Aleksandra Semyonovna yüzü kizararak, - Bak hele! diye bagirdi. Tahmin etmistim zaten! Konuk agirlamak da suç mu yani! Ama yüzündeki mutluluk ifadesi kaybolmamisti. Masloboyev devam ediyordu:
- Sabahtan beri, düsün bir kere, bu aksam senin gelecegini ögrendi ögreneli oturmadi hiç, telâs içinde saga sola kostu durdu... - Bu da yalan iste! Hiç de sabahtan beri degil... dün aksamdan beri heyecanliyim. Dün gece geldiginde bu aksam bize buyuracaklarini söylemistin... - Yanlis duymussunuz. - Hiç de yanlis duymadim, öyle dedin. Yalan söylemem ben. Hem ne diye agirlamayacakmisiz konugumuzu? Kapimizi çalan yok zaten, oysa neyimiz eksik! Bizim de insan gibi yasamayi bildigimizi görsün herkes. Masloboyev, 265 - Daha önemlisi, sizin ne denli üstün, becerikli bir ev hanimi oldugunuzu ögrensin, diye ekledi. Peki ama benim günahim ne, dostlarim! Hollanda bezinden bir gömlek geçirdiler sirtima, kol dügmeleri taktilar; Çin isi terlikler, sabahlik giydirdiler... oturup saçlarimi taradi, po~ matladi. bergamot muydu neydi... krem - brüle dedigi bir de koku sürmek istedi ama o kadarina dayanamadim artik, bas kaldirdim, kocaligimi gösterdim... Aleksandra Semyonovna kipkirmizi kesilmisti - Hiç de bergamot degildi; kristal sisede en iyi cinsinden Fransiz pomadi sürdüm saçina! Siz hak verin Ivan Petroviç, ne dansa, ne tiyatroya yollar beni, sadece giyecek alir; ama ne yapayim ben giyecegi? Süslenip püsleni-yor, odanin içinde yalniz basima bir asagi bir yukari dolasip duruyorum. Geçen gün yalvar yakar, tiyatroya gitmeye razi ettim. Hazirlaniyorduk, ignemi takmak için odama gittim bir ara, dönünce içki dolabinin basinda buldum onu, pes pese yuvarliyordu kadehleri... biraz sonra tamam oldu tabiî. Gidemedik, kaldik. Hiç kimse gelmiyor evimize, hiç kimse, hiç kimse. Yalniz sabahlari birtakim adamlar geliyor, beni de öteki odaya yolluyorlar. Oysa semaverimiz, çay takimimiz, güzel güzel fincanlarimiz var... hepsi de hediye. Yiyecek de getiriyorlar; disardan sadece sarapla pomadi, bir de bazi mezeleri aliyoruz. Sözgelimi, sizin için pestil, jambon, seker aldik... Bari birisi gelip ilgilense bizimle! Bir yildir hep kibar bir konuk gelse de esyalarimizi göstersek agirlasak, övse bizi, tanidiklarina anlatsa diye düsünürüm. Bu aptali bosuna süslemis, saçlarim pomatlamisim, degmez buna; pasakli gezmekten hoslaniyor. Sirtindaki sabahligi görüyor musunuz, hediyedir. Böyle bir sabahlik giyecek surat var mi onda, siz söyleyin! Zikkimlanmaktan baska düsündügü yok. Görürsünüz simdi, çaydan önce votka sunacaktir size. - Hay aklinla bin yasayasin! Birkaç kadeh likör atistiralim da içimiz aydinlansin; rahat rahat öteki iç-kilere geçelim. - Demedim mi! - Üzülmeyin Sasenka, sagliginiza bir kadeh de kon-yakli çay içeriz. Aleksandra Semyonovna ellerini birbirine vurarak, - Oldu! diye bagirdi. Evvelsi gün bir tüccar, kutusu alti ruble olan Hint çayi getirmisti, onu da konyakla içmek istiyor. Ona bakmayin siz Ivan Petroviç, simdi doldururum fincaninizi... göreceksiniz ne güzel çay oldugunu! Semaver'in basinda telâsli telâsli bir seyler yapiyordu. Beni gece geç saate kadar tutmak niyetinde olduklari belliydi. Aleksandra Semyonovna bütün bir yil konuk beklemisti, simdi de acisini benden çikarmaya hazirlaniyordu. Benim hesapta yoktu bu. Yerime otururken, - Bak Masloboyev, dedim, konukluga gelmedim ben buraya, is için geldim; bir seyler anlatacaktin... - Isin de sirasi var, dostça söylemenin de. - Hayir canini, öyle düsünme. Sekiz buçuga kadar oturur, kalkarim. Isim var, söz verdim... - Sanmam. insaf et, neler söylüyorsun? Aleksandra Semyonovna'ya yaptiginin farkinda misin? Yüzüne bak bir, bembeyaz kesildi. Bosuna mi o kadar süsledi beni, saçimi pomatladi; hem de bergamot... düsün biraz! - Hep isin sakasindasin Masloboyev. Aleksandra Semyonovna'ya söz veriyorum, gelecek hafta, sözgelimi cuma günü aksam yemegine konugunuz olacagim; ama simdi verilmis bir sözüm var Masloboyev, daha dogrusu bir yere gitmek zorundayim. Simdi su bana anlatacaklarina geçsen iyi olur... Aleksandra Semyonovna misk gibi kokan bir fincan
çayi önüme koyarken aglamakli bir sesle, - Ancak sekiz buçuga kadar mi oturacaksiniz? dedi. Masloboyev atildi öteden: - Üzmeyin tatli caninizi Sasenka, bos konusuyor. Kalacak. Söylesene bana Vanya, nereye gidiyorsun böyle ikide bir? Ne isler pesindesin? Ögrenebilir miyim? Her gün bir yerlere gittigini, çalismadigini biliyorum... - Ne yapacaksin nereye gittigimi? Ama belki sonra, anlatirim. Önce sen sunu söylesene bana, dün aksam evde olmayacagimi bile bile - söylemistim sana bir yere gidecegimi - niçin geldin? - Sonra hatirladim söyledigini, unutmustum. Birtakim haberler verecektim sana; daha çok da Aleksandra Semyonovna zorladi. «Bak, bir dostun oldu, niçin çagirmiyorsun onu?» diyordu. Dört gündür basimin etini yiyor. Su bergamot yüzünden de hani yok mu ya, öteki dünyada kirk günahimi bagislarlar galiba... Dogrusu
benim de aklim yatmadi degil buna: Eski bir arkadasimla söyle güzel bir aksam geçirmek hiç de fena olmazdi. Kurnazlik ettim: Gelmezsen durum kötüye varir, diye yazdim. Bir daha böyle yapmamasini, dogru haber birakmasini söyledim. Ne var ki gene de bir kusku vardi içimde. - Peki ögleyin nereye gittin öyle aceleyle? - Evet, o zaman gerçekten önemli bir isim vardi, yalan söylemek âdetim degildir. - Prensle mi? Aleksandra Semyonovna tatli bir sesle, - Çayimiz hosunuza gitti mi? diye sordu. Çayini öveyim diye deminden beri bekliyordu meger, anlayamamistim, __ Çok güzel, Aleksandra Semyonovna, çok çok güzel! dedim. Böyle çay hiç içmemistim.268 - Zavallinin yüzü sevinçten kipkirmizi oldu, bir fincan daha doldurmaya kostu. Masloboyev, - Ah o Prens! diye haykirdi. Ne hinoglu hindir bilmezsin... alçak herifin biri! Bak ne diyecegim sana Vanya: Gerçi ben de alçagim, ama onun gibi olmaktan utanç duyarim! Ama açmayayim agzimi... tutayim çenemi! Onun için sana söyleyebilecegim tek sey de budur zaten. - Oysa ben onun üzerine bilgi almak için gelmistim sana. Neyse, sonra konusuruz bunu. Simdi söyle bakalim, dün ben yokken niçin seker verdin Helena'ya, karsisinda dans ettin? Sonra, bir buçuk saat ne konustun onunla? Masloboyev birden Aleksandra Semyonovna'ya dönerek açikladi: - Helena dedigi, Ivan Petroviç'in evinde kalan on iki, belki de on bir yaslarinda küçük bir kizdir. Sonra bana döndü, Aleksandra Semyonovna'yi göstererek, - Suna bak hele Vanya, diye ekledi, adini ilk kez duydugu bir kiza seker verdigimi duyunca nasil mosmor kesildi yüzü birden, gördün mü? Odanin içinde tabanca patlamis gibi nasil irkildi... gözlerinde simsekler çakti. Saklamayin iste Aleksandra Semyonovna! Kiskaniyorsunuz beni! Helena'nin on bir yasinda bir kizcagiz oldugunu söylemeseydim o saat saçlarima yapismisti, bergamot bile kurtaramazdi beni! - Simdi de kurtaramayacak! Aleksandra Semyonovna çayi birakip yanimiza kostu, Masloboyev'in basini çekmesine firsat vermeden saçina yapisti. - Al sana, al bakalim! Konugumuzun yaninda kiskanç oldugumu söylemenin cezasi bu iste! Hele bir daha söyle! Aleksandra Semyonovna'nin yüzü kipkirmizi olmus-tu; sakayla karisik hayli yakti Masloboyev'in canini.. 269 Sonra bana dönerek, ciddi bir tavirla ekledi: - Hiç utanmadan böyle seyler söyler! Masloboyev saçlarini düzeltirken, - Çektigimi görüyorsun Vanya! dedi. Bunun üzerine birer votka içmek gerek! Kosarak içki masasina gidiyordu ki Aleksandra Semyonovna ondan önce davrandi. Kosup kadehi kendi doldurdu, Masloboyev'e verdi, hattâ gülümseyerek yanagim oksadi. Beriki magrur bir tavirla göz kirpti bana, dilini sapirdatti, bir dikiste kadehteki içkinin hepsini içti. Sonra yanima geldi, otururken, - Sekerlere gelince, diye basladi, nasil söylesem sana; evvelsi gün sarhosken bir mahalle bakkalindan almistim onlari. Belki de amacim yurt ekonomisine yardim etmekti... kesin olarak bilmiyorum. Sadece zil zurna sarhos, çamurun içine yuvarlandigimi, saçimi basimi yolarak bes para etmez, ise yaramaz bir adam olduguma agladigimi hatirliyorum. Sekerleri unutmustum tabiî, cebimde kalmislar; dün aksam senin evde üzerlerine oturunca hatirladim. Dans etmeme gelince, bunun sebebi de sarhoslugum... dün de çekmistim kafayi; sarhos oldugum zamanlar keyfim yerindeyse bazan oynarim öyle. Hepsi bu kadar iste; önemsiz baska sebepler de var tabiî: Bir kere, acimistim bu zavalli yetim kiza; sonra, benle konusmak istemiyor, sanki kiziyordu bana. Neselendireyim diye oynadim, seker ikram ettim. - Sakin kizin agzindan bir seyler almak için yapmis olmayasin bunlari ? itiraf et: Evde olmadigimi bile bile ugradin; Helena'yla yalniz konusmak, ondan bir seyler ögrenmek istiyordun. Bir buçuk saat konusmussunuz; annesini tanidigini söylemis, birtakim sorular sormussun. Masloboyev gözlerini kisti, kurnaz kurnaz gülümsedi. - Niyetim ondan bir sey ögrenmek olsaydi, dogrusu akillica hareket etmis olurdum, dedi. Hayir Vanya, yaniliyorsun. Hos firsat çikinca insan merak ettigi seyleri sorar; ama düsündügün gibi bir niyetim yoktu. Simdi beni dinle garip dostum, gerçi her zamanki gibi sarhosum gene, ama sunu unutma ki Filip seni kötü bir maksatla aldatmaz, yani kötü bir... - Peki, tutalim ki yoktu kötü maksadin. - Yoktu tabii. Birak simdi su isi; içelim! Kadehini diktikten sonra devam etti: - Zaten sözünü etmeye degmez. Bubnova denen karinin kiza sahip çikmaya hiç bir hakki yokmus; her seyi ögrendim. Evlâtlik edinmek için dilekçe bile vermemis. Kizin annesi kendisine borçlu ölünce o da tutmus kizi almis. Gerçi cadi, azgin bir kadindir Bubnova, ama bütün saçi uzunlar gibi akli kisadir. Ölen kadinin kimlik cüzdani tamam, temiz de. Helena senin yaninda kalabilir. Dogru dürüst bir ailenin yanina girip okusa, egitilse daha iyi olurdu tabiîî. Ama simdilik sende kalsin. Önemi yok bunun; ben yoluna koyarim isleri:
Bubnova parmagini oy-natamaz. Kizin ölen annesi üzerine kesin bir sey ögrenemedim. Dul oldugunu, bir de soyadinin Zaltsman oldugunu biliyorum. - Evet. Nelli de söylemisti. -Masloboyev ciddi bir tavirla, - Burasi tamam, dedi, simdi beni dinle Vanya, bir dilegim olacak senden. Kirma beni. Sik sik nerelere gittigini, ne islerin oldugunu elinden geldigince ayrintilariyla anlat bana. Gerçi birtakim seyler biliyorum ama daha ayrintili bilmem gerekiyor. Masloboyev'in bu ciddiyeti sasirtmisti beni, hattâ endiseye kapildim. - Ne oldu? dedim. Niçin ögrenmek istiyorsun bunu? Öyle ciddi soruyorsun ki... - Bak Vanya, kisaca söyleyeyim: Sana iyilik etmek:
istiyorum. Unutma ki dostum, kurnazlik etseydim ciddi tavirlar takinmadan da ögrenebilirdim senden ögrenmek istediklerimi. Oysa sen durup dururken kuskulaniyorsun benden, seni uyutmaya çalistigimi saniyorsun. Demin seker konusu... kaçmadi gözümden. Ciddi konusuyorsam bu kendim için degil, senin içindir. Gel inan bana, gerçegi açik açik, ayrintilariyla anlat... - Ne yardimindan söz ediyorsun deminden beri Allahim seversen? Beni dinle Masloboyev; niçin Prens üzerine bilgi vermeye yanasmiyorsun bana? Benim istedigim bu... Bundan daha iyi yardim edemezsin bana. - Prens üzerine ha! Him... Öyleyse açik söyleyeyim : Ben de Prens için soruyorum sana. - Nasil? - Anlatayim: Prensin seninle pek ilgilendigini farkettim nasilsa. Hattâ bir keresinde seni sordu bana. Seninle tanistigimizi nereden bildigini söylemeyecegim, üstüne vazife degil. Yalniz sunu söyleyeyim, koru kendini Prens denen bu adamdan. Namussuz, bencil herifin biridir. Seninle ilgilendigini farkedince bir kusku düstü içime. Ama pek az sey biliyorum henüz; durumu anlayabilmem için de senden ögrenmek istiyorum... Bugün biraz da bu amaçla çagirdim seni. Önemli dedigim is buydu iste, oldugu gibi anlattim sana. - Prensten niçin sakinmam gerektigini de söyleyecek misin? - Pekâlâ... Vanya, bazi özel isleri alirini üzerime ben. Müsterilerimin bana güvenmesi çenemi tutmama baglidir. Nasil anlatirim sana her seyi? Üstü kapali, çok üstü kapali konusayim, sen anla... bunu da sirf sana onun ne alçagin biri oldugunu göstermek için yapacagim. Ama önce sen söyle... Kendi kendime düsündüm, islerimi Masloboyev'den -saklamamamin bir sakincasi olmadigi sonucuna vardim. Natasa'nin durumunda gizlenecek bir yan yoktu; üstelik Masloboyev'in bir yardimi da dokunabilirdi. Anlatirken bazi noktalari atladim tabiî. Masloboyev özellikle Prensle ilgili yerleri asin bir dikkatle dinliyordu; sik sik duruyordu, bir çok seyi yeni bastan soruyor, daha ayrintili anlatmami istiyordu. Yarim saat kadar sürdü anlatmam. Masloboyev, - Him! dedi, akilli bir kiz bu. Prens üzerine düsünceleri tam dogru olmasa bile, karsisindaki adamin ne mal oldugunu bastan anlayip ona göre hareket etmesi iyi. Aferin Natalya Nikolayevna'ya! Onun sagligina içiyorum! (Bir kadeh daha devirdi.) insanin böyle bir adamin kazdigi kuyuya düsmemesi için sadece akilli olmasi yetmez, kalbi de olmali. Aldatmamis onu kalbi. Dâvayi kaybetti sayilir: Prens diretecek, Alyosa da birakacaktir onu. Yalniz Ihmenev'e çok acidim... su alçaga on bin ruble verecek! Davasiyla kim ilgilendi acaba? Kendi ha! Yazik î Böyledir hep bu tezcanli, soylu kisiler! Halk bes para etmez onlarin gözünde! Prense karsi baska türlü davranmak gerekirdi. Ihmenev'e öyle bir avukat bulurdum ki sorma gitsin!... Öfkeyle bir yumruk indirdi masaya. - Simdi sira sende, dedim, Prensi anlatacaktin... - Bir Prens'tir tutturmus gidiyorsun. Anlatacak bir sey yok zaten; herifin sözünü etmek istemiyorum. Ilerde basina bir is açilmasin diye bu alçaktan sakinmani söyledim sana, hepsi o kadar. Onun yaninda olan herkes tehlikededir. Sana söyleyecegim, tetik dur. Oysa sana birtakim büyük sirlar açacagimi saniyordun, degil mi? Romanci oldugun nasil belli! Alçak için baska ne söylenir? Alçak alçaktir... Sana onun bir marifetini anlatayim; tabiî yerini, kisileri, zamani belirtmeden... Yalniz memur ayligiyla geçinmek zorunda oldugu ilk gençliginde zengin bir tüccar kiziyla evlendigini biliyorsundur. Sonra peri-
san etmis bu zavalliyi... neyse, önemli olan bu tüccar kizi degil zaten, böyle daha çok marifetleri var. Al sana bir daha: Avrupa'ya gitmis. Orada... - Dur Masloboyev, hangi gidisinden söz ediyorsun? Hangi yilda? - Tam doksan dokuz yil üç ay önce. Orada bir adamin kizini kandirip Paris'e götürmüs. Öyle de becermis ki bunu! Kizin babasi fabrikatör muymus, yoksa bir fabrikaya ortak miymis, orasini pek bilemiyorum. Bunlar öteki ögrendiklerimden çikardigim sonuçlardir. Prens bu adami da kafese koymus, fabrikaya girmeyi basarmis. Adamin agzindan girip burnundan çikmis, hayli para almis ondan. Adam verdigi paralara karsilik birtakim kâgitlar imzalatmis ona. Oysa Prens, bizde oldugu gibi senetsiz sepetsiz almayi, yani kisacasi iç etmeyi istermis. Ihtiyarin güzel mi güzel bir kizi, kizin da Schiller'in kardeslerinden, yani ozan bir sevgilisi varmis. Delikanli ayni zamanda tüccarmis da; yani tam bir Alman... Pfefferku-hen miymis ne... - Soyadiydi Pfefferkuhen tabiî?
- Ne bileyim ben, belki Pfefferkuhen degil de baska bir seydi, önemi yok bunun zaten. Prens adamin kizma sokulmaya baslamis bu kez. Kizcagizi deli gibi âsik etmis kendine. Iki sey gerekliymis onun için: Bir, kizi avucunun içine almak; iki, aldigi paralara karsilik ihtiyara imzalayip verdigi kâgitlar. Ihtiyarin bütün dolaplarinin anahtarlari kizda dururmus. Babasi kizini canindan çok severmis; o kadar ki, kocaya vermek istemiyormus onu. Ciddi söylüyorum. Kiziyla evlenecek erkegi kiskanir, kizindan ayrilmayi düsünmezmis. Pfefferkuhen'i de kovmus; tuhaf bir Ingilizmis... - Ingiliz mi? Nerede olmus bu anlattiklarin? Ezilenler - F : 18 - Ingiliz dedimse, Ingiliz degildi tabiî; isimleri degistirerek söylüyorum. Anlattiklarimin nerede oldugunu mu soruyorsun, belki Santa de - Bogoto kentinde, belki de Krakov'da; ama en akla yatkini Nassou Fürstentum'unda... (1) hani Zelter suyu siselerinin üzerinde Nas-sau yazilidir ya, iste orada. Yeter mi sana bu kadari? Prens sonunda kandirmis kizi, Paris'e kaçirmis. Kiz Prens'in israriyla babasinin birtakim kâgitlarini da yanina almis. Böyle asklar da var iste Vanya! Aman Allahim! Ama kiz iyi, dürüst bir kizmis! Belki de kâgitlarin öneminden haberi yoktu. Tek endisesi varmis: Babasinin onu lanetlemesi. Prens bunun da kolayini bulmus: Kiza, onunla evlenecegi üzerine imzali bir kâgit vermis. Kaçip bir süre Paris'te kalacaklarina, ihtiyarin öfkesi geçince de kari - koca olarak geri döneceklerine, üçü beraber ömürlerinin sonuna kadar mutlu yasayacaklarina inandirmis zavalliyi. Kiz kaçmis, ihtiyar da lanetlemis onu, arkasindan da iflâs etmis. Frauenmilh de isi gücü birakip kizin pesinden Paris'e gitmis; çok seviyormus çünkü. -. Dur hele! Kim bu Frauenmilh? - Sey... neydi adi canim? Feyerbah... yo yo... Pfef-ferkuhen! Prens evlenemezdi tabiî bu kizla; öyle ya. kontes Hlestova ne derdi sonra; baron Pomoykin ne düsünürdü? Kizcagizi aldatmaktan baska yapacagi bir sey yokmus. Aldatmis da... ama alçakça. Zavalliya bir dayak atmadigi kalmis. Sonra mahsus Pfefferkuhen'i dadandirmis evlerine; saf delikanliyla kizin dostluklari ilerlemis. Her aksam basbasa dertlesip aglasiyorlarmis. Prens bile bile yalniz birakiyormus onlari. Bir gece geç vakit gelmis eve, kizla Pfefferkuhen'i basbasa bulmus; onlari suç üstü yakaladigini iddia ederek ikisini de kapi disari et- Prenslik (Almanca)
mis; sabahleyin de kendisi kalkip Londra'ya gitmis. Kadin da gebeymis; evden kovulduktan birkaç gün sonra bir kiz dogurmus... yani kiz degil de oglan, evet evet, bir oglan dogurmus, adini da Volodya koymuslar. Pfeffer-kuhen evlât edinmis çocugu. Kadin Pfefferkuhen'le beraber yasamaya baslamis. Adamin eskiden biriktirdigi biraz parasi varmis. Beraberce Isviçre'yi, Italya'yi dolasmislar... anlayacagin, siir dolu yerlerde bulunmuslar hep. Öyle olmasini da olagan karsilamali. Kadin habire agliyor, Pfefferkuhen de içleniyormus; yillar böyle geçmis, kiz büyümüs. Prensin keyfi yerindeymis, yalniz bir düsüncesi varmis: kadina verdigi imzali kâgidi geri alama-mismis. Ayrilirken kadin «Alçak herif, diye bagirmis yüzüne karsi. Soydun sogana çevirdin beni, onurumu bir paralik ettin, simdi de birakip kaçiyorsun. Hosça kal! Ama kâgidi geri vermeyecegim sana. Seninle evlenmek yollarini arayacagim için degil, bu kâgittan pek korktugun için saklayacagim onu. Ölünceye kadar bende kalacak». Kisacasi, bagirip çagiriyor, agzina geleni söylüyormus; ama Prensin orali oldugu yokmus. Böyle alçaklar, karsilarindaki iyi yürekli, soylu bir insansa çok daha rahat olurlar. Saf olduklarindan kolayca aldatilabilir-ler. Sonra, yasalardan yardim beklemeyi kendileri için bir küçüklük sayarlar. Sözgelimi bu kadini alalim ele: kâgittan yararlanmayi yakistiramamis kendine de saklamis onu. Zaten Prensin de kuskusu yokmus bundan, kadinin kâgidi gidip gerekli yere vermektense ölmeye razi olacagini biliyormus. Bu yüzden de bir zamana kadar rahatmis içi. Kadin onun pis suratina tükürmüs ama Volodya da kucaginda kalmis; ölse çocugun hali nice olurdu? Bunu kimsenin düsündügü yokmus tabiî. Brudersaft da avutmaya çalisiyormus onu; beraberce Schiller'i oku-yorlarmis. Günün birinde Brudersaft durup dururken tahtali köyü boylamis...- 276 - Yani Pfefferkuhen? - Her neyse iste! Kadin da... - Dur! Kaç yil dolasmislar? - Tam iki yüz yil. Kadin da Krakov'a dönmüs. Babasi kabul etmemis onu, lanetlemis; bir zaman sonra da zavalli ölmüs; Prens bunu duyunca sevincinden göklere uçmus. Onlar ermis muradina biz çikalim kerevetine... içelim Vanya'cigim, içelim! - Yanilmiyorsam Prensin bu isiyle ilgileniyorsun, Masloboyev. - Bu çok mu lâzim sana? - Ama anlamadigim bir sey var: senin elinden ne gelir bu konuda? - Bunda anlasilmayacak ne var? Kadin on yillik bir ayriliktan sonra yabanci bir adla dönmüstü Madrid'e; Bruderstaf'in, ihtiyarin durumunu, kadinin gerçekten dönüp dönmedigini, çocugun ne oldugunu, kadinin öldügü haberinin dogruluk derecesini, kâgidin kimde kaldigini v.b. ögrenmesi gerekiyordu. Ögrenmek istedigi öyle seyler vardi ki! Çok igrenç bir heriftir bu, Vanya, sakin kendini ondan ; Masloboyev'in de bir alçak oldugunu hiç bir zaman getirme aklina! Gerçi alçaktir (bence alçak olmayan insan yoktur) ama sana karsi alçaklik etmez. Çok sarhosum, biliyorum, ama gene de dinle beni: günün birinde, Masloboyev'in sana
oyun oynadigi (lütfen bu oyun oynamak sosunu unutma) kuskusuna kapilirsan, bunu senin kötülügünü düsünerek yapmadigina inan. Masloboyev senin iyiligini düsünüyordur yüzde yüz. Kuskulara kaptirma kendini, gel Masloboyev'in kendisine kardesçe, açik açik sor durumu. Simdi bir kadeh içer misin? - Hayir. - Öyleyse bir seyler ye. - Hayir Masloboyev, kusura bakma... - Hadi git öyleyse, saat dokuza çeyrek var, kibirli
sey... Geç kaldin. Aleksandra Semyonovna aglamakli bir sesle, - Nasil? Ne dedin ne? Patlayana kadar içtin, simdi de konugumuzu kovuyorsun ha! diye bagirdi. Her zaman böyledir iste. - Biz onunla uyusanlayiz Aleksandra Semyonovna! Basbasa kalalim daha iyi. Bu generaldir! Hayir Vanya, saçmaladim; sen general degilsin, ben alçagim! Bak su halime, neye benziyorum? Senin yaninda kaç paralik degerim olabilir. Bagisla beni Vanya, kusuruma bakma, birak dökeyim içimi... Boynuma sarildi, hüngür hüngür aglamaya basladi. Kalktim. Aleksandra Semyonovna pek üzgün, - Aman Allahim! dedi. Oysa yemek hazirlamistik size! Cuma günü gelecek misiniz bari? - Gelecegim Aleksandra Semyonovna, söz veriyorum. - Ondan... böyle sarhos oldu diye tiksindiniz belki de. Sakin tiksinmeyin Ivan Petroviç; iyi, çok iyi bir insandir; sizi de çok seviyor! Son zamanlarda gece gündüz hep sizden söz ediyor. Kitaplarinizi aldi bana; ama «okuyamadim daha; yarin baslayacagim. Geleceginiz günü dört gözle bekleyecegim! Insan yüzü gördügüm yok; hiç kimse bize oturmaya gelmiyor. Her seyimiz var, ama gelen gidenimiz yok. Deminden beri konusmanizi dinliyorum, öyle hosuma gitti ki... Cumaya görüsürüz... VII Çabuk adimlarla eve dogru yürüyordum; Masloboyev'in anlattiklari çok sasirtmisti beni. Neler neler geliyordu aklima... Aksine, evde de beni elektrik çarpmis gi-- 278 bi sarsan bir olayla karsilastim. Oturdugum evin tam karsisinda bir sokak feneri vardi. Avlu kapisindan giriyordum ki, fenerin dibinde duran tuhaf bir yaratik bana dogru atildi. Öyle ki, korkudan bagirdim. Dehsete kapilmis, zangir zangir titreyen, aklim yitirmis gibi bir kiz çocuguydu bu; aci aci haykirarak koluma yapisti. Ürperdim. Nelli'ydi! - Nelli! Ne oldu sana? diye bagirdim. Ne isin var burada? - O... yukarda... bizim evde... - Kim? Hadi beraber çikalim yukari. - Olmaz, olmaz! O gidinceye kadar merdiven basinda beklerim ben... içeri girmem. içimde tuhaf bir önsezi, yukari çiktim, kapiyi açtim..... karsimdaki Prensti. Masanin basina oturmus, romanimi okuyordu. Okumasa bile, önünde açik duruyordu. Beni görünce sevinçle, - Ivan Petroviç! diye haykirdi. Nihayet gelebildiniz! Biraz daha bekleyip gidecektim. Bir saattir buradayim. Kontesin devamli israrlarina dayanamadim, bu aksam sizi oraya götürecegime söz verdim. Sizinle tanismayi çok istiyor! Bana vaadetmistiniz; ben de buna güvenerek, sizi bir yere gitmeden evde bulmak, alip Kontese götürmek için erken geldim. Hizmetçiniz evde olmadiginizi söyleyince ne kadar üzüldüm bilemezsiniz. Elden ne gelirdi! Bu aksam oraya sizinle gidecegime söz-vermistim; oturup on bes dakika bekleyeyim dedim. Hâlâ bitmedi bu on bes dakika: romaniniza dalmisim. Ivan Petroviç! Yüce bir sey bu! Böyle bir eserden sonra anlarlar artik degerinizi! Aglaya aglaya bir hal oldum! Evet, agladim, oysa pek aglamam ben... - Sizinle gelmemi istiyorsunuz ama bilmem ki... Dogrusunu söyleyeyim, simdi... seve seve gelirdim, a-ma...
- Allah askina gelin! Sonra halim nice olur benim? Bir buçuk saattir bekliyorum sizi!.. Üstelik sizinle muhakkak konusmaliyim... ne üzerine oldugunu anliyorsunuz, degil mi? Bütün bu isleri benden iyi biliyorsunuz... Belki de bir karara variriz sizinle, düsünün bir kere! Allah askina kirmayin beni! Eninde sonunda oraya nasil olsa gidecegimi düsündüm. Natasa o anda yalniz basina oturuyor, beni bekliyor olsa bile bir an önce Katya'yla tanismami o istemisti. Hem Alyosa da yanindaydi belki... Sonra, ona Katya'yla ilgili haber götürmedikçe Natasa'nin içinin rahat etmeyecegini de biliyordum; gitmeye karar verdim. Ama Nelli düsündürüyordu beni. - Biraz bekleyin, dedim. Disari çiktim. Nelli merdivenin basinda, karanlik bir köseye sinmis, kipirdamadan duruyordu. - Niçin içeri gelmek istemiyorsun Nelli? Ne yapti sana? Ne söyledi? - Hiç... girmem içeri, girmem... korkuyorum... Ne kadar yalvardiysam olmadi. Ben Prensle çikinca arkamizdan içeri girip kapiyi kilitleyecegine söz verdi. - Kim gelirse, ne derse desin, açma kapiyi Nelli. - Onunla mi gideceksiniz?
- Evet. Ürperdi, Prensle gitmeyeyim diye yalvaracakmis gi-bi kolumdan tuttu, ama bir sey söylemedi. Onu sorguya çekmeye karar vermistim. içeri girip, Prensten özür diledikten sonra giyinmeye basladim. O kadar uzun boylu hazirlanmamin gereksiz oldugunu söylüyordu. Ama beni yukardan asagi süzdükten sonra, - Daha iyice bir sey giyseniz fena olmazdi, diye ekledi. Sosyetenin kati kurallarini bilirsiniz... kisi istese kurtulamaz onlardan. Fragim oldugunu görünce can sikintisi geçti. - Toplumumuz hiç bir zaman bu denli olgun olmayacaktir, diye ekledi. Çiktik. Ama merdivenin yarisinda onu birakip geri döndüm, arkamizdan hemen içeri giren Nelli'yle bir kere daha vedalastim. Çok heyecanliydi. Yüzü mosmor olmustu. Onu yalniz birakmak istemiyordu canim, korkuyordum. Merdivenleri inerken Prens, - Çok tuhaf bir hizmetçiniz var, dedi. Hizmetçiniz-di degil mi o küçük kiz? - Hayir... sey... simdilik öyle yanimda kaliyor. - Tuhaf bir kiz. Deli her halde. Düsünün bir kere, önce güzel güzel cevaplar veriyordu bana, ama ne zaman ki isikta yüzümü yakindan gördü birden üzerime atildi; bagiriyor, zangir zangir titriyordu, koluma yapismisti... bir seyler söylemek istiyor, ama söyleyemiyordu. Dogrusu korktum. Elinden kurtulup kaçmak istiyordum, ama, neyse ki o kaçti. Sasirmistim. Nasil geçinebiliyorsunuz; onunla? - Sarali zavalli... dedim. - Simdi anlasildi! Bayilmalari da varsa olagan... Birden bütün bu olaylar birbirine bagli gibi geldi bana: Masloboyev'in dün benim evde olmadigimi bile bile gelmesi, bugün ona ugramami yazmasi, sarhos halinde istemeye istemeye anlattiklari, bana oyun ederse bunu benim kötülügümü düsünerek yapmadigina inanmam için israri, nihayet, Prensin beni bir buçuk saat beklemesi - oysa benim Masloboyev'de oldugumu biliyordu belki de, - Nelli'nin disari kaçmasi... evet, bu olaylar bagliydi birbirine. Düsünmek gerekti. Avlu kapisinda Prensin kupa arabasi bekliyordu. Binip yola koyulduk. - 281 VIII Yolumuz pek uzak degildi. Torgoviy köprüsüne kadar gidecektik. Önceleri hiç konusmadik. Benimle nereden konusmaya baslayacagini merak ediyordum. Agzimi arayacak, beni yoklayacak, dolambaçli yollarla benden bilgi edinecek saniyordum. Ama hiç de öyle olmadi, dogrudan dogruya konuya girdi. - Ivan Petroviç, diye basladi, bu günlerde aklimdan hiç çikmayan bir durumla karsi karsiyayim. Bunu önce sizinle konusmak, düsüncenizi ögrenmek istiyorum: kazandigim dâvadan vazgeçmeye, tartisma konusu on bin rubleyi Ihmenev'e birakmaya karar verdim. Nasil hareket etmeliyim? «Nasil hareket etmenin gerektigini bilmemene imkân yok, diye geçirdim içimden. Alay mi ediyorsun benimle?» Elimden geldigince saf bir tavirla, - Bilmem ki Prens, dedim, baska bir konuda, yani Natalya Nikolayevna'yla ilgili istediginiz bütün bilgiyi verebilirim size, ama sözünü ettiginiz seyi hiç kusku yok ki siz benden iyi bilirsiniz. - Hayir, hayir, bilmiyorum. Siz sik sik görüsüyorsunuz onlarla; belki Natalya Nikolayevna bile bu konuda düsündüklerini bir çok kereler söylemistir size. Benim için çok önemli bu. Yardim edebilirsiniz bana; güç durumdayim. Öteki isler nasil sonuçlanirsa sonuçlansin - ne demek istedigimi anliyorsunuz tabiî - bu parayi almamaya kararliyim. Ama bunu nasil yapmaliyim, beni düsündüren bu iste. ihtiyar gururuna düskün, inatçidir; benim bu iyi niyetimden alinir, paralari yüzüme firlatir belki...- 282 - Sormama izin verin, bu parayi kimin sayiyorsunuz: kendinizin mi onun mu? - Dâvayi ben kazandigima göre benim demektir. - Ama hakçasi? Prens, benim böyle çekinmeden, açik açik sormamdan biraz gücenmis gibi, - Tabiî benimdir, dedi. Galiba bu isin aslim pek bilmiyorsunuz. ihtiyari, beni bile bile aldatmakla suçlamiyorum; inanin hiç bir zaman da suçlamadim. Bu çirkin iddiayi kendi atti ortaya. Suçu islerle gerektigi gibi ilgilenmemek, görevini yapmamaktir. Oysa aramizda bir anlasma vardi. Hem sunu da bilmenizi isterim, bunun da o kadar önemi yok; asil önemli olan, o zaman birbirimize ettigimiz hakaretlerdir. On bin rubleyi önemsemezdim bile belki; sanirim, aramizdaki tartismanin niçin, nasil basladigini biliyorsunuzdur. Kabul ediyorum, kuskucu, hattâ belki haksizdim (tabiî o zaman), ama bunun farkina varamadim, ugradigim hakaretin etkisi altinda firsati kaçirmayip mahkemeye verdim. Bu yaptigimi dürüst bir hareket saymayabilirsiniz. Kendimi temize çikarmaya çalismayacagim; sadece su kadar söyleyecegim size: öfkeye kapilmak, gururunun incinmesi sonucu uygunsuz bir sey yapmak kisinin dürüst olmadigina delil degildir; tam tersine, en olagan, insanca bir tepkidir. Sonra sunu da itiraf edeyim, o zamanlar Ihmenev'i pek az taniyordum; bu yüzden, Alyosa'yla kizi üzerine çikarilan söylentilere inandim, benim güvenimi kötüye
kullandiginin da dogru oldugunu sandim... Ama artik birakalim bunu. Önemli olan, simdi ne yapmamin gerektigidir. Bir yandan dâva açmakta hakli oldugumu söylerken bir yandan da parayi almazsam bu, on bin rubleyi ona bagisladigim anlamina gelecek. Buna Natalya Nikolayevna'nin durumunu da eklerseniz... Muhakkak yüzüme firlatir parayi...
- Bakin, firlatir diye kendiniz söylüyorsunuz, demek "ki dürüst bir insan sayiyorsunuz onu; bu durumda paranizi çaldigina inanmamaniz gerekir. Öyleyse ne diye gidip haksiz oldugunuzu söylemiyorsunuz kendisine? Dürüst bir davranis olurdu bu; hem Ihmenev de parasini geri almaya razi olurdu belki. - Him... parasini demek! önemli olan bu iste. Bir de benim durumumu düsünün ama. Gidip dâvada haksiz oldugumu söyleyecegim ona. Ya «Haksiz oldugunu biliyordun da ne diye verdin mahkemeye?» derse? Ya her önüne gelen bu soruyu sorarsa bana? Zaten hakliyim; parami çaldigini hiç bir zaman iddia etmedim; ama islerimle ilgilenmediginden iyi bir yönetici olmadigindan yakindim, simdi de bundan kuskum yok. Bu para benimdir, bunun aksini söylemek kendi kendime iftira etmek gibi geliyor bana. Hem hakareti bile bile üzerine aldi ihtiyar; siz de simdi gidip ondan özür dilememi istiyorsunuz. Bu kadari fazla. - Bence iki kisi barismak istiyorsa... - Bunun kolay bir sey oldugunu mu saniyorsunuz? - Evet. - Hayir, bazan çok güçtür, üstelik... - Üstelik arada daha baska engeller de var degil mi? Iste bu konuda sizinle ayni fikirdeyim Prens. Natalya Nikolayevna'yla oglunuz arasindaki durumu Ihmenev'lerin istedigi biçimde yoluna koymaniz gerekiyor. Dâva konusunu da içtenlikle ancak o zaman konusabilirsiniz Ihmenev'le. Henüz hiç bir sey düzelmemisken yapacaginiz tek sey var: dâvada haksiz oldugunuzu itiraf etmek; hattâ, gerekiyorsa bunu herkesin önünde açiklamak... ben böyle düsünüyorum iste. Açik konusuyorum, çünkü bu konuda ne düsündügümü siz sordunuz; sanirim, yalan söylememi istemezdiniz. Bu durum size sunu sormak cesaretini veriyor bana: on bin rubleyi Ihme- nev'e geri vermeyi niçin istiyorsunuz? Kendinizi hakli görüyorsaniz ne diye vereceksiniz ona parayi? Merakimi bagislayin, ama öteki durumlarla o kadar yakin iliskisi var ki bunun... Prens, sorumu duymamis gibi, - Ne dersiniz? diye sordu, hiç bir sey söylemeden parayi Ihmenev'e versem kabul etmez mi? - Etmez! Öfkeden titremeye baslamistim. Bu küstahça soru, adam yüzüme tükürmüs gibi sinirlerimi bir anda ayaga kaldirmisti. Canimi sikan bir sey daha vardi: duymamis gibi davranip, soruma cevap vermeden - ona böyle seyler soracak kadar ileri gitmememi hatirlatmak istiyormus gibi - kibirli bir tavirla sözümü kesmisti. Sosyetede o-lanlara özgü bu kibirli tavirdan nefret ederdim; Alyosa'yi da bu aliskanliktan vazgeçirmek için çok ugrasmistim. «Etmez!» diye bagirmama Prens sakin sakin karsilik verdi : - Him... çok heyecanlisiniz, ama hayatta bazi seyler sizin düsündügünüz gibi olmaz. Sanirim bu konuda Natalya Nikolayevna da bir yol gösterebilir bize. Bir sorun bakalim. Kabaca cevap verdim : - Gösteremez. Demin dinlemek lütfunda bulunmadiniz beni, sözümü kestiniz. Parayi özür dilemeden verirseniz Natalya Nikolayevna, on bin rubleyi babasina kizinin karsiligi; ona da Alyosa'yi elinden almaniza karsilik verdiginizi düsünecektir... Prens gülümsedi. (Niçin gülümsemisti acaba?) - Him... akliniza neler geliyor Ivan Petroviç. Daha çok konusacaklarim var sizinle. Simdilik yeter bu kadar, zamanim yok. Yalniz sunu unutmamanizi dileyecegim: durum dogrudan dogruya Natalya Nikolayevna'yla onun
gelecegiyle ilgilidir; her sey biraz da sizinle verecegimiz karara baglidir. Çok gereklisiniz bu konuda, sonra anlayacaksiniz... Bu bakimdan, benden ne kadar hoslanma-saniz da, Natalya Nikolayevna'nin dostu oldugunuz sürece benimle konusmaktan kaçamazsiniz. Geldik... â bien-tot (1). IX Kontesin evi pek güzeldi. Odalar sade olmakla beraber hos, zevkle dösenmisti. Gene de her seyde bir igretilik hissediliyordu. Bu, gösteris için bir sürü esyayla doldurulmus, varlikli bir ailenin devamli olarak oturdugu bir evden çok, geçici bir süre için oturulmak üzere oldukça sade dösenmis uygun bir daireydi. Kontesin yazin Sim-birsk ilindeki harap, iki kere ipotek edilmis çiftligine gidecegi, Prensin de ona yol arkadasligi edecegi söylentileri dolasiyordu. Bu söylentileri duymus, kendi kendime canim sikilarak düsünüyordum: Katya Kontesle gidince Alyosa'nin tutumu ne olacakti acaba? Natasa'yla bu konuyu konusmamistim daha; korkuyordum. Yalniz bazi hallerinden bu söylentilerin onun kulagina kadar geldigini sezinlemistim. Ama bana açilmiyor, için için istirap çekiyordu.
Kontes çok iyi karsiladi beni, içtenlikle elimi sikti; beni evinde görmeyi çoktan beri istedigini söyledi. Çevresinde toplandigimiz - dört kisiydik: Kontes, ben, Prens, bir de diplomat tavirli, saçlari hafif pomatlanmis, (1) Yakinda görüsürüz (Fransizca); burada: konusmamiza yakinda devam ederiz. yakasinda nisaniyla, yüksek sosyeteden oldugu belli orta yasli bir bey - çok güzel gümüs semaverden çaylarimizi Kontes kendi dolduruyordu. Diplomat tavirli beye özel bir saygi gösteriyorlardi. Kontes, Avrupa'dan döndükten sonra, umdugu gibi yüksek kisilerle iliski kurmayi basaramamisti Petersburg'da. O aksamki konuktan baska hiç kimse aksamlari oturmaya gelmiyordu ona. Gözlerimle Katerina Fyodorovna'yi aradim; öteki odada Alyosa'yla beraberdi. Ama geldigimizi duyunca hemen yanimiza çikti. Prens saygiyla öptü elini; Kontes beni gösterdi. Prens hemen tanistirdi bizi. Sabirsiz bir dikkatle inceliyordum onu: beyazlar giyinmis, kisa boylu, yüzünde sakin, durgun bir ifade olan, Alyosa'nin dedigi gibi masmavi gözlü, sadece gençlik güzelligi olan narhi yapili, sarisin bir kizdi bu. Çok çok güzel bir kizla karsilasacagimi bekliyordum, hayal kirikligina ugramistim. Yuvarlak yüzünün çizgileri düzgün, sade bir biçimde taranmis gür saçlari gerçekten güzel, bakisi sakindi. Sokakta karsilassam basimi çevirip bakmazdim bile. Ama ilk anda böyle düsünmüstüm. O aksam sonra daha yakindan inceledim Katya'yi. Yalnizca, elimi sikarken gözlerimin içine hiç bir sey söylemeden garip, israrli, içten bir dikkatle uzun uzun bakmasi sasirmama yetmisti; nedense elimde olmadan gülümsedim. Karsimdakinin temiz ruhlu bir insan oldugunu hemen anlamistim tabiî. Kontes gözünü ayirmiyordu ondan. Katya elimi siktiktan sonra tuhaf bir acelecilikle odanin öte kösesine gitti, Alyosa'nin yanina oturdu. Alyosa benimle tokalasirken «Az kalacagim burada, sonra hemen oraya gidecegim» diye fisildadi. «Diplomat» - soyadini bilmedigim için böyle söz e-decegim ondan - agirbasli, magrur bir tavirla anlatiyordu. Kontes de büyük bir dikkatle dinliyordu. Prens, diplomatin sözlerini onayliyor gibi, yaltaklanarak gülüm-
süyordu; konusmaci, besbelli ona deger verdiginden, sik sik dönüp bakiyordu yüzüne. Bana çayimi vermis, bir yanda rahat birakmislardi. Bu çok hosuma gitmisti. Elimden geldigince Kontesi de inceliyordum. Ilk bakista iste-miyerek begendim onu. Belki genç sayilmazdi, ama bana en çok yirmi sekizinde gibi geldi. Yüzü hâlâ taptazeydi; ilk gençliginde çok güzel olsa gerekti. Siyah saçlari oldukça gürdü; bakisi son derece içten, ama biraz oynak, muzipti. Ne var ki, nedense simdi kendini tuttugu belliydi. Bakisinda ayrica zekâ, iyi yüreklilik, nese pariltilari da vardi. Onun biraz havai yaradilisli, eglenceye düskün, içten ama bencil bir insan oldugunu anlamistim. Prensin etkisi büyüktü üzerinde. Aralarinda gizli bir iliskinin oldugunu biliyordum. Avrupa'dayken sevistiklerini, Prensin Kontesi pek kiskanmadigini da duymustum. Ama onlari geçmisteki iliskilerinden baska esrarli, birtakim çikarlara dayanan bazi durumlarin da birbirine bagladigini saniyordum - simdi de öyle düsünüyorum. - Aralarinda bir seyler vardi... Prensin son zamanlarda ondan biktigini, ama iliskilerini kesmedigini de biliyordum. Katya üzerine kurulan plânlar bagliyordu onlari birbirine belki de. Bu niyeti yüzünden Prens, Kontesin çok istemesine ragmen evlenmiyordu bile onunla. Oysa kadin, evlenirlerse üvey kizinin Alyosa'yla evlenmesi konusunda ona yardimci olacagim da vaadetmis. Bunu, Alyosa'nin bana anlattiklarindan çikariyordum. Gene onun anlattiklarindan Prensin, avucunun içine iyice aldigi Kontesten nedense çekindigini de biliyordum. Alyosa bile farketmisti bunu. Sonralari, Prensin kontesi baska biriyle evlendirmeyi çok istedigini, hattâ onu Simbirsk'e, sirf ona orada bir koca bulmak umuduyla götürdügünü duydum. Bir yanda oturmus dinliyor, Katerina Fyodorovna'yla basbasa konusma firsatini nasil yaratabilecegimi düsünüyordum. Dimlomat, Kontesin son günlerdeki durum, - 288 yeni devrimler, onlarin korkmasi için ortada bir neden olup olmadigi üzerine sordugu sorulari cevaplandiriyordu. Adam agirbasli, magrur bir tavirla anlatiyor, sözü uzattikça uzatiyordu. Güzel konusuyor, düsüncesini ustalikla açikliyordu ya, savundugu görüs igrençti. Bu devrimlerin, degisikliklerin en kisa zamanda beklenen ürünü verecegini; bu ürünleri görünce sagduyunun baskin çikacagini, toplumda (tabiî hepsinde degil) yepyeni bir ruhun dogacagini, yanlis yoldan gidildiginin anlasilip gene geriye dönülecegini iddia ediyordu. Bu tecrübenin - aci da olsa - toplumumuza çok yararli olacagini, çünkü mutlu geçmise nasil baglanmamizin gerektigini bize ögretecegini; bu basibozuklugun bir an önce bardagi tasirmasinin daha iyi bile olacagini söylüyordu. «Bizsiz olmaz, diye bagladi sözünü, bizsiz hiç bir toplum ayakta duramamistir. Biz bir sey kaybetmeyiz, hattâ kazaniriz. Yüze yüze karaya çikariz; o anda elimizdeki bayrakta söyle yazar: Pire ça va, minem ça est (1)». Prens, dudaklarinda bu düsünceye katildigini belli eden igrenç bir gülümseme, dinliyordu. Diplomat pek keyifliydi. O anda az kaldi itiraz edecek kadar budalalasacaktim, içim içimi yiyordu. Prensin çirkin bakisi durdurdu beni. Hafifçe, benden yana dönmüs, heyecanli bir çikis yapmami bekliyormus gibi tuhaf tuhaf yüzüme bakiyordu. Kendimi küçük düsürmem için böyle bir atilis yapmami belki de istiyordu. Üstelik diplomatin itirazimi anlamayacagindan, hattâ beni adam yerine koymayacagindan da kuskum yoktu. Onlarin yaninda oturmaktan tiksiniyordum; Alyosa kurtardi beni. Sessizce yanima geldi, omuzuma dokunup, biraz konusmak için çagirdi. Onu Katya'nin yolladigini anlamis- Ne denli kötü olursa o denli iyi (Fransizca).
tim. Yanilmamisim. Bir dakika sonra genç kizla yan yana oturuyorduk. Önce «ne biçim seysin sen böyle» der gibi bakti yüzüme; konusmaya nereden baslayacagimizi bir an kestiremedik. Bununla beraber, onun bir baslayinca belki sabaha kadar konusacagi inanci vardi içimde. Alyosa'nin «bes alti saat konustuk», dedigi geldi aklima. Alyosa yanimizda oturuyor, baslamamizi heyecanla bekliyordu. Gülümseyerek bize bakip, - Niçin konusmuyorsunuz? diye sordu. . Katya, - Ah Alyosa, ne seysin... dedi, baslayacagiz iste. Sizinle konusmak istedigim o kadar çok sey var ki Ivan Petroviç, söze nereden baslayayim bilemiyorum. Çok geç tanistik, daha erken tanimaliydik birbirimizi; zaten ben sizi hanidir taniyorum. Sizi görmeyi öyle istiyordum ki! Hattâ mektup yazmayi düsünüyordum size... Elimde olmadan gülümseyerek, - Ne üzerine? diye sordum. Ciddî bir tavirla cevap verdi : - Yazacak çok sey vardi. Sözgelimi, Alyosa Natalya Nikolayevna'nin böyle bir zamanda onu yalniz biraktigi için hiç gücenmedigini söylüyor, bunun dogru olup olmadigini sormak istiyordum size. Sonra, Alyosa'nin bu yaptigi olacak sey mi yani? Söyler misin, ne isin var simdi burada? - Ah, simdi, simdi gidiyorum. Bir dakika kalip nasil konustugunuza baktiktan sonra gidecegimi söylemistim zaten. - Bakacak ne var bunda, oturuyoruz iste, görmüyor musun? Bana döndü, yüzü kizararak Alyosa'yi gösterdi, - Her zaman böyledir, diye ekledi. «Bir dakika, bir Ezilenler - F : 19 dakikacik kalacagim» der, bir türlü kalkmak bilmez, bakarsin gece yarisi olmus. O saatten sonra oraya da gidemez tabiî. «Natasa kizmaz, dedi, çok iyidir o». Iste böyle düsünüyor! Dogru mu bu simdi? dürüst bir davranis mi? Alyosa acikli bir sesle, - Gitmesine gidecegim, dedi, ama sizin yaninizda kalmayi da o kadar istiyorum ki... - Ne yapacaksin yanimizda? Hem bizim de yalniz konusmamiz gereken çok konu var. Bak Alyosa, gücenme; Ivan Petroviç'le yalniz konusmamiz gerekiyor... anla beni. - Öyle gerekiyorsa giderim tabiî... gücenecek ne var bunda. Gider bir dakikacik Levinka'da oturur, sonra oraya geçerim. - Sapkasini aldi. Bana döndü. - Bakin ne diyecegim, Ivan Petroviç, babamin Ihmenev'lerle arasindaki dâva sonucu kazandigi parayi almayacagini duydunuz mu? - Duydum; kendisi söyledi bana. - Ne soylu bir hareket, degil mi? Oysa Katya hiç de öyle düsünmüyor. Bu konuyu da konusun onunla .Hosça kal Katya, hem yalvaririm Natasa'yi sevdigimden kusku etme. Niçin hepiniz sitem edersiniz bana durmadan?... Onu ne kadar sevdigimi biliyor, güveni de sonsuzdur bana; bundan kuskun yok. Onu bütün kalbimle seviyorum. Ama bu sevginin nasil bir sevgi oldugunu bilmiyorum. Öyle seviyorum iste. Suçlu gibi ikide bir sorguya çekmeyin beni. Ivan Petroviç geldi iste, sor ona bakalim; Natasa'nin kiskanç, beni çok sevdigi halde son derece bencil oldugunu, benim için fedâkârlik etmeye yanasmadigim o da dogrulayacaktir. Kulaklarima inanamiyordum, hayretle, - Nasil? diye sordum. Katya ellerini birbirine vurarak âdeta haykirdi:
- Neler söylüyorsun Alyosa? - Sasilacak ne var bu söyledigimde? Ivan Petroviç biliyor. Hep yaninda olmami istiyor. Gerçi açiga vurmuyor istegini, ama belli... Katya'nin yüzü öfkeden kipkirmizi olmustu. - Utanmiyor musun, utanmiyor musun böyle konusmaya? dedi. - Utanacak ne var bunda ? Çok tuhaf bir kizsin Katya! Onun sandigindan çok seviyorum onu, o da beni benim sevdigim gibi gerçek bir sevgiyle sevseydi haz duydugum seylerden geri çekmeye çalismazdi beni. Evet, kendisi söylüyor gitmemi, ama yüzünden bunu istemeye istemeye yaptigi belli oluyor; söylemese daha iyi bu durumda. Katya öfkeden parlayan gözlerini gene bana çevirdi. - Hayir, hayir, bunda bir is var! diye bagirdi. Itiraf et Alyosa, hemen simdi itiraf et, bütün bunlari baban söyledi sana, degil mi? Bugün soktu aklina! Lütfen yalan söylemeye kalkisma: hemen anlarim çünkü! Öyle degil mi? Alyosa bozulmustu. - Evet, o söyledi, dedi, bundan ne çikar? Bugün çok dostça konustu benimle, hep ögdü onu, öyle ki, sasirdim kaldim: o kadar hakaret etti ona, gene de ögüyordu o-nu. - Siz de inandiniz, dedi. Her seyini size vermisken; simdi bile - daha bugün - hep sizi düsünüyor, aman caniniz sikilmasin, Katerina Fyodorovna'yla görüsmekten yoksun kalmayasiniz diye elinden geleni yapiyorken siz böyle düsünebiliyorsunuz demek! Bugün kendisi söyledi bunu bana. Nasil oldu da inanabildiniz bu iftiralara! Utanmadiniz mi?
Katya, karsisinda toplum için zararli bir insan var- mis gibi kolunu sallayarak, - Nankör! dedi. Utanmak nedir bilmez zaten! Alyosa aglamakli bir sesle, - Sizinki de fazla oldu artik! diye söylendi. Hep böylesin Katya! Benim için iyi dedigini duymadim ki hiç... Ivan Petroviç'i birak zaten! Natasa'yi sevmedigimi saniyorsunuz. Bencil oldugunu kötü maksatla söylemedim. Beni çok sevdigini, ölçüyü kaçirdigini, bunun da hem beni hem onu üzdügünü söylemek istedim. Babama gelince, - istese bile - hiç bir zaman kandiramaz beni. Kanmam. Natasa'nin bencil oldugunu kötü anlamda söylemedi; anladim ama. Ayni demin anlattigim gibi söylüyordu: beni o kadar çok seviyor ki, sonu bencillige variyor, bu yüzden hem o üzülüyor hem ben; zamanla daha da artacak bu üzüntüm... Haksiz mi yani; benim iyiligimi düsünerek söylüyordu; hem bunda Natasa'yi küçük düsüren bir yan da yok. Tam tersine, onun bana karsi sonsuz bir sevgi besledigini... Ama Katya sözünü bitirtmedi Alyosa'ya, Heyecanla sitem etmeye basladi ona. Babasinin, sirf Natasa'yla aralarina sogukluk sokmak için kizcagizi ögdügünü, iyi yürekli gözükerek onu aldattigim deliller göstererek ispat etmeye çalisiyordu. Natasa'nin onu nasil sevdigini, bu yaptiklarini ancak böyle bütün varligiyla seven bir insanin bagislayabilecegim, gerçek bencilin o, Alyosa oldugunu saydi döktü. Katya'nin sözleri yavas yavas etkisini gösterdi; derin bir keder, pismanlik kapladi benligini. Basi önünde, hiç cevap vermeden, bitik, yüzünde bir istirap ifadesi, yanimizda öyle oturuyordu. Ama Katya'nin ona acidigi yoktu. Asiri bir merakla dinliyordum anlattiklarini. Bu tuhaf kizi bir an önce daha yakindan tanimak istiyordum. Henüz çocuktu, ama inanç dolu, iyiye, hakliya yürekten bagli, tuhaf bir çocuk... Onun çocuk oldugu söylenebilirse, o halde günümüz ailelerinde pek
çok rastlanan düsünen, çocuklardandi... Kafasinin çalistigi belliydi. Bu düsünen, küçücük basin içinde neler oldugu; orada çocuksu düsünceler, kavramlarla yasanmis izlenimlerin, gözlemlerin (Katya yasiyordu artik çünkü) nasil karsilastiklari; henüz yasamadigi, kitaplardan edindigi, ama onu çok sasirtmis - belki onlari da yasanmis saniyordu - düsüncelerin de ötekiler arasina katilisi dikkate, incelenmeye degerdi dogrusu. O aksam, yaninda kaldigim sürece ve sonraki görüsmelerimizde bu kizi oldukça iyi inceledim saniyorum. Duygulu, heyecan dolu bir yüregi vardi. Gerçegi her seyin üstünde tuttugu için kimi zaman sogukkanli olmayi önemsemez, hayatta uyulmasi gereken bazi kurallari kör inanç sayar; atak yaradilisli bütün insanlar gibi bu yaniyla ögünürdü. Bu ona ayrica bir çekicilik veriyordu. Düsünmeyi, gerçegi arayip bulmayi çok seviyordu ya, öylesine içten, çocuksu bir hali vardi ki, insan hemen isiniyordu ona. Levinka'yla Bo-rinka'yi hatirladim; genç kizin onlarla iliski kurmasi olagandi. Çok tuhafti: ilk bakista bana hiç bir özelligi yok gibi görünen yüzü o aksam giderek daha bir güzel, çekici gelmisti. Bu çocuksu saflikla yan yana olan düsünen bir kadinin agirbasliligi; bu, gerçege duyulan asiri susa-mislik, inançlarina siki sikiya baglilik... bütün bunlar genç kizin yüzüne içten, yüce, ruhsal bir güzellik veriyordu. Onu yeni taniyan kimse, yüzeyde kalan, ilgisiz bir bakisin sezinleyemeyecegi bu güzelligin insanin içine yavas yavas isledigini zamanla anliyordu. Alyosa'nin ona, «sonunda deli gibi tutulacagindan kuskum yoktu artik. Delikanli düsünmekten, kafa yormaktan pek hoslanmazdi ya, onun yerine düsünenleri, hattâ bir sey isteyenleri severdi... kendini Katya'nin ellerine birakmisti... Temiz bir yüregi vardi; dürüst, güzel olan her seyin etkisine hemen kaptirirdi kendini. Katya da çocuksu içtenligiyle kendine baglamisti onu. irade gücü hiç yoktu; oysa genç kiz heyecanli, inanç dolu, güçlüydü. Alyosa da onu yönetebilecek, hattâ buyrugu altina alabilecek bir insana baglanabilirdi ancak. Bu yaniyla önceleri Natasa bir ölçüde baglamisti onu kendine; ne var ki Katya çok daha sansliydi ondan... hâlâ çocuktu çünkü, uzun süre de çocuk kalacaga benziyordu. Onun bu çocuksu safligi, parlak zekâsi, öte yandan mantiginin sesini dinlemektense duygularinin etkisi altinda kalmasi Alyosa'ya daha yakindi. O da hissediyordu bunu, bu yüzden Katya'ya giderek daha çok baglaniyordu. Basbasa konusurlarken ciddî, «toplumsal» sorunlarin yaninda oyuncaklardan da söz ettiklerine eminim. Gerçi Katya da sik sik sitem ediyordu Alyosa'ya, avucunun içine iyice almisti onu, ama delikanlinin kendini Katya'nin yaninda Natasa'nin yaninda oldugundan çok daha rahat hissettigi belliydi, Ikisi daha bir denktiler, önemli olan da buydu. Alyosa ayaga kalkip sapkasini aldi, elini genç kiza uzatarak, - Pekâlâ Katya, pekâlâ, dedi, yeter artik; zaten her zaman sen haklisin, ben de haksiz. Çünkü senin ruhun benimkinden temiz... Simdi hem ona, hem de Levinka'-ya ugrarim... - Levinka'yla bir isin yok. Sözümü dinledigin zamanlar pek sevimli oluyorsun. Alyosa mahzun bir tavirla, - Sen herkesten bin kat sevimlisin, dedi. Ivan, Petroviç, bir sey söylemek istiyorum size. Odanin bir kösesine çekildik. - Bugün bir alçaklik ettim, diye fisildadi. Çok büyük suçum var. Ögleden sonra Aleksandrovna adinda güzel mi güzel bir Fransiz kadiniyla tanistirdi beni,babam. Sey... hoslandim ondan, ve... neyse iste; ne burada ne Natasa'nin yaninda kalmaya yüzüm var. Allahaismarladik Ivan Petroviç.
Gelip tekrar yanma oturdugumda Katya,
- Çok iyi, temiz bir çocuktur, dedi, ama bunun üzerinde sonra uzun uzun konusacagiz. Önce anlasmamiz gerek: sizce Prens nasil bir insan? - Çok kötü... - Bence de. Öyleyse bunda anlastik. Simdi gelelim Natalya Nikolayevna'ya... Biliyor musunuz Ivan Petroviç, dört gözle bekliyordum sizi. Her seyi ögrenebilirim sizden, simdiye kadar Alyosa'nin anlattiklarindan bir seyler çikarmaya çalisiyordum. Bilgi alacagim baska kimse de yoktu. Önce sunu söyleyin bana (en önemli olan budur): ne dersiniz, sizce Alyosa'yla Natasa mutlu olacaklar mi? Nasil hareket edecegim konusunda son kararimi vermem için bunu bilmem gerekiyor. -. Bunu kesin olarak nasil söyleyebilirim?.. Katya sözümü kesti : - Kesin olarak söylemeyin, ne düsündügünüzü söyleyin yeter. Çünkü çok zeki bir insansiniz. - Bence mutlu olamazlar. - Niçin? - Birbirinin dengi degildirler. - Ben de öyle düsünüyorum! Genç kiz derin bir keder içinde kollarini önünde kavusturdu. - Daha açik anlatin, dedi. Bakin, Natasa'yi görmeyi çok istiyorum; çünkü konusacagimiz çok sey var. Sanirim her sey ikimizin verecegi karara bagli. Simdilik hep hayalimde canlandiriyorum onu: çok akilli, agirbasli, dürüst, son derece güzel olsa gerek. Öyle, degil mi? - Öyle. - Bundan kuskum yoktu zaten. Peki nasil oldu da Alyosa gibi bir çocugu sevebildi ? Bunun nedenini açiklayin bana, bunu çok düsünüyorum. - Bu açiklanamaz Katerina Fyodorovna. Kisinin ni- çin, nasil sevdigini hiç kimse bilmez. Evet, bir çocuktur Alyosa. Öyle ama, bir çocugun nasil sevildigini biliyor musunuz? (Yüzümden ayirmadigi ciddî, sabirsiz, merak dolu gözlerine baktikça içim bir hos oluyordu.) Natasa, çocukluktan uzak oldugu ölçüde çok sevebilir Alyosa'yi, diye devam ettim. Dürüst, içten, pek saf - bazan yakisir ona bu safligi - bir çocuktur Alyosa. Natasa belki de... nasil söylesem? acimaya benzer bir duyguyla sevmis olabilir onu. Soylu bir yürek aciyarak da sevebilir... Size bu konuda hiç bir seyi açiklayamayacagimi hissediyorum; üstelik ben soracagim size: siz seviyor musunuz onu? Hiç çekinmeden, cesaretle sormustum bu soruyu; a-celeciligimin onun temiz, çocuk ruhunu incitmeyecegini hissetmistim. Gözlerimin içine tatli tatli bakarak, - Vallahi bilmiyorum henüz, dedi, sanirim çok seviyorum... - Gördünüz mü ya. Onu niçin sevdiginizi Siz söyleyebilir misiniz? Bir an düsündükten sonra cevap verdi : - Yalan dolani yok; gözlerimin içine bakarak bir sey anlatmasi çok hosuma gidiyor... Bakin Ivan Petroviç, ben bir kizim, sizse erkeksiniz; size böyle seyleri anlatmam dogru mudur acaba? - Bunda kötü ne var ki? - Dogru. Kötü bir sey yok bunda. Ama onlar (gözleriyle, semaverin bulundugu masada oturanlari gösterdi) duysalar kinarlardi beni. Haklari var mi sizce? - Yok! Kalbiniz kötü bir sey yaptiginizi söylemiyor size, öyleyse... Besbelli, konusmamizi elinden geldigince uzatmak istegiyle kesti sözümü - Ben de öyle yaparim her zaman; içime bir davra nisimin kötü oldugu kuskusu düserse hemen kalbime bakarim, o rahatsa ben de rahat olurum. Insanin daima böyle yapmasi gerekir. Sizinle, kendi kendimle konusuyormus gibi açik, içten konusuyorum; çünkü, çok iyi bir insansiniz; sonra, Alyosa daha ortaya çikmadan Natasa'yla aranizda geçenleri biliyorum; dinlerken aglamistim. - Kim anlatti bunu size? - Tabiî Alyosa. Anlatirken iki gözü iki çesme agliyordu. O hali pek hosuma gitmisti. Bana kalirsa o sizi, sizin onu sevdiginizden çok seviyor Ivan Petroviç. Iste bu huyuna bayiliyorum onun. Sizinle böyle açik, içten konusmamin ikinci nedeni de çok zeki, bana akil verebilecek bir insan olmanizdir. - Benim size akil verebilecek kadar zeki oldugumu nereden biliyorsunuz? Katya bir an düsündü. - Belli! dedi. Önemli olan bu degil zaten; esas konumuza gelelim. Yol gösterin bana Ivan Petroviç: Natasa'nin rakibesi oldugumu hissediyorum artik; ne yapsam, nasil hareket etsem? Mutlu olup olmayacaklarini da bunun için sordum size. Gece gündüz hep bunu düsünüyorum. Perisan bir durumumuz var, perisan! Alyosa'nin Natasa'ya olan sevgisi iyice söndü, gün geçtikçe bana daha çok baglaniyor. Öyle degil mi? - Galiba.
- Ama Natasa'ya söyledikleri de yalan degil. Artik onu sevmediginin farkinda degil; bence Natasa farkindadir bunun. Ne istirap çekiyordur kizcagiz! - Ne yapmak istiyorsunuz Katerina Fyodorovna? Genç kiz ciddî bir tavirla cevap verdi : " - Bir sürü düsünce var kafamin içinde; hangisini seçecegimi bilmiyorum. Sizi de bunun için sabirsizlikla bekliyordum zaten: karari siz verin. Siz her seyi benden çok daha iyi biliyorsunuz. Simdi bir tanrisiniz siz benim için. Dinleyin, önceleri söyle düsünüyordum: birbirlerini seviyorlar, mutlu olacaklarsa benim kendimi fedâ etmem, onlarin mutluluklarina yardimci olmam gerek. Nasil? - Kendinizi fedâ ettiginizi biliyorum. - Evet, öyle oldu, ama sonralari Alyosa sik sik buraya gelmeye, beni sevmeye baslayinca kendimi fedâ etsem mi etmesem mi diye düsünmeye basladim. Çok kötü Mr sey bu, degil mi? - Son derece olagandir... dedim, hiç bir suçunuz yok. - Sanmam; çok iyi yürekli oldugunuz için böyle söylüyorsunuz. Kalbimin hiç de temiz olmadigini saniyorum. Temiz olsaydi, nasil hareket edecegime karar verirdim. Ama birakalim bunu simdi! Sonra Prensten, ma-mran'dan, (1) Alyosa'nin kendisinden aralarindaki iliskiler üzerine daha çok bilgi topladim, birbirinin dengi olmadiklarini anladim; siz de ayni seyi söylüyorsunuz. Bu kez kararsizligim iyice artti... Mutlu olamayacaklarsa ay-rilsalar daha iyi olur bence. Önce sizden her seyi ayrintilariyla ögrenmeyi, sonra da Natasa'ya gidip beraberce bir karar vermeyi koydum aklima. - Ama nasil bir karar vereceksiniz, önemli olan da bu zaten! - Söyle diyecegim ona: «Alyosa'yi dünyada her seyden çok sevdiginize göre, mutlu olmasini yürekten istemeniz gerekir, öyleyse ayrilmalisiniz ondan.» - Güzel ama bunu duyunca Natasa'nin ne hale girecegini düsündünüz mü hiç. Sonra, söylediginizi kabul etse bile, Alyosa'dan ayrilmaya gücü yetecek mi bakalim? - Benim düsündügüm de bu zaten, hem... hem... Birden aglamaya basladi. Dudaklari titreyerek, (1) Anne (Fransizca)
- Natasa'ya ne kadar acidigimi bilemezsiniz, diye fisildadi. Ne söyleyebilirdim! Susuyordum. Katya'ya bakarken benim de içimden aglamak geliyordu. Ne tatli bir çocuktu! Alyosa'yi kendisinin mutlu edebilecegine nereden böylesine inandigini sormadim artik. Biraz sakinlestikten sonra, deminkinden daha bir mahzun, - Müzik sever misiniz? diye sordu. Sasirmistim. - Severim, dedim. - Zaman olsaydi Beethoven'in üçüncü konçertosunu çalardim size. Son günlerde hep onu çaliyorum, Içimdeki... duygulari o kadar güzel dile getiriyor ki... Sanki benim için bestelemis onu Beethowen. Neyse bir daha geldiginizde çalarim, simdi konusmamiz gerek. Natasa'yla onun görüsmesini nasil saglayabilecegimiz üzerine konusmaya basladik. Katya, hareketlerinin devamli kontrol altinda bulundugunu; üvey annesi iyi yürekli bir kadin oldugu, onu da sevdigi halde, Natasa'yla tanismasina dünyada izin vermeyecegini; bu yüzden, kurnazlik etmeyi aklina koydugunu söyledi. Sabahlari araba gezintisine çogu zaman Kontesle beraber çikarmis. Bazan kontes gelmez, Fransiz mürebbiyeyi katarmis yanina. Mürebbiye de hastaymis simdi. Basi agridigi zamanlar böyle yaparmis Kontes; bu yüzden, basinin, agriyacagi zamani beklemek gerekiyormus. Yasli mürebbiye çok iyi yürekli oldugu için, onu kandirmak kolaymis. Kisacasi, Natasa'yla görüsecekleri günü önceden kararlastirmak imkânsizdi. - Natasa'yla tanistiginiza pisman olmayacaksiniz, dedim. O da sizinle tanismayi çok istiyordu; hiç degilse, Alyosa'yi kime biraktigini görmesi bakimindan sizinle tanismasi iyi olacak. Bunun için üzmeyin kendinizi;300 - zamanla her sey düzelir. Yakinda köye gidiyorsunuz galiba? - Evet, bir aya kadar gidecegiz. Bunu daha çok Prensin istedigini biliyorum. - Ne dersiniz, Alyosa da gelecek mi sizinle? Katya gözlerimin içine uzun uzun bakti. - Ben de bunu merak ediyorum! diye mirildandi. Sanirim gelecek! - Öyle. - Tanrim, bunun sonu neye varacak acaba? Beni dinleyin Ivan Petroviç. Her seyi yazacagim size; çok çok yazacagim. Görüyorsunuz ya, simdiden sikmaya basladim caninizi. Sik sik gelecek misiniz bize? - Bilmiyorum Katerina Fyodorovna: duruma bagli. Belki bir daha hiç gelmem. - Niçin? - Bir çok nedenleri olabilir bunun. Sonra Prensle aramizdaki iliskiler de önemli. Katya kararli bir sesle, - Ugursuz adam, dedi. Bakin Ivan Petroviç, ben size gelsem nasil olur? - Sizce? Genç kiz gülümsedi.
- Bence iyi olur. Bir gün ziyaret etmek isterim sizi... Sunu söyleyeyim ki, sizi saydigim kadar seviyorum da... Insan çok sey ögrenebilir sizden. Seviyorum sizi... Bunu söylemem ayip degil mi? - Neden ayip olsun? Ben de öz kizkardesim gibi seviyorum sizi. - Dostum olmak istiyor musunuz? - Tabiî, tabiî istiyorum! dedim. Gene çay masasinda oturanlari gösterdi. - Onlar olsa muhakkak ayip derler, genç bir kiza böyle konusmanin yakismayacagini söylerlerdi.
Sirasi gelmisken sunu da söyleyeyim, bol bol konusalim diye Prens bu kadar uzun süre mahsus basbasa birakmisti bizi galiba. Katya, - Prensin paralarima göz diktigini çok iyi biliyorum, diye devam etti. Beni çocuk saniyorlar; yüzüme karsi bile söylüyorlar bunu. Oysa ben hiç de çocuk olmadigim kanisindayim. Çok tuhaf insanlardir bunlar: kendilerinin farki yok çocuktan. Nedir bu telâslari? - Sormayi unuttum, Katerina Fyodorovna: Alyosa'nin sik sik gittigi Levinka'yla Borinka kimin nesidir-ler? - Uzak akrabalarim. Çok zeki, dürüst çocukturlar, ama biraz fazla konusurlar... Ikisini de yakindan tanirim... Gülümsedi. - Onlara bir milyon ruble vereceginiz dogru mu? - Gördünüz mü, bu milyon lâfini agizlarindan düsürdükleri yok, can sikmaya basladi artik. Yararli bir is için seve seve yardim ederim tabiî, ne yapacagim bu kadar parayi! Ama bu yardimi ne zaman yapacagim belli degil; oysa onlar gece gündüz, bagislayacagim parayi nereye harcayacaklari üzerine tartisip duruyorlar... bir kavga etmedikleri kaliyor. Çok tuhaf dogrusu. Çok telâsli çocuklar. Ama gene de iyidirler... dürüst, zekidirler, Okuyorlar. Ne de olsa, baskalari gibi basibos yasamaktan çok daha iyi bir sey bu. Öyle degil mi? Uzun uzun konustuk. Hemen bütün hayatini anlatti bana; benim anlattiklarimi da büyük bir dikkatle dinledi. Daha çok Natasa'yla Alyosa'dan söz edeyim istiyordu. Prens yanimiza gelip, artik geç oldugunu söylediginde saat on ikiydi. Kalktik. Katya elimi kuvvetlice sikti, gözlerimin içine manali manali bakti. Kontes, sik sik gelmemi diledi. Burada tuhaf, belki de pek yersiz bir açiklama yap- madan geçemiyecegim. Katya'yla üç saatlik konusmamizin sonunda içimde garip, ama kesin bir inanç yer etmisti: onun, kadin erkek iliskilerinden bile habersiz, saf bir çocuk oldugu inanciydi bu. Birtakim düsüncelerine, çok önemli bazi seylerden söz ederken takindigi ciddî tavra pek gülünç bir hava veriyordu bu durum... X Arabasina bindigimiz zaman Prens, - Bakin ne diyecegim Ivan Petroviç, dedi, beraberce bir seyler yesek, ha? Ne dersiniz? Kararsiz, - Bilmem ki Prens, diye cevap verdim, gece yatmadan önce bir sey yemek âdetim degildir de... Gözlerimin içine kurnaz kurnaz bakarak ekledi : - Hem yer hem konusuruz. Açikti! «Benimle konusmak istiyor, diye geçirdim içimden, benim de istedigim bu zaten». Razi oldum. - Anlastik. Büyük Rihtim caddesinde B. ye gidiyoruz. Biraz sasirmistim, - Lokantaya mi? diye sordum. - Evet. Ne öldü? Aksam yemeklerini çogunlukla disarda yerim ben. Sizi davet etmeme izin vermez misiniz? - Gece yemek yemedigimi söyledim size. - Bir kerelik yemekten bir sey çikmaz. Hem davet ediyorum sizi... Yani «yediklerinin parasini ben verecegim»; benî davet ettigini mahsus belirttiginden kuskum yok. Razi oldum, ama lokantada hesabimi kendim ödemeye kararliydim. Lokantanin önünde indik arabadan; Prens ayri bir oda tuttu; zevkle, ustalikla yapilmis birkaç çesit yemek söyledi. Yemekler de, istedigi sarap gibi en pahali çesitin-
dendi. Benim gücüm yetmezdi onlarin parasini ödemeye. Listeye bakip, bir yarim dag tavuguyla bir kadeh Lafite sarabi ismarladim. Prens köpürdü. - Benimle yemek istemiyorsunuz demek! Çok garip bir davranis bu. Pardon, mon ami, (1) ama bu yaptiginiz... asiri bir kibir. Gurur degil, düpedüz kibir bu. Bahse girerim, bunun altindan sinif farki sorunu çikacak, inanin ki kiriyorsunuz beni. Ama ben diretiyordum. - Nasil isterseniz, dedi. Zorlamam sizi... Ivan Petroviç, sizinle dostça konusabilir miyim? - Lütfen. - Bence bu kadar alinganlik zararlidir size. Zaten sizin gibilerin huyudur bu! Bir edebiyatçisiniz, dünyayi görüp tanimaniz gerek, oysa siz her seyden uzaklasiyorsunuz. Dag tavugundan söz etmiyorum; bizim çevremize gösterdiginiz asiri soguklugun zararli oldugunu belirtmek istiyorum. Çok sey kaybetmenizden baska - hiç degilse yükselme sansinizi yok ediyorsunuz - romanlarinizda, hikâyelerinizde anlattiginiz
kontlarin, prenslerin yasantilarina, zengin salonlara yabanci kaliyorsunuz... ben de neler diyorum? Siz yoksullari, küçük memurlari, kavgaci subaylari, birtakim soygunculari, kaybolan kaputlari anlatiyorsunuz... biliyorum, hepsini biliyorum. - Ama yaniliyorsunuz Prens; «yüksek sosyete» ni-ze girmiyorsam, bu orada canimin sikildigindan, bir de yapacak isim olmadigindandir! Hem hiç girmiyorum da denemez... - Evet, Prens R. ye yilda bir kere ugruyorsunuz; görmüstüm sizi orada. Yilin geri kalan zamaninda da gururunuzla basbasa, tavan aralarinda çürüyorsunuz. Oysa (1) Kusura bakmayin dostum (Fransizca). sizinkilerin hepsi de böyle yapmiyor... Öyle serüven arayanlar var ki igreniyor insan... - Prens, lütfen kapatalim bu konuyu, tavan arasindan da bir daha söz etmeyelim. - Ah, gördünüz mü, gene alindiniz. Oysa sizinle dostça konusmama izin vermistiniz. Ama suç bende, dostlugunuzu kazanacak hiç bir sey yapmadim çünkü. Güzel saraptir. Tadin bir kere. Kendi sisesinden bardagimi yarisina kadar doldurdu. - Bakin Ivan Petroviç, birisinin dostlugunu zorla kazanmaya çalismanin çirkin bir hareket oldugunu bilmez degilim. Ne var ki, düsündügünüz gibi çevremizde herkes küçük görmez sizleri. Su anda yanimda beni sevdiginizden degil de, sizinle konusmaya söz verdigim için oturdugunuzu da biliyorum. Yaniliyor muyum? Gülümsedim. O da öfkeyle gülümsedi. - Bir bayanin durumuyla yakindan ilgilendiginiz, onu savunmayi üzerinize aldiginiz için buradasiniz. Öyle degil mi? Sabirsizlikla kestim sözünü : - Öyle. Prensin, karsisindakinin az da olsa ona ihtiyaci oldugunu görünce bunu hemen asiga vuran insanlardan oldugunu anlamistim. Benim de ihtiyacim vardi ona simdi. Anlatmak niyetinde oldugu seyleri sonuna kadar dinlemeden bir yere gidemezdim; o da biliyordu bunu. Küstah, alayci bir tavir takinmisti. - Yanilmiyorsunuz Prens, diye ekledim, sizi dinlemek için geldim, yoksa vallahi oturmazdim... çok geç oldu çünkü. Aslinda söyle demek istiyordum: «Yoksa vallahi o-turmazdim sizinle bir masada»; ama degistirdim sözümü. Bunu korkumdan degil, yere batasica su yufka yü-
rekliligimden, kibarligimdan yapmistim. Haketse bile, bir insanin yüzüne karsi hakaret etmek gelmezdi elimden. Saniyorum Prens de farketmisti bunu; benim bu zayifligim ona haz veriyormus, bakisiyla bana «Ne o, söyleyemiyor musun, degistirdin lâfi degil mi!» der gibi gözlerimin içine bakiyordu. Evet, yüzde yüz öyleydi; çünkü sözümü bitirince bir kahkaha atti, dizimi oksadi. Gözlerinde su ifadeyi okudum: «Güldürüyorsun adami canim». Içimden «Hele dur!» diye geçirdim. Yüksek sesle, - Bugün keyfim pek yerinde! dedi, sebebini de bilmiyorum. Evet dostum, evet, evet! Ben de bu bayan üzerine konusmak istiyorum sizinle. Konusup isi bir karara baglamak gerek; umarim bu kez anlarsiniz beni. On bin ruble, su altmislik bebekten, himbil babadan söz etmistim size... Neyse! Birakalim simdi bunlari. Lâf olsun diye söylemistim! Ha-ha-ha! Öyle ya, edebiyatçisiniz, anlamaniz gerekirdi... Hayretle bakiyordum yüzüne. Sarhos olamazdi. - Bu kiza gelince, inanin ki saygim var ona, hattâ begeniyorum, seviyorum onu; birazcik kaprisli, o kadar; ama atalarimizin dedigi gibi «gülü seven dikenine katlanir»... diken acitir, ama bu acinin da bir tadi vardir; gerçi aptaldir benim Aleksey ya, agzinin tadini bildigi için hos görüyorum onu. Anlayacaginiz, bu kizlar hosuma gidiyor; hem (dudaklarini manali manali büktü) kendime göre bazi düsüncelerim var. Bunu sonra anlatacagim size... - Prens! Beni dinleyin Prens! diye bagirdim. Sizdeki bu anî degisikligin sebebini anlayamadim, ama... bu konuyu kapatin, lütfen! - Gene heyecanlandiniz! Pekâlâ... kapatiyorum, ka- , patiyorum! Yalniz bir sey sormak istiyorum size dos- Ezilenler - F : 20 tüm: çok mu deger veriyorsunuz bu kiza? Kaba bir sabirsizlikla cevap verdim : - Çok. Pis pis siritarak, gözlerini kisti. - Tabiî... tabiî seviyorsunuz da? dedi. - Ileri gidiyorsunuz! diye bagirdim. - Peki, peki, bir daha söylemem! Kizmayin! Bugün pek sinirlisiniz. Oysa ben de uzun zamandan beri bu kaS dar keyifli olmamistim. Sampanya içseniz! Ne dersiniz ozan dostum benim? - içmeyecegim, istemiyorum. - Yoo, olmaz! Bu gece arkadaslik etmelisiniz bana. Neseliyim, temiz ruhlu bir insan oldugum için yalniz basima mutlu olamam. Kim bilir, belki de can ciger dost olana kadar içeriz, ha-ha-ha! Evet, genç dostum, tanimiyorsunuz beni daha! Tanirsaniz seveceginize eminim. Bu gece sevinci de, üzüntüyü de, gözyasini da - gerçi aglayacagimi pek sanmiyorum ya... - benimle paylasmanizi istiyorum. Ee, ne dersiniz Ivan Petroviç?
Istedigim olmazsa heyecanimin uçup gidecegini, niyetimden vazgeçecegimi, konusmayacagimi anliyorsunuz tabi; oysa buraya benden bir seyler isitmek için geldiniz. Gene küstahça göz kirparak ekledi : - Öyle degil mi? Su halde verin kararinizi. Korkmustum. Razi oldum. Bir yandan da «Sarhos etmek mi istiyor beni acaba?» diye geçiriyordum içimden. Sirasi gelmisken, Prens için çikarilan, çok eskiden duydugum bir söylentiden söz etmem gerekiyor. Onun, - toplum içinde o kadar kibar, agirbasli oldugu halde - bazi geceler meyhanelerde içip içip rezalet çikardigini söylüyorlardi... Korkunç seyler duymustum... Alyosa da babasinin bazan içtigini biliyor, bunu herkesten özellikle Natasa'dan sakliyormus. Bir keresinde yanimda agzindan bir seyler kaçirmis, ama hemen toparlanmis, sorularima
cevap vermemisti. Zaten o söylemeden de biliyordum bunu; ama itiraf edeyim, önceleri inanamiyordum. Simdi de sonucu merakla bekliyordum. Sarabi getirdiler; Prens ikimizin de kadehini doldurdu. Sarabi zevkle yudumlarken, - Gerçi kabalik etti bana ya, çok sevimli, çok sevimli bir kiz! diye devam etti. Ama bu yaratiklar sadece böyle anlarda sevimlidirler... Beni mahcup ettigini, çamura buladigini saniyordur... hatirliyor musunuz o aksami? Ha-ha-ha! Yanaklarinin al al olmasi ne yakis-misti ona! Kadinlari tanir misiniz? Solgun yanaklarinin birden kipkirmizi olmasi bazan pek yakisir onlara; far-kettiginiz oldu mu bunu hiç? Aman Allahim! Gene kizdiniz galiba? Artik tutamadim kendimi, - Evet, kizdim! diye bagirdim. Natalya Nikolayev-na'dan böyle söz etmenizi istemiyorum. Izin vermiyorum! - Oh, oh! Pekâlâ, sizi memnun etmek için degistiriyorum konuyu. Uysal, yumusak huyluyumdur. Sizden söz edelim. Severim sizi, Ivan Petroviç; sizinle ne candan, dostça ilgilendigimi bilemezsiniz... Sözünü kestim : - Prens, esas konuya gelsek daha iyi olmaz mi? - Yani konumuza demek istiyorsunuz. Siz daha leb demeden leblebiyi anlarim ben, mon ami; ama sizden söz etmekle konumuza çok. yakindan deginmis olacagiz... sözümü agzima tikamazsaniz tabiî. Devam ediyorum; hanidir sunu söylemek istiyordum size, degerli dostum Ivan Petroviç: böyle yasamakla kendi kendinizi mahvediyorsunuz! Bu nazik konuya dokunmami bagislayin; sizi sevdigim için böyle konusuyorum. Yoksulsunuz, yayin evi sahibinden basilacak bir romana karsilik biraz para alip borçlarinizi ödüyor, geri kalaniyla da alti ay çay ekmek yiyerek geçinmeye çalisiyor, tavan arasinda titreyerek romaninizin dergide basilmasini bekliyorsunuz. Öyle degil mi? - Öyle olsa bile, bu... - Çalip çirpmaktan, el ayak öpmekten, rüsvet almaktan, önüne geleni dolandirmaktan v.b. daha saygideger bir seydir. Biliyorum, ne söyleyeceginizi biliyorum kaç kere yazildi bunlar... - Öyleyse benim durumumu karistirmamalisiniz. Size nezaket dersi vermek bana düsmez Prens. - Elbette. Ama ne yaparsiniz ki bu ince tele dokunmak zorundayim. Baska türlü olmayacak. Neyse, tavan arasini falan birakalim simdi. Ben de heveslisi degilim zaten böyle konularin; ama bazi durumlarda olur tabii... (igrenç bir kahkaha atti). Aklimin almadigi ne biliyor musunuz: ikinci adam olmayi bu kadar sevmeniz... Evet, sizin yazarlardan biri bir yerde, hatirladigima göre söyle diyormus: «Kisioglu için en büyük kahramanlik, hayatta ikinci adam olmakla yetinebilmektir...» Tam olmasa bile asagi yukari böyleydi! Bir yerde duymustum. Alyosa nisanlinizi aldi elinizden, biliyorum bunu; siz de Schiller'e yarasir bir duygululukla onlar için didinip duruyorsunuz, neredeyse usaklik edeceksiniz onlara... Bagislayin beni dostum, kendinizi yüce duygulu bir insan olarak gösterme oyununuz da can sikmaya basladi artik... Hâlâ bikmadiniz mi? Ayip vallahi. Sizin yerinizde olsam hirsimdan ölürdüm. Çok ayip, çok! Öfkeden kendimi kaybederek, - Prens! Buraya hakaret etmek için getirdiniz beni galiba! diye bagirdim. - Ah, hayir dostum; hayir, su anda sadece bir is adamiyim, sizin mutlulugunuzu istiyorum. Kisacasi, islerinizi yoluna koymak, istegim. Ama isi bir yana birakalim simdi, sözümü bitirinceye kadar dinleyin beni; hiç degilse iki dakika heyecanlanmamaya çalisin. Ne dersiniz? Evlen-
seniz nasil olur? Görüyorsunuz ya baska seyden söz ediyorum... niçin öyle tuhaf tuhaf bakiyorsunuz yüzüme? Sasirdiniz mi? Yüzüne gerçekten saskinlikla bakarak, - Sözünüzü bitirmenizi bekliyorum, dedim. - Uzun degil zaten. Mutlu olmanizi yürekten isteyen bir dostunuz size genç, güzel, ama... basindan bazi üzücü olaylar geçmis, - üstü kapali söylüyorum, ama ne demek istedigimi anliyorsunuzdur - Natalya Nikolayevna gibi - ama hayli yüklü bir drahomasi olan... - bir kizla evlenmenizi saglik verse ne diyeceginizi ögrenmek istiyordum... (Yalniz unutmayin, baska, isimizle iliskisi olmayan bir seyden söz ediyorum.) Ne dersiniz? - Siz... siz aklinizi yitirmissiniz, dedim.
- Ha-ha-ha! Oo! Dövecek misiniz beni yoksa? Gerçekten de üzerine atilmaya hazirdim. Artik dayanamamistim. Bir sürüngen, ayagimin altinda ezmek istedigim kocaman bir örümcek gibi görüyordum onu karsimda. Benimle alay etmek haz veriyordu ona; avucunun içinde oldugumu sanarak kedinin fareyle oynadigi gibi oynuyordu benimle. Karsimda maskesini çikarmasi, ne denli asagilik, igrenç bir insan oldugunu saklamamasi ona büyük bir haz, iliklerine isleyen bir sehvet duygusu veriyordu sanki (çok iyi anliyordum bunu). Saskinligim, dehsete kapilmam hosuna gidiyordu. Beni küçümsüyor, alaya aliyordu. Niyetinin kötü oldugunu ta bastan anlamistim; ama öyle bir durumdaydim ki, ne pahasina olursa olsun boyun egmek zorundaydim. Natasa için yapmaliydim bunu; her seye katlanmaliydim... çünkü kaderi belki de o anda benim elimdeydi. Ama onun için söylenen bu igrenç sözlere sogukkanlilikla nasil dayanabilirdim! Üstelik, onu dinlemeden yapamayacagimi da biliyordu Prens; hakareti bu yüzden daha da agir geliyordu bana. «Onun da bana ih- tiyaci var» diye düsündüm; daha bir sert, agir cevaplar vermeye basladim. Yüzüme ciddi ciddi bakarak, - Bakin, genç dostum, diye devam etti, böyle olmayacak, gelin anlasalim sizinle. Bazi seyler anlatmak istiyorum size, ama önce beni ne söylersem söyleyeyim, sonuna kadar dinleyeceginize söz vermelisiniz. Canimin istedigi, hosuma gittigi gibi, daha dogrusu, durumun gerektirdigi biçimde konusmayi severim. Ne diyorsunuz dostum, sabirli olacak misiniz? Yüzüme, sert bir itirazda bulunmam için beni kiskir-tircasina zehir dolu bir bakisla baktigi halde, tuttum kendimi, cevap vermedim. Kalkip gitmeyecegimi anlamisti, devam etti: - Gücenmeyin bana, dostum. Niçin kizdiniz o kadar T Söyleyisime, degil mi! Sizinle nasil konusursam konusayim, baska bir sey söylememi beklemiyordunuz tabiî; anlam degismeyecekti... Küçümsüyorsunuz beni, degil mi? Bendeki safligi, içtenligi, nasil derler, bonhomie (1) görüyorsunuz. Her seyi, çocukluk tutkularimi bile itiraf edecegim size. Evet, mon cher, (2) evet, siz de biraz daha bonhomie gösterin, oturup konusalim, sonunda birbirimizi iyice anlayalim. Sasmayin bana: Bütün bu safliklar, Alyosa'nin içli konusmalari, Schiller'vari duygululuk, su Natasa'yla (ama hos bir kizdir da) oglum arasindaki pis iliskinin sözüm ona soylulugu sonunda canimi öyle sikmaya baslamisti ki, içimi dökmek firsati çikinca ister istemez sevindim. Özellikle size açilmak istiyordum. Ha, ha, ha! - Sasirtiyorsunuz beni Prens, anlayamiyorum sizi (1) Temis yüreklilik (Fransizca). (2) Sevgili dostum (Fransizca).
Takindiginiz bu soytarica tavir, sizden hiç beklenilmeyen bu açik yürekliliginiz... - Ha, ha, ha, yalan degil! Çok hos bir benzetme! Ha, ha, ha! Hovardalik ediyorum dostum, hovardalik ediyorum; seve seve yapiyorum bunu... hos görmelisiniz beni, ozan dostum. Kadehlerimizi doldururken son derece mutlu, devam etti : - Hadi içelim... Size bir sey söyleyeyim mi dostum, Natasa'nin evindeki o mânâsiz aksami hatirliyor musunuz, iste o iyice bitirdi beni! Gerçi pek sevimliydi Natasa, ama içimde büthis bir öfkeyle çiktim oradan, unutamiyorum bunu. Unutmak, saklamak da istemiyorum zaten. Elbette bize de gelecek sira, hem de yakin zamanda... ama simdi birakalim bu konuyu. Sonra, sunu da söylemek istiyorum: Bilmediginiz bir huyum vardir benim; bu bayagi, hiç bir ise yaramayan safliklardan, duygululuklardan nefret ederim; masum bir çocuktan farki olmayan böyle Schiller'lere önce onlar gibi içten gözükmek, sonra da birden maskemi çikarip onlari saskina çevirmek çok hosuma gider. Ne oldu? Bu hazzin igrenç, mânâsiz, çirkin bir duygu oldugu kanisindasiniz, degil mi? - Elbette. - Içten bir insansiniz. Canimi sikiyorlarsa ne yapayim! Aptalca bir sey bu açik yürekliligim, ama elden ne gelir, huyum kurusun. Hayatimdan bazi bölümler anlatmak istiyorum size. O zaman daha iyi anlayacaksiniz beni; hem ilgileneceksiniz anlatacaklarimla. Evet, gerçekten palyaçolugum üzerimde bugün; ama palyaçolar içten, açik yürekli olur, degil mi? - Bakin Prens, geç oldu, hem... - Efendim? Aman Allahim, ne kadar da sabirsizsiniz! Ne aceleniz var? Oturalim biraz daha, arkadasça konusalim, hem içelim hem konusalim. Sarhos oldugumu312 - saniyorsunuz degil mi? Önemi yok, böylesi daha iyi. Ha, ha, ha! Vallahi, insan bu çesit dostça konusmalari unutamaz, hatirlayinca içi bir hos olur. Çok hainsiniz Ivan Petroviç! Hiç hassas degilsiniz! Benim gibi bir dostunuzla; bir saatçik oturup konussaniz ne olur yani? Hem isten. söz edecegiz... Bunda anlasilmayacak ne var? Bir de edebiyatçi olacaksiniz! Oysa seve seve dinlemelisiniz beni. Romaninizda bir tip olarak canlandirabilirsiniz, ha, ha, ha! Tanrini, ne açik yürekliyim bugün! içki basina iyice vurmustu. Yüzü degismis, bir öfke ifadesiyle kaplanmisti. Ignelemek, isirmak, alay etmek istedigi belliydi. «Sarhos olmasi bir bakima iyi, diye geçirdim içimden, çenesi açilir». Ama akli basindaydi. Keyifli keyifli devam ediyordu:
- Dostum, saf insanlari sasirtmaktan büyük haz duydugumu söylemekle önemli, belki de yersiz bir itirafta bulundum size. Buna karsilik siz de tuttunuz palyaçoya benzettiniz beni; kahkahayla güldürdünüz. Ama size karsi kaba, belki de içten pazarlikli, kisacasi bir köylü gibi davrandigimi düsünür, beni bunun için azarlarsaniz haksizlik etmis olursunuz. Bir kere, istedigim gibi hareket etmekte serbestim; sonra, evimde degil, sizinleyim... yani" iki arkadas gibi içiyoruz demek istiyorum; son olarak da, kapris yapmaya bayilirim. Biliyor musunuz ki, bir zamanlar kaprisim yüzünden metafizikçi oldum, hayirsever kimselerle is birligi yaptim; asagi yukari sizin simdiki düsüncenizdeydim. Ama çok eskidendi bu, çiçegi burnunda, gencecik bir delikanliydim. Hatirliyorum, içim soylu duygularla dolu, köyüme gitmistim; tabiî sikintidan patliyordum da. O zaman basima ne geldi, bir bilseniz! Can sikintisindan, güzel güzel kizlarla arkadaslik kurmaya basladim... Yüzünüzü niçin burusturdunuz? Ah, genç dostum benim! Arkadasça konusuyorduk hani! insan içki masasinda içten olur! Tam bir Rus'umdur ben, yurdumu seve-
rim, içten olmaya da bayilirim, insan daima hayattan zevk almanin yollarini aramali. Yarin öbür gün göçüp gidecegiz bu dünyadan; Öte yanda ne var biliyor muyuz? Neyse, köyde günlerim hep kari kiz pesinde geçiyordu. Hiç unutmam, bir çoban kadin vardi; kocasi yakisikli, arslan gibi bir gençti. Adama agir bir ceza verdim, er olarak yollayacaktim onu orduya (geçmis yaramazliklarimiz iste, ozanim!) ama olmadi. Köyün saglik yurdunda öldü... Evet, köyüme güzel, tertemiz, yerleri parke döseli, yirmi yatakli bir saglik yurdu yaptirmistim. Yiktirali çok oluyor onu, oysa o zamanlar ögünürdüm onunla: Hayirseverdim; ama köylü delikanliyi karisi için sopayla öldürt-tüm... Niye gene burusturdunuz yüzünüzü? Mideniz mi bulandi? Soylu duygulariniz incindi, degil mi? Peki, pe-ki, üzülmeyin! Hepsi geçti artik. Romantik olmaya heves sardigim, insanligin velinimeti adini kazanmak, birbirini seven insanlardan kurulu bir toplum yaratmak için çalistigim zamanlarda yaptim bunlari... böylesine bir akintiya kaptirmistim kendimi iste. Bir yandan da kirbacimi isletiyordum. Artik kullanmiyorum kirbaci; kaslarimi çatmakla yetiniyorum; herkes gibi... devir öyle gerektiriyor... Ama en çok su aptal Ihmenev'e sasiyorum. O köylüye yaptigimi yüzde yüz biliyordu... Ama yaradilistan temiz ruhlu oldugu, o zamanlar beni yürekten sevdigi için söylenenlere inanmadi; yani tam on iki yil, ta ki ucu kendine dokununcaya kadar bütün gücüyle savundu beni. Ha, ha, ha! Aman, hepsi bos sey bunlarin! içelim, genç dostum. Bakin, kadinlari sever misiniz? Cevap vermedim. Sadece dinliyordum, ikinci siseye baslamisti. - Oysa ben, içki sofrasinda onlardan söz etmeye bayilirim. Buradan çikinca sizi bir mademoiselle Philiberte'yle tanistirsam ister miydiniz, ha? Ne diyorsunuz? Ne oluyor size? Anladim. . yüzüme bakmaktan igreniyorsunuz... him! Bir an daldi. Ama birden kaldirdi basini, yüzüme tuhaf tuhaf baktiktan sonra devam etti : - Bakin, genç ozan dostum, doganin, bilmediginizi sandigim bir sirrim açmak istiyorum size. Beni su anda karsinizda bir günahkâr, hattâ bir alçak, ahlâksiz, rezil olarak gördügünüzü biliyorum. Ama bakin ne söyleyecegim size! Imkân olsaydi da (oysa insani yaradilisi el ve-risli degildir buna, olamaz böyle bir sey) evet, ne diyordum, imkân olsaydi da hepimiz içimizde sakladigimiz bütün kötü seyleri, sadece en yakin dostlarimiza açtiklarimizi degil, bazan kendi kendimize bile itiraf etmekten utandigimiz duygularimizi, anilarimizi açiga vursaydik... dünyayi öylesine igrenç bir koku kaplardi ki, soluk alamaz, bogulurduk. Toplumun koydugu kurallar da bu bakimdan iyidir zaten. Derin bir anlami vardir bu kurallarin... ahlâk yönünden yararlidirlar demeyecegim, ama koruyucudurlar, rahatlik verirler kisiogluna; hem böylesi daha da iyidir, çünkü ahlâk aslinda rahatligin ta kendisidir, yani rahatlik için düsünülmüstür. Ama görgü kurallarindan sonra söz edecegim, simdi karismasin kafam, sonra hatirlatin bana. Kisaca söyleyeyim: Ahlâksizlikla suçluyorsunuz beni, oysa bütün suçum, baskalarindan daha açik yürekli olmam; herkesin - demin söyledigim gibi - kendinden bile sakladigi seyleri açik açik anlat-mamdir... Kötü yaptigimin farkindayim, ama su anda böyle istiyor canim. - Alayli alayli gülümsedi. - Ama korkmayin, suçlu oldugumu söylediysem özür dileyecegim demek degildir bu; yapmam böyle bir sey. Sunu da unutmayin: Sizin de bu çesit sirlariniz olup olmadigini sorarak mahcup etmeyecegim sizi... Kibarca, efendice davranacagim. Zaten daima efendice davranirim... Küçümseyerek yüzüne baktim:
- Saçmalamaya basladiniz. - Saçmalamaya mi basladim? Ha, ha, ha! Neden söz etmemi isterdiniz acaba? Sizi buraya niçin getirdigimi, niçin durup dururken bu kadar açildigimi merak ediyorsunuzdur, öyle degil mi? - Evet. - Sirasi gelince ögreneceksiniz bunu. - Iki sise içtiniz tabiî... içki basiniza vurdu. - Yani sarhos oldum. Belki de öyledir. «Içki basiniza vurdu!» dogrusu daha bir ince söyleyis... Ah çok kibarsiniz! Ama... gene kavgaya basladik galiba; oysa pek ilginç bir konuya geçmistik. Evet, ozan dostum benim, dünyada kadinlardan tatli, hos bir sey yoktur. - Bakin Prens, sirlarinizi, tutkularinizi bana açmak akliniza nereden esti, hâlâ anlayamiyorum...
- Him... sirasi gelince ögreneceksiniz dedim ya. içiniz rahat olsun; belirli bir amacim yok zaten; bir ozansiniz, anlarsiniz beni, önceden de söylemistim bunu... Kisinin, maskesini birden indirmesinde; hiç utanmadan, sikilmadan içindeki bütün kötülükleri ortaya döküverme-sinde bambaska bir tat var. Bir hikâye anlatacagim size: Pariste deli bir adam varmis; deli oldugu kesinlikle anlasilinca akil hastanesine yatirmislar onu sonra. Herif, babalari tutunca, gönlünü eglendirmek için evinde anadan dogma çirilçiplak olur, sadece ayakkabilarini çikarmaz, üzerine ta topuklarina kadar uzanan bir pelerin alip ona siki siki sarilir, magrur bir tavirla sokaga çikarmis. Gören kendi halinde, uzun pelerin giymekten hoslanan bir adam sanirmis onu. Ne var ki, issiz bir yerde birisiyle karsilastigi zaman adamin üzerine üzerine gidip tam karsisinda durur, pelerininin önünü açarmis... Bir an öyle durur, sonra gene pelerinine bürünür, hiç bir sey söylemeden, gayet ciddi bir tavirla, donakalan zavallinin saskin bakislari arasinda Hamlet'deki hayalet gibi magrur, çekip316 - gidermis. Erkek, kadin, çocuk ayirdigi yokmus. Tek zevki buymus adamin. Hiç beklemedigi bir anda saf bir Schiller'ciyi sapsallastirmak da hemen hemen ayin hazzi verir kisiye. «Sapsallastirmak»... ne tuhaf bir sözcük? Yeni edebiyatinizda karsilastim onunla. - Adam deliymis, ama siz... - Kötü niyetliyim, degil mi? - Evet. Prens bir kahkaha atti. Sonra, yüzünde küstah bir ifade, - Çok dogru düsünüyorsunuz canim, diye ekledi. Öfkelenmistim. - Prens, dedim, bizlerden nefret ediyorsunuz, bütün hincinizi da benden aliyorsunuz. Gururunuzden yapiyorsunuz bunu. Çok hainsiniz. Kiziyorsunuz bize; en çok da o aksam olanlar kizdirdi sizi belki. Beni böylesine küçümsemekle sanirini öcünüzü almis oldunuz; her insanin birbirine göstermek zorunda oldugu en basit nezaket kurallarini bile umursadiginiz yok. Karsimda o igrenç maskenizi çikarmakla, tüm ahlâksizliklarinizi ortaya dökmekle, benden utanmaya bile tenezzül etmediginizi açikça belirtmis oldunuz... Yüzüme kötü kötü bakarak, - Bana niçin söylüyorsunuz bütün bunlari? diye sordu. Gözünüzden bir seyin kaçmadigini göstermek için mi? - Sizi anladigimi bilesiniz diye. Birden eski geveze, neseli tavrini takindi: - Quelle idée, mon cher. (1) Kafami karistirdiniz.. Buvons, mon ami, (2) izin verin doldurayim kadehinizi. (1) Bunu da nereden çikardiniz, canini (Fransizca). (2) Içelim, dostum (Fransizca). 317 Oysa çok hos, son derece ilginç bir sey anlatmaya hazirlaniyordum size. Söyle kisaca anlatayim bari. Vaktiyle bir hanimefendi tanimistim; pek genç sayilmazdi, yirmi yedi - yirmi sekiz yaslarinda vardi. Ama bitirim bir seydi: O ne yüz, o ne endam, o ne yürüyüstü! Bakislari keskin, daima kuru, sertti. Erisilmez, magrur bir kadin tavri vardi. Soguk mu soguktu. Ahlâk temizligiyle bütün çapkinlarin gözünü korkutmustu. Çevresinde ahlâk kurallarina onun kadar bagli tek kisi daha yoktu. Öteki kadinlarin suçlarini birakin, en küçük bir kabahatlerini bile bagislamaz, hemen damgayi basardi. Çevresinde pek sayilir, sevilirdi. En magrur, en titiz kocakarilar bile severlerdi onu, hattâ yaltaklanirlardi. Karsisindakini bir ortaçag manastirinin basrahibesine yarasir duygusuz, donuk bakislarla süzerdi. Sosyetenin genç bayanlari onun bu bakisindan, amansiz hükümlerinden tir tir titrerlerdi. Bir sözü, bir imasi o zamana kadar sevilen, sayilan bir kimseyi mahvederdi. Sosyetede öylesine önemli bir yeri vardi; erkekler bile korkardi ondan. Zaten yaslaninca da kendi kabuguna çekildi; magrur, çatik kasli, çevresindekileri devamli olarak yeren huysuz bir sey oldu... Inanir misiniz, aslinda ondan daha rezil bir kadin gelmemistir yeryüzüne. Güvenini kazanmayi basarmistim... Anlayacaginiz, gizli, esrarli asigiydim. Iliskilerimiz öylesine ustalikla düzenlenmisti ki, hizmetçileri bile kuskulanamaz-lardi bir seyden. Hanimin pek cici bir Fransiz oda hizmetçisi vardi, yalniz o biliyordu sirrimizi, ama ona güvenebilirdik; oyunumuza, o da katiliyordu çünkü... nasil katildigini simdilik anlatmayacagim. Bizim hanim Marki de Sade'ye (1) tas çikartacak kadar sehvet düskünüydü. Ama aramizdaki iliskinin en güçlü, en iç giciklayici hazzi (1) Bir Fransiz erotik yazar. onun gizliliginde, baskalarina söylenen yalandaydi. Kontes'in sosyetede savunucusu oldugu yüce, kutsal ahlâk kurallariyla edilen bu alay, bu için için atilan seytanca kahkaha, daima saygi duyulmasi gereken seyleri bile bile ayaklar altina almakta gösterilen bu inat... en atesli bir hayalin bile kapsayamayacagi bu sinirsiz çilginlik... tattigimiz hazzi güçlendiren bunlardi iste. Evet, insan kiliginda bir seytandi bu kadin, ama gözkamastirici bir seytan... Onu hatirladikça tüylerim hâlâ diken diken olur. Sevismemizin en atesli aninda birden çildirmis gibi kahkahalarla gülmeye baslardi; bu kahkahalari anlar, ben de basardim kahkahayi ...Aradan uzun yillar geçtigi halde, hatirladikça hâlâ solugum kesilir gibi oluyor. Bir yil sonra sepetledi beni, baskasini aldi yerime. Istesem bile bir zararim dokunamazdi ona. Kim inanirdi bana? Öylesine soylu bir hanimefendiden beklenir miydi böyle bir sey? Ne diyorsunuz genç dostum? Prensin bu anlattiklarini tiksinerek dinlemistim.
- Igrenç! dedim. - Baska türlü bir cevap verseydiniz genç dostluktan atardim sizi! Böyle söyleyeceginizi biliyordum zaten. Ha, ha, ha! Zamanla anlarsiniz mon ami,, birkaç firin ekmek daha yemeniz gerek. Ama ozan dediginiz sizin gibi olmaz dogrusu; bu kadin hayati anliyor, yasamasini biliyordu. - Bunun için isi böylesine bir hayvanliga vardirmak mi gerekiyor? - Ne gibi? - O kadinla sizin yaptiginiz hayvanliktir. - Buna hayvanlik diyorsunuz demek... hâlâ gem altinda oldugunuzu gösteriyor bu! Oysa ben, kisinin özgürlügü tadabilmesi için... neyse, gelin daha anlasilir bir dille konusalim mon ami... kabul edin ki saçma bir sey bu. - Peki saçma olmayan ne? - Kisilik... ben. Her sey, evren bile benim için ya-
ratilmistir. Bakin dostum, dünyada hâlâ mutlu olunabilecegine inananlardanim. Inançlarin en güzelidir bu, çünkü buna inanmayan yasama gücünü yitirir, kendi kendini zehirlemek zorunda kalir. Isittigime göre budalanin biri öyle yapmis. Felsefeye öylesine dalmis ki, her seyi, kisi-oglunun koydugu en olagan kurallari bile paramparça etmis, sonra bakmis ki yaninda yöresinde bir sey kalmamis; dünyanin hiçlik üzerine kuruldugunu, kisioglu için tutulacak en iyi yolun siyanür içmek oldugunu buyurmus. Siz bunun Hamlet'e yarasir sonsuz bir umutsuzluk, bizlerin hiç bir zaman akil erdiremeyecegimiz yüce bir davranis oldugunu söylersiniz. Ama siz de ozansiniz, bense basit bir insanim; bunun için konuya en pratik açidan bakilmasi gerektigi görüsünü savunurum. Sözgelimi, ben kendimi tüm baglardan, zorunluluklardan kurtarali çok oluyor. Yalnizca kendi çikarim söz konusu oldugu zaman kendimi zorunlu hissederim. Ama siz böyle düsünemezsiniz tabiî. Eliniz kolunuz bagli çünkü, duygulariniz körel-mis... Yüce düsüncelerden, soylu davranislardan baska bir endiseniz yok. Ama siz ne söylerseniz kabul etmeye hazirim dostum. Gelgelelim, kisioglunun fazilet dedigi her seyin temelinde bir bencilligin bulundugunu kesinlikle biliyorsam ne yapayim? Kisi ne denli faziletli olursa o denli bencillesir. Bence insan önce kendini sevmeli... bunu bilir bunu söylerim. Hayat bir ticarettir; parayi bos yere saga sola savurmaya gelmez, kendi zevkiniz için harcayin onu, yakinlariniza karsi görevlerinizi yerine getirin... ille de ögrenmek istiyorsaniz, benim hayat felsefem budur iste - aslinda daha da ileri giderim, para vermeden zevk almaya çalisirim. - Ülküm falan yoktur, olmasini da istemem; hiç özenmedim böyle bir seye. Kisi ülkü-süz de güzel, hos bir hayat sürebilir... en somme, (1) si- (1) Sözün kisasi (Fransizca).320 yanür içmek zorunda kalmadigima seviniyorum. Birazcik daha faziletli olsaydim belki o aptal filozof gibi (Alman'di muhakkak) ben de içecektim siyanür. Ama olmaz! Hayat o kadar güzel ki! Sosyetede önemli bir yerim olmasini, yükselmeyi, yüksek oynamayi (kumara bayilirim) seviyorum. Hele kadinlari... her çesit kadin kabulümdür; degisiklik olsun diye asagi tabakadan kadinlarla bile yatip kalkarim... Ha, ha, ha! Su anda öyle tiksiniyorsunuz ki benden; yüzünüzden belli! - Haklisiniz. - Tutalim ki siz de haklisiniz, ama kabul edin ki çirkef siyanürden daha iyidir. Öyle degil mi ? - Hayir, siyanür daha iyidir. - Öyle degil mi diye mahsus sordum size; cevabinizin bana haz verecegini biliyordum. Hayir, dostum: insanlari gerçekten seviyorsaniz, akilli olanlarin benim haz duydugum seyleri benimsemelerini dileyin.. Akilli bir in-san dünyada çirkefin içinde yasar, ya da can sikintisindan intihar eder, o zaman da dünya aptallara kalir tabiî. Onlar mutlu olur! Bir atasözü bile vardir: Keyif aptallarindir, derler. Hem biliyor musunuz, akilsizlarla beraber yasamaktan, onlara kafa sallamaktan daha hos bir sey yoktur; akillinin isine de gelir bu! Kör inançlara deger verdigime, birtakim kurallara uyduguma, yükselmek için didindigime bakmayin siz benim; bos, anlamsiz bir toplumda yasadigimin farkindayim; bu toplumda keyfim ye-rindeyken kafa sallarim ona, savunucusu oldugumu belirtmekten geri kalmam, ama sirasi gelince en önce ben birakip kaçarim onu. Yeni dünya görüsünüzü, düsüncelerinizi biliyorum, ama hiç bir zaman dert edinmedim onlari kendime, âdetim degildir zaten bir seyi dert edinmek. Vicdan azabi nedir bilmem. Çikarima olan her seyi kabul ederim. Çoktur benim gibiler, keyfimiz de yerindedir. Dünyada her sey mahvolabilir, sadece bizim kilimiz incinmez. Dün-
ya kurulali beri variz. Dünya alt - üst olsa da biz gene üstte kaliriz. Bizim gibilerin ne kadar çok yasadiklarina bakin, yeter size. Gerçekten çok uzun ömürlü oluruz; hiç dikkatinizi çekti mi bu? Seksen, doksan yasina kadar yasariz. Demek ki doga da bizden yana, ha, ha, ha! Doksan yasina kadar yasamaya kararliyim. Ölümü sevmiyorum, korkuyorum ondan. Nasil ölecegim, kim bilir? Ama yeri mi simdi bunun! O asagilik filozof getirdi bunlari aklima. Felsefe de neymis! Buvons, mon cher! Ne güzel, kizlardan açmistik... Aa, nereye! - Gidiyorum, geç oldu...
- Birakin canim! Ben her seyimi anlattim size, hâlâ dost kabul etmiyorsunuz beni. Keh, keh, keh! Sevmesini bilmiyorsunuz siz, ozan dostum. Durun, bir sise daha içecegim... - Üçüncüyü mü? - Evet. Fazilete gelince, benim genç müridim (sizi bu güzel adla çagirmama izin verin: Kim bilir, bakarsiniz bir gün ögütlerim yarar size)... evet, ne diyordum, fazilete gelince «bir insan ne denli faziletliyse o denli bencildir», demistim size. Bunun üzerine çok hos bir hikâye anlatacagim size: Vaktiyle bir kiz sevmistim. Içtendim. Çok seyini fedâ etti benim ugruma... Kendimi tutmayi gerekli bulmuyordum artik. Kaba bir tavirla, - Soyup sogana çevirdiginiz kizdan söz ediyorsunuz galiba? diye sordum. Prens irkildi, yüzü degisti, alev saçan gözlerini yüzüme dikti; bakisinda saskinlik, çilgin bir öfke vardi. Kendi kendine konusuyormus gibi, - Durun, dedi, durun biraz düsüneyim. Gerçekten sarhosum, düsünemiyorum... Ezilenler - F : 21 Sustu, kaçacagimdan korkuyormus gibi elimi birakmadan, hep o öfkeli bakisiyla süzüyordu beni. O anda, hiç kimsenin bilmedigi bu kiz olayini benim nereden ögrendigimi, bunda onun için bir tehlikenin söz konusu olup olmadigini anlamaya çalistigindan kuskum yok. Öyle bir dakika kadar bakti yüzüme, sonra yüzü birden degisti; gene deminki alayli, sarhos ifade parladi gözlerinde. Kahkahayi basti : - Ha, ha, ha! Taleyran, bu kadar olur! Evet, onu soyup sogana çevirdigimi yüzüme karsi haykirinca gerçekten de donup kalmistim. Nasil da bagirip çagiriyor, küfürler savuruyordu! Gözüpek... çilgin bir kadindi! Simdi de beni dinleyin: Bir kere, söylediginiz gibi hiç de soymadim onu. Bütün parasini kendi vermisti bana, benim paramdi artik... Tutalim ki, en iyi fraginizi bana verdiniz (bunu söylerken, üç yil önce terzi Ivan Skornyagin'e diktirdigim hayli biçimsiz, tek fragima bakiyordu), te sekkür ettim, giyiyorum onu, bir yil sonra aramiz bozuldu, kavga ettik, verdiginiz fragi geri istiyorsunuz, oysa ben eskitip attim onu... Verilen bir sey geri istenir mi? Sonra, paranin benim olduguna bakmaz, geri verirdim onu, ama siz de kabul edersiniz ki ha deyince bulamazdim o kadar parayi. Demin de söyledim, duygulu, Schiller'ci insanlardan nefret ederim... ayrilmamizin sebebi de buydu zaten. Karsima dikilip (zaten benim olan) parayi bana bagisladigini nasil da kiritarak haykirdigini görmeliydiniz. Tepem atti, ama gene de yerinde bir karar verdim: Parayi geri verirsem onu belki de mutsuz edecegimi düsündüm. Benim yüzümden bedbaht olmak, ömrü boyunca bana lanet okumak zevkinden yoksun ederdim onu sonra. Inanin ki dostum, bu çesit bir bedbahtlikta, kisinin kendini hakli, dürüst görmesinin; ona kötülük eden insanin alçak oldugunu söylemeye hak kazandigina inanmasinin verdigi yüce bir haz vardir. Nefret dolu bu 323 haz daha çok Schiller'cilerde görülür... anlayacaginiz, yiyecek bir lokma ekmegi bile olmasa, kendini mutlu hissedecegini biliyordum. Onu bu mutluluktan yoksun etmek istemedim, para yollamadim ona. Böylece benim kuralim tam olarak ispat edilmis oluyor: Kisioglunun faziletleri büyüdükçe, çogaldikça bencilligi de o ölçüde igrençlesir... Anlayamiyor musunuz bunu yoksa? Ama... yakalayacaktiniz beni, degil mi? ha, ha, ha!.. Hadi itiraf edin, yakalamak istiyordunuz beni!.. Ah sizi gidi Taleyran! Kalktim. - Hosça kalin! O igrenç sesini birden degistirdi, ciddi bir tavirla, - Bir dakika! diye bagirdi. Son birkaç söz daha... Bakin, anlattiklarimdan, çikarimi ne pahasina olursa olsun elimden kaçirmaya yanasmayacagimi kesinlikle anlamissinizdir sanirim. Parayi severim; ihtiyacim da vardir ona. Katerina Fyodorovna'nin parasi çok; babasi on yil sarap tekelciligi yapti. Üç milyonu var; çok isime yarayacak bu para. Alyosa'yla Katya tam birbirinin dengidir: Ikisi de son derece aptal; benim istedigim de bu zaten. Bir an Önce evlenmelerini bunun için istiyorum. Iki üç hafta sonra Kontes'le Katya köye gidiyorlar. Alyosa da onlarla gitmeli. Natalya Nikolayevna'yi uyarin, duygulu, Schil-ler'vari sahneler olmasin, bana karsi gelmesin. Kindar, hâinimdir; dedigimi yaparim. Ondan korkmam, her sey benim istedigim gibi olacak; bu uyarmami sirf onu düsündügüm için yapiyorum. Aptallik etmesin, aklini basi-:na toplasin. Yoksa kötü olur onun için, çok kötü olur. Öpüp de basina koysun, mahkemeye vermedim onu. Su-:nu bilesiniz ki ozan dostum, yasalar aile huzurunun koru-yucusudurlar; evlâdin baba sözü dinlemesini buyurur, evlâda ana - babaya olan kutsal görevlerini unutturan kimseleri de hos görmezler. Sonra, düsünün ki sözü geçen bir insanim, oysa o zavallinin biri... hem... ona neler ya-- 324 pabilecegimi anlayamiyor musunuz ? Ama yapmadim, çünkü bu zamana kadar akli basinda hareket etti. Sasirmayin: Alti aydir her an her hareketi en dikkatli gözlerce izleniyordu, her seyi bütün ayrintilariyla biliyorum. Alyosa'nin onu birakmasini bunun için sogukkanlilikla bekliyordum; oglum biraz da eglensin dedim. Bekledigim an gelmek üzere simdi. Onun gözünde iyi bir baba olarak kaldim, benim için daima böyle düsünmesi gerek. Ha, ha, ha! Alyosa'yla simdiye kadar evlenmedigi için o aksam nasil iltifatlar yagdiriyordum ona! Oysa bilmek isterdim nasil evlenecegini! O aksam onu ziyaret etmeme gelince: Aralarindaki iliskinin sona ermesi gerekiyordu artik, sirf bunun için geldim. Hem durumu kendim görüp ögrenmek istedim... Yeter mi size bu kadar bilgi? Belki daha bir seyler ögrenmek istersiniz: Sizi buraya niçin
getirdigimi, her seyi açik açik söylemek varken karsinizda niçin bu kadar hokkabazlik ettigimi, içimi döktügümü merak ediyorsunuzdur belki? - Evet. Kendimi tutuyor, dikkatle dinliyordum. Baska bir cevap veremezdim. - Kafanizin bizim iki aptalinkinden daha iyi çalistigini, durumu daha iyi kavradiginizi gördügüm için. Benim nasil bir insan oldugumu anlayabilir, bir sürü tahminler yürütebilirdiniz; ama sizi bunca zahmetten kurtarmak istedim, karsinizda kimin bulundugunu size açik açik anlatmaya karar verdim. Böylesi daha iyi oldu. Anlayin beni, mon ami. Nasil bir insan oldugumu biliyorsunuz artik, onu da sevdiginize göre, birtakim tatsiz durumlarla karsilasmamasi için elinizden geleni yapacaginizi umarim. Sizin sözünüzü dinler. Yoksa is açilir basina. Sonra, sizinle böyle açik konusmamin üçüncü bir sebebi var... (anladiniz tabiî ne oldugunu) evet, gerçekten de bütün bu serüveni biraz alaya almak, hem bunu size kar-
si yapmak istedi canim... Heyecandan zangir zangir titreyerek, - istediginiz de oldu, dedim. Öfkenizi, bizleri ne denli küçük gördügünüzü bu açik konusmanizla en iyi biçimde göstermis oldunuz. Itiraflarinizin sizi benim karsimda küçük düsüreceginden korkmadiginiz gibi, utanmadiniz bile benden... Gerçekten de anlattiginiz pelerinli deliye çok benziyordunuz. Adam yerine koymadiniz beni.. O da kalkti. - Çok dogru anlamissiniz genç dostum, dedi, anlamissiniz, bosuna degilmis edebiyatçiliginiz... Umarim dostça ayriliriz. Dostlugumuzun onuruna içmeyecek miyiz? - Sarhossunuz, sirf bunun için hakettiginiz cevabi vermeyecegim... - Gene üç nokta; nasil bir cevap hakettigimi söylemediniz, ha, ha, ha! Hesabinizi ödememe izin vermezsiniz saniyorum. - Üzülmeyin, kendim öderim. - Elbette ödersiniz. Yolumuz da ayri galiba? - Evet. - Hosça kalin, ozan dostum. Umarim anladiniz beni... Dönüp, hafif yalpa vurarak çikti. Usagi arabaya binmesine yardim etti. Ben kendi yoluma gittim. Gecenin üçüydü. Yagmur yagiyordu, zifiri bir karanlik vardi...DÖRDÜNCÜ BÖLÜM I Öfkemi anlatmayacagini. Olacaklari önceden kestirdigim halde, gene de sasirmistim. Tüm igrençligini bir anda sermisti gözlerimin önüne. Hatirliyorum, duygularim pek belirsiz, bulanikti: Sanki bir seyin altinda eziliyor, boguluyordum; kapkara bir iç sikintisi giderek doluyordu kalbime. Natasa için korkuyordum. Çok istirap çekecegini biliyor; ona nasil yardimci olabilecegimi, olaylarin onu yikmamasi için neler yapmam gerektigini düsünüyordum. Sonuç belliydi artik, ayrilacaklardi. Her seyin bitmesine çok az kalmisti! Yagmurun altinda eve kadar nasil yürüdügümü bilmiyorum. Saat üçtü. Kapiya daha bir kere vurmustum ki, içerden bir inleme duydum, anahtar aceleyle çevrildi. Nelli hiç yatmamis, kapinin dibinde beni beklemisti sanki. Isik yaniyordu. Nelli'nin yüzünü görünce ürperdim. Gözlerinde hummali pariltilar, bakisinda vahsi bir ifade vardi; tanimamisti beni sanki. Atesler içinde yaniyordu. Egilerek kucakladim onu. - Nelli, neyin var, hasta misin? Bir seyden korkuyormus gibi sokuldu bana; kesik kesik bir seyler mirildandi. Bunlari bir an önce söylemek
için dört gözle beklemisti beni sanki. Ama ne dedigi an--lasilmiyordu; sayikliyordu. Hemen yataga götürdüm. Korkuyormus, onu birisin--den korumam için yalvariyormus gibi sokuluyordu bana; yatagina uzandiktan sonra bile, onu birakip gene gidece--gim korkusuyla kolumdan tutuyordu. Sinirlerim o kadar bozuktu ki, onun bu halini görünce aglamaya basladim. Ben de hastaydim. Agladigimi farkedince, bir seyi anla--maya çalisiyormus gibi dikkatli dikkatli bakmaya basladi yüzüme. Kendini çok zorladigi belliydi. Yavas yavas ifa-: deye benzer bir sey belirdi yüzünde. Sara nöbetlerinden sonra çogunlukla bir sey düsünemez, anlasilir bir dille konusamazdi. Simdi de öyle olmustu: Kendini çok zorladigi halde derdini anlatamayinca kolunu uzatti, gözyaslarimi sildi, sonra boynuma sarildi, kendine dogru çekti beni, öptü. . . Besbelli, ben yokken nöbet gelmisti ona. Hem de ka-pinin yaninda dururken... Nöbet geçince de uzun süre gelememisti kendine. Böyle anlarda insan gerçekle hayali birbirine karistirir. Bir kâbus görmüs olmaliydi. Tam o" sirada benim gelecegimi, kapiyi çalacagimi düsündü; ka-pinin dibinde yerde yatarken heyecanla beni bekliyordu; geldigimi duyunca aceleyle dogruldu. «Peki ama kapinin yaninda ne isi vardi?» diye düsününce birden kürklü mantosunun üzerinde oldugunu farkettim. (Ara sira bana ugrayip, veresiye esya satan yasli kadindan bir manto almistim ona.) Sasirmistim, Demek ki bir yere gidecekti, tam kapidan çikarken nöbet gelmisti. Nereye gitmek istiyordu acaba? Gitmeye hazirlanirken de kendinde degil miydi acaba?
Atesi düsmek bilmiyordu. Biraz sonra gene kaybetti kendini. Bana geleli beri bu üçüncü nöbetti. Ilk ikisini kolay atlatmisti; oysa simdi sitmaya yakalanmisti sanki. Basucunda yarim saat bekledikten sonra sedire bir san- dalye dayayip, beni çagirinca hemen uyanayim diye, soyunmadan yanina uzandim. Isigi söndürmemistim. Uykuya dalincaya kadar birkaç kere basimi kaldirip baktim ona. Yüzü bembeyazdi. Dudaklari atesten çatlak çatlakti; düsünce bir yere vurmus olacak, üst dudagi kanamisti. Yüzündeki korku, istirap ifadesi - uykuda bile atamiyordu onu içinden - bir an kaybolmuyordu. Fenalasir-sa sabahleyin ilk is doktora gidecektim. Sitmaya yakalanacagindan korkuyordum. Nefretle «Prens korkuttu onu» diye geçirdim içimden; suratina parayi firlatan kadini hatirladim. II Iki hafta geçti aradan; Nelli yavas yavas iyilesiyordu. Atesi düsmüstü ya, hâlâ hastaydi. Nisanin sonlarinda, güzel, günesli bir günde kalkti yataktan. Paskalyaya bir hafta vardi. Zavalli kiz! Hikâyeme eski düzende devam edemiyecegini artik. Bu anlattigim olaylarin üzerinden çok zaman geçti; ama Nelli'nin o soluk, zayif yüzünü; yalniz kaldigimizda yattigi yerden bana, aklindan geçenleri anlamami istiyormus gibi uzun uzun bakisini hatirladikça hâlâ içim sizlar, bir tuhaf olurum. Ne düsündügünü anlamadigimi, saskinligimin geçmedigini görünce dudaklarinda hafif bir gülümseme belirir, ince, kuru parmakli, ates gibi yanan elini içtenlikle bana dogru uzatirdi... Artik her sey geçti, her sey ögrenildi; ama ben bu hasta, bitmis, ezilmis küçük kalbin sirrini hâlâ bilmiyorum. Hikâyemden uzaklasacagimin farkindayim, ama su anda yalniz Nelli'yi düsünmek istiyorum. Çok tuhaftir: Simdi hastane ranzasinda, bir zamanlar öylesine sevdi-
gim herkesçe terkedilmis, yalniz basima yatarken geçmisi düsündükçe bazan aklima, o zaman dikkatimi çekmemis, üzerinde durmadigim birtakim küçük ayrintilar geliyor, birden bambaska bir önem kazaniyorlar, simdiye kadar anlayamadigim bazi seyleri anlatiyorlar bana. Nelli'nin hastaliginin ilk dört gününde doktorla ben çok korku çektik, ama besinci gün doktor disari çagirdi beni, korkulacak bir seyin olmadigini, kizin iyilesecegini söyledi. Bu, Nelli'nin ilk hastaliginda çagirdigim, boynundaki kocaman Stanislav nisaniyla onu pek sasirtan, tani-digim iyi kalpli, babacan, yasli doktordu. Sevinçle, - Korkacak hiç bir sey kalmadi demek? diye sordum. - Evet, iyilesecek, ama kisa bir zaman sonra da. ölecek. Bu söz saskina çevirmisti beni. - Ölecek mi? diye bagirdim. Niçin? - Evet, günleri sayilidir. Hastanin kalbinde dogustan organik bir aksaklik var; en küçük bir kötü durumda gene yataga düsecek. Belki gene atlatir, ama sonra gene hastalanacak, sonu ölümdür. - Kurtulmasina en küçük bir umut yok mu? Hayir, doktor, olamaz bu! -. Olur. Ama hasta her çesit heyecandan uzak, huzur, mutluluk dolu bir hayat sürerse ölümden bir zaman için uzak olabilir, hattâ hiç umulmadik... tuhaf, akil almaz olaylar görülmüstür... sözün kisasi, hasta çok sayida uygun kosulun bir araya gelmesiyle kurtulabilir belki, ama kesinlikle kurtulus hiç bir zaman için yoktur. - Tanrim, ne yapsam ben simdi? - Ögütlerimi dinleyecek, hastayi her çesit heyecandan uzak tutacak, ilâcini zamaninda almasina dikkat edeceksiniz. Kizin sinirli, heyecanli bir yaradilisi var, çok da. alayci. Ilâcini zamaninda almak istemeyebilir, demin oldugu gibi. - Evet doktor. Gerçekten çok tuhaf bir kiz, ama ben hastaligina veriyorum bunu. Dün pek usluydu; bugün de ilâcim ona verirken farkinda degilmis gibi kolunu bir salladi, kasigi düsürdü elimden. Yeni bir paket tozu açip kasiga bosaltiyordum ki, kutuyu birden kapti, yere firlatti, sonra da aglamaya basladi... Bir an düsündükten sonra ekledim: - Aglamasi ilâci almak istemediginden degildi galiba... - Him! Sinirlerinin bozuklugu bunun sebebi. Basindan geçen felâketlerin bir sonucu (Nelli'nin hikâyesinin bir çok yerlerini açik açik, ayrintilariyla anlatmistim doktora, duygulanmisti). Zaten bu yüzden hasta oldu zavalli. Simdilik ilâcini düzenli almasina dikkat etmemiz gerekiyor. Bir kere daha konusacagim onunla, doktor sözü dinlemesini... yani ilâcim almasini söyleyecegim. Mutfaktan çiktik (doktorla orada konusuyorduk), ihtiyar hastanin yanina gitti. Nelli konusmalarimizi duymustu galiba; basini yastiktan kaldirmis; bizden yana kulak kabartiyordu. Aralik kalmis kapidan görmüstüm bunu; biz odaya girince yaramazi yataga gömülmüs bulduk. Alayli alayli gülümseyerek yüzümüze bakiyordu. Dört gün içinde çok zayiflamisti zavalli; gözleri çukura kaçmisti; atesi bir türlü düsmüyordu. Petersburg'daki Almanlarin en iyi yüreklisi olan doktoru pek sasirtan muzip bakislari, yaramaz halleri yadirganiyordu artik. Ihtiyar ciddi bir tavirla, ama sesini elinden geldigince yumusatarak, verdigi tozun önemini, onun iyilesmesine yardim edecegini, ilâcini zamaninda almasinin gerektigini tatli bir dille anlatti. Nelli hafifçe dogruldu, birden kolunu kasiga çarpti - bilmeden çarpmis gibi davranmis-
ti, - gene döktü ilâci. Bunu mahsus yaptigini biliyordum. Ihtiyar sakin sakin,
- Çok dikkatsizsiniz, dedi, hiç iyi bir sey degil bu. Hem öyle saniyorum ki mahsus döktünüz ilâci, ayip, yakismaz size. Ama... olsun varsin, bir paket daha açiveri-riz. Nelli doktorun gözlerinin içine bakarak gülmeye basladi. Beriki basim salliyordu. Yeni bir paket açarken, - Ayip bu yaptiginiz, çok ayip, diyordu. Nelli gene gülmemek için kendini zorlayarak, - Kizmayin, dedi, içecegim... Seviyor musunuz beni? - Yaramazlik yapmazsaniz çok severim. - Çok mu? - Evet, çok. - Ya simdi sevmiyor musunuz? - Simdi de seviyorum. - Sizi öpmek istersem siz de beni öper misiniz? - Tabii. Ama bunu haketmelisiniz. Nelli gene tutamadi kendini, gülmeye basladi. Doktor, son derece ciddi, fisildadi bana: -. Hasta aslinda sen yaratilisadir, ama simdi nesesi sinirden... Nelli bitkin sesiyle, birden, - Pekâlâ, içecegim ilâcimi, diye bagirdi, ama siz de, büyüdügüm zaman evleneceksiniz benimle, tamam mi? Bu bulusu belli ki pek hosuna gitmisti. Biraz sasiran doktorun verecegi cevabi beklerken gözleri isil isil parliyor, gülmemek için kendini tuttugundan dudaklari titriyordu. Kizin bu yeni sakasina elinde olmadan gülümseyen doktor, - Iyi, akilli uslu bir kiz olursaniz, dedi, bir de... Nelli sözünü gesti : - Bir de ilâcimi zamaninda alirsam, degil mi? - Evet! Doktor gene fisildadi bana: - Çok iyi yürekli bir kiz, çok da akilli, ama dogru-su... su evlenmek isini nereden çikardi anlayamadim... Kasigi doldurup gene götürdü Nelli'ye. Kiz bu kez kurnazlik etmeye bile kalkismadi, kasiga asagidan yukari hizla vurdugu gibi ilâci adamcagin yüzüne, gömlegine bo-saltti. Nelli kahkahayla gülüyordu, ama önceki gibi çocuksu, sen kahkahalar degildi bunlar. Yüzünden sert, hain bir ifade gelip geçti. Benimle göz göze gelmekten kaçini-yor, sadece doktora bakiyor, huzursuz oldugu besbelli alayci tavriyla «gülünç» ihtiyarin ne yapacagim bekliyordu. Doktor mendilini çikarip yüzüyle gömlegini temizlerken, - O! dedi, gene mi... Ne sanssizlik! Neyse... bir pa-ket daha açabiliriz. Nelli'yi çok sasirtmisti bu. Kizmamizi, bagirip çagir-mamizi bekliyordu; hemen aglamaya baslamak, sinir krizi gelmis gibi hiçkirmak, ilâci gene bir vurusta dökmek, hattâ eline geçirdigi bir seyi kirmak böylece sizlayan yüreciginin atesini söndürmek için belki bilinçsiz olarak istiyordu bile. Bu çesit kaprisler sadece hastalarda ya da Nelli'de görülmez. Içimde, birisinin bana hakaret etmesi ya da gücenebilecegim bir sey söylemesi istegiyle odamda "bir asagi bir yukari dolastigim çok olmustur. Böyle durumlarda «bosalan» kadinlar aci aci aglarlar, duygulu olanlarina sinir buhrani bile gelir. Son derece olagan bir durumdur bu; çogunlukla insanin içinde hiç kimsenin bil-medigi, istedigi halde kimseye açamadigi bir keder bulun-dugu zamanlar görülür. Ama alaya alinan ihtiyarin kötü bir sözcük söyleme-
yip, ona üçüncü kere ilâç hazirlarken gösterdigi meleklere vergi iyi yüreklilik Nelli'yi bir anda durultmustu. Gülmesi kesildi, yüzü kizardi, gözleri nemlendi; bana bakti, hemen kaçirdi bakisini. Doktor ilâci götürdü ona. Sessizce, ürkek ürkek içti hepsini; sonra doktorun kirmizi, tombul elini tuttu, basini yavasça kaldirip yüzüne bakti. - Siz... kizdiniz... çok kötü bir ki... diye basladi. Ama sözünün sonunu getiremedi; yorgani basina çe- kip hüngür hüngür aglamaya basladi. - Ah yavrum, aglamayin. . Önemi yok bunun... Sinirleriniz bozuk biraz, hepsi o kadar; su için. Ama Nelli'nin dinledigi yoktu. Ihtiyar ha agladi ha aglayacakti.S . - Kendinize gelin... diye devam etti, üzülmeyin. Iyi bir kiz olursaniz evlenecegim sizinle... Yorganin altindan hiçkiriklarla kesilen tiz, sinirli, çok iyi tanidigim bir kahkaha duyuldu. - Ilâcimi da alirsam tabii! Doktor aglamakli, - Iyi, temiz bir kiz, dedi. Zavalli yavru! O günden sonra doktorla Nelli arasinda tuhaf bir yakinlik basladi. Bana karsi da giderek aksilesiyordu. Bunu neye verecegimi bilmiyordum; bu degisikligin onda birdenbire olmasi sasirtiyordu beni. Hastaliginin ilk günlerinde bana son derece düskündü, bakmaya doyamiyormus gibi gözlerini ayirmiyordu yüzümden; elimi sicacik avucuna aliyor, yanina oturtuyordu beni; canimin sikkin, üzüntülü oldugumu farkederse, kendi acilarini unutmaya çalisarak benimle sakalasiyor, neselenmem için çirpiniyordu. Geceleri çalismami, ya da
oturup onu beklememi istemiyor, sözünü dinlemedigimi görünce üzülüyordu. Bazan telâsli bir hali oluyordu, niçin canimin sikildigini, neler düsündügümü ögrenmek için soru yagmuruna tutuyordu beni. Ama tuhaftir, söz Natasa'dan açilinca hemen susu-- 334 yor, ya da konuyu degistiriyordu. Natasa'dan söz etmeyi sevmedigi belliydi, bu durum çok sasirtiyordu beni. Eve döndügüm zamanlar seviniyor, bir yere gitmek için sapkami aldigim zamanlarsa mahzun mahzun bakiyordu yüzüme. Hastaliginin dördüncü günü gece geç saate kadar Natasa'nin yanindaydim. Konusacak çok seyimiz vardi. Evden çikarken Nelli'ye çabuk dönecegimi - niyetim öyleydi - söylemistim. Natasa'da otururken Nelli'yi hiç merak etmiyordum: Yalniz degildi. Bir ara bana ugrayan Masloboyev'den Nelli'nin hasta oldugunu, çok zorluk çektigimi duyan Aleksandra Semyonovna yanindaydi. Tanrim, iyi yürekli kadin bir seyler yapabilmek için nasil paraliyordu kendini! Masloboyev'e, - Bu durumda yemege de gelemez bize!.. demis. Ah Tanrim! Yalniz basina ne yapiyor acaba zavalli! Elimizden gelen iyiligi yapmaliyiz ona. Bu firsattan yararlanmaliyiz. Kocaman bir bohça hazirlayip, bir paytona atladigi gibi hemen bize gelmis. Bana yardim etmek için geldigini söyleyerek bohçayi açti. Neler çikmadi içinden: Hastaya, suruplar, reçeller, piliç, tavuk, - hasta iyilesmeye yüz tutarsa yer diye - elma, portakal, (doktor izin verirse hastaya yedirmek için) Kiev reçelleri; hastane donati-yormus gibi yatak takimlari, iç çamasirlari, peçeteler, sargi, pansuman bezi... Bir acelesi varmis gibi çabuk çabuk konusarak, - Her seyi getirdim, dedi, bekâr oldugunuz için sizde bulunmaz diye düsündüm. Bulunsa bile bir tane olur... Filip Filipiç söyledi... Ne duruyorsunuz, çabuk tutun elinizi biraz! Yapilacak isleri söyleyin bana. Kiz nasil? Kendinde mi? Ah, böyle çok rahatsiz yatar, yastigim düzeltmeliyiz, basi biraz daha alçak olmali; hem basinin altina, deri bir yastik koysak iyi olurdu... Serin tutar basini. Ah,, 335 ne aptalim ben de! Getirmeyi nasil oldu da akil edemedim! Hemen gidip alirim... Ates de getireyim mi? Bizim kocakariyi yollarim size. Tanidigim yasli bir kadin var. Kadin bir yardimciniz yok... Simdi ne yapsak? Bu da nedir? Ot... doktor verdi degil mi? Kaynatip suyunu içmek için olacak. Hemen gidip yakayim atesi. Ama yatistirdim onu; umdugu kadar çok isin olmadi-digini ögrenince sasirdi, kederlendi. Ne var ki hevesi gene de kirilmadi. Hemen Nelli'yle ilgilenmeye basladi, çok faydasi dokundu bana... Her gün ugradi. Telâsli bir hali vardi. Hep «Filip Filipiç böyle yapmami söyledi» diyordu. Nelli'den çok hoslanmisti. iki kizkardes gibi seviyorlardi birbirini. Bence Aleksandra Semyonovna da en azindan Nelli kadar çocuktu. Hasta kizcagizi eglendirmek, neselendirmek için hikâyeler anlatiyordu ona. O kadar anlasmislardi ki, Aleksandra Semyonovna eve giderken Nelli aglamakli oluyordu. Oysa Aleksandra Semyonovna ilk geldigi gün benim hasta kiz pek sasirmis, hattâ - niçin geldigini hemen anladigindan - surat asmis, aksilesmis-ti. Aleksandra Semyonovna gidince, cani sikkin sormustu : - Ne diye geldi bu kadin? - Sana yardim etmek için, Nelli. - Aman... Niçinmis? Benim bir iyiligim dokunmadi ki ona. - Temiz yürekli insanlar iyilik yapmak için kendilerine iyilik yapilmasini beklemezler Nelli. Ihtiyaci olan kimselere seve seve yardim ederler. Dünyada iyi insan çoktur Nelli. Senin sanssizligin, ihtiyacin oldugu zaman onlarla karsilasmamanda. Nelli sustu, masama oturdum. Ama on bes dakika sonra su istemek bahanesiyle çagirdi beni - sesi pek zayif çikmisti - yanina gidince birden kucakladi beni, basini gögsüme dayadi, uzun süre öyle durdu. Devrisi gün Alek- sandra Semyonovna geldiginde tatli bir gülümsemeyle, ama bir seyden utaniyormus gibi karsiladi onu. III Iste o gün gece geç saate kadar Natasa'da oturdum. Eve geldigimde Nelli uyuyordu. Aleksandra Semyonovna'nin da çok uykusu vardi, ama hastanin basucunda oturmus, beni beklemisti. Nelli'nin önceleri pek neseli oldugunu, hattâ kahkahalarla güldügünü söyledi; ama benim gelmedigimi görünce sesi kesilmis, düsüncelere dalmis. Aleksandra Semyonovna söyle diyordu: «Sonra basinin agridigindan yakindi, hiçkira hiçkira aglamaya basladi; ne yapacagimi sasirdim kaldim. Bir ara Natalya Nikolayevna'yi sordu bana, ama tanimiyorum ki Natalya Nikolayevna'yi... sorularina cevap veremedim tabiî; gene aglamaya basladi, öyle aglaya aglaya da uyudu. Hadi Allahaismarladik Ivan Petroviç. Simdi biraz daha iyi... eve gitmeliyim, Filip Filipiç geç kalma demisti. Saklamayacagim sizden, bu aksam iki saatligine yollamisti beni, bu saate kadar izinsiz kaldim. Ama siz merak etmeyin beni; kizmaz... Yalniz bir sey var... Ah, sevgili Ivan Petroviç, ne yapsam, son günlerde kör kütük sarhos geliyor eve hep! Önemli isleri var, benimle konusmuyor bile, durmadan düsünüyor; farkindayim; ama aksamlari gene sarhos... Hep aklim evde: Dönmüsse kim yatiracak onu? Hadi hosça kalin, ben gidiyorum. Allahaismarladik Ivan Petroviç. Baktim da, çok kitabiniz var; galiba hepsi de akilli insanlarin okuyacagi seyler. Çok aptalimdir... bu yasa geldim, bir tek kitap bile okumadim... Neyse, yarin görüsürüz...» Sabahleyin pek keyifsiz uyandi Nelli, sorularima cevap vermek istemiyordu. Bana kizmisti sanki. Yalniz,