesine bir öfkeyi saskinlikla seyrediyordum. Ben de ona karsi bir suç islemisim gibi meydan okurcasina bakiyordu gözlerimin içine. Ama ne yapmamin gerektigini biliyordum artik. . Hemen o sabah yeni bir entari alacaktim ona. Bu yabani, yüregi nefret dolu yaratigi iyilikle etkilemeliydim. Ömründe hiç iyi insan görmemis gibi bakiyordu yüzüme. Gene böyle bir entarisini yirttigi için yedigi sopaya ragmen, simdi bunu da parça parça ettigine göre o aksamki olayin verdigi dehsetten hâlâ kurtulamadigi anlasiliyordu. Bit pazarinda ucuz, güzel bir entari bulabilirdim. Ne yazik ki hiç param yoktu. Aksam yattigimda o gün, para alacagimi umdugum bir yere ugramaya karar vermistim. Orasi da bit pazari yolu üzerindeydi. Sapkami aldim. Helena gözlerini ayirmiyordu benden, bir sey bekliyordu sanki.
Dün de önceki gün de oldugu gibi disardan kapiyi kilitlemek için anahtari- aldigimi görünce, - Gene kapayacak misiniz beni buraya? diye sordu. Yanina gittim, - Yavrum, dedim, gücenme böyle yaptigim için. Belki bir gelen olur diye kilitliyorum kapiyi. Hastasin, korkarsin belki. Hem kimin gelecegi de belli olmaz ki, bakarsin Bubnova gelir... Mahsus söylemistim böyle. Aslinda ona güvenmedigim için kilitliyordum kapiyi. Beni birakip kaçacak gibime geliyordu. Bir süre ihtiyati elden birakmamaya karar vermistim. Helena susuyordu. Çikarken kapiyi kilitledim. Büyük bir kitabi üç yildan beri parça parça çikaran bir yayin evi sahibi taniyordum. Paraya acele ihtiyacim oldugu zamanlar gider biraz is alirdim ondan. Dürüst bir insandi, iyi para verirdi. Ona gittim, bir haftaya kadar derleme bir makale hazirlamaya söz vererek yirmi bes ruble avans aldim. Romanimdan zaman ayirarak bunu yetistirebilecegimi umuyordum. Çok sikistigim zamanlar sik sik bas vurdugum bir yoldu bu. Parayi alip dogru bit pazarina yollandim. Eski püs-kü giyecekler satan tanidigim yasli bir kadin vardi orada. Hemen buldum onu. Helena'nin boyunu söyledim, açik renk, yeni sayilabilecek - topu topu bir kere yikamis-
ti belki - basma bir entari çikardi, inanilmaz derecede az bir para istedi. Yanina bir de basörtü aldim. Parayi verirken Helena'ya onu soguktan koruyacak manto gibi bir seyin de gerekli oldugunu düsündüm. Havalar sogumustu, üstünde basinda yoktu. Ama manto isini bir dahaki sefere erteledim. Helena öylesine alingan, gururluydu ki! Bit pazarindaki en sade, en gösterissiz entariyi seçtigim halde, bu alisverisimi nasil karsilayacagini bile bilmiyordum. Gene de ona iki çift pamuklu, bir çift yün çorap almadan edemedim. Hastaligim, odanin da çok soguk oldugunu bahane edebilirdim. iç çamasirina da ihtiyaci vardi. Ama bunu da onunla iyice tanisincaya kadar ertelemistim. Sonra karyolasinin önüne germesi için eski bir de perde aldim. Gerekli, Helena'nin da çok hosuna gidecegini sandigim bir seydi bu. Eve döndügümde saat bir olmustu. Kapiyi usulca açtim; öyle ki, geldigimi duymadi Helena. Masanin basinda ayakta duruyor, kitaplarimi, kâgitlarimi karistiriyordu. Geldigimi duyunca baktigi kitabi aceleyle kapadi, hemen uzaklasti masanin yanindan. Yüzü kipkirmizi olmustu. Kitaba bir göz attim: ilk romanimdi bu. Kapaginda adim yaziyordu. - Siz yokken birisi çaldi kapiyi, dedi. Kapiyi kilitledigim için sitem etmek istiyordu bana sanki. - Doktor olmasin, dedim, seslenmedin mi? - Hayir. Bir sey söylemedim, getirdigim bohçayi açtim, aldigim entariyi çikardim. Yanina giderek, - Al Helena, dedim, bu kilikta dolasamazsin. Her güne giymen için, son derece ucuz bir entari aldim sana. Üzülmene degmez, topu topu bir ruble yirmi köpek. Güle güle giyin. Entariyi yanina biraktim. Yüzü kipkirmizi olmustu,- bir süre gözlerini kirpmadan bakti yüzüme. Sasirmisti. Ayni zamanda çok utaniyor gibi geldi bana. Ama bakisinda yumusak, duygulu bir parilti belirdi. Bir sey söylemedigini görünce masaya döndüm. Bu hareketim besbelli sasirtmisti onu. Ama büyük çaba sarfederek tutuyordu kendini, basi önünde oturuyordu. Basimin dönmesi, agrisi da gittikçe artiyordu. Temiz havanin hiç faydasi olmamisti. Natasa'ya da ugra-. mam gerekiyordu. Dünden beri çok merak ediyordum o-nu. Birden Helena bana seslendi gibime geldi. Döndüm. Basi öte yanda kanepenin kumasini çekistirerek, - Artik disari çikarken kilitlemeyin kapiyi, dedi, birakip kaçmam sizi... - Pekâlâ Helena, kabul. Ama ya bir yabanci gelirse? Kim bilir, kim gelir? - Öyleyse anahtari bana birakin, içerden kilitleyeyim kapiyi; bir gelen olursa «evde yok» derim. «Bundan kolay ne var?» der gibi kurnaz kurnaz yüzüme bakiyordu. Cevap vermeme birakmadan, - Çamasirlarinizi kim yikar sisin? diye sordu. - Alt katta, bir kadin oturuyor, o. - Çamasir yikamak gelir elimden. Dün yemegi nereden aldiniz peki? - Lokantadan. - Yemek de pisiririm. Yemeklerinizi ben pisirecegim artik. - Yeter Helena; ne yemek yapabilirsin ki sen! Bos konusuyorsun... Helena sustu, basini önüne egdi. Böyle söylememden alinmisti galiba. En azindan en dakika geçti aradan; ikimiz de susuyorduk. Basim kaldirmadan, - Çorba, dedi. Sasirmistim. - Ne çorbasi? diye sordum.
- Çorba yapabilirim. Annem hastayken çorbasini hep ben yapardim. Pazara da çikardim. Gidip yanina, kanepeye oturdum.
- Bak Helena, dedim, gururuna öyle düskünsün ki! Içimden geldigi gibi davraniyorum sana karsi. Yapayalniz kalmissin dünyada, kimsen yok. Yardim etmek istiyorum sana. Benim durumum kötü olsa sen yardim ederdin bana. Ama sen böyle düsünmüyorsun. En basit bir armaganimi bile kabul etmek gücüne gidiyor. Hemen karsiligini vermek istiyorsun. Sanki ben Bubnova'yim da yaptigimi basina kakiyorum... Eger öyleyse çok ayip dogrusu... Cevap vermedi, dudaklari titriyordu. Besbelli bir sey söylemek istiyordu, ama tuttu kendini, söylemedi. Natasa'ya gitmek için kalktim. Bu keresinde anahtari Helena'ya biraktim, bir gelen olursa, seslenip kim oldugunu sormasini tembihledim. Natasa'nin basindan çok kötü bir olayin geçtiginden kuskum yoktu; ama her zaman oldugu gibi, zamani gelinceye kadar benden saklayacakti bunu. Ne olursa olsun, bir dakikaligina ugrayacaktim ona; ca-nini sikmaktan korkuyordum. Gittim. Gene isteksiz, sert bir bakisla karsiladi beni. Hemen kalkmaliydim, ama ayaklarim hareket etmiyordu. - Bir dakikacik kalacagim, Natasa, dedim; küçük kizi ne yapsam acaba diye soracaktim sana da... Aceleyle Helena'nin durumunu anlattim. Natasa agzini açmadan dinliyordu beni. - Ne akil vereyim sana bilmem ki Vanya, dedi. Belli ki çok garip bir kiz bu. Çok istirap çekmis, hakarete ugramis olsa gerek. Birak hastaligi geçsin bari. Bizimkilerin yanina mi vermek istiyorsun onu? Ezilenler - F : 13 - Benden dünyada ayrilmayacagini söylüyor. Hem ihtiyarlarin onu nasil karsilayacagini da bilmiyorum. Çekingen bir sesle ekledim : - Daha sen nasilsin Natasa? Dün hasta gibiydin! Dalgin dalgin, - Evet... dedi, bugün de tuhaf bir agri var basimda. Bizimkilerden hiç kimseyi görmedin mi? - Görmedim. Yarin ugrayacagim onlara. Yarin cumartesi, degil mi?.. - Niçin sordun? - Prens gelecek ya... - Ne olmus gelecekse? Biliyorum. - Hayir, lâf olsun diye söyledim... Natasa karsimda durmus, gözlerimin içine bakiyordu. Bakisinda tuhaf bir inat, bir kararlilik vardi. Son derece heyecanli oldugu belliydi. - Sana bir sey söyleyeyim mi Vanya, dedi, beni yalniz biraksan çok iyi olacak; canimi sikiyorsun... Oturdugum koltuktan kalktim, büyük bir hayretle baktim yüzüne. Dehset içinde. - Natasa! diye bagirdim. Ne oldu sana? - Hiç! Yarin her seyi, her seyi ögreneceksin, simdi yalniz kalmak istiyorum. Duydun mu Vanya, hemen git simdi. Seni karsimda görmeye dayanamiyorum! - Bari su kadarini söyle... - Her seyi yarin ögreneceksin, her seyi! Tanrim! Hadi, gidiyor musun? Çiktim. Öylesine saskindim ki, kendimi bilmiyordum. Holde Mavra yetisti arkamdan. - Ne oldu, kizdi mi gene? diye sordu. Yanina girmeye korkuyorum. - Evet. Neyi var? - Neyi olacak, bizimki evvelsi günden beri yok görünürlerde.
Hayret içinde, - Nasil olur? dedim. Dün bana, sabahleyin geldigini, aksama gene ugrayacagini söylemisti... - Ne aksami, sabahleyin bile ugramadi! Söyledim ya, evvelsi günden beri görünmüyor. Sahi öyle mi söyledi sana? - Evet. Mavra düsünceli, - Öyleyse gelmedigini söylemek istemedi demektir. Bu da iyi! - Peki ne olacak simdi? diye bagirdim. Mavra kollarini iki yana açarak devam etti : - Bilmem! Kizcagiza nasil yardim etmeli! Dün iki kere o herife yollayacak oldu beni, sonra vazgeçti. Bu-- gün konusmak istemiyor benimle. Sen gidip görsen onu nasil olurdu acaba? Buradan ayrilamam ben. Deli gibi indim merdivenleri. Mavra seslendi arkamdan : - Aksama gelecek misin? Sokak kapisindan çikarken, - Bu orada belli olacak, diye bagirdim. Belki de haber almaya önce sana gelirim. Tabiî basima bir hal gelmezse. Yüregim sikisiyordu. X Dogru Alyosa'ya gittim. Malaya Morska'ya sokaginda, babasinin evinde kaliyordu. Yalniz basina yasadigi halde oldukça genisti Prensin evi. Alyosa'nin iki güzel odasi vardi. Çok seyrek giderdim oha; yanilmiyorsam, sözünü ettigim ziyaretimden önce bir kere gitmistim. O bana daha sik gelirdi. Özellikle önceleri, Natasa'yla beraber yasamaya basladigi ilk zamanlar hemen her gün ugrardi.
Evde yoktu. Dogru onun odasina gittim, söyle bir mektup yazip biraktim : « Alyosa, siz aklinizi yitirdiniz galiba. Sali aksami babaniz Natasa'dan, kariniz olmayi kabul etmesini diledi; ben de oradaydim, buna nasil sevindiginizi gördüm. Simdi bu yaptiginiz biraz garip kaçmiyor mu? Natasa'nin durumunu hiç düsünmüyor musunuz? Gelecekte kariniz olacak bir insana böyle davranmanizin yersiz, düsüncesizce bir hareket oldugunu hatirlatirim size. Böyle bir uyarmada bulunmaya hakkim olmadigini biliyorum, ama umurumda degil. Not: Bu mektuptan Natasa'nin haberi yok. Ona ugramadiginizi bile gizledi benden». Yazdigim puslayi bir zarfa koydum, agzini kapayip masanin üzerine biraktim. Usak soruma, Aleksey Petroviç'in eve hiç ugramadigi, her gece sabaha karsi geldigi cevabini verdi. Eve zor attim kendimi. Basim dönüyor, dizlerim titriyordu. Kapi açikti. Nikolay Sergeiç Ihmenev beni bekliyordu. Masanin yaninda oturmus, hayretle Helena'ya bakiyordu. Kiz da, agzini açip bir sey söylemedigi halde, en az onun kadar saskin, ihtiyari süzüyordu. «O da ya-dirgamistir kizi», diye geçirdim içimden. - Nerelerdesin be kardesim, bir saattir bekliyorum seni. Ihtiyar, odaya göz gezdirirken hiç belli etmeden Helena'yi göstererek devam etti : - Dogrusu, böyle bir durumla karsilasacagimi hiç aklima getirmemistim. Bakislarinda hayret vardi. Ama daha dikkatli bakinca bunun hayret degil de endise, keder oldugunu far-
kettim. Yüzü her zamankinden daha bir solgundu. Telâsli telâsli, - Otur bakalim, otur, diye devam etti. Acelem var; bu halin ne senin böyle? Yüzünde renk kalmamis. - Hastayim biraz. Sabahtan beri basim dönüyor. - Bak, böyle seyleri önemsememeye gelmez. Üsüttün mü? - Hayir, sinirlerim bozuk. Bazan olur bana bu. Siz nasilsiniz, Nikolay Sergeiç? Pek iyi görünmüyorsunuz'. - Iyiyim, iyiyim! Biraz çabuk yürüdüm, ondan olacak. Bir mesele var da... Otur. Bir sandalye çekip masada tam karsisina oturdum. Ihtiyar hafifçe bana dogru uzanip alçak sesle, - Kiza bakma, baska seyden söz ediyormusuz gibi davran. Nereden geldi bu çocuk? - Sonra her seyi anlatacagim size Nikolay Sergeiç. Kimsesiz, yetim bir kizdir bu; eskiden burada oturan, pastanede ölen Smith'in torunu. - Yaa, torunu varmis demek! Çok tuhaf bir kiz ! Öyle bakiyor ki insanin yüzüne! Açik söyleyeyim, bes dakika daha gecikseydin kalkip gidecektim. Zorla açtirdim ona kapiyi; geldim geleli de agzini açmadi. Insana pek benzemiyor. Söylesene nereden buldun onu? Anladim: öldügünü bilmeden dedesine gelmistir. - Evet. Perisan bir haldeydi. Ihtiyar, ölürken onu hatirlamisti. - Him! Torunu da dedesi gibi. Sonra bütün bunlari anlatirsin bana. Belki bizim de bir yardimimiz dokunur. Durumu söyledigin kadar kötüyse... Vanya, simdi söylesen de gitse artik, seninle önemli seylerden söz edecegiz çünkü. - Gidecek yeri yok ki. Burada kaliyor. ihtiyara dilim döndügü kadar anlattim durumu, daha çocuk oldugu için onun yaninda konusmamizin sakin- casi olmadigini ekledim. - Haklisin... Öyle ya, çocuktur daha. Dogrusu sasirttin beni Vanya. Burada kaliyor demek, Tanrim! ihtiyar hayretle birkaç kere bakti Helena'ya. Kizcagiz, kendisinden söz edildigini anlamis, basi önünde, sessiz oturuyor, kanepenin kumasini çekistiriyordu. Pazardan aldigim yeni entarisini giymisti. Tam üzerine görey-di. Saçlari - belki de yeni entarisinin serefine - her zamankinden daha bir özenle taranmisti. Bakislarindaki o yabanilik olmasa tatli, cana yakin bir kiz olurdu. Ihtiyar devam etti : - Kisa ve açik olarak söyleyecegim, Vanya; konu su... çok önemli, karisik bir mesele bu... Basi önünde, dalgin, magrur bir tavirla oturuyordu; acele ettigi, «kisa ve açik» anlatmak istedigi halde nereden baslayacagini bir türlü kestiremiyordu. «Bakalim ne çikacak altindan», diye geçirdim içimden. - Bak Vanya, çok önemli bir dilegim var senden. Ama önce... görüyorum ki önce bazi açiklamalarda bulunmaliyim... son derece önemli durum... Öksürdü, yan gözle yüzüme bakti; yüzü kizardi. Beceriksizligine kizdi, kizinca verdi kararini. - Açiklayacak bir durum yok ortada zaten! Sen de biliyorsun. Kisaca, Prensi düelloya çagirmak istiyor, senden de bu isle ilgilenmeni, düello tanigim olmani istiyorum. Sandalyenin arkaligina yaslanip hayretle baktim yüzüne. - Ne bakiyorsun yüzüme öyle! Aklimi kaçirmadim korkma! - Ama bir dakika Nikolay Sergeiç! Niçin? Maksadiniz ne? Hem sonra nasil olur... ihtiyar bagirarak kesti sözümü : - Niçin mi? Maksadim mi ne? Bu güzel iste!.. - 199 - - Peki, peki, ne söyleyeceginizi biliyorum. Ama bu hareketiniz ne kazandiracak size? Sonra düello da nereden çikti? Dogrusu hiç bir sey anlamadim.
- Anlamayacagini biliyordum zaten. Dinle beni: dâvamiz sona erdi (yani bu günlerde erecek; sadece birkaç önemsiz formalite kaldi); suçlu olduguma karar verildi. On bin ruble cezaya çarptirildim. Ihmenevka karsilar bu parayi. Orayi satar, o asagilik herifin parasini çalarim suratina, çekilirim, bir yana. Alnim açik dolasabilirim artik. Sonra «Sayin Prens, derim, iki yil gururumla oynadiniz, ailemin onurunu bir paralik ettiniz; hepsine katlandim! O zaman düelloya çagiramadim sizi. Ah seni gidi kurnaz, diyebilirdiniz, mahkemenin er geç beni hakli bulacagini bildigin için, para cezasindan kurtulmak amaciyla öldürmek istiyorsun beni! Hayir, önce dâva sona ersin hele, sonra istersen çagir düelloya. Sayin Prens, dâva, karara baglandi artik; paranizi da aldiniz; artik bir engel kalmadi ortada, buyurun simdi çarpisalim». Mesele bu iste Vanya. Ne dersin, öcümü, her seyin, her seyin öcünü almaya hakkim yok mu? Gözlerinin içi parliyordu. Hiç bir sey söylemeden uzun uzun baktim yüzüne. Gizli düsüncelerini sezinlemeye çalisiyordum. Sonunda, birbirimizi anlamamiz için gerekli olan seyi söylemeye karar vermistim, - Bakin Nikolay Sergeiç, dedim, benimle tamamen içten konusabilir misiniz? - Elbette. - Açik söyleyin: Prensi düelloya sadece öç almak için mi çagiriyorsunuz, yoksa baska bir amaciniz daha var mi? - Vanya, dedi, bilirsin ki karsimdakinin bazi konulara dokunmasindan hoslanmam. Ama simdi hos görecegim seni, çünkü bu noktaya deginmeden geçemiyecegimi-zi anladin hemen. Evet, bir amacim daha var. Sudur bu amacim: kizimi mahvolmaktan kurtarmak, son olaylarin onu ittigi felâket yolundan çekip çikarmak istiyorum. - Benim sordugum da bu zaten, düello etmekle nasil kurtaracaksiniz onu? - Simdi orada hazirlanan plânlarin hepsini bozacagim böylelikle. Beni dinle: babalik damarimin kabardigini, duygulandigim için böyle bir karar verdigimi sanma. Yanilirsin! Içimi kimseye açmam ben. Sen de ögrenemeyeceksin bunu. Kizim beni birakip dostuyla kaçti; ebediyen çikarip attim onu kalbimden, hem de o aksam... anliyor musun? Onun resminin üzerine kapanip agladigimi gördün, ama bu onu affetmek istedigim anlamina gelmez. O anda bile affetmemistim onu. Kaybettigim mutluluga, bos hayallerime agliyordum, yoksa ona degil. Belki sik sik agliyorumdur; bunu itiraf etmekten utanmam; yavrumu eskiden dünyada her seyden çok sevdigimi itiraf etmekten utanmadigim gibi... Bütün bunlar simdiki davranisimla uzlasmiyor belki. Söyle diyebilirsin bana: «Artik evlâdiniz oldugunu kabul etmiyorsaniz, hiç bir seyiyle ilgilenmiyorsaniz ne diye orada hazirlanan plânlara engel olmaya kalkisiyorsunuz?» Cevap vereyim: bir kere, asagilik, alçak bir insanin ortalikta istedigi gibi at oynatmasina engel olmak istiyorum. Sonra, en olagan bir duygudur bu. O artik benim kizim olmasa bile zayif, arkasiz, aldatilmis, uçuruma sürüklenmis bir insandir. Olaya dogrudan karisamam, ama Prensi düelloya çagirarak kazilan kuyuya bir zavallinin düsmesini önleyebilirim. Öl-dürülürsem ya da kanim akarsa bunu hiçe sayar, katilimin ogluyla evlenmek için - hatirlar misin, okumayi yeni ögrendiginde bir kitap vardi bizde, onu okurdun; babasinin cesedi üzerinden saltanat arabasiyla geçen bir kralin kizindan söz ederdi - evet, o da o kral kizi gibi, katilimin ogluyla evlenmek için benim cesedimi çigneyip geçer mi dersin? Hem is düelloya kadar vardiktan sonra 201 bizim soylu Prens ailesi de istemez zaten bu evliligi. Anlayacagin, birlesmelerini istemiyorum, bütün gücümle engel olmaya çalisacagini buna. Simdi anladin mi beni? - Hayir. Natasa'nin iyiligini istiyorsaniz evlenmesine, lekelenen adinin temize çikmasina niçin engel olacaksiniz? Daha gençtir, alnina sürülen lekenin silinmesi çok önemlidir onun için. - Sosyetede ne derlerse desinler, umursamamali! Onun için en büyük lekenin bu asagilik aileden birisiyle evlenmek oldugunu anlamasi gerek. Soylu bir gururla sirt çevirmelidir sosyeteye. O zaman belki ben de uzatirini ona elimi; ondan sonra görürüz bakalim kim çamur siç-ratabilirmis yavruma! Ihtiyarin bu çilginca düsüncesi sasirtmisti beni. Ama onun kendinde olmadigim, heyecandan böyle konustugu-nu anlamakta gecikmedim. - Olmayacak bir sey bu, dedim, üstelik zalimce de... Kizinizdan, kendisini dünyaya getirirken ona belki de vermediginiz bir güç göstermesini istiyorsunuz. Prenses olmak istedigi için mi evlenecek saniyorsunuz? Hayir, seviyor; ask bu; kader... Sonra, ondan sosyetenin ne diyecegini umursamamasini istiyorsunuz, oysa kendiniz aman ne di- yecelder diye korkudan tir tir titriyorsunuz. Prens hakaret etti size, kizinizla oglunun çocukluklarindan yararlanarak bir prens ailesine akraba olmak için dolap çevirmekle suçladi sizi. Simdi, Prensin kizinizdan ogluyla ev-lenmesini istemesinden sonra Natasa'nin bu istegi geri çevirmesinin eski iftiralarin haksiz oldugunu kesinlikle gösterecegi kanisindasiniz. Iste bunun için çalisiyorsunuz. Prensin düsüncesi önemli sizce. Yanildigini itiraf etmesini istiyorsunuz. Onunla alay etmek, öcünüzü almak çabasindasiniz, bunun için kizinizin mutlulugunu fedâ ediyorsunuz. Bencillik degil de nedir bu? Ihtiyar, kaslarini çatmis, hiç bir sey söylemeden öyle oturuyordu. Neden sonra, - Yanlis düsünüyorsun Vanya, diye mirildandi. - Gözleri sulanmisti. - Yemin ederim ki yaniliyorsun. Dogruldu, sapkasini alirken devam etti :
- Neyse, bos ver; içimi açamam sana, yalniz su kadarim söyleyeyim, kizimin mutlulugundan söz ettin. Ortada mutluluk falan olmadigini kesinlikle biliyorum; hem ben karismasam da gerçeklesmeyecektir bu evlilik. Merak içinde, - Öyle mi? diye haykirdim. Nasil oluyor da bu kadar kesin konusuyorsunuz ? Bir seyler biliyorsunuz galiba? - Hayir, sizlerin bildiginizden ayrica bir bildigim yok. Ne var ki bu ugursuz tilki durup dururken böyle bir karar vermezdi. Hepsi numaradir bunlarin. Hiç kuskum yok, unutma bu sözlerimi. Hadi tutalim ki evlendiler, o alçak bir seyler düsünerek, - ne düsündügünü hiç kimse bilmez onun - razi oldu evlenmelerine diyelim; simdi sen söyle: bu evlilik mutlu eder mi onu? Küçük görecekler onu, hakaret edecekler... Oglan daha simdiden sögüdü ondan, evlenince de hakaret etmeye, küçümsemeye baslayacak; bu durumda berikinin sevgisi yavas yavas sönecek; kiskançlik, istirap, cehennem azabi, ayrilik, belki bir cinayet... hayir Vanya! Orada bir seyler basarmak için ugrasiyorsunuzdur belki de, ama uyaririm seni, iyi düsün, sonra is isten geçmis olur... Hosça kal! Durdurdum onu. - Bakin Nikolay Sergeiç, dedim, söyle yapalim: bekleyelim. Bu isle yakindan ilgilenen sadece siz degilsiniz, inanin buna. Belki de kendiliginden, - söz gelimi, düello gibi uygunsuz yollara bas vurmadan- düzelir isler. En iyisi beklemektir bence! Sonra izninizle sunu da söyleyeyim, bu düsündügünüzü yapmak da imkânsizdir. Pren-
sin düello çagrinizi kabul edecegini nasil oluyor da düsünebiliyorsunuz ! - Kabul etmez mi yani? Agzindan çikani kulagin duyuyor mu senin! - Yemin ederim ki kabul etmeyecektir; herkesin hak verecegi bir bahane bulacaktir; bunu ukalâca bir kibirle yapacak, sizi iyice küçük düsürecektir... - Insaf et Vanya, insaf! Ne söyleyecegimi sasirttin! Nasil kabul etmez? Hayir Vanya, bir ozan gibi düsünüyorsun sen; evet, tam bir ozan gibi! Ne yani, benimle düello etmeyi kendisi için bir küçüklük mü sayacak? Ondan asagi yanini yok benim. Hakarete ugramis bir babayim; sen de bir Rus yazari... saygideger bir insan sayilirsin, düello tanigi olabilecek kadar degerin var, hem... hem... Daha ne istedigini anlayamiyorum dogrusu... - Göreceksiniz. Öyle bahaneler bulup öne sürecek ki, onunla çarpismanizin imkânsiz oldugunu herkesten önce siz kabul edeceksiniz... - Him... Pekâlâ oglum, senin dedigin olsun! Bekleyecegim, bir zamana kadar tabiî. Bakalim zaman ne gösterecek. Bak ne diyecegim ama: bu konusmamizi ona da Anna Andreyevna'ya da anlatmayacagina söz ver bana. - Söz veriyorum. - Sonra, bundan böyle bu konuyu ne olursun açma bana Vanya. - Olur, söz veriyorum, açmayacagim. - Son bir dilegim daha var: bizde caninin sikildigim biliyorum ama, elinden gelirse biraz daha sik ugra bize. Zavalli Anna Andreyevna öyle çok seviyor ki seni... senin gelmedigin günler Öyle üzülüyor ki... anliyorsun degil mi? Elimi kuvvetlice sikti. Isteklerini yapacagima içtenlikle söz verdim.204 - Simdi bir önemli dilegim daha kaldi Vanya: paran var mi ? Sasirmistim, - Param mi ? dedin. - Evet, paran (ihtiyarin yüzü kipkirmizi olmustu, basim önüne egdi); oturdugun yere bakiyorum da... pek perisan bir durumun var... özellikle bu son günlerde bazi önemli giderlerin olabilecegini düsünerek... al yavrum, simdilik yüz elli ruble sana... - Yüz elli ruble mi? Hem de simdilik! Dâvayi kaybetmemis miydiniz? - Görüyorum ki hiç anlamiyorsun beni Vanya! Bazi önemli giderlerin olabilir diyorum, anla bunu. Para bir çok durumlarda insanin serbest karar vermesine yardim eder. Belki su anda ihtiyacin yoktur, ama ilerde olmayacagini nereden biliyorsun. Her ihtimale karsi al bu parayi. Ancak bu kadar bulabildim. Harcayamazsan oldugu gibi geri verirsin. Simdilik Allahaismarladik! Yüzünde renk kalmamis! Çok hastasin... Diretmedim, aldim parayi. Bu yüz elli rubleyi bana niçin verdigi belliydi. - Zor ayakta duruyorum, dedim. - Dikkat et kendine Vanya'cigim, dikkat et! Bugün disari çikma. Hasta oldugunu söylerim Anna Andreyevna'ya. Doktor ister misin? Yarin ugrar bakarim nasilsin diye. Gelmeye çalisirim. Ayaga kalkacak durumum olursa muhakkak gelecegim. Simdi hemen yatsan iyi edersin... Hadi hosça kal. Allahaismarladik küçük... arkasini döndü! Bak Vanya, al su bes rubleyi de, kiz için bu. Ama parayi benim verdigimi söyleme ona, bir seyler al, çorap, çamasir falan... az mi ihtiyaci var, baksana! Allahaismarladik yavrum...
Asagi kapiya kadar geçirdim onu. Kapiciyi yiyecek bir seyler almaya yollayacaktim. Helena ögle yemegini hâlâ yememisti. XI Yukari çiktigimda basim birden döndü, odanin ortasina yigildim. Sadece Helena'nin çigligini hatirliyorum. Ellerini birbirine vurarak tutmak için bana dogru atildi. Sonrasini hatirlamiyorum... Kendime geldigimde yatagimdaydim. Sonra Helena anlatti, biraz sonra yemegi getiren kapiciyla yataga yerlestirmisler beni... Birkaç kere ayilir gibi oldum, her keresinde Helena'nin üzerime egilen endiseli yüzünü gördüm. Ama bütün bunlari hayal meyal hatirliyorum. Zavalli kizin sevimli yüzü silik bir resim gibi kalmis bellegimde. Bana su içiriyor, yatagimi düzeltiyor, ya da karsimda üzgün, ürkek oturuyor, küçücük parmaklariyla saçlarimi arkaya yati-riyordu. Hatirliyorum, bir keresinde de usulca öptü yanagimdan. Gece yarisinda birden uyandigimda, yatagimin yanina çekilmis sehpanin üzerinde yanan mumun isiginda Helena'nin yastigina basini koymus, solgun du-duklari yari açik, eli sicacik yanaginin altinda, misil misil uyudugunu gördüm. Ama ancak sabaha dogru kendime gelebildim. Mum bitmek üzereydi, sökmek üzere olan safagin kizil isigi duvara vurmustu. Helena masanin yanindaki sandalyede, yorgun basini masanin üzerinde yatik duran sol kolunun üzerine koymus, uyuyordu. Hatirliyorum, uykuda bile çocuklarda hiç görülmeyen bir hüzün ifadesiyle kapli çocuk yüzünü, soluk dudaklarini, uzun kirpiklerini; iki yanda gelisigüzel baglanmis, uzun, gür, simsiyah saçlarim uzun uzun seyrettim. Öteki kolu be-206 - nim yastigimin üzerindeydi. Bu ciliz eli usulca öptüm; a-ma zavalli çocuk uyanmadi; soluk dudaklarinda bir gülümseme belirdi sanki. Bir süre baktim ona, sonra huzur dolu, derin bir uykuya daldim. Taa öglene kadar uyudum. Uyandigimda tamamen iyilesmis hissediyordum kendimi. Yalniz kollarimda ve bacaklarimdaki dermansizlik hastaliktan daha yeni kurtuldugumu belli ediyordu. Sinir bozuklugunun sebep oldugu bu çesit nöbetler daha önce de gelmisti bana. Çogunlukla yirmi dört saat sonra bir seyim kalmazdi; ama çok sarsardi beni bu yirmi dört saat. Neredeyse öglen olacakti. Gözüme ilk çarpan, kösede bir ipe gerilmis, dün bit pazarindan aldigim perde oldu Helena kendine o köseyi ayirmisti. Sobanin yaninda oturmus, çay kaynatiyordu. Uyandigimi görünce neseyle gülümsedi, hemen yanima geldi. Elinden tutarak, - Yavrum, dedim, bütün gece ugrastin benimle. Senin bu kadar iyi yürekli oldugunu bilmiyordum. içten, utangaç bir muziplikle, - Sizinle ugrastigimi nereden biliyorsunuz? dedi; belki bütün gece uyudum. Kendi söylediginden utanarak kizardi. - Arada uyanip gördüm. Ancak sabaha karsi uyudun. .. Bu konu ona agir geliyormus gibi (dürüst, temiz yürekli insanlar, onlari övdükleri zaman sikilirlar), - Çay istiyor musunuz? dedi. - istiyorum. Ögle yemegi yedin mi sen dün? - Aksam yedim. Kapici getirmisti. Çayi yanima getirip, yatagimin kenarina otururken ekledi : - Ama konusmayin artik, yatin; daha tamamen iyi-lesmediniz. - Yatayim mi? Neyse, hava kararincaya kadar ya- 207 tayim bari, sonra çikarim. Bir yere gitmem gerek Lenoç- ka. - Öyle mi? Kime gideceksiniz? Dün gelen adama mi? - Hayir, ona degil. - Buna sevindim iste. Dün sinirlerinizi o bozdu. Öyleyse onun kizina gideceksiniz? - Kizi oldugunu nereden biliyorsun? Helena basini önüne egdi. - Dün bütün konustuklarinizi dinledim. Kaslarini çatmisti. - Çok kötü ruhlu bir ihtiyar o, diye ekledi. - Taniyor musun onu yoksa? Tam tersine, son derece temiz yüreklidir. Helena heyecanla, - Hayir, hayir, diye karsilik verdi, kötü, hain bir adamdir o; duydum konustuklarinizi. - Ne duydun bakalim? - Kizini affetmek istemiyor... - Ama seviyor onu. Kizi suçludur; ama o gene de aci çekiyor onun için, ugrasiyor... - Peki niçin affetmiyor? Artik affetse bile kizi gitmesin ona. - Nasil? Nedenmis o? Helena iyice heyecanlanmisti. - Kizinin sevgisine lâyik degil de ondan. Babasina dönmektense gidip dilensin, o da kizinin dilendigini görüp aci çeksin. Gözlerinin içi alev alev yaniyordu. Yanaklari al al olmustu. «Bosuna böyle konusmuyor galiba» diye geçirdim içimden. Kisa bir sessizlikten sonra,
- Onun evine mi yerlestirmek istiyordunuz beni? diye sordu. - Evet Helena. - Olmaz, bir ailenin yanina hizmetçi girerim, daha iyi. - Ne biçim konusuyorsun Lenoçka? Saçmaliyorsun: hangi ailenin yanma gireceksin? - Rastgele bir köylü ailesinin yanina... Basini önüne iyice egmis, sözlerimi sabirsizlikla cevaplandiriyordu. Öfkeli oldugu belliydi. Gülümseyerek, - Köylü senin gibi hizmetçiyi ne yapsin? dedim. - Ben de bir bey evine girerim. -- Bu huyunla barinabilir misin orada? - Barinirim. Öfkelendikçe daha sert cevaplar veriyordu. -. Zaten sen dayanamazsin. - Dayanirim. Bana bagirip çagirsalar, azarlasalar inadima ses çikarmam. Dögseler de, agzimi açip bir sey söylemem; öldürseler bile aglamam. Bu daha çok kizdirir onlari, hirslarindan çatlarlar. - Ne diyorsun Helena! Ne büyük bir hinç var yüreginde; üstelik ne kadar da gururlusun! Hayatta çok istirap çekmis olmalisin... Kalkip büyük masanin yanina gittim. Helena yatagin kenarinda oturuyordu hâlâ; basi önünde, dalgin dalgin yatagin çarsafiyla oynuyordu. «Sözlerime mi kizdi acaba?» diye düsündüm. Masanin yaninda ayakta dururken, derleme yazim için dün getirdigim kitaplari bir sey düsünmeden söyle karistirmaya basladim, sonra okumaya daldim. Sik sik olur bana bu: bir göz gezdirmek için açtigim bir kitaba kendimi kaptirip her seyi unuturum. Helena sessizce masaya yaklasip, dudaklarinda ürkek bir gülümseme, - Durmadan ne yaziyorsunuz öyle? diye sordu.
- Çesitli seyler, Lenoçka. Bu yazdiklarima karsilik para veriyorlar bana. - Dilekçe falan mi yaziyorsunuz? - Hayir, dilekçe degil. Dilim döndügünce, birtakim insanlarin basindan geçen olaylari yazdigimi, bunlarin sonra roman ya da hikâye denilen kitaplar olarak basildigini anlattim. Büyük bir dikkatle dinliyordu beni. - Hep olmus seyleri mi yaziyorsunuz? - Hayir, uyduruyorum. - Niçin yalan yaziyorsunuz? - Al su kitabi oku; bakmistin ona zaten. Okuma biliyorsun, degil mi? - Biliyorum. - Oku görürsün. Ben yazdim bu kitabi. - Siz mi? Okuyacagim onu... Bana bir seyler söylemek istiyordu, ama söyleyemiyordu; çok heyecanliydi. Sorularinin altinda bir seyler gizliydi. Sonunda çikardi agzindan baklayi : - Bunun için çok para veriyorlar mi size? - Belli olmaz. Bazan çok verirler... yazamadigim zamanlar da hiç vermezler. Güç bir istir bu Lenoçka. - Demek zengin degilsiniz? - Hayir, degilim. - Öyleyse ben de çalisip size yardim edecegim... Çabuk bir göz atti bana, yüzü kizardi, basim önüne egdi, bana dogru iki adim atip birden boynuma sarildi, basini gögsüme bastirdi. Sasirmistim. __. Sizi seviyorum... dedi, gururlu degilim ben. Dün gururlu oldugumu söylediniz. Hayir, hayir... yaniliyorsunuz... seviyorum sizi. Dünyada bir tek siz seviyorsunuz beni... Ezilenler - F : 14 Sonunu getiremedi, hiçkira hiçkira aglamaya baslamisti. Dünkü nöbet sirasindaki gibi agliyordu. Önümde yere diz çöktü, ellerimi, ayaklarimi öpmeye basladi... - Yalniz siz seviyorsunuz beni !.. diye tekrar edip duruyordu, yalniz siz, yalniz... Bacaklarima sarilmis, birakmiyordu. Bunca zamandir içinde sakladigi duygulari birden disari tasmisti. Kendini son âna kadar tutan kalbinin bu tuhaf inadini anliyordum. Kendini birden sevgiye, duygululuga, gözyaslarina birakmisti... Bir sinir buhrani gelinceye kadar agladi. Bacaklarima doladigi kollarini zorla çözdüm. Ayaga kaldirdim onu, götürüp sedire yatirdim. Elleriyle yüzünü kapayip, bana bakmaktan utaniyormus gibi yüzünü yastiga gömmüs., küçücük avucunun içinde kuvvetlice siktigi elimi kalbinin üzerine bastirarak usun süre hiçkira hiçkira agladi.
Yavas yavas sakinlesti, ama hâlâ kaldirmiyordu yü-zünü. Iki kere kaydi gözleri bana, bakislarinda derin bir yumusaklik, ürkek bir duygululuk vardi. Sonunda yüzü kizararak gülümsedi. - Nasil, açildin mi biraz Lenoçka, benim duygulu, hasta yavrum! Küçücük yüzünü hâlâ benden saklamaya çalisarak, -. Lenoçka demeyin bana... diye fisildadi. - Lenoçka demeyeyim mi? Neden? - Nelli deyin. - Nelli mi? Niçin? Olur, bu da hos bir isim. Öyleyse bundan böyle Nelli diyecegim sana. - Annem Nelli derdi bana... Ondan baska hiç kimse bu adla çagirmamistir beni... Zaten ben de istemem... Ama siz çagirin; istiyorum... Ölünceye kadar sevecegim sizi, ölünceye kadar... «Seven, magrur çocuk, diye geçirdim içimden; sana... Nelli demek hakkini kazanmak için ne çok ugrastim». A- artik kazanmistim kalbini, kuskum yoktu bundan. Iyice sakinlesmesini bekledikten sonra, - Bak Nelli, dedim, seni hayatta yalniz annenin sev-digini söylüyorsun. Deden sevmiyor muydu? - Sevmiyordu... - Ama onun için aglamistin, hatirliyor musun, asagi merdivende... Bir an düsündü. - Hayir, sevmiyordu... Çok kötüydü o. Yüzünü bir istirap ifadesi kapladi. - Ama akli basinda degildi ki, Nelli; hos görmelisin. Ölürken deli gibiydi. Anlatmistim sana nasil öldügünü. - Evet. Ama son bir ay öyleydi. Bütün gün otururdu burada, ben gelmesem günlerce bir sey yemeden, içmeden öyle dururdu. Eskiden çok daha iyiydi. - Ne zaman yani? - Annem ölmeden önce. - Demek ki yiyecegini içecegini sen getiriyordun Nelli? -- Evet. -. Nereden aliyordun? Bubnova'dan mi? Titrek bir sesle, - Hayir, Bubnova'dan bir sey almadim ben, dedi. -. Nereden aliyordun öyleyse? Paran yoktu. Nelli cevap vermedi, yüzü kipkirmizi olmustu; sonra uzun uzun bakti yüzüme. -. Dileniyordum... Bes köpek toplayinca ekmekle enfiye alip götürüyordum ona... - O da göz yumuyordu buna demek! Nelli! Nelli! - Önceleri ondan gizli dileniyordum. Sonra, söyledim, kendi yollamaya basladi beni... Köprüde duruyor, gelip geçenlerden para dileniyordum, o da yakinlarimda dolasiyordu hep. kolluyordu; birisinin bana para verdi- gini görünce, aldigim parayi ondan saklayacakmisim, onun için dilenmiyormusum gibi üzerime atilip parayi aliyordu elimden. Aci aci gülümsedi. - Annem öldükten sonra geldi ona bu haller diye ekledi. Onu kaybetmek deliye döndürdü onu. - Demek ki çok seviyordu anneni. Niçin beraber oturmazdi sizinle? - Hayir, sevmezdi... Helena güç isitilir bir sesle, - Dünkü ihtiyar adam gibi haindi o da... diye fisildadi. Affetmiyordu annemi... Yüzü gittikçe beyazlasiyordu. Içim ürperdi birden. Bütün bir roman canlaniver-misti hayalimde. Bodrum katta, tabutçunun yaninda ölen yoksul bir kadin ve arkada biraktigi, arada bir annesini lanetleyen dedesini görmeye giden yetini kizi; pastanede köpeginin pesinden ölen deli ihtiyar!.. Nelli bir sey hatirlayarak birden gülümsedi. -. Azorka annemindi, dedi. Dedem eskiden çok severmis annemi; annem onu birakip gidince Azorka da onda kalmis. Azorka'yi bunun için seviyordu o kadar... Nelli soguk bir sesle ekledi: - Annemi affetmedi, köpek ölünce kendisi de öldü. Gülümsemesi kaybolmustu. Bir an bekledikten sonra, - Nelli, dedim, deden eskiden ne is yapardi? - Çok zenginmis... Ne is yaptigini bilmiyorum. Bir fabrikasi varmis... Annem anlatirdi. Küçük oldugum için önceleri her seyi söylemezdi bana. Kucagina alip sever oksar, «Biricik, sanssiz yavrum benim, derdi, zamani gelince ögreneceksin her seyi». Hep «biricik, sanssiz yavrum» derdi bana. Bazi geceler uyudugumu sanarak (mahsus uyumaz, uyuyormus gibi yapardim) basucumda ag-
lardi, öperdi beni, «biricik, sanssiz yavrum benim» derdi. - Neydi annenin hastaligi? - Verem. Alti hafta olacak öleli.
- Dedenin zengin oldugu zamani hatirliyor musun? - O zaman dünyada yoktum. Annem ben daha dogmadan birakip kaçmis dedemi. - Kiminle? Nelli bir an düsündükten sonra düsünceli, - Bilmiyorum, diye fisildadi. Yurt disina kaçmislar, ben de orada dogmusum. - Yurt disina mi? Nereye? - isviçre'ye. Her yeri gördüm; Italya'yi, Paris'i. Sasirmistim. - Hatirliyor musun Nelli bu gördügün yerleri? - Çogunu hatirliyorum. - Rusçayi bu kadar güzel nasil ögrendin Nelli? - Annem daha oralarda ögretmeye baslamisti bana. Rustu o; annesi Rus, dedem de Rustan farksiz bir Ingilizdi. Bir buçuk yil önce annemle buraya geldigimizde de adamakilli ögrendim. Annemin hastaligi iyice ilerlemisti. Durumumuz gün geçtikçe kötülesiyordu. Annem hep agliyordu. Önceleri burada çok aradi dedemi; ona karsi suçlu oldugunu söylüyor, hiçkira hiçkira agliyordu!.. De-demin yoksul düstügünü ögrenince daha çok aglamaya basladi. Sik sik mektup yaziyordu ona, ama dedem cevap vermiyordu. - Annen niçin döndü buraya? Babasi burada diye mi? - Bilmiyorum. Orada öyle iyiydi ki durumumuz! - gözleri parladi - Annemle beraber yalniz yasiyorduk. Bir arkadasi, sizin gibi iyi yürekli bir dostu vardi. Daha buradayken tanisiyorlarmis. Ama öldü orada, annem de döndü...- 214 - Annen dedeni birakip onunla mi kaçmisti? - Hayir. Annem baska birisiyle kaçmis, ama sonra adam birakmis onu... - Kimle kaçmis? Nelli yüzüme bakti, bir sey söylemedi. Annesinin kimle kaçtigim, babasinin kim oldugunu bildigi belliydi. Onun adini bana bile söylemek agir geliyordu ona... Sorularimla canini sikmak istemiyordum. Çabuk heyecanlanan, ama duygularini saklayabilen tuhaf huylu; cana yakin, ama gururlu bir kizdi bu. Beraber kaldigimiz sürece beni en az ölen annesi kadar sevdigi halde - onu hatirladikça hâlâ aglamakli olurdu - evet, beni de en az o kadar yürekten sevdigi halde pek seyrek açiliyordu bana; o günden sonra da geçmisi üzerine pek konusmadi benimle. Israrla saklaniyordu benden. Ama o gün birkaç saat - arada bir hiçkiriklarla aglamaya baslayarak - onu en çok heyecanlandiran, üzen anilarini anlatti bana; o korkunç seyleri hiç unutmayacagim. Ama onun asil hikâyesi ilerdedir... Korkunç seyler anlatmisti o gün: mutlulugunu yitirmis, terkedilmis bu hasta, herkesin sirt çevirdigi, son güvenecegi insanin, bir zamanlar gücendirdigi babasinin, dayanilmaz istiraplar içinde aklini yitiren babasinin da tanimak istemedigi zavalli kadinin hikâyesi... Tüm u-mutlarini yitirmis; soguk, çamurlu Petersburg sokaklarimla daha çocuk sayilan kiziyla dilenen; sonra rutubetli bir bodrumda aylarca ölümle pençelesen kadinin; onu hayata gözlerini kapayana kadar affetmemis, akli basina ancak son anda gelip de kizini affetmeye kosunca, dünyada en çok sevdigi insanin soguk cesediyle karsilasan bir babanin hikayesiydi bu... Aklini yitirmis bir ihtiyarla, onu anlayan, çok küçük oldugu halde hayati, rahat, huzur içinde yasamis bir insandan daha iyi bilen torunu arasindaki esrarli, güç anlasilir iliskilerin tuhaf hi-
kâyesiydi... Kisiyi karamsarliga düsüren bir hikâye... Kasvetli Petersburg gögü altinda, koskoca kentin karanlik ara sokaklarinda; çilgin bir yasayisin sürüp gittigi, bencilliklerin, çikarlarin çarpistigi, gizli cinayetlerin islendigi, cehennemden farksiz kenar mahallelerinde yasanmis yüzlerce, binlerce hikâyeden biri... Ama sonra anlatacagim bunu...ÜÇÜNCÜ BÖLÜM I S ular çoktan kararmis, aksam olmustu; hüzün dolu kâbustan ancak o zaman uyandim, durumu düsündüm. - Nelli, dedim, hastasin, sinirlerin bozuk, ama ne yazik ki seni aglarken birakip gitmek zorundayim. Yavrum benim! Affet beni; annen gibi mutsuz, hakarete ugramis, terkedilmis, babasinca lanetlenmis bir insanin yanina gittigimi düsün... Bekliyor beni. Zaten bu anlattiklarindan sonra karsi konulmaz bir kuvvet oraya çekiyor beni; öyle ki, onu simdi, su anda görmezsem dayanamam... Söylediklerimi Nelli anladi mi anlamadi mi, bilmiyorum. Biraz önce anlattiklari, yeni geçirdigim hastalik perisan etmisti beni. Natasa'ya kostum. Oraya vardigimda iyice geç olmus, saat sekizi geçmisti. Natasa'nin oturdugu evin önünde bir kupa arabasi duruyordu. «Prens gelmis» diye düsündüm. Avluya geçtim; merdivenden çikmaya baslamistim ki, benden bir kat üstte birisinin karanlikta el yordamiyla yukari çiktigim duydum. Yavas yavas, dikkatle adim atisindan ya-
banci oldugu belliydi. Önce Prens sandim onu; ama biraz sonra kuskuya düstüm. Yabanci durmadan homurdaniyor, söyleniyor, agzini gittikçe bozuyordu. Evet, merdiven dar, pis, dik ve zifiri karanlikti; ama yabancinin üçüncü katta savurmaya basladigi küfürleri Prensin edebilecegini düsünemezdim: adam bir arabaci gibi kaba küfürler ediyordu. Ama üçüncü kattan sonra yavas yavas aydinlanmaya baslamisti merdiven; Natasa'nin kapisinda küçük bir kandil yaniyordu. Yukarda yetistim yabanciya; onun Prens oldugunu görünce çok sasirdim. Galiba bu beklenmedik karsilasmadan hiç hoslanmamisti, Ilk anda
taniyamadi beni; ama yakindan bakinca yüzü birden degisti; az önceki hasin, öfke dolu bakisi tatlilasti, sevinçle iki elini birden uzatti bana. - Aa, siz miydiniz! Neredeyse yere diz çöküp hayatimi kurtarmasi için Tanriya yalvarmaya baslayacaktim. Küfürlerimi duydunuz mu? Içten bir kahkaha atti. Ama birden ciddilesti, üzgün, basini sallayarak, - Alyosa Natalya Nikolayevna'yi böyle bir yerde o-turtuyor demek! dedi. Önemsiz gibi görünen bazi seyler insanin ne mal oldugunu iste böyle çikarir ortaya. Korkuyorum onun adina. Iyi yürekli, temiz bir çocuktur, ama bir de gelin suna bakin: delicesine sevdigi bir insanin böyle bir mezbelede oturmasina göz yumuyor. Çingiragin ipini ararken, - Kizcagizin "bazan yiyecek ekmek bile bulamadigini duydum, diye fisildadi. Bu çocugun gelecegini, daha önemlisi, onunla evlendikten sonra Anna Nikolayevna'nin çekeceklerini düsündükçe basim çatlayacak gibi oluyor... Çingiragin ipini bir türlü bulamamanin verdigi can sikintisi arasinda Natalya diyecegine Anna dediginin farkina varmadi. Çingirak yoktu zaten Natasa'nin kapisin- da Kilit takilan halkayi oynattim, Mavra hemen açti kapiyi, endiseli bir yüzle karsiladi bizi. Daracik antreden tahta bir bölmeyle ayrilan mutfagin aralik kapisindan içerde birtakim hazirliklar gözüme ilisti: her Sey tertemizdi ; soba yaniyordu; masaya yeni yemek takimlari konulmustu. Bizi bekledikleri belliydi. Mavra paltolarimizi almaya kostu. - Alyosa burada mi ? diye sordum. Esrarli bir sesle, - Gelmedi, diye fisildadi. Natasa'nin yanma girdik. Odasinda özel bir hazirlik: yoktu; her zamanki gibiydi. Zaten daima derli - toplu, temiz tutardi odasini. Natasa kapida karsiladi bizi. Onu birden o kadar zayif, rengini o kadar soluk - oysa ölünün-kilerini andiran yanaklarinda bir pembelik bir an dolasip kaybolmustu - buldum ki, sasirdim. Gözlerinde garip pariltilar vardi. Susuyordu; saklayamadigi bir telâs, heyecanla elini Prense uzatti. Bana bakmadi bile. Bir sey söylemeden ayakta bekliyordum. Prens içten, neseli bir tavirla, - Iste geldim! dedi. Birkaç saat önce döndüm, (Natasa'nin elini saygiyla öptü.) O günden beri hiç çikmadiniz aklimdan; hep sizi düsündüm! Her an gözlerimin önündeydüiiz... Neyse, sonra bol bol konusuruz bunlari! Önce sunu söyleyeyim, bakiyorum benim haylaz gelmemis daha... Natasa kizarip bozararak kesti sözünü Prensin : - Kusura bakmazsaniz Ivan Petroviç'e bir sey söylemek istiyorum Prens. Vanya, gel benimle... bir sey söyleyecegim sana... Kolumdan tutup bölmenin arkasina götürdü beni. En uzak köseye çekti, - Vanya, diye fisildadi, affedecek misin beni? - Birak simdi Natasa, ne oluyorsun! ;
- Hayir Vanya, hayir, fazlasiyla affettin beni, ama sabrin da bir sonu, bir siniri vardir. Biliyorum, bana olan sevgin hiç bir zaman sönmeyecektir, ama nankör oldugumu söyleyebilirsin bir gün; dün de önceki gün de nankörlük ettim sana; bencillik, hainlik ettim... Birden aglamaya basladi, yüzünü gögsüme bastirdi. Yatistirmaya çalistim onu : - Yeter artik Natasa. Bütün gece çok hastaydim: simdi bile zor ayakta duruyorum. Dün aksam da bugün de onun için gelemedim; gücendim de gelmedim saniyorsun ama... Canim benim, sevgili dostum, içini bilmiyor muyum saniyorsun! Gözyaslari arasindan gülümsedi, elimi bütün gücüyle sikarak, - Iyi öyleyse... dedi, demek her zamanki gibi affettin. Gerisini sonraya birakalim. Anlatacak çok seyim varSsana Vanya. Simdi içeri geçelim... - Hemen, Natasa; gelir gelmez yalniz biraktik o-nu... - Neler olacak göreceksin simdi, diye fisildadi. Her seyi biliyorum; içime dogdu hepsi. Bütün suç onda. Bu aksam çok sey belli olacak Gidelim! Neden söz ettigini anlayamamistim, ama sorup ögrenecek zaman yoktu. Natasa güleç bir yüzle çikti Prensin yanina. Odanin ortasinda hâlâ sapkasi elinde duruyordu. Natasa içten bir tavirla özür diledi ondan, sapkasini aldi, bir sandalye çekti ona, üçümüz de küçük masa-ya oturduk. Prens, - Benim haylazdan söz ediyordum, diye devam etti, ancak bir dakikacik görebildim onu o da sokakta... kontes Zinaida Fyodorovna'ya gitmek üzere arabasina biniyordu. Çok acele ediyordu; düsünün bir kere, dört gündür. ayri oldugumuz halde arabadan inip de eve gelmedi be-nimle. Sanirim onun simdi burada olmamasinin suçu be-- 220 nimdir Natalya Nikolayevna; oraya gitmesinden yararlanayim dedim, bugün Kontese ugrayamayacagim için bir is verdim ona. Neredeyse gelir. Natasa, Prense bakarak içten bir tavirla, - Bugün gelecegini söyledi size galiba? diye sordu.
Prens hayretle bakti Natasa'ya. - Ne demek galiba? Nasil sorabiliyorsunuz bunu? Ama anladim: kiziyorsunuz ona. Dogrusu haklisiniz, herkesten sonra gelmesi çok ayip. Ama gene söylüyorum, bütün suç bende. Ona da kizmayin. O kadar derin düsünemez, akli bir karis yakardadir. Savunmuyorum onu ama birtakim durumlardan ötürü bu aralik Kontesin eviyle, bazi tanidiklarimizla iliskilerini kesmemesi, hattâ ortalarda daha sik görünmesi gerekiyor. Dizinizin dibinden ayrilmiyordur tabiî; sanirim dört gündür gidip bir kimsenin hatirini sormamistir. Yalniz bundan böyle bazi islerim için onu sizden iki saatligine, en çok iki saatligine alirsam kusuruma bakmayiniz. Eminim, o aksamdan bu yana Prens K. nin evine bir kerecik olsun ayak basmamistir. Ne yazik ki soramadim ona demin! Natasa'ya baktim. Prensi, dudaklarinda yari alayli bir gülümsemeyle dinliyordu. Ama berikinin konusmasi içten, yapmaciksizdi. Görünüste kusku etmeye imkân yoktu ondan. Natasa, kendisi için son derece olagan bir seyden söz ediyormus gibi sakin, - Onun siz gittiniz gideli bana hiç ugramadigindan gerçekten haberiniz yok mu? diye sordu. Prens büyük bir hayretle, - Nasil? dedi. Hiç mi ugramadi? Ne diyorsunuz! - Sali aksami geç vakit gelmistiniz bana; devrisi sabah ugradi, yarim saat kalip gitti. O günden beri de hiç görmedim onu.
Prensin saskinligi gittikçe artiyordu. - Olur sey degil! Oysa ben, yaninizdan ayrilmayacagini saniyordum. Kusura bakmayin ama çok tuhaf bir durum bu... inanilacak gibi degil. - Ama gerçek... Çok yazik, ben de sizi bekliyor, o-nun nerede oldugunu sizden ögrenebilecegimi saniyordum. - Hay Allah! Neredeyse gelir! Dogrusu, sözleriniz çok sasirtti beni, öyle ki... ne yalan söyleyeyim, ondan her seyi beklerdim, ama bunu... bu kadarini aklimin u-cundan geçirmezdim! - Ne kadar da sastiniz öyle! Oysa ben sasmak söyle dursun, bunun böyle olacagini önceden bildiginizi saniyordum. - Biliyor muydum? Ben mi? Ama inanin, Natalya Nikolayevna, ancak bir dakika gördüm onu, hiç kimseye de bir sey sormadim. Bana inanmiyor gibi bir tavir takinmaniz çok sasirtti teni. Bir bana bir Natasa'ya bakarak konusuyordu. Natasa kesti sözünü : - Allah saklasin... dogruyu söylediginize bütün kalbimle inaniyorum. Prensin gözlerinin içine bakarak öyle bir gülümsedi ki, adam ürperdi, bozuldu. - Açik söyleyin, dedi. - Açik söyleyecek bir sey yok ki. Zaten açik konusuyorum. Oglunuzun ne kadar havai, unutkan oldugunu bilirsiniz. Tamamen serbest birakilinca kapiliverdi. - Ama böyle kapilmak olmaz, bunda bir is var. Gelince anlasilir durum. Ama beni en çok sasirtan, burada bulunmadigim halde, bir suçum olduguna inanir gibi bir tavir takinmanizdir. Görüyorum ki çok kiziyorsunuz ona Natalya Nikolayevna... anliyorum sizi! Haklisiniz... Yüzünde sinirli bir gülümsemeyle bana döndü :- 222 _ - Benim de var kabahatim, hemen gelmemeliydim buraya, öyle degil mi? Natasa'nin yüzü kizardi. Prens agirbasli bir tavirla devani ediyordu : - Birakin sözümü bitireyim Natalya Nikolayevna, kabul ediyorum, suçluyum,ama yalniz su yönden: tanismamizin hemen devrisi günü gittim; yaradilisinizda sezinledigim kuskuculugunuz benim üzerime olan düsüncelerinizi, birtakim olaylarin da yardimiyla, degistirdi... Gitmeseydim daha yakindan tanirdiniz beni; Alyosa da gemi aziya alamazdi. Gelince ona neler söyleyecegimi göreceksiniz, - Yani benden bikmasi için çalisacaksiniz... Sizin gibi zeki bir insanin, böyle bir hareketin bana faydasi olacagini içtenlikle düsünmesine imkân yoktur. - Onun sizden bikmasini istedigimi mi ima ediyorsunuz? Ama hakaret ediyorsunuz bana Natalya Nikolayevna. - Kimle konusursam konusayim, elimden geldigince az imâli söz kullanirim; belki bugün siz de anlarsiniz bunu. Hakaret etmek istemiyorum size; hem ne diye kalkisayim böyle bir seye, nasil olsa ne dersem diyeyim alinmazsiniz sözlerimden. Bundan hiç kuskum yok, karsilikli iliskilerimizi anliyorum çünkü: ciddiye almis olamazsiniz bu iliskileri, degil mi? Ama sizi gerçekten gücendir-diysem - ev sahipligi görevimi yerine getirmek için... - hemen özür dilemeye hazirim. Gerçi Natasa, dudaklarinda alayci bir gülümsemeyle söylüyordu bunlari, ama onu o andaki kadar heyecanli, sinirli hiç görmemistim. Son üç gündür ne istiraplar çektigini ancak simdi anliyordum. Her seyi bildigi, anladigi üzerine söyledigi esrarli sözler korkutuyordu beni; Prensle ilgiydi söyledikleri. Düsüncelerini degistirmis, onu bir düsman olarak görüyordu karsisinda, belliy-
di bu. Alyosa'nin kendini geri çekmesinde Prensin parmagi oldugundan kuskulaniyordu; belki de bazi seyler biliyordu. Birden parlamalarindan korkuyordum. Natasa açiktan açiga alay ediyordu... Aralarindaki iliskileri Prensin ciddiye almis olamayacagi, ev sahibi olarak özür dilemeye hazir oldugu üzerine söyledigi son sözlerindeki ve bu aksam ona açik konustugunu gösterecegine dair verdigi tehdit dolu vaatteki açik alayi Prens hissetmemis olamazdi. Yüzü degismisti, ama tutuyordu kendini. Natasa'nin söylediklerindeki gizli anlami farketmemis gibi davrandi, sakayla geçistirdi. Gülerek, - Özür mü dileyeceksiniz, dedi, Tanri korusun! Böyle bir seyi aklimin ucundan geçirmedim. Zaten kadinlarin benden özür dilemelerini istemek âdetim degildir. Ilk görüsmemizde nasil bir insan oldugumu az çok anlatmistim size; bu yüzden, simdi söyleyeceklerim gücendirmeyecek-tir sizi sanirim - zaten kadinlar için genel olarak söyleyecegim bunu. Gülümseyerek bana döndü, - Sanirim siz de benim gibi düsünüyorsunuz, diye devam etti. Kadinlarin bir özelligine dikkat ettim: suç üstü yakalanan bir kadin o anda özür dilemekten, suçunu kabul etmektense sonra günlerce ugrasip gönlünüzü almayi, kendilerini affettirmeyi yegliyorlar. Bunun için, sözlerinizden alinmis olsam bile, simdi özür dilemenizi istemezdim sizden: sonra, hatanizi anladiginiz, gönlümü almak istediginiz zaman bunu yapmaniz daha isime gelir... O kadar iyi yürekli, temiz, içten bir kizsiniz ki, pis-man oldugunuz zaman özür dilemeniz çok hos olacak, hissediyorum bunu... Özür dilemeyi birakin da simdi, söyleyin bana: size karsi sandiginizdan daha içten davrandigimi bugün neyle ispat edebilirim size? Natasa'nin yüzü kizardi. Bana da, Prensin bu ceva-224 - binda bir hafiflik, umursamazlik, kibirli bir alay var gibi gelmisti. Natasa Prensin gözlerinin içine dik dik bakarak, - Bana karsi içten oldugunuzu mu ispat etmek istiyorsunuz? diye sordu. - Evet. - Öyleyse su dilegimi yerine getirin. - Getirecegime simdiden söz veriyorum. - Alyosa'ya bugün de yarin da benden hiç söz etmeyin. Beni unuttu diye en küçük bir sitemde bulunmayin ona; azarlamayin da. Durumun farkina varmamasi için aramizda hiç bir sey geçmemis gibi davranacagim. Yaptiginin farkinda olmamasini istiyorum. Söz veriyor . musunuz bana? - Elbette. Izninizle günü da söyleyeyim, böyle bir durumda sizin kadar iyi düsünen bir insan görmedim... Hah, Alyosa geldi galiba. Gerçekten de antrede bir gürültü olmustu. Natasa ürperdi, bir seye hazirlandi sanki. Prens ciddî bir tavirla oturuyor, olacaklari bekliyordu. Gözleri hep Natasa'day-di. Kapi açildi, Alyosa daldi içeri. // Neseden, sevinçten parlayan bir yüzle gerçekten bir dalisti bu. Dört gündür pek mutlu oldugu, bizlere bir haber vermek için sabirsizlandigi belliydi. Yüksek sesle, - iste geldim! dedi. Oysa en önce benim gelmem gerekirdi. Ama simdi her seyi ögreneceksiniz, simdi! Demin hiç konusamadik babacigim, o kadar çok söyleyecegim var ki sana! -Bana döndü, - Ancak keyfi yerinde oldugu zamanlar ona sen dememe izin verir, inanin ki
baska zaman yasaktir bana bu! Hem nasil yasaklar bunu biliyor musunuz, kendisi siz demeye baslar bana. A-ma bundan böyle keyfinin daima yerinde olmasini istiyorum, bunun için de elimden geleni yapacagim! Bu son dört gün içinde tamamen, evet tamamen degistim, her seyi anlatacagim size. Ama sonra. Simdi önemli olani... iste o! iste gene o! Natasa, melegim benim, merhaba canim! Natasa'nin yanina oturup elini hararetle öptü. - Öyle özledim ki seni! Ama ne yaparsin ki gelemedim! Firsat yoktu. Sevgilim! Biraz zayiflamissin sanki, rengin solmus... Cosmus, Natasa'nin ellerini durmadan öpüyor, o güzelim gözleriyle, bakmaya doyamiyormus gibi yüzüne bakiyordu. Natasa'nin yüzüne bir göz attim, ikimizin de ayni seyi düsündügümüzü anladim: suçsuzdu Alyosa. Zaten hiç bir zaman suçlu olamazdi bu saf çocuk. Damarlarindaki bütün kan basina akin etmis gibi yüzü birden kipkirmizi oldu Natasa'nin. Gözlerinin içi parladi, magrur bir tavirla Prense bakti. Sogukkanli, kisik bir sesle, - Ama bunca zaman... nerelerdeydin? dedi. Sik sik soluyordu. Tanrim, ne çok seviyordu bu çocugu! - Sana karsi suçlu gibi oldugum yan da budur zaten; gibi de ne demek! Suçluyum tabii, ben de biliyorum bunu; bilerek geldim buraya. Katya dün de bugün de, bir kadinin böylesine bir ilgisizligi affedemiyecegini söylüyordu (sali günü burada olanlari biliyor; devrisi gün hepsini anlatmistim ona). Bahse girdik onunla; ben, bu kadinin Natasa oldugunu, dünyada onun ayarinda belki de ancak bir kadinin bulunabilecegini, bunun da Katya oldugunu söyledim; buraya gelirken kazanacagimi da biliyor- Ezilenler - F : 15226 -
dum tabii. Senin gibi bir melek affetmeden durabilir mi. hiç ? «Gelmediyse firsat bulamamistir da ondan gelmemistir; yoksa bana olan sevgisi söndü demek degildir bu» benim Natasa'm böyle düsünür iste! Sana olan sevgim söner mi hiç? Olabilir mi böyle bir sey? Her an aklimda, kalbimdeydin. Ama gene de suçluyum! Her seyi ögrendiginde en önce sen hak vereceksin bana! Hemen anlatacagim hepsini, sizlere içimi dökmeye ihtiyacim var; zaten bunun için geldim. Yarini dakika bos zamanim oldu bugün hemen sana kosup bir kerecik öpmek istiyordum, gene firsat olmadi: Katya çok önemli bazi isler için acele çagirtti beni. Baba, beni arabaya binerken gördügünde ikinci kere gidiyordum Katya'ya: gene mektupla çagirmisti beni. Bu günlerde pek sik mektuplasiyoruz. Ivan Petroviç, puslanizi ancak dün gece okuyabildim; çok haklisiniz. Ama elden ne gelir! «Yarin aksam gider, anlatirim durumu», diye düsündüm; bu aksam sana gelmek zorundaydim çünkü Natasa. - Ne puslasi bu? diye sordu Natasa. - Bana ugramis, evde bulamadi tabiî, bir mektup birakmis, sana gelmiyorum diye güzelce haslamis.. Çok hakli. Dün oldu bu. Natasa bana bakti. Prens, - Sabahtan aksama kadar Katerina Fyodorovna'nin yaranda kalacak zaman bulduguna göre... diye basladi. Alyosa kesti sözünü : - Biliyorum, biliyorum ne söyleyecegini. «Katya'da.: ne isin vardi, diyeceksin, önce buraya gelmeliydin». Yerden göge kadar haklisin; önce buraya gelmeliydim! Ama hayatta öyle beklenmedik olaylar vardir ki, her seyi bir anda karmakarisik, alt - üst ederler. iste benim basima, da bu çesit olaylar geldi. Söyledim ya size, bu dört gün içinde tamamen degistim, bambaska bir Alyosa oldum;
basimdan önemli olaylar geçmese degisir miydim bu kadar? Natasa, Alyosa'nin heyecanina gülümseyerek, - Hay Allah, anlatsana neler geldi basina! Meraktan çatlayacagiz! dedi. Aslinda pek gülünç bir hali vardi Alyosa'nin: Çabuk çabuk konusuyor, sözcükler birbiri ardindan düzensiz, bir gürültü gibi dökülüyordu agzindan. Konusmak, durmadan konusmak, anlatmak istiyordu. Ama anlatirken Natasa'nin elini de birakmiyor, öpmeye doyamiyormus gibi ikide bir dudaklarina götürüyordu... - Önemli olan da basima gelenler zaten, diye devani etti. Ah dostlarim! Neler gördüm, neler yaptim, kimlerle tanistim bilseniz! Önce Katya'dan söz edeyim size: Bulunmaz bir kizdir o! Simdiye kadar hiç mi hiç tanimiyor- musum onu! Natasa, hatirliyor musun sali günü ne heyecanla söz etmistim sana ondan; düsün ki o zaman bile tanimiyormusum onu iyice! Son âna kadar gizledi benden nasil bir insan oldugunu. Ama artik biliyoruz, taniyoruz birbirimizi. Senli benli konusuyoruz. Ama bastan baslayayim: Ah Natasa, burada olanlari çarsamba günü ona anlattigim zaman senin için söylediklerini duymaliydin bir!.. Simdi hatirladim: Çarsamba sabahi sana geldigimde ne budalaca hareket ettim! Sevinçle karsiladin beni, degisen durumumuzun verdigi mutluluktan gözlerinin içi gülüyordu; uzun uzun konusmak istiyordun benimle; bir yönden üzgün oldugun halde gülmek geliyordu içinden. Ben de kasildikça kasiliyordum! Ah ne aptalim! Budala! Yakinda bir koca, ciddi bir aile reisi olacagim diye kendimi agirdan salmak istiyordum... ama kime yapiyordum bunu... sana! Ah, kim bilir ne alay ettin benimle o zaman! Hakettim dogrusu! Prens söze karismadan oturuyor, alayli bir gülümsemeyle Alyosa'ya bakiyordu. Oglunun böylesine gülünç bir duruma düsmesine seviniyordu sanki. O aksam hep onun hareketlerini izledim; sonunda, her ne kadar oglunu çok sevdigini söylüyorlarsa da, aslinda onu hiç sevmedigi sanisina vardim. Alyosa durmadan anlatiyordu: - Senden ayrildiktan sonra Katya'ya gittim. Ancak o sabah birbirimizi iyice tanidigimizi söylemistim sanirim. Çok tuhaf oldu bu... Nasil oldugunu hatirlamiyorum bile... Birkaç heyecanli söz, gizlenmeyen birkaç duygu, açikça söylenen birkaç düsünce ömrümüzün sonuna kadar bagladi bizi. Tanimalisin onu Natasa! Seni nasil anlatti bana, davranislarini nasil yorumladi bilemezsin! Benim için ne degerli bir insan oldugunu açikladi! Sonra kendi düsüncelerini, dünya görüsünü anlatti. Öylesine agirbasli, duygulu bir kiz ki! Görevlerimizden, insanliga hizmet etmenin borcumuz oldugundan söz etti. Konusmaya dalmisiz, bes alti saat geçmis aradan. Sonunda ölünceye kadar dost olarak kalacagimiza, daima beraber çalisacagimiza ant içtik. Prens hayretle, - Neye çalisacaksiniz? diye sordu. Alyosa magrur bir tavirla karsilik verdi: - Çok degistim ben, baba, bütün bunlarin seni sasirtmasi olagandir; bendeki bu degisikligi yadirgayacagini biliyordum zaten. Hepiniz törelere, katilasmis birtakim kurallara siki siki bagli insanlarsiniz; yeni, çiçegi burnunda her seyi kuskuyla, alayla, tepkiyle karsiliyorsunuz. Ama üç dört gün önce tanidigin Alyosa degilim artik ben. Degistim! Dünyada herkesin gözünün içine cesaretle bakabiliyorum. Dogru olduguna inandigim düsüncemi sonuna kadar savunmaktan yilmam; böyle olduktan sonra dürüst bir insan sayilirini. Bu da yeter bana. Ne derseniz deyin, kendimden eminim ben. Prens alayli alayli,
- Yaa! dedi. Natasa endiseyle bizleri süzüyordu. Alyosa için korktugu belliydi. Konusurken heyecanlanmasinin iyi sonuç vermedigim bilirdi. Bizlerin, özellikle babasinin yaninda Alyosanin küçük düsmesini istemiyordu. - Neler söylüyorsun Alyosa! dedi. Felsefe yapmaya basladin; birisi ögretti sana bunlari galiba... anlatmana devam etsen daha iyi olur. Alyosa, - Anlatiyorum ya! diye haykirdi. Dinle: Katya'nin iki uzak akrabasi var; kuzenleri mi ne oluyor... birinin adi Levinka, ötekininki Borinka... biri üniversitede okuyor, öteki de öyle bir delikanli iste, Katya görüsüyor onlarla; ikisi de çok iyi insanlar! Kontesin yanina hiç ugra-miyorlar. Katya'yla kisinin görevleri ve öteki seyler üzerine konusmamizdan sonra onlardan söz etti bana, tanismam için bir mektup verdi; evlerine kostum. Hemen o aksam can-ciger arkadas olduk. On iki kisi toplanmisti orada: Üniversite ögrencileri, subaylar, sanatçilar; bir de yazar vardi... hepsi taniyorlar sizi Ivan Petroviç, yani yapitlarinizi okumuslar, gelecekte çok sey bekliyorlar sizden. Öyle dediler. Ahbap oldugumuzu söyledim, sizi onlara tanistirmaya söz verdim. Hepsi kardesçe karsiladilar beni, bagirlarina bastilar. Önce, yakinda evlenecegimi söyledim onlara; evli barkli bir insanimsim gibi davrandilar bana. Taa tepede, besinci katta oturuyorlar. Sik sik, özellikle sali günleri Levinka'yla Borinka'nin evinde toplaniyorlar. Aydin düsünceli gençler hepsi de; insanligi çok seviyorlar. Toplumumuzun durumundan, geleceginden, bilimlerden, edebiyattan söz ettik. Öylesine hos, içten konusuyorduk ki... Bir lise ögrencisi de geliyor oraya. Birbirlerine öyle iyi davraniyorlar ki! Böylesini hiç görmedim simdiye kadar! Zaten nereye gittim, ne gördüm ki! Yalniz sen böyle seylerden biraz söz ederdin bana Natasa. Ah Natasa, muhakkak tanismalisin sen onlarla; Katya230 - tanisiyor. Ondan heyecanla söz ediyorlar; Katya Levin-ka'yla Borinka'ya, servetini istedigi gibi kullanacak yasa gelir gelmez önce, toplum yararina bir milyon ruble bagislayacagini söyledi. Prens, - Tabiî bu bir milyonu Levinka'yla Borinka'nin toplulugu gerekli yerlere harcayacaklar, degil mi? diye sordu. Alyosa heyecanla bagirdi : - Hayir, hayir; ayip böyle konusman baba! Ne düsündügünü tahmin ediyorum! Bu bir milyonun nasil kullanilacagi konusu görüsülüp karara baglandi bile. Önce egitim konusu ele alinacak... Prens, dudaklarinda hep o alayli gülümsemesi, - Evet, dedi, gerçekten hiç tanimiyormusum Katerina Fyodorovna'yi. Çok sey beklerdim ondan, ama bu kadarini... Alyosa babasinin sözünü kesti: - Beklemezdin! Neyini yadirgadin bu kadar? Alistiginiz dünya görüsünden biraz ayrilmasini mi? Bir milyon rublenin bagislanmasi mi seni bu kadar sasirtan? Öyle mi? Ya baskasinin sirtindan geçinmek istemiyorsa Katya? Bu milyonlari yemek baskasinin sirtindan geçinmektir. Çünkü (yeni ögrendim bunu). Yurduna faydali olmak, topluma gücünün yettigince bir seyler vermek istiyor. Topluma bir seyler vermenin iyiliklerinden bir zaman sizler de söz ederdiniz; ama bu bir seyler milyon olunca is degisiyor, degil rni? Öyleyse, o kadar inandigim sagduyu neye dayaniyor? Niçin öyle bakiyorsun bana baba? Karsinda bir soytari, budala var sanki! Budala olsam ne çikar! Bu konuda Katya'nin ne söyledigini bir duymaliydin Natasa: «Önemli olan akil degil, onu güden yaradilis, yürek, soylu duygular, bilgidir». Budalalik üzerine Bezmigin'in çok hos bir sözü var. Bezmigin Levinka'yla
Borinka'nin bir tanidigidir; dogrusu, kafasi çalisan, zeki bir genç! Dün söz arasinda söyle dedi: «Budala oldugunu anlayan bir insan budalaliktan kurtulmustur artik!» Ne dogru, degil mi! Sik sik böyle anlamli sözler söyler. Her sözünde derin bir anlam vardir. - Gerçekten de çok dogru! dedi Prens. - Hep alayindasin isin. Ama senden de, senin o sosyete kibarlarinin hiç birinden de böyle bir söz duymadim simdiye kadar. Sosyetede herkes saklar bu çesit düsüncelerini; suya sabuna dokunmak istemezler! Hepsi de kendilerini eskiden beri süregelen birtakim düsüncelere, kaliplara uydurmak çabasindadirlar. Oysa düsüncelerimizi bu denli zorlamak hiç de iyi degildir. Bir de hayalci derler bize! Dün bana söylediklerini dinleseydin bir... Natasa, - Neler düsünüyor, nelerden söz ediyorsunuz bakalim? dedi. Biraz açiklasana Alyosa, söylediklerinden buraya kadar hiç bir sey anlamadim. - Kisiyi basariya, iyilige, sevgiye götüren her seyden söz ediyoruz. Günümüzün sorunlarindan açtigimizda kendiliginden oraya geliyor söz. Basindan, yeni devrimlerden, insanlik sevgisinden, toplum için çalisanlardan söz ediyor, bunlar üzerinde konusuyor, okuyoruz. Kendi aramizda içten olmaya, düsüncelerimizi hiç "çekinmeden birbirimize açmaya yemin ettik. Amaca ulasmanin tek yolu içtenliktir. Özellikle Bezmigin ugrasiyor bunun için.. Katya'ya anlattim, o da hak verdi onun bu çabasina. Bezmigin'in önderliginde, ömrümüzün sonuna kadar dürüst olacagimiza, bizim için ne söylerlerse, ne düsünürlerse umursamadan, heyecanimizdan, tutkularimizdan, hatalarimizdan utanmadan dogru bildigimiz yolda yürüyecegimize ant içtik. Baskalarinin seni saymasini istiyorsan önce kendini say; yalniz bu, kendi kendini sayman, baskalarinin seni saymasina yetecektir. Bezmigin söylüyor bu-
nü; Katya da ayni düsünceyi paylasiyor. Simdilik toplaniyoruz, herkes kisisel düsüncelerini anlatiyor, kendini topluluga tanitiyor... Prens endiseyle, - Saçma! diye bagirdi. Bu Bezmigin de kim oluyor? Hayir, en kisa zamanda önüne geçilmeli bunun... - Neyin ? dedi Alyosa. Ben de bunlari senin yaninda ne diye anlatiyorum biliyor musun baba? Çünkü seni de grubumuza almak istiyorum. Söz verdim onlara. Gülüyorsun, biliyordum zaten gülecegini! Ama sonuna kadar dinle söyleyeceklerimi! Iyi yüreklisin, soylu bir ruhun var, anlayacaksin onlari. Tanimiyorsun bu gençleri, hiç görmedin onlari, dinlemedin. Tutalim ki her seylerini biliyorsun, bilmedigin yoktur çünkü; ama görmedin onlari, aralarina katilmadin, bu yüzden düsüncelerinde yanilabilirsin! Gerçegi bildigini saniyorsun, o kadar! Evet, karis aralarina, dinle onlari, o zaman senin de bizden olacaginaSinaniyorum! Seni öylesine baglandigin çevrende mahvolmaktan, zararli düsüncelerinden kurtarmak için elimden gelen her seyi yapmaya kararliyim. Prens, alayli bir gülümsemeyle dinliyordu. Bakisla-, rinda nefret vardi. Natasa gizleyemedigi bir tiksintiyle bakiyordu ona. Prens de farketmisti bunu, ama farkinda degilmis gibi davraniyordu. Alyosa sözünü bitirince Prens kahkahayla gülmeye basladi. Hattâ katiliyormus gibi sandalyenin arkaligina birakti kendini. Ama bu kah-kahalar yapmacikti. Oglunu daha bir küçük düsürmek için böyle güldügü belliydi. Alyosa gerçekten kirilmisti; yüzünü derin bir hüzün kapladi. Ama babasinin nesesinin geçmesini sabirla bekliyordu. Içli bir sesle, - Baba, dedi, niçin alay ediyorsun benimle? Açik yüreklilikle geldim sana. Söylediklerimin saçma oldugu kanisindaysan alay edecegine aydinlat beni. Hem alay edecek ne var ortada? Soylu, iyi duygular edinmem mi?
Yanilsam, yanlis yolda bulunsam, birkaç kere söyledigin gibi bir aptal olsam da içtenim ya... Yanilmak onursuzluk demek degildir. Yüce düsünceleri seviyorum. Varsin yanlis olsunlar, ama özleri kutsaldir. Dedim sana, sen de çevrendeki bütün kibarlar da beni gerçege götürecek, pesinden sürükleyecek böyle bir sey söylemediniz bana. Yalanla onlarin dediklerini, daha güzel seyler söyle bana, senin pesinden geleyim, ama alay etme benimle, çok üzülüyorum çünkü. Alyosa pek içten, agir basli bir tavirla konusuyordu. Natasa ilgiyle bakiyordu ona. Prens hayretle dinledi, Alyosa sözünü bitirdiginde tavrim birden degistirdi. - Kalbini kirmak istemedim yavrum, dedi, yanlis anladin beni, oysa aciyorum sana. Hayatta önemli bir adim atmak üzeresin, bu çesit çocukluklari birakmalisin artik. Benim düsüncemi sorarsan böyledir. Elimde olmadan güldüm, yoksa seninle alay etmek degildi amacim. Alyosa son derece üzgün, devam ediyordu: - Niçin öyle geldi bana? Niçin uzun zamandan beri bana bir babanin ogluna baktigi gibi degil de düsmanca, soguk bir alayla bakiyormussun gibime geliyor hep? Niçin senin yerinde olsam oglumla, senin benimle su anda ettigin gibi onu küçük düsürecek biçimde alay etmezdim diye geçiyor içimden? Bak, açik konusalim, aramizda anlasilmayan bir sey kalmasin. Gerçegi oldugu gibi söylemek istiyorum: Odaya girer girmez aranizda soguk bir havanin estigini anladim; burada böyle bulacagimi hiç sanmiyordum sizi. Yaniliyor muyum? Yanilmiyorsam, herkes duygularini anlatsa daha iyi olmaz mi? Açik yüreklilik çok belâyi defeder! Prens, - Devam et Alyosa, devam et! dedi. önerdigin çok iyi bir sey. Natasa'ya bakarak ekledi:234 - - Önce bundan baslamamiz gerekiyordu belki de. Alyosa, - Tamamen açik konusacagim için kizma bana. Sen istiyorsun bunu, kendin söyledin. Dinle. Natasa'yla evlenmeme razi oldun; bu mutlulugu bagisladin bize, alçakgönüllülük ettin. Bu soylu davranisim hepimiz sevgiyle karsiladik. Peki niçin gizli bir haz duyarak durmadan, gülünç bir çocuk oldugumu, koca olamayacagimi ima ediyorsun bana? Sonra, Natasa'nin gözünde beni küçük düsürmeye, bir paralik etmeye çalisiyorsun sanki. Benim gülünç bir yanimi baskalarina göstermeyi basardigin zamanlar pek -seviniyorsun; eskiden beri de simdi de böyle bu. Nedense bizlere evlenmemizin pek gülünç, anlamsiz, budalaca bir sey oldugunu, birbirimizin esi olmadigimizi ispat etmeye çalisiyor bir halin var. Dogrusu, evlenecegimize inanmiyorsun sanki; bir saka, eglenceli bir oyun, bir komedi olarak görüyor gibisin bunu... Sadece bugünkü sözlerin üzerine söylemiyorum bunlari. Sali gecesi eve döndügümde beni sasirtan, hattâ üzen çok tuhaf sözler duydum senden. Çarsamba günü giderken de, simdiki durumumuz ü--zerine birkaç imali söz kullandin; ondan söz ettin. Gerçi saygisizca, onu küçük düsürücü bir söz edis degildi bu,Sama gene de öyle konusmam istemezdim; biraz hafif, önemsemez, soguk bir ifaden vardi... Anlatamam bunu, ama yüregim sezinliyor... Yanildigimi söyle bana. Beni de... onu da inandir buna, içimiz rahat etsin; onu da üzdün çünkü. Odaya girer girmez yüzlerinizden anladim... Alyosa cosmus, kararli bir tavirla konusuyordu. Natasa, gözlerinde gurur pariltilari, yüzü kipkirmizi, heyecanla dinliyordu; Alyosa konusurken kendi kendine üç kere «Evet, dogru!» diye mirildanmisti. Prens yüzünü eksitti,
- Sana neler söyledigimi su anda hatirlayamam ta-biî, yavrum, dedi; ama sözlerimi böyle anlaman çok tu-
haf. Yanildigini ispat etmek için ne istersen yapmaya hazirim. Simdi gülmeme gelince, bunda da anlasilmayacak bir yan yok. Sunu söyleyeyim ki, acimi gizlemek için isi sakaya bogmaya çalisiyordum. Yakinda evlenecegini düsündükçe bir tuhaf oluyorum; anlamsiz, kusura bakma ama gülünç bir sey geliyor bana bu. Güldüm diye sitem ediyorsun bana, oysa sendin gülmeme sebep olan. Bende de var kabahat: Belki son zamanlarda yeterince ilgilenemedim seninle; bu yüzden marifetlerini ancak simdi ögreniyorum... Natalya Nikolayevna'yla kuracaginiz yuvanin gelecegini düsündükçe ürperiyorum simdi: Acele ettim, yaradilislarinizin birbirine hiç uymadigini geç anladim. Her çesit sevgi söner zamanla, ama yaradilislar arasindaki uyusmazlik devam eder. Gelecegini birak, yalniz sunu düsün yeter sana: Gerçekten dürüst bir insansan, yaninda Natalya Nikolayevna'yi da uçuruma sürüklemezsin! Insan sevgisinden, soylu inançlardan, tanistigin iyi insanlardan uzun uzun söz ettin; simdi de sor bakalim Ivan Petroviç'e; demin su igrenç merdivenden dördüncü kata çiktigimizda kapinin önünde, düsüp kolumuzu bacagimizi kirmadigimiza sükrettikten sonra ne söyledim ona, ögren! Biliyor musun su anda ne düsünüyorum? Natalya Nikolayevna'yi bu kadar seviyorsun da onun böyle bir mezbelelikte oturmasina gönlün nasil razi oluyor, sasiyorum! Elinde imkân yoksa, üzerine aldigin sorumluluklarin altindan kalkamayacaksan evlenmeye de, üzerine her hangi bir sorumluluk almaya da hakkin olmadigini anlaman gerekirdi. Sadece sevgi yetmez her seye. Kisi kendi yaratir sevgiyi. Sense söyle düsünüyorsun: «Istirap da çeksen yanimda ol yeter»... ama bencil bir düsüncedir bu! Bir yanda insanliga beslenen yüce sevgiden söz etmek, toplumsal sorunlarla yakindan ilgilenmek; öte yanda sevginin kuyusunu kazmak... akil almaz bir sey bu! Sözümü kesmeyin Natasa Nikolayevna, birakin bitireyim. söyleyeceklerimi; içim kan agliyor, hem bu benim babalik görevimdir. Alyosa, son günlerde kendini yüce, güzel, dürüst duygulara kaptirdigini söyledin; benim çevremde bu çesit tutkular yok, her sey kuru, kupkuru diye sitem ettin bana. Bak hele: Yüce, güzel duygulara kapilmak; arkasindan, sali günü burada olanlardan sonra, senin için dünyada en degerli varlik olmasi gereken insani dört gün arayip sormamak! Katerina Fyodorovna'yla, Natalya Nikolayevna'nin seni her suçunu affedecek kadar sevdigi üzerine bahse girdigini de itiraf ettin. Peki ama ondan böylesine bir sevgi beklemeye, üstelik böyle bir bahse girmeye ne hakkin var? Bu dört gün içinde Natalya Nikolayevna'nin aklina ne kötü seylerin gelmesine sebep oldugunu düsündün mü hiç ? Yoksa, yeni birtakim düsüncelere kapilman en önemli sorumlulugunu unutmak hakkini mi kazandirdi sana? Sözümü tutmadigim için bagislayin beni Natalya Nikolayevna. Ama bu is verdigim sözden önemlidir: Sirasi gelince siz de anlayacaksiniz bunu... Alyosa, buraya geldigimde Natalya Nikolayevna'yi istiraplar içinde kivranir buldugumu biliyor musun? Hayatindanki en mutlu günleri olmasi gereken bu dört günü ona zehir ettigin yüzündeki derin istirap ifadesinden belliydi. Bir yanda böyle davranislarin, öte yanda bir sürü lâf... haksiz miyim? Kendin tepeden tirnaga suçluyken beni nasil suçlayabiliyorsun ? Prens magrur bir tavirla bitirdi sözünü. Konusmasini pek begenmisti. Alyosa, Natasa'nin istirap çektigini duyunca aci bir kederle bakti ona. Ama Natasa vermisti kararini. - Birak Alyosa, dedi, üzülme, senden çok daha suçlu olanlar var. Otur da babana söyleyeceklerimi dinle. Bu is bitmeli artik! Prens atildi: - Rica ederim konusun Natalya Nikolayevna! Iki
saattir birtakim esrarli sözler dinliyorum. Can sikmaya basladi artik; dogrusunu söyleyeyim, böyle karsilanmayi beklemiyordum burada. - Olabilir; çünkü güzel sözlerinizle gözlerimizi boyayarak gizli niyetlerinizi sezinlememize engel olabileceginizi umuyordunuz. Neyi açiklayayim size? Zaten her seyi biliyorsunuz. Alyosa haklidir. Bizi ayirmak istiyorsunuz. O aksamdan sonra burada olacaklari ezbere biliyordunuz. Bana da evlenmemize de ciddi gözle bakmadiginizi söyledim sise saten. Alay ediyorsunuz bizimle, oynuyorsunuz; gizli niyetleriniz var. Ne yapmak istediginiz ortada. Alyosa evlilik isimizi eglenceli bir oyun olarak gördügünüzü söylerken hakliydi. Oglunuzu azarlayacaginiza kutlamaniz gerekirdi; çünkü bilmeyerek tani sizin istediginizi - belki daha bile çogunu - yapti. Saskinliktan donup kalmistim. Bu aksam bir patirdi kopacagi içime dogmustu zaten. Ama Natasa'nin bu denli açik konusmasi, tavirlarmdaki gizlemedigi küçümseme çok sasirtmisti beni. «Gerçekten bîr seyler biliyordu demek, diye düsünüyordum, dananin kuyrugunu koparmayi koymustu aklina. Yüzüne kargi haykirmak için belki de sabirsizlikla bekliyordu Prensi». Prensin rengi uçmustu. Alyosa'nin yüzünde saf bir korku, aci bir bekleyis vardi. Prens, - Ne söylediginizin farkinda misiniz siz! diye bagirdi. Agzinizdan çikani kulaginiz duysun... bir sey anlamadim söylediklerinizden. Natasa, - Yaa! dedi. Iki sözcükten anlamadiniz demek! Alyosa da ben de - bu konuda hiç konusmadigimiz, hattâ görüsmedigimiz halde - evet o da ben de bir anlamisiz sîzi! Bizimle igrenç, asagilik bir oyun oynadiginizin o
da farkina varmis! Sizi seven, size bütün varligiyla inanan Alyosa varmis bunun farkina! Ona karsi biraz daha dik-S _ 238 - katli, biraz daha kurnazca davranmayi gerekli görmediniz; anlayamayacagini sandiniz. Ama hassas, ince, çabuk etkilenen bir yüregi vardir onun; söyledigi gibi, sözleriniz, tavirlarimiz içinde yer etti... Prens, beni tanik tutuyormus gibi, son derece saskin bir tavirla bana döndü. Pek sinirli, öfkeli oldugu belliydi, - Hiç bir sey, hiç bir sey anlamiyorum! dedi. Sonra Natasa'ya döndü: - Kuskucu bir insansiniz siz; sinirleriniz de bozuk... Aslinda, Katerina Fyodorovna'yi kiskaniyorsunuz; bu yüzden herkesi, en basta da beni... suçluyorsunuz; izninizle sunu söyleyeyim ki, çok tuhaf bir insansiniz... Bu çesit olaylara alisik degilimdir; oglumun gelecegi söz konusu olmasaydi bir dakika kalmazdim burada... Gene de durumu açiklamanizi bekliyorum. - Her seyi bildiginiz halde, iki sözcükle yaptigim açiklamayi anlamamakta diretiyorsunuz demek! Daha açik konusmami mi istiyorsunuz? - Evet. Natasa, gözleri öfkeden parlayarak, - Pekâlâ, diye bagirdi, dinleyin öyleyse, her seyi, her seyi anlatacagim! m Natasa ayaga kalkmis - heyecandan farkinda degildi bunun - öyle konusuyordu. Prens önce oturdugu yerden dinliyordu, sonra o da ayaga kalkti. Durum fazlasiyla ciddilesmisti. Natasa, - Sali günü söylediklerinizi hatirlayin, diye devam etti. Paraya, yükselmeye, sosyetede önemli bir yere ihti-
yaciniz oldugunu söylüyordunuz; hatirliyor musunuz? - Hatirliyorum. - Paralari cebe indirmek, kaçirdiginiz imkânlari tekrar elde edebilmek için sali günü buraya geldiniz; emellerinize erismekte size yardimci olacagim düsünerek bu evlenme isini attiniz ortaya. - Natasa! diye bagirdim, sözlerine dikkat et! Prens, gururu çok incinmis bir tavirla, - Para! Imkân! diye mirildandi. Alyosa üzüntüden bitmis, bir sey anlamadan öyle bakiyordu. Natasaya iyice sinirlenmisti. - Hayir, hayir, kesmeyin sözümü, dedi, hepsini söyleyecegime yemin ettim. Kendiniz de biliyorsunuzdur, Alyosa dinlemiyordu sözünüzü. Onu benden geri çekmek için tam alti ay ugrastiniz. Bir türlü boyun egmiyordu. Birden artik samanin kalmadiginin farkina vardiniz. Oglunuzu serbest birakirsaniz Katerina Fyodorovna'yi da, paralari da - özellikle paralari... üç milyonluk drahoma vardi ortada - kaçiracaktiniz. Tek kurtulus umudunuz kalmisti: Alyosa, onun için seçtiginiz kizi severse belki de uzaklasirdi benden... Alyosa elem dolu bir sesle, - Natasa, Natasa! diye bagirdi. Neler söylüyorsun! Natasa, Alyosa'nin bagirmasina bakmadan devam ediyordu: - Düsündügünüz gibi yaptiniz, ama o da bir sonuç vermedi! Ben olmasam her sey düzelecekti! Size umut veren bir durum daha vardi: Tecrübeli, kurnaz bir insan oldugunuz için, Alyosa'nin bazan benden bikar gibi oldugunu farketmistiniz. Öyle ya, kimi zaman bana karsi pek ilgisiz oldugu, dört bes gün yanima ugramadigi gözünüzden kaçmis olamaz. Belki iyice sogur da birakir diye umutlaniyordunuz; Alyosa'nin sali günkü âni hareketi iyice sasirtti sizi. Ne yapacaktiniz simdi!.. Prens, - Bir dakika, diye haykirdi, tam tersine, bu olay... Natasa sert bir sesle kesti Prensin sözünü: - O aksam «Simdi ne yapayim ben?» diye düsündünüz, söyle karar verdiniz: Oglunuzun benimle evlenmesine - tabiî gerçekten degil, onu yatistirmak için sözde - razi olacaktiniz. Dügünü istediginiz kadar uzak bir tarihe atabilirdiniz; öte yandan, yeni ask filizlenmeye baslamisti; farkindaydiniz bunun. Iste bütün plâninizi bu yeni ask üzerine kurmustunuz. Prens kendi kendine konusuyormus gibi, - Romanlar, hep su romanlar, diye mirildandi; yalnizlik, hayale düskünlük, roman okumak... Natasa, Prensin söyledigini duymadan, onun ne dedigine dikkat bile etmeden, gittikçe heyecanlanarak, - Evet, bütün plâninizi bu yeni ask üzerine kurmus-" tunuz, diye tekrar etti. Hem bu askin sizi basariya ulastirma sansi da çoktu! Çünkü Alyosa Katerina Fyodorovna'ya taa bastan, onun ne denli iyi bir kiz oldugunu henüz bilmezken tutulmustu! Alyosa o gece bu kiza onu sevemeyecegini, çünkü görevi, baska birisine olan sevgisi bunu ona yasakladigini açiklayinca kiz öylesine soylu davraniyor; ona da, sevdigi erkegi elinden alan kadina da öylesine içten bir ilgi gösteriyor, onlari öylesine yürekten affediyor ki genç kizi zaten begenen Alyosa onun ruh güzelligi karsisinda büyüleniyor!.. Buraya gelince hep Katerina Fyodorovna'dan söz etti. Devrisi gün bu soylu kizi - hiç degilse minnet duygusundan - tekrar görmek için önüne geçilmez bir istek duyacakti elbette. Hem ne diye gitmesindi oraya? Öyle ya, eski sevgilisinin üzüntüsü geçmisti nasil olsa, onun için kesin karar verilmisti, ömrünün sonuna kadar beraber olacaklardi; bir dakikacik da... Natasa bu bir dakikacigi kiskanacak kadar nankör müydü ? Bu bir dakikadan sonra hiç farkinda olmadan bir gün