2.bölüm

815 2 0
                                    

Daha dikkatli bakinca, yüzünden hiç çikarmadigi    maskesinin altinda, kötü, kurnaz, son derece bencil bir seyin sakli oldugu kuskusu düsüyordu insanin içine.  Daha çok gri,  güzel gözleri çekiyordu dikkati. Onun kötü duygularina onlar bas egmek istemiyorlardi. Tatli tatli bakacak olsa, bakisinin isinlari sanki ikilesiyordu;  yumusak, tatli isinlar arasina sert, kuskulu, atesli, hain isinlar serpiliyordu... Oldukça uzun boyluydu, genis omuzlu, biraz zayifti ; yasindan çok genç gösteriyordu. Koyu kahverengi saçlarina ak düsmemisti daha. Kulaklari, elleri, ayaklan kusursuzdu. Her seyiyle imrenilecek bir güzelligi vardi. Son derece kibar giyinirdi. Gerçi genç isi giyinmeye özenir-di ya, yakisirdi ona. Alyosa'nin agabeyi gibi duruyordu. Hiç degilse, bu yasta oglu olabilecek bir adama benzemiyordu. Dogru Natasa'nin yanina gitti, gözlerinin içine bakarak, - Bu saatte, üstelik haber vermeden sizi rahatsiz etmem tuhaf oldu, dedi. Sanirim hareketimin uygunsuzlugunu takdir edebilecek bir insan oldugum kanisindasi-nizdir. Üstelik, sizin anlayisli, iyi bir insan oldugunuzu da biliyorum. On dakika izin verin, hakli oldugumu kabul edeceginize, beni anlayacaginiza inaniyorum. Kibar ama zoraki, inatçi bir tavirla konusuyordu. Ezilenler - F : 9 Ilk  andaki  saskinligini, korkusunu  hâlâ  üzerinden. atamayan Natasa, -  Oturmaz misiniz? dedi. Prens hafifçe öne egilerek    selâm verdikten sonra, oturdu. Oglunu göstererek, -   izninizle önce ona bir sey söylemek istiyorum, dedi. Alyosa, beni beklemeden, hattâ bir Allahaismarladik demeden gidisinden biraz sonra    Kontese Katerina. Fyodorovna'nin fena oldugu haberini getirdiler. Tam ayaga firlayip yanina kosuyordu ki, Katerina Fyodorovna, girdi odaya. Perisan bir haldeydi; heyecandan titriyordu. Seninle evlenemeyecegini söyledi. Manastira gidecekmis.. Yardim istemissin ondan, Natalya Nikolayevna'yi sevdigini söylemissin...   Katerina  Fyodorovna'nin   böyle  bir anda bu akil almaz hareketinin nedeni senin ona yaptigin tuhaf açiklamaydi tabiî. Kendinde degildi zavalli. Natasa'ya dönerek devam etti : -  Evinizin önünden geçiyordum, pencerenizde isik: gördüm. Çoktan beri istiyordum zaten sizinle görüsmeyi; bu firsattan yararlanayim dedim. Niçin görüsmek istedigimi simdi anlatacagim; ama bastan rica" ediyorum, uygunsuz bir seyler söylersem kusura bakmayin. Öyle âni oldu ki... Natasa kekeleyerek, -  Sanirim anlayacagim sizi, gerektigi gibi de... degerlendirecegim sözlerinizi, dedi. Prens, içini bir an önce okumak istiyormus gibi dikkatle bakiyordu Natasa'ya. -  Anlayisiniza güvenim sonsuzdur, diye devam etti. Nasil bir insan oldugunuzu bildigim için geldim zaten. Eskiden beri tanirim sizi. Öyle oldugu halde, bir zamanlar haksizlik ettim size, kabahat isledim. Bakin: biliyorsunuz, babanizla aramiz eskiden beri açiktir. Kendimi temize çikarmaya çalismayacagim; belki de simdiye kadar

düsündügümden çok suçluyum ona karsi. Aldattilar beni. Ne yalan söyleyeyim, kuskucuyumdur. Bir seyin sonunun iyiye degil de kötüye varacagini getiririm aklima. Duygusuz yüreklerde görülen kötü bir özellik... Ama ku-surlarimi saklamam ben. Dedikodulara inandim, anneni-zi babanizi terkedince Alyosa için pek korktum. Ama iyi taniyamamisim sizi. Topladigim bilgiler yavas yavas rahatlatti içimi. Olaylari inceledim, sonunda, kuskularimin yersiz oldugu kanisina vardim. Ailenizle dargin oldugunuzu ögrendim;  babanizin,  oglumla evlenmenize    karsi oldugunu da biliyorum. Alyosa'nin üzerinde böylesine etkiniz - hattâ hâkimiyetiniz de diyebiliriz belki - varken,  bundan  simdiye  kadar yararlanmamaniz,  onu sizinle evlenmek zorunda birakmamaniz ne iyi bir insan oldugunuzu ispat etmeye yetiyor. Ama dogrusunu söyleyeyim, böyle bir seye kalkissaydiniz, oglumla evlenmenize bütün gücümle karsi koymaya kararliydim.    Biraz fazla açik yürekli konustugumun farkindayim. Ama su anda benim için en Önemli olan açik yürekli konusmaktir;  sözlerimi sonuna kadar dinlediginiz zaman siz de hak vereceksiniz bana. Ailenizi terk etmenizden kisa bir zaman sonra Petersburg'dan ayrildim; ama giderken Alyosa için korkmuyordum artik. Soylu gururunuza güveniyordum, Iki aile arasindaki sogukluk sona ermeden evlenmeye yanasmayacaginizi  anlamistim. Alyosa'yla aramizin bozulmasini istemiyordunuz; sizinle evlenirse onu. hiç  affetmeyecegimin farkindaydiniz.     Sonra kimsenin, bir prens koca aradiginizi, ailemize zorla girdiginizi söylemesini istemezdiniz. Tam tersine, bize karsi umursamazdiniz, belki de benim ayaginiza gelip, oglumla evlenerek ailemize onur vermeniz için yakarmami    bekliyordunuz. Ama gene de bir düsmaniniz olarak kalmakta devam ediyordum. Kendimi hakli göstermeye çalismayacagim, ama bu davranisimin nedenlerini açiklayacagim size: Ne zen-_ 132 - ginsiniz, ne de taninmis bir aileden. Gerçi biraz bir seyim var benim, ama bu yetmez bize. Ailemizin durumu gittikçe bozuluyor. Önemli kisilerle akrabalik baglarina, paraya ihtiyacimiz var. Kontes Zinaida Fyodorovna'nin kizi taninmis bir aileden degil, ama çok zengin. Biraz yavas davranacak olsak talipleri çikar, alirlar onu elimizden; oysa kaçirilacak bir firsat degil bu. Alyosa'nin henüz çok genç oldugunu bile bile evlendirmeye karar verdim onu. Görüyorsunuz ya, açik konusuyorum, hiç bir seyi gizlemiyorum sizden. Kisisel çikari için, birtakim ön -yargilarin etkisinde kalarak oglunu kötü bir davranisa - onun için her seyini
feda eden, temiz bir kizi terket-mek kötü bir davranistir çünkü - evet, oglunu böylesine kötü bir davranisa zorlayan bir babayi küçümseyebi-lirsiniz. Gene hakli göstermeye çalismayacagim kendimi. Oglumu Kontes Zinaida Fyodorovna'nin üvey kiziyla evlendirmek istememin ikinci nedeni onun sevgiye de saygiya da lâyik, son derece güzel bir kiz olmasidir. Terbiyesine, huyuna diyecek yok. Bir çok bakimlardan henüz çocukluktan kurtulamadigi halde, pek akillidir. Al-yosa'ninsa kisiligi zayiftir, havaidir, yirmi iki yasinda oldugu halde, tamamen çocuk kalmistir, Iyi bir yani vardir: kalbi son derece temizdir; gelgelelim, bu da öteki kusurlari yaninda tehlikeli bir özelliktir. Üzerindeki etkimin giderek zayifladiginin hanidir farkindayim: delikanlilik, gençlik heyecanlan göstermeye basladi kendini; ona bu birtakim zorunluluklarini bile unutturuyor. Belki biraz fazla seviyorum oglumu, ama ona benden baska bir yol göstericinin daha gerekli oldugunu kabul etmemi engellemiyor bu. Devamli olarak birisinin iyi etkisi altinda bulunmasi zorunludur. Zayif, baskalarina hükmetmekten çok bas egmeye yatkin bir yaradilisi vardir. Ölünceye kadar da degismeyecektir. Katerina Fyodorovna'nm, ogluma hayat arkadasligi edebilecek en ideal

bir kiz oldugunu farkedince ne kadar sevindigimi bilemezsiniz! Ama sevinmekte acele etmisim: son derece güçlü baska bir etki, sizin etkiniz altindaydi Alyosa.    Bir ay önce buraya gelince dikkatle inceledim onu, iyiye dogru   hayli degismis oldugunu görünce sasirdim. Gerçi çocuk  lugu, havailigi atmamisti üzerinden, ama birtakim saglam düsünceler edinmisti; sadece oyuncaklara ilgi duymuyordu artik; yüce soylu seylerle de ilgileniyordu. Düsünceleri tuhaf, köksüz, hattâ bazan saçmadir; ama tutkulari, duygulan, yüregi güçlüdür; önemli olan da budur zaten. Sizin yardiminizla oldu bu. Yetistirdiniz onu.. Dogrusunu söyleyeyim, bir an onu mutlu edebilecek tek insanin siz oldugunu düsünmedim degil. Ama hemen attim kafamdan bu düsünceyi; istemiyordum    bu kaniya varmayi. Ne pahasina olursa olsun, sizden uzaklastirmak: istiyordum onu; harekete geçtim, amacima eristigimi de-saniyordum. Bir saat öncesine kadar zaferin benim oldugundan kuskum yoktu. Gelgelelim Kontesin evindeki olay her seyi altüst etti bir anda; en çok da suna sastim: tuhaf bir sogukkanliligi var Alyosa'nin; size de bagli, saglam bir bag bu. Gene söylüyorum: bambaska bir insan yaptiniz onu, yetistirdiniz.  Bu degisikliginin gün geçtikçe, sandigimdan da çok ilerledigini gördüm.  Ondan hiç ummadigim zekice davranisi, kurnazligi pek sasirtti beni bu aksam. Güç olduguna inandigi durumundan kurtulmak için en iyi yolu seçti, Insan kalbinin en soylu özelliginden...  affetmek, kötülüge iyilikle karsilik vermek özelliginden yararlanmasini bildi. Incittigi insanin iyiligine siginarak yardim istedi ondan. Baska birisini sevdigini söyleyerek,  onu seven bir kadinin gururuna dokundu;  ayni zamanda, onda öteki kadina karsi bir sevgi uyandirmasini, kendisini de affettirmesini, aralarinda kardesçe bir dostluk olacagi vaadini koparmasini bildi. Böylesine bir açiklamayi, karsisindaki insani incit- meden, gücendirmeden yapabilmek bazan en zeki, kurnaz kimselerin bile harci degildir... Ancak temiz, iyi bir kalbin yapabilecegi istir bu. Onun bugünkü hareketine sizin sözle de, ögütle de katilmadiginiza inaniyorum Natalya Nikolayevna. Belki de her seyi daha yeni ögrendiniz. Yanilmiyorum, degil mi? Natasa'nin yüzü kipkirmizi olmustu, gözlerinde heyecana benzer tuhaf bir parilti vardi. Prensin söylevi etkisini göstermeye baslamisti. Natasa, -  Yanilmiyorsunuz, diye cevap verdi. Bes gündür görmüyordum Alyosa'yi. Kendi basina karar vermis, yapmis. - Elbette. Ne var ki onun bu zekâsi, kendine güveni, duygululugu, nihayet soylu kararliligi, üzerindeki etkinizin sonucudur.    Demin eve giderken yolda düsündüm bütün bunlari; birden karar verebilecek gücü buldum kendimde. Kontesin kiziyla oglumun evlenmesi suya düsmüstür artik... belki olurdu ama her sey bitti... geri dönüs olmaz. Alyosa'yi yalniz sizin mutlu edebileceginize, .mutlulugunun temelini attiginiza, onu yönetebileceginize inaniyorum! Hiç bir seyi gizlemedim sizden, simdi de gizlemiyecegim: sosyetede yükselmeyi, parayi, taninmis bir kimse olmayi, hattâ rütbeyi çok seviyorum. Bilinçli düsündügüm zaman bunlarin birer ön - yargi oldugunu anliyorum, ama gene de vazgeçemiyorum bu ön -yargidan. Ama insanin, baskalarinin düsüncelerini de göz önüne almasi gereken durumlar oluyor... Sonra, oglumu çok seviyorum. Sözün kisasi, Alyosa'nin sizden ayrilmamasi gerektigine karar verdim sonunda; sizsiz mahvolur çünkü. Dogrusunu söyleyeyim, bir ay oluyor belki bu karan vereli, yerinde bir karar verdigimi ise ancak simdi anliyorum. Bunlari söylemek için yarin da gelebilirdim tabiî; gecenin bu saatinde rahatsiz etmeseydim sizi daha iyi olurdu. Ama sanirim bu aceleciligim ne denli iç-

ten olduguma inandirir sizi. Çocuk degilim; durumu enine boyuna incelemeden hemen karar vermem olmazdi. Buraya girerken her seyi düsünmüs, kararimi vermistim. Ama görüyorum ki, sizi içtenligime inandirabilmem için daha çok ugrasmam gerekecek... Simdi asil konumuza gelelim! Buraya niçin geldigimi açiklasam mi size?' Görevimi yapmaya, sizden oglumla evlenmeyi kabul ederek bizleri mutlu kilmanizi saygilarimla dilemeye geldim. Ah, beni, sonunda çocuklarini affeden, onlarin mutlu ol--malarina sonunda lütfen izin veren öfkeli bir baba olarak görmeyin karsinizda. Hayir! Hayir! Böyle düsünürseniz hani küçültmüs olursunuz. Oglum için annenizi babanizi terk etmenizi göz önüne alarak, dilegime evet diyeceginizden emin oldugumu da getirmeyin akliniza! Size lâyik olmadigini biliyorum... kendi de söylüyor bunu zaten (temiz kalpli, dürüsttür). Ama yetmez bu. Gecenin bu saatinde yalniz bunun için gelmedim buraya... gelisimin asil
nedeni... (saygili, biraz magrur bir tavirla ayaga kalkti) sizin dostunuz olmak için geldim! Buna hiç hakkim olmadigim biliyorum! Ama izin verin hakedeyim bunu! Firsat verin bana! Natasa'nin karsisinda saygiyla hafifçe öne egilmis, cevabini bekliyordu. Konusurken gözlerimi ayirmamistim ondan. Bunu farketmisti. Soguk bir tavirla, kâh güzel konusmaya özenerek kâh gelisigüzel anlatiyordu. Ses tonu bazi yerlerde, gecenin bu sathide onu buraya gelmeye - hem de ilk kez - zorlayan heyecanini yansitmaktan çok uzakti. Bazi cümlelerinde bir yapmaciklik seziliyordu. Son derece uzun, garip söylevinin bazi yerlerindeyse duygulanmis da bunu belli etmemek için isi sakaya bogmaya çalisiyormus gibi bir tavir takiniyordu. Ama bütün bunlari sonra anladim; o zaman durum baskaydi. Son sözlerini öylesine heyecanli, öylesine duygulu, Natasa'ya karsi öylesine içten say~ gili söylemisti ki, hepimiz inanmistik. Gözleri bile nem-lenmisti. Natasa'nin yumusak yüregi tamamen yenilmisti. Prens'in konusmasi bitince o da sessizce kalkti ayaga, büyük bir heyecan içinde elini ona uzatti. Prens elini dudaklarina götürüp duygulu bir tavirla öptü. Alyosa cosmustu. -  Ne söylemistim ben sana Natasa! diye haykirdi, inanmiyordun! Babamin dünyanin en iyi insani olduguna inanmiyordun! Gördün mü simdi!.. Kosup babasini kucakladi. Prens de onu kucakladi, ama duygularini açiga vurmaktan utaniyormus gibi aceleyle geri çekti kendini. Sapkasini alip, -  Yeter, dedi, ben gidiyorum artik. Gülümseyerek ekledi: -  On dakika izin istedim sizden, bir saat oturdum. Ama en yakin zamanda sizinle gene görüsecegim. Sik sik ziyaretinize gelmeme izin verir misiniz? -  Elbette, elbette! Elden geldigince sik gelin. Sizi... bir an önce... sevmek istiyorum. Prens Natasa'nin sözlerine gülümseyerek, -  Ne içten, ne iyisiniz! dedi. Kibarca bir söz söylemek için kendinizi zorlamiyorsunuz bile. Evet! Sevginizi haketmek için daha çok çalismam gerektigini anliyo-rum! Natasa kekeliyerek, -  O kadar övmeyin beni... diye fisildadi. O anda ne hostu! Prens, - Öyle olsun! dedi. Ama iki sözcük daha söyleyecegim. Ne denli mutsuz oldugumu bilemezsiniz! Yarin da ertesi gün de ugrayamayacagim size. Bu aksam benim için son derece önemli bir mektup aldim. Yarin Petersburg'dan gitmek zorundayim. Lütfen, yarin da ertesi gün de önemli bir isim oldugu için size de bu saatte ugradigimi düsünmeyin. Böyle bir seyi aklinizin ucundan ge-

çirmezsiniz tabiî... görüyorsunuz ya ne kadar kuskucuyum! Niçin böyle düsüneceginiz kuskusu düstü içime? Hayatta çok zarari dokundu bana bu kuskuculugun. Babanizla aramin bozulmasina da bu huyum sebep olmustur belki de!.. Bugün sali. Çarsamba, persembe, cuma günleri yokum Ptersburg'da. Cumartesi günü dönecegimi saniyorum. Geldigim gün ugrayacagim size. Söyler misiniz, aksam gelip birkaç saat oturabilir miyim? Natasa, -  Elbette, elbette! diye haykirdi. Cumartesi günü aksam bekliyorum sizi! Sabirsizlikla bekliyorum hem! -  Ah, ne mutluyum!  Daha yakindan taniyacagim sizi! Eh... artik gideyim! Birden bana dönerek devam etti: -  izninizle elinizi sikayim. Kusura bakmayin. Pek heyecanliyim da. Sizinle karsilasma mutluluguna birkaç kere eristim, hattâ bir keresinde tanistirdilar bizi. Sizinle yeniden tanismama ne kadar sevindigimi belirtmeden gitmek elimden gelmez. Ben de ona elimi uzatarak, - Evet, karsilastik sizinle, dedim, ama ne yazik ki tanistirildigimizi hatirlamiyorum. -  Geçen yil, Prens R. nin evinde. -  Kusuruma bakmayin, hatirlamiyorum. Ama inanin, bu seferkini unutmayacagim. Bu aksami hiç unutmayacagini. -  Haklisiniz,  ben de.  Natalya Ivanovna'yla  oglumun candan dostu oldugunuzu biliyorum. Araniza dördüncü olarak  katilabilecegimi umuyorum. Natasa'ya dönerek ekledi: -  Öyle degil mi?           Natasa son derece duygulu, -  Evet, dedi, candan dostumuzdur, hiç ayrilmayacagiz birbirimizden, hep beraber mutlu olacagiz. Zavalli kiz! Prensin benimle de ilgilendigini görünce gözlerinin içi gülmüstü. Ne çok seviyordu beni! Prens, -  Sanatinizin hayrani çok kimseyle     karsilastim,   diye devam etti, sizi yürekten seven iki de bayan taniyo- rum. Sizinle tanismak kim bilir ne kadar mutlu eder onlari. En yakin dostum Kontes'le üvey kizi Katerina Fyodorovna Filimonova'dir bunlar.  Sizi onlarla     tanistirmak mutlulugundan yoksun birakmayin beni. -  Seve seve. Gerçi bu siralar pek az kimseyle görü-süyorum ama... -  Adresinizi veriniz bana! Nerede oturuyorsunuz? Bir firsatini bulup...
-  Evime konuk kabul etmiyorum Prens, hiç degilse simdilik... -  Gerçi beni herkesle bir tutmamanizi haketmedim henüz... ama... -  O kadar istiyorsaniz buyrun, basimin üstünde yeriniz var. ***ski sokaginda, Klugen'in    evinde oturuyorum. Prens bir seye sasmis gibi, yüksek sesle, -  Klugen'in evinde ha! dedi. Demek öyle! Çoktan  beri mi oturuyorsunuz orada? Elimde olmadan gözlerinin içine bakarak, -  Hayir, diye cevap verdim. Kirk    dört numarali dairede oturuyorum. -  Kirk dört mü? Yalniz... basiniza mi kaliyorsunuz orada? -  Evet. -  Sey! Sey için sordum... o evi biliyorum yanilmiyorsam. Böylesi daha iyi... Muhakkak    gelecegim size, muhakkak! Sizinle konusmam gerek. Çok sey umut ediyorum sizden. Hayli iyiliginiz dokunabilir bana. Görüyorsunuz ya, çikarimi gözetiyorum hep. Hadi Allahaismarla- dik! Bir kere daha sikayim elinizi! 139 Birer kere daha Alyosa'yla benim elimizi sikti, Nata-., sa'ninkini öptü; Alyosa'ya eve ne zaman gelecegini bile, sormadan çikti. Saskin, kalakalmistik odanin ortasinda. Her sey o ka-. dar birdenbire, beklenilmedik bir anda olmustu ki! Hepi-, mizin içinde, karanlik günlerin artik geride kaldigi, yeni bir hayatin basladigi hissi vardi. Alyosa bir sey söyleme-. den Natasa'nin yanina oturmus, sessiz sessiz elini öpü-.. yordu. Genç kizin ne söyleyecegini merak ediyormus gibi, arada bir basini kaldiriyor, yüzüne bakiyordu. Sonunda, konustu Natasa: -  Alyosa'cigim, dedi, yarin Katerina Fyodorovna'ya git. -  Ben de düsündüm bunu, gidecegim. -  Seni görmek agir gelir ona belki... nasil yapsak?     - Bilmem ki. Benim aklima da gelmedi degil ayni sey. Durumu görür, ona göre hareket ederim. Sonra tutamadi kendini delikanli, -  Ne dersin Natasa, dedi, artik her sey degisti mi? Natasa gülümsedi, tatli tatli bakti ona. Alyosa, -  Ne kadar kibar su babam, dedi. Evinin perisan durumunu gördü de en küçük bir imada bulunmadi. -  Hangi konuda? Alyosa'nin yüzü kizardi. -  Sey... baska bir yere tasinmani... ya da... -  Ne söylediginin farkinda misin sen Alyosa? - Çok kibardir diyorum. Seni nasil ögüyordu! Söy-, lemistim sana... söylemistim! Her seyi anlar, hisseder o! Benden, bir çocuktan söz eder gibi söz etti. Hep çocuk ye-. rine koyarlar beni! Dogru ama, farkim yok çocuktan. -  Çocuksun, ama hepimizden de anlayislisin. Terte-. miz bir yüregin var Alyosa! -  Babam, temiz yüregimin bana zarari dokundugu-, nu söyledi. Ne demek istedi, anlamadim> Sen anladin mi ne demek istedigini Natasa? Hemen gitsem mi acaba eve? Yarin sabah erkenden gelecegim sana. -  Git canim, git. iyi akil ettin bunu. Muhakkak gö-zük babana bu gece, duydun mu? Yarin da mümkün oldugu kadar erken gel Alyosa'yi bakislariyla oksayarak, -  Artik günlerce kaçmazsin benden, degil mi? diye takildi. Hepimizin içinde bir huzur vardi. Alyosa odadan çikarken, -  Vanya, geliyor musun? diye seslendi. -  Hayir, dedi Natasa, o kaliyor. Seninle konusacaklarim bitmedi Vanya. Yarin çok erken, gün agarirken bekliyorum seni Alyosa! -  Tamam! Allahaismarladik Mavra! Mavra çok heyecanliydi. Prensin konusmasini kapinin arkasindan dinlemis, ama çogunu anlamamisti. Anlamadiklarini sorup ögrenmeyi çok istiyordu, ama simdilik pek ciddi, hattâ magrur bir tavirla bakiyordu. Durumun artik degistiginin o da farkindaydi. Yalniz kaldik. Natasa elimden tuttu, ne söyleyecegini düsünüyormus gibi yüzüme bir süre dalgin dalgin bakti. Sonunda bitkin bir sesle, -  Çok yoruldum! dedi. Beni dinle, yarin bizimkile-re ugrayacak misin? -  Elbette. -  Anneme anlat, ona bir sey söyleme. -  Zaten senden hiç konusmuyoruz onunla. -  Nasil olsa farkedecek. Ne söyleyecegine, durumu nasil karsilayacagina dikkat et. Tanrim! Ah Vanya! Evlenirsem gerçekten de lanetleyecek mi beni? Hayir, ola- maz! Aceleyle,
-  Her seyi yoluna koyabilecek    birisi varsa o da

Prenstir, dedim. Gidip babanla barismasi gerekiyor, o zaman düzelir isler.                                                     Natasa yalvaran bir sesle, -  Ah Tanrim! diye haykirdi. Eger, eger!.. -  Üzülme Natasa, düzelir her sey. Durum öyle gös-teriyor. Uzun uzun gözlerimin içine bakti. -  Vanya! Prens üzerine ne düsünüyorsun? -  Konusmasi içten idiyse, bence dürüst bir insan olmasi gerekir. -  Ne demek «konusmasi içten idiyse»? içten olmayabilir mi? -  Sanmam, dedim. «içine bir kusku düstü galiba, diye düsündüm, tuhaf!» -  Gözlerini ayirmiyordun yüzünden... -  Öyle, biraz garip göründü bana. -  Bana da. Bir tuhaf konusuyordu... Çok yoruldum Vanya'cigim. Bak ne diyecegim sana:    Sen de git yat. Yarin erkenden, onlardan önce gel. Dur, onu bir an önce sevmek için sabirsizlandigimi söylemem ayip olmadi, degil mi? -  Hayir... niçin ayip olsun? -  Saçma oldu mu? Simdi onu sevmedigim anlamina geldigi için, demek istiyorum. -  Asla. içtenlikle söylenmis bir sözdü bu. O anda öyle hostun ki! Bunu anlayamamissa aptalin biridir. -  Sanki kiziyorsun ona Vanya, öyle mi? Ne kötü, kuskucu, gösterise düskün bir kizim ben! Gülme; hiç bir seyimi gizlemem senden. Ah Vanya, sevgili, biricik dostum! Gene mutsuz olursam, gene aglamak varsa kaderimde, yanimda olacagina, yanibasimda yalniz senin olacagina inaniyorum! Neyimle hakettim bu sevgini? Hiç bir zaman lanetleme beni sen, Vanya!.. Eve dönünce hemen soyunup yattim. Odam bodrum gibi rutubetli, karanlikti. Kafamin içinde bir sürü garip düsünce vardi. Uzun zaman uyuyamadim. O anda bir baskasi rahat yataginda uykuya dalmak üzereyken bize nasil gülmüstü kim bilir... bizi gülmeye: deger buluyorduysa tabii.. Buldugunu sanmam! /// Devrisi sabah saat onda, önce Vasilyevski'ye Ihmenev'lere, oradan da Natasa'ya gitmek için evden aceleyle çikarken kapida dün gelen küçük kizla, Smith'in torunuy la burun buruna geldim. Bana geliyordu. Neden bilmiyorum, onu gördügüme birden pek sevindigimi hatirliyorum. Dün aksam karanlikta iyice inceleyememistim onu; gündüz gözüyle görünce daha da sasirtti beni. Evet, - hiç degilse dis görünüsüyle - ondan daha tuhaf bir yaratik olamazdi. Tuhaf bir pariltisi olan siyah gözleriyle, darmadaginik, son derece gür, kuzguni saçlariyla, durgun, inatçi, esrar dolu bakisiyla bu ufak tefek kiz yanindan geçen herkesin dikkatini çekebilirdi. Özellikle bakisi sasirtiyordu insani; bir zekâ pariltisiyla kusku, ürkeklik yan yanaydi bu bakista. Yirtik pirtik giysisi gün isiginda dün aksamkinden de daha bir perisan gözüküyordu. Onu için için kemiren, amansiz bir hastaligi var sandim. Solgun, zayif yüzünün tuhaf denecek derecede san, bal-mumunu andiran bir rengi vardi. Ama yoksullugun, hastaligin kötü etkilerine karsilik gene de güzeldi. Kaslari ince, siyah, güzeldi. Özellikle genis alni ve son derece biçimli, gurur ve cesareti gösteren bir kivrimi olan, ama renksiz denecek kadar solgun dudaklari göze hos görünüyordu.

-  Ah, gene mi sen! diye haykirdim, gelecegini bili-I yordum zaten. Gir bakalim! Dün aksamki gibi gene yavasça, kuskulu bakislarim odanin içinde dolastirarak girdi içeri. Vaktiyle dedesinin oturdugu odayi, yeni kiracisinin orayi ne kadar degistirdigini anlamak istiyormus gibi merakla inceliyordu. «Torunu da dedesinden farksiz, diye geçirdim içimden. Deli mi bu kiz ne?» Hâlâ açmamisti agzim. Bekliyordum. .Nihayet, basini önüne egerek, -  Kitaplari almaya geldim! diye mirildandi. -  Ah, evet! Kitaplarini... iste buradalar, al! Sana sakliyordum onlari. Kuskuyla gülümsemek istiyor gibi garip bir biçimde merakla bakti yüzüme, kiristirdi dudaklarim. Ama çabuk geçti bu, yüzünü gene eski soguk, esrarli ifadesi kapladi. Beni tepeden tirnaga anlamli anlamli süzdükten sonra, -  Dedem benden söz etti mi size yoksa? dedi. -  Hayir, etmedi, ama... Sözümü aceleyle kesti: -  Peki,   gelecegimi nereden  biliyordunuz  öyleyse? Kim söyledi size gelecegimi? -  Deden yapayalniz olamazdi dünyada. Birisinin ona "bakmasi gerekirdi; çok yasli, çökmüstü. Al kitaplarini. Okuyor musun onlari? -  Hayir. -  Ne yapiyorsun öyleyse? -  Buraya geldigim zamanlar dedem onlardan oku-ma ögretirdi bana.
-  Sonra gelmemeye mi basladin? -  Evet... Kendini temize çikarmak istiyormus gibi ekledi: -  Hastalandim da... -  Annen baban var mi?144 Kaslarini birden çatti, yüzüme âdeta korkuyla bakti Sonra basini önüne egdi, sessizce döndü, dünkü gibi soruma cevap vermeden kapiya yürüdü. Arkasindan baka-kalmistim. Ama tam disari çikarken durdu. Bana yarim dönerek, sert bir tavirla, -  Neden öldü? diye sordu. Dün aksam Azorka'yi da böyle, tam çikarken, yüzü kapiya dönük olarak sormustu. Yanina gittim, aceleyle anlatmaya basladim. Arkasi bana dönük, basi önünde, dikkatle dinliyordu. ihtiyarin ölürken altinci sokaktan söz ettigini de söyledim. -  Orada yakinlarindan, sevdiklerinden birisinin oldugunu anlamistim; gelip onu aramalarini bekliyordum. Son nefesini verirken seni andigina göre çok seviyor olmaliydi... Kiz kendi kendine konusuyormus gibi, -  Hayir, diye mirildandi, sevmezdi beni. Çok heyecanliydi. Anlatirken öne egilerek yüzüne bakmistim bir ara. Besbelli gururundan, heyecanini bastirmak için büyük çaba sarfettigi gözümden kaçmamisti. Yüzü gittikçe beyazlamiyordu; alt dudagim dislerinin arasinda acitircasina sikmaktaydi. Ama beni en çok kalbinin küt küt vurusu sasirtmisti. Hizlandikça hizlaniyordu vuruslari, öyle ki sonunda çarpinti gelmis gibi iki üç adimdan duyuluyordu. Dünkü gibi gene aglayacak sandim, ama tuttu kendini. -  Tahta perde nerede? -  Hangi tahta perde? -  Dibinde öldügü, -  Çikinca...   gösteririm onu sana.  Söylesene, adin ne senin? -  Degmez... -  Niçin? -  iste... Ne yapacaksiniz adimi?   Yok benim adim.

Disari çikacak oldu, tuttum kolundan. - Dur biraz. Çok tuhaf bir kizsin! Senin iyiligini istiyorum. Dünden beri hep seni düsünüyorum; merdivende aglaman çok dokundu bana. Unutamiyorum bunu... Üstelik deden de kollarimin arasinda can verdi. Ölürken altinci sokagi andigina göre seni bana emanet etti demektir. Geceleri hep düslerime giriyor... Kitaplarini sakladim sana, oysa yabani gibi korkuyorsun benden. Çok yoksul olsan gerek, belki de kimsen yoktur; öyle mi? Bütün gayretimle güvenini kazanmaya çalisiyordum. Bu çocugun beni neyiyle bu kadar kendine çektigine aklim ermiyor. Acimadan baska bir duygu daha vardi içimde. Durumun esrarli olusundan mi, Smith'in üzerimde biraktigi etkiden mi, yoksa yaradilistan hayale düskün olusumdan mi bilmiyorum, içimden bir his kiza dogru itiyordu beni. Sözlerim dokunmusa benziyordu ona. Tuhaf tuhaf bakti yüzüme; ama soguk degildi bu bakisi, yumusakti, tatliydi. Sonra düsünüyormus gibi gene önüne egdi basini. Birden son derece alçak bir sesle, -  Helena, diye fisildadi. -  Senin adin mi Helena? -  Evet... -  Peki, bana gelip gidecek misin? Kendi kendisiyle mücadele ediyormus gibi dalgin, -  Olmaz...  diye fisildadi, bilmem ki... gelecegim. Tam bu anda öteki dairelerden birinde bir duvar saatinin bir kere vurdugu duyuldu. Helena ürperdi, yüzüme büyük bir telâsla bakti, -  Kaçi vurdu saat? diye fisildadi. -  Galiba on buçugu. Dehset içinde, -  Tanrim! dedi. Ezilenler - F : 10146 - Birden kosmaya basladi. Holde bir kere daha durdurdum onu. -  Böyle  birakmam seni, dedim.  Neden  korkuyorsun? Geç mi kaldin? Elimden kurtulmaya çabalarken, -  Evet, evet, haber vermeden gelmistim! diye bagirdi. Birakin gideyim! Dövecek beni! Besbelli agzindan kaçirmisti dayak yiyecegini.
-  Dur, dedim, beni dinle bir dakika. Vasilyevski'ye gideceksin degil mi? Ben de oraya gidiyorum, on üçüncü sokakta bir tanidigima ugrayacagim. Ben de geç kaldim, bir araba tutmak istiyorum. Benimle gelir misin? Eve kadar götürürüm seni. Yayan gidersen geç kalirsin... Korku içinde, -  Eve kadar olmaz! diye haykirdi. Evine kadar götürecegimi düsünmek bile dehsete düsürmüstü onu, yüzü korkudan allak bullak olmustu. -  On üçüncü sokakta bir tanidigima gidecegim diyorum sana, senin evine gelmeyecegim! Arabayla çabuk gideriz! Hadi! Aceleyle indik merdivenleri. Karsima ilk çikan arabayi - tek atli, her yani dökülen bir paytondu bu - tuttum. Kiz benimle gelmeye razi olduguna göre, besbelli çok acele ediyordu. Isin tuhafi, bir sey sormaya da cesaret edemiyordum. Böyle kimden korktugunu soracak oldum, kolunu sallayarak arabadan atlamaya yeltendi. «Ne garip sey!» diye geçirdim içimden. Arabada pek igreti oturuyordu. Her sarsilista düsmemek için pis, üstü çatlak çatlak sol eliyle paltoma yapisiyordu. Öteki elinde siki siki kitaplarim tutuyordu. Her halinden bu kitaplarin onun için çok degerli oldugu belliydi. Bir sarsintidan sonra yerine yerlesirken eteginin altindan ayagi gözüktü. Birden sasirdim: Ayaginda çorap yoktu, delik desik kunduralarini öylece, çiplak aya-

gina giymisti. Artik bir sey sormamaya karar verdigim halde tutamadim kendimi, -  Çorabin yok mu senin? diye sordum. Bu havada çorapsiz çikilir mi sokaga. Kisaca cevap verdi: -  Yok. -  Allah Allah... Birisinin yaninda kaliyorsundur tabiî! Sokaga çikarken çorap isteyebilirdin. -  Çorapsiz gezerim ben. -  Hasta olursun ama, ölürsün! -  Ölürsem öleyim. Cevap vermek istemedigi, sorulanina kizdigi belliydi.. Dedesinin dibinde öldügü tahta perdeyi göstererek, -  Iste surada öldü, dedim. Dalgin dalgin bakti o yana, birden bana döndü, yalvaran bakislarla, -  Allahaskina pesimden gelmeyin, dedi. Ben gelecegim size, gelecegim! ilk firsatta hemen gelecegim! -  Pekâlâ.   Gelmeyecegimi  söylemistim zaten.  Ama neden korkuyorsun bu kadar? Çok dertlisin    anlasilan. Içim sizliyor sana bakinca... Biraz hirçin bir sesle, -  Kimseden korktugum yok benim, dedi. -  Ama demin «dövecek beni» dedin. Gözleri parladi. -  Dövsün varsin!  Dövebildigi kadar dövsün!  Dövsün! Magrur bir tavirla «dövsün» diye tekrarlarken hafife aliyor, yukari kivrilan üst dudagi titriyordu. Bakislarinda bir endise vardi. Arkasindan gitmemem için yalvarirken dehset içinde, -  Yolunuza devam edin siz, diyordu, ben gelecegim size, gelecegim! Çabuk gidin, çabuk! Ayrildim ondan. Ama rihtim caddesinde biraz gittik- ten sonra arabayi saliverdim, geri dönüp gene altinci sokaga çiktim, kosarak karsi kaldirima geçtim. Gördüm onu; hep bakinarak hizli hizli yürüdügü halde pek uzak-lasmamisti. Hattâ bir an durdu, arkasindan gelip gelmedigime bakmak için geri döndü. Hemen içerlek bir kapinin girintisine saklandim, göremedi beni. Yoluna devam etti. Karsi kaldirimdan izliyordum onu. Iyice meraklanmistim. Gerçi pesinden içeri girmeyecektim, ama her ihtimale karsi, oturdugu evi ögrenmeye kararliydim. Tuhaf bir duygunun etkisi altindaydim. Pastahanede, Azorka öldügü zaman dedesinin hali de ayni duyguyu uyandirmisti bende... IV Taa Maby caddesine kadar yürüdük. Adeta kosuyordu. Sonunda bir dükkâna girdi. Beklemek için durdum. «Dükkânda kalmiyor ya» diye geçirdim içimden. Gerçekten de bir dakika sonra çikti. Ama kitaplar yoktu elinde. Onlari birakmis, toprak bir çanak almisti. Birkaç adim yürüdükten sonra gösterissiz bir evin avlusuna girdi. Eski, kirli - sari boyali, küçük, ama iki katli, tas bir evdi bu. Alt katin üç penceresinden birinde küçük, kirmizi bir tabut resmi vardi: Isleri kötü giden bir tabut-çunun tabelâsiydi bu. Üst katin pencereleri son derece küçük, kare biçimindeydiler. Tozlu, çatlak camlari pembe basmadan perdelerle örtülmüstü. O yana geçip eve yaklastim, kapidaki «Bayan Bubnova'nin evi» levhasini okudum. Tam o anda evin avlusundan tiz bir kadin çigligi, arkasindan küfürler isitildi. Içeri baktim; tahta merdivenlerle çikilan taslikta yesil atkili, kentli gibi giyinmis, sis-

man bir kadin duruyordu. Igrenç, mosmor bir yüzü vardi. Kanli, sis, ufak gözleri öfkeden parliyordu. Sabah sabah
kafayi çektigi belliydi. Elinde çanakla karsisinda korkudan tir tir titreyen zavalli Helena'ya bagiriyordu. Mor suratli kadinin omuzunun üzerinden süslü püslü bir kadin basi uzanmisti. Biraz sonra, bodrum katina inen merdivenin kapisi açildi, besbelli haykirmayi duyan, fakir kilikli, kendi halinde, sevimli yüzlü, orta yasli bir kadin çik- ti disari. Alt katin aralanmis kapisindan çökmüs bir ihtiyarla bir kiz bakiyordu. Kapici olacak, boylu boslu bir köylü elinde çali süpürgesiyle avlunun ortasinda durmus, tembel tembel onlari seyrediyordu. Kadin içinde birikmis küfürleri soluk almadan sirali- yordu: -  Ah piç seni, Allahin belâsi, igrenç yaratik! Sana bakmamin, yedirip giydirmemin karsiligi bu mu, hain?! Salatalik tursusu almaya yolladik onu, sivisip gitti! Yollarken kaçacagi içime dogmustu zaten. Anlamistim, anla- mistim! Kaçti diye dün aksam saçlarim yoldum, gene tinmadi! Nereye gidiyorsun böyle sokak süprüntüsü, nereye? Kimin yanma kaçiyorsun mel'un kâfir, patlak göz- lü igrenç yaratik, Allahin belâsi,  kimin yanina,  söyle? Cevap ver bana, yoksa suracikta gebertirim seni! Öfkeden kudurmus kari zavalli kizin üzerine saldira- çak oldu, ama merdivenin basindan bakan bodrum kat kiracisi kadini görünce birden durdu; ona dönüp, zavalli kurbaninin korkunç suçuna onu tanik tutmus gibi elini kolunu sallayarak daha yüksek sesle bagirmaya basladi: -  Anasi geberdi!  Siz de biliyorsunuz, sevgili kom-sucugum, sipsivri kaldi ortada. Fakir oldugunuzu, karninizi zor doyurdugunuzu bildigim için «Zavalli yetimi yanima alayim da Kutsal Nikola'nin ruhuna bir sevap isleyeyim bari» dedim. Demez olaydim! Iki aydir kanimi emdi, yedi bitirdi beni!  Sülük!   Çingirakli  yilan!  Inatçi-. 150 - domuz! istedigin kadar döv, istersen sokaga at, agzini açmaz; dilini yutmus gibi susar! Sinirden patlayacagim î Kendini ne saniyorsun, yilan suratli, maymun! Ben olmasaydim duvar diplerinde açliktan gebermis gitmistin. Ayagimi yikayip suyunu içmelisin, canavar, kara masa. Tahtali köyü boylamistin ben olmasam... Kudurmus cadiyi saygiyla dinleyen bodrum katin kiracisi kadin, -  Niçin bu kadar üzüyorsunuz kendinizi Anna Tri-fonovna? diye sordu. Gene ne yapti size? -  Ne yapmadi ki, komsucugum, ne yapmadi ki! Sözümün dinlenilmesini isterim ben! Karsimdaki, kendi düsündügü iyi seyi degil, benim söyledigim kötü bile olsa, onu yapmalidir... böyle bir insanim ben iste! Az kaldi "sikintidan öldürecekti beni bugün! Tursu alsin diye dükkâna yolladim onu, üç saatte geldi! Yollarken içime dogmustu gene kaçacagi, dogmustu! Nereye gittin a kaltak T Kimden yardim görüyorsun? Ben bakmiyor muyum ona söyleyin komsular! Orospu anasinin on dört ruble borcunu bagisladim, kendi paramla gömdürdüm onu, su seytani da yanima aldim; biliyorsun bütün bunlari komsucugum, iyi kadinsin sen, biliyorsun! Bütün bunlardan sonra onun üzerinde hakkim yok mu? Bunu anlamasi gerekir, ama o ne dersem tersini yapiyor! iyiligini istiyorum. Mendebura ipek entariler diktirdim, Gostini'den bir çift pabuç aldim, prensesler gibi süsledim... seve seve yapiyordum bunlari! Ama sonu ne oldu komsucugum! Iki gün içinde parça parça yapti üstündekileri, öyle dolasiyor simdi! inanir misiniz, mahsus yirtti entarisini, yalan söylemeyi sevmem, gözlerimle gördüm; «istemem sizin ipek entarinizi, eski pis entarimle gezerim ben» demek istiyordu. Öfkemi aldim ondan tabii, iyice bir dövdüm, öyle ki sonra doktor çagirtmam gerekti... bir de masraf ettim onun için. Oysa birakmaliydim geberip gitsin, bir hafta 151 sütten olurdum o kadar! (1) Ceza olsun diye tahtalari yika dedim; inanir misiniz, yikiyor! Hem de öyle güzel yikiyor ki! Deli olmak isten degil! Kaçar gider benden diye düsündüm. Düsünmemle kaçmasi bir oldu. Siz de biliyorsunuz, dün aksam gitti. Duydunuz, döve döve canini çikardim, bir daha kaçmasin diye kunduralarini, çoraplarini alip sakladim Artik yalinayak kaçamaz, diyordum; bugün gene gitti! Neredeydin? Söyle! Kime yakindin ben- den? Söyle çingene suratli, mendebur, söyle! Korkudan dili tutulan kizcagizin üzerine hisimla atildi, saçlarina yapistigi gibi yere çarpti. Içinde tursu olan çanak bir yana firlayip parça parça oldu. Kudurmus, sar-hos kariyi bu daha da kizdirdi. Kizin yüzüne gözüne rast-gele vuruyordu. Ama Helena'nin hiç sesi çikmiyordu. Kendimi kaybederek kostum, öfkeyle sarhos kadinin karsisina dikildim. Kolunu tutarak, -  Ne yaptiginizin farkinda misiniz siz? diye bagirdim. Zavalli bir yetimi ne hakla dövüyorsunuz?. Kadin Helena'yi birakip ellerini beline koydu. Hem o tiz sesiyle, -  Ne var? diye haykirdi. Kimsin sen? Ne isin var evimde? Ben de bagiriyordum: -  Merhametsiz, canavar kadin!    Zavalli bir çocuga bu yaptigin nedir? Senin degildir; yetim oldugu için onu evine aldigini demin kendin söylüyordun, duydum...
Cadaloz da bagiriyordu: -  Tanrim! Kimsin sen, geldin musallat oldun basima! Onunla beraber mi geldin yoksa? Simdi karakola haber verecegim!  Andron Timofeiç çok sayar beni!  Kaçip kaçip sana mi geliyordu bu sillik? Kimsin sen? Evimde (1)    Perhiz cezasindan söz ediliyor. (E. A.) rezalet çikarmaya geldin demek. Polis! Yumruklarini sikarak üzerime yürüdü. Ama tam o anda bir çiglik duyuldu. Basimi çevirip baktim, ayakta hareketsiz duran Helena korkunç bir çiglikla yere yuvarlanmis, kivraniyordu. Yüzü taninmaz bir hale gelmisti. Sar'a nöbetiydi bu. Karta kaçmis süslü kizla bodrum katta oturan kadin kostular, kaldirdilar onu, aceleyle eve götürdüler. Cadaloz hâlâ bagiriyordu arkasindan: -  Gebereydin de kurullaydim, Allahin belâsi!  Bir aydan beri üçüncü nöbet bu... Sonra bana saldirdi gene: -  Çabuk defol sen de, gözüm görmesin dümbelek ! Ulan kapici, ne dikiliyorsun orada! Boy gösteresin diye mi aylik veriyorum sana? Kapici bir sey söylemis olmak için, kalin sesiyle, tembel tembel, -  Hadi bas git! dedi. Yürü! Ense köküne yapistiririm yoksa. Iki kisi kavga ederken üçüncü karismaz. Selâmini ver, çek arabam bakalim! Ister istemez çiktim. Araya bosuna girmistim. Içim içimi yiyordu. Karsi kaldirimda durdum, bakmaya basladim. Benim arkamdan sarhos kadin kosarak yukari çikmis, kapici da ortadan kaybolmustu. Biraz sonra, Helena'yi eve götürmeye yardim eden kadin çikti, merdivenleri aceleyle iniyordu, beni görünce durdu, merakla süzdü. Temiz yüzü cesaret verdi bana. Gene girdim avluya, dogru yanina gittim. -  izninizle bir sey sormak istiyorum size, dedim. Kimin nesidir bu kiz? Su igrenç karinin yaptigi nedir? Bunu basit bir meraktan sordugumu sanmayin lütfen. Dünden beri taniyorum bu kizcagizi, bir durumdan ötürü de çok ilgileniyorum onunla. Kadin içeri girmek için dönerek isteksiz isteksiz, -  ilgileniyorsaniz,   burada    ölmesine   göz    yuma- - 153 caginiza yaniniza alsaniz onu, ya da birisinin evine yer-lestirseniz daha iyi edersiniz, dedi. -  Bana yol göstermezseniz ne yapabilirim? Hiç bir sey bilmiyorum. Evin sahibi Bubnova'ydi bu galiba? -  Ta kendisi. -  Kiz nasil onun eline düstü? Annesi burada mi öldü? -  Evet... Bizi ilgilendirmez bu. Gene içeri girmek için yürüyecek oldu. -  Lütfen aydinlatin beni, dedim; söyledim ya,   çok ilgileniyorum bu kizla. Belki bir seyler yapabilirim. Kimin kizidir? Annesi kimdir? Biliyor musunuz? -  Yabanciydi  galiba,  disardan gelmisti;     bodrum katta oturuyordu. Veremliydi, öldü zavalli. -  Böyle bir yerde oturduguna göre çok fakir olmaliydi. -  Hem de nasil! Hepimiz aciyorduk onlara. Bizim elimizden ne gelirdi, bes ayda bize de bes ruble borçlandi. Biz kaldirdik onu; kocam tabutunu yapti. -  Bubnova kendi kaldirdigini söyledi ama? -  Yalan. -  Soyadi neydi? - Dilim dönmeyecek beyim, zor bir addi. Almanca olsa gerek. -  Smith mi? -  Hayir, baska bir sey. Anna Trifonovna öksüzü yanina aldi; sözde bakacak ona... Ama hiç iyi etmiyor. -. Bir maksadi var galiba? Kadin söylese mi söylemese mi kararsiz, dalgin, -  Kötü yapiyor, dedi. Bize ne... Arkamizdan bir erkek sesi duyuldu : -  Dilini tutsan iyi edersin! Kirk yaslarinda, sabahliginin üzerine kaftan giymis, kentli kilikli bir adamdi bu. Konustugum kadinin koca- si oldugu belliydi. Yan gözle beni süzerek, -  Söylecek bir seyi yoktur size karimin, bayim, dedi. Bizi ilgilendirmez bu... Yürü içeri bakalim! Allahaismarladik bayim, tabutçuyuz biz. Meslegimizle ilgili bir iginiz olursa seve seve yardim ederiz size...  Baska hiç bir isimiz olamaz sizinle... Düsünceli, son derece heyecanli çiktim sokaga. Hiç bir sey yapamiyordum... Burayi böyle birakip gitmek de gelmiyordu içimden. Öte yandan, tabutçunun bazi sözleri de pek sasirtmisti beni. Kötü bir seyler dönüyordu ortada, hissediyordum bunu.
Basim önümde, dalgin dalgin yürürken birisinin beni adimla çagirdigini duydum. Gözlerimi kaldirdim, a-yakta güç duran, üstübasi temiz ama paltosu yirtik pirtik, kasketi kirli, sarhos bir adam duruyordu karsimda. Yüzü hiç de yabanci gelmemisti bana. Yüzüne saskin saskin baktigimi görünce göz kirpti, manali manali, -  Ne o, tanimadin mi? dedi. V -  Oo! Sen miydin Masloboyev! diye haykirdim. Eski lise arkadasimi birden tanimistim. - Ne tesadüf! -  Evet, dedi, ne tesadüf! Alti yildir karsilasmamistik. Daha dogrusu karsilastik da ekselans hazretleri bakmak lütfunda bulunmamisti bize. Ekselans, general oldunuz tabiî... yani edebiyat generallerinden!.. Böyle söylerken alayli alayli gülümsüyordu. Sözünü kestim : -  Saçmalama Masloboyev! Bir kere, edebiyat generali bile olsa, generale benzer yanim yok benim; sonra,. _ 155 _ izninle sunu söyleyeyim ki, evet iki üç kere sokakta karsilastik seninle, ama kaçtin benden, pesinden kosacak degildim her halde. Ne düsünüyorum biliyor musun? Sarhos olmasaydin simdi de seslenmezdin bana. Öyle degil mi? Ama neyse, gene de merhaba! Seni gördügüme çok çok sevindim kardesim. -  Dogru! Sey... bu durumum... seni mahcup etmiyor ya? Neyse canim, sormaya degmez bunu; önemli degil. Ne akilli bir çocuktun okuldayken, Vanya! hiç unutmam o günleri. Hatirliyor musun? benim yüzümden sopa yemistin bir keresinde. Ele vermemistin beni; ben de tesekkür edecek yerde, bir hafta dalga geçmistim seninle. Çok temiz yürekliydin! Merhaba canim kardesim, mer-haba! (Öpüstük.) Hayat degil benimki, yuvarlanip gidiyoruz iste..-. o tatli günlerimizi unutmadim hâlâ. Unutamiyor insan! Sen ne âlemdesin bakalim? -  Ben de senin gibi... içkinin verdigi duygululukla uzun uzun bakti yüzüme. Zaten temiz yürekli bir insandi. Sonra acikli bir sesle, -  Hayir Vanya, dedi, benim gibi degilsin sen! Okudum Vanya, okudum, okudum!.. Bak Vanya'cigim, gel seninle biraz konusalim! Acelen var mi ? -  Var; dogrusunu söyleyeyim, hem çok acelem var. Iyisi mi bak ne yapalim, nerede oturuyorsun? -  Söylemesine söyleyecegim, ama iyisi bu degil. Ne yapsak iyi olur söyleyeyim mi? -  Söyle. Durdugumuz yerden on adim ötedeki bir tabelâyi gösterdi. - Iste! Gördün mü? Pastane ve lokanta, yani lokanta, ama iyi bir yerdir. Aklina kötü bir sey gelmesin diye önceden söyleyeyim, çok temiz bir lokantadir;   hele votkasina   diyecek yok!  Kiev'den   yayan   gelmis   derler ya, o cinsten iste! Kaç kere içtim, biliyorum; zaten kötü bir sey çikaramazlar bana burada. Filip Filipiç'i bilirler. Filip Filipiç derler bana. Ne oldu? Niçin burusturdun yüzünü. Birak da sözümü bitireyim. Simdi saat tam on biri çeyrek geçiyor, demin baktim; tam on ikiye yirmi bes kala birakirim seni. Bu arada birkaç kadeh atariz. Eski bir arkadasin için yirmi dakikacik... geliyor musun? - Yirmi dakikayi geçmeyecekse gelirim; çünkü çok sikisik durumdayim kardescagizim, acele isim var... -  Hadi öyleyse. Ama önce sunu söyleyeyim: yüzünden düsen bin parça oluyor, canin bir    seye sikkin, ne dersin? -  Öyle. -  Nasil anladim! Insanin içini yüzünden anlama bilimiyle ugrasiyorum artik ben. Hadi yürü, konusalim biraz. Yirmi dakikaya neler sigdirmam ki ben: bir semaverin dibini kurutur, arkasindan kayin, yaban kerevizi, turunç, parfait amour likörlerinden birer kadeh yuvarlar, yetmezse baska bir sey daha bulurum... Durmadan içiyorum dostum! Yalniz bayram günleri kiliseye giderken ayigim. istersen içme sen. Yanimda bulunman yeter bana. içersen çok daha iyi olur tabiî. Hadi! Iki lâf edelim, on yil sonra görüsmek üzere ayriliriz gene. Senin dengin degilim ben Vanyacigim! -  Birak gevezeligi de yürü. Yirmi dakika sonra giderim. Lokanta ikinci kattaydi. Yukariya dar, ahsap bir merdivenden çikiliyordu. Merdivende zil zurna sarhos iki adamla karsilastik. Bizi görünce sallanarak yana çekildiler. Sarhoslardan biri henüz çok genç, biyiklari terlememis, son derece ahmak yüzlü bir delikanliydi. Sik, ama biraz gülünç giyimliydi: sanki üzerindeki giysi baskasi-nindi; parmaklarinda pahali taslardan yüzükler vardi ; 157 kravatinda gene pahali bir igne parliyordu. Pek tuhaf bir biçimde taranmis basinin tepesinde bir tutam saç dimdik duruyordu. Hep siritiyor, kikir kikir gülüyordu. Arkadasi ise sisman, göbekli, dazlak kafali, elli yaslarinda bir adamdi. Çiçek bozugu, sarhos yüzünün ortasindaki dügmeyi andiran burnunun üzerine bir gözlük oturtulmustu. Giyimine önem vermedigi ilk bakista belli oluyordu. Onun da kravatinda oldukça büyük bir igne vardi. Yüzünde hirçin, heyecanli bir ifade dikkati çekiyordu. Kalin bir yag tabakasinin arasinda nokta kadar kalmis çirkin, hirs dolu gözleri kuskuyla bakiyorlardi. Maslobo-yev'i tanidiklari belliydi; sisko bizi görünce bir an burusturdu yüzünü, genç olani ise pis pis gülümsedi. Kasketini çikardi. Masloboyev'e siritarak, -  Kusura bakmayin Filip Filipiç, diye mirildandi. -  Hayrola? -  Kabahatimiz var... sey... Mitroska içerde oturuyor. Alçagin biridir o Filip Filipiç. -  Ne oldu? -  Öyle ya... Geçen hafta Mitroska'nin yüzünden bir yerde beyin suratina  (basiyla arkadasim gösterdi)  yogurt çalmislar... kih, kih! Arkadasi, cani sikilarak dirsegiyle dürttü onu. -  Birkaç sise içemez misiniz bizimle Filip Filipiç? -  Hayir, dedi Masloboyev, simdi olmaz, isim var. -  Kih! Benim de sizinle bir isim vardi... Arkadasi gene dirsegiyle dürttü onu. -  Baska zaman, baska zaman! Masloboyev'de, onlarin yüzüne bakmak istemiyormus gibi bir hal vardi. Ama bir uçtan öbür uca uzanan çesit çesit mezelerle, böreklerle, renk renk içki siseleriyle donatilmis tezgâhin bulundugu birinci salona girdigimizde bir köseye çekti beni. -  Genç  olani taninmis tüccar Sizobrühov'un oglu- dur, dedi. Babasindan kalan yarim milyonu tüketmeye çalisiyor. Paris'e gitti, orada yedigi paranin haddi hesabi yok, belki de uyutmuslardir onu... Sonra amcasindan bir miras kaldi, Paris'ten döndü simdi, gerisini de burada bitirmeye çalisiyor. Bir yil sonra avuç avuç dilenmeye baslayacak, farkinda degil. Kaz kafalinin teki... hep birinci sinif lokantalarda, bodrum meyhanelerinde geçiriyor günlerini, aktristlerle düsüp kalkiyor. Geçenlerde de tutmus, atli muhafizliga kabulü için dilekçe vermis. Yasli olaninin adi Arhipov'dur. O da tüccar mi, bir yerde kâhya mi ne... Bir ara sarapçilikla ugrasmis, düzenbazin, namussuzun teki... simdilik Sizobrühov'a yardakçilik ediyor. Ne hinoglu hindir! Iki kere iflâs etmis, içi çifit çarsisi, sapik bir adamdir. Dalavereli bir is yüzünden mahkemeye de düsmüs, ama kurtarmis paçayi. Onu burada gördügüme bir bakima sevindim; bekliyordum onu... Anlasilan Sizobrühov'u soymakla mesgul bu günlerde. Bilmedigi delik yoktur, bu yüzden gençlerin isine yarar. Çoktan beri ona dis biliyorum. Mitroska da öyle... Su pencerenin dibinde ayakta duran kibar giyimli, çingene suratli delikanlidir Mitroska. At hirsizinin tekidir, buradaki bütün süvarilerle ahbapligi vardir. Öyle namussuzdur ki, gözlerinin önünde kalp parayi basar, gördügün halde alir bozarsin bastigi banknotu. Gerçi kadife kaftan giyiyor, milliyetçi bir Rustan farksizdir (yakisiyor da bu, kerataya) ama su anda frak giydir ona, al Ingiliz kulübüne götür, ünlü kont, söz gelimi, Dümbelekof diye tanit, hiç kimse aklinin ucundan geçirmez kont olmadigini, yutarlar. Briç oynar, bir kont gibi kibar konusur... Sonu kötü ya bakalim... Iste bu Mitroska da dis biliyor simdi siskoya. Iyice yolamadigi, eski arkadasi Sizobrühov'u aldi elinden çünkü. Burada bulustuklarina göre ortada bir isler dönüyor demektir. Arhipov'la Sizobrühov'un buralarda dolastiklari, bir isler pesinde olduklari haberini bana Mitros-

ka'nin yetistirttiginden kuskum yok. Mitroska'nin Arhi-pov'a olan öfkesinden yararlanmak istiyorum; çünkü benim de kendime göre düsüncelerim var. Buraya da onun için geldim sayilir zaten. Mitroska'ya belli etmek istemiyorum; sen de bakma ona. Buradan çiktigimiz zaman pe-1 simizden kosacak, istedigim seyi söyleyecektir bana... Simdi su odaya geçelim Vanya. Garsona döndü : -- Ne istedigimi bilirsin tabiî Stepan. -  Bilirim, -  Getirecek misin? -  Elbette efendim. -  Hadi bakalim. Otur Vanya. Niçin öyle bakiyorsun yüzüme? Farkindayim,    gözlerini ayirmiyorsun benden. Sasiyor musun? Sasma. Insanin basina her sey gelir hayatta... çocuklugunda - özellikle beraberce    Cornelius Nepos'u ezberledigimiz günlerde - aklinin ucundan geçmeyen seyler gelir basina... Bak Vanya, suna inan: gerçi yolunu kaybetti Masloboyev, ama yüregi o zamanki gibi temizdir gene; sadece kosullar degisti. Yüzüm kara olmasina karadir, ama herkesinki de en az benimki kadar karadir. Doktor olmak istedim, Rus dili ögretmenligine adayligimi koydum, Gogol üzerine bilimsel bir yazi dösendim, altin arayiciligi yapacak oldum, evlenmeye kalkistim... bir yuvasi olsun kim istemez, evim tamtakir oldugu halde razi oldu kiz. Dügün günü   giymek için bir çift kundura ödünç aldim birisinden;  benimkilerin dibi çikali bir buçuk yil oluyordu çünkü... Sonunda evlenme isimiz suya düstü. O bir ögretmenle evlendi, ben de büroda çalismaya basladim. Büro dedimse öyle vizir vizir isleyen, büyük bir yer gelmesin aklina... Isler degismisti artik. Yillar geçti aradan, çalismadan bol bol para kazaniyorum:  rüsvet aliyor, gerçekleri savunuyorum.  Koyuna karsi kurt, kurda karsi koyunum.    Kendime göre prensiplerim var: söz gelimi, bir çiçekle bahar olmayacagina inanir, isimi ona göre tutarim. Daha çok kisisel, ayak takimi isi benimki... anliyorsun ya? -  Detektif falan misin? -  Yo... detektif sayilmam pek. Ama bir bakima resmî bir is sayilir, ama daha çok gönüllü çalisirim. Anlayacagin, votka  içerim Vanya.  Votka yerine aklimi içmedigim için de gelecegimi biliyorum. Isim bitti
benim artik, arabi istedigin kadar ov, beyaz olur mu hiç! Bir sey söyleyecegim sana Vanya: içimde dürüst bir yan kalmamis olsaydi gelmezdim yanina. Haklisin, çok gördüm seni, yanina gelmek istedim, ama cesaret edemedim, sonraya birakiyordum hep. Senin dengin degilim ben. Sarhos oldugum için senden kaçmadigimi dogru söyledin. Birakalim beni artik. Senden söz edelim biraz. Okudum canim, ben de okudum! ilk yapitini, diyorum sevgili dostum. Okuyunca az kaldi dürüst bir insan oluveriyordum! Az kalmisti, ama vaz geçtim, namussuz olarak kalmayi yegledim. Iste böyle... Uzun uzun anlatti. Içki gittikçe daha çok vuruyordu basina. Duygulanmisti, ha agladi ha aglayacakti. Masloboyev öteden beri hos, ama içten pazarlikli, kurnaz, uyanik, anasinin gözü bir çocuktu. Ama aslinda temiz yürekliydi. Yolunu yitirmis bir insan... Rus toplumunda böyleleri çoktur. Genellikle, büyük yetenekleri olan kimselerdir bunlar; ama akintiya kapilmislardir bir kere; üstelik, bazi yönleri zayif oldugundan bile bile, vicdanlarinin gösterdiginin tam tersini yaparlar; göz göre göre sürüklenirler uçuruma. Masloboyev üstelik bir de içkiye vermisti kendini. -  Simdi bir sey daha söyleyecegim sana, diye devam ediyordu. Ününün yildirim hiziyla her yana nasil yayildigini duydum; sonra seninle ilgili bir çok elestiri yazisi okudum  (okudum ya; artik hiç bir sey okumadi-

gimi mi saniyordun); aradan bir zaman geçince sokakta gördüm seni, ayaginda eski bir potin vardi, sapkan burus burustu; çok sey anlatti bana senin, bu durumun. Simdi dergilere mi yaziyorsun? -  Evet Masloboyev. - Hamallik yapiyorsun yani. -  Ona benzer bir sey. -  Bak ne diyecegini kardesim: içmek daha iyi vallahi! Kafayi çekip kanepeme uzaniyorum  (çok güzeldir kanepem, yaylan bile var), hayallere birakiyorum kendimi. Söz gelimi Homer, ya da Dante, Barbaros oldugumu düsünüyorum. Oysa sen Dante ya da Barbaros oldugunu hayal edemezsin; çünkü bir kere, kendin bir seyler olmak istiyorsun; sonra, yasaktir sana böyle düsünceler, bir hamalsin çünkü. Benim hayallerim var, seninse gerçeklerin. Bak Vanya, açikça, kardesçe bir sey söyleyecegim sana, dinle beni (dinlemezsen çok gücenirim), paraya ihtiyacin var mi? Bol param var. Burusturma yüzünü öyle. Kabul et verecegim parayi, seni çalistiran o yayincilara ne kadar borcun varsa hepsini ver, kes onlarla hesabini, seni bir yil bakacak parayi vereyim sana, o-tur büyük bir roman yaz! Ne dersin? - Bak Masloboyev! Bu kardesçe düsüncen için minnettarini sana, ama simdi bir cevap veremem... sebebini de söyleyemeyecegim, anlatmasi uzun sürer. Birtakim durumlar var. Ama söz veriyorum, sonra her seyi anlatacagim sana. Teklifine çok çok tesekkürler. Sana ugrayacagim, söz veriyorum, sik sik ugrayacagim hem. Benimle açik, içtenlikle konustun, ben de, benden daha tecrübeli oldugunu sandigim bir konuda akil danisacagim sana. Smith'le torununun hikâyesini, pastaneden baslaya- Ezilenler - P : 11162 rak sonuna kadar anlattim ona. Ben anlatirken, gözlerinde olayi biliyormus gibi bir ifadenin dikkatimi çekmesi sasirtmisti beni. Kuskumu açtim ona. -  Hayir, dedi, ama Smith adinda bir ihtiyarin pastanede öldügünü duymustum. Ama madam Bubnova'yla ilgili bazi seyler biliyorum. Iki ay önce rüsvet almistim ondan. Je prends mon bien ou je le trouve... (1) Moliere'e bir bu bakimdan benzerim. Gerçi yüz ruble almistim ondan ya, daha o gün kendi kendime, cadalozdan bes yüz ruble almaya karar vermistim. Ne Allahin belasidir! Karanlik islerle ugrasiyor. Hele bazan öyle korkunç seyler yapiyor ki! Lütfen Don-Kisot sanma beni. Belki benim payima da bir seyler düser diye ilgileniyorum; demin Si-zobrühov'u görünce bunun için o kadar sevinmistim iste. Birisi getirdi buraya Sizobrühov'u, Siskodan baskasi olamaz bu.    Siskonun ne çesit islerle ugrastigim bildigim için... Neyse, onu da bir punduna getirip enselerim! Bu küçük kizin hikâyesini ögrendigim iyi oldu; baska bir ipucu buldum simdi. Bazi özel isler de yapiyorum ben Vanya. Öyle kimselerle tanistim ki! Geçenlerde bir prensin kirli bir isini yakaladim... bir is ki sorma! Hiç kimse beklemezdi ondan bunu. istersen evli bir kadinin marifetlerinden söz ederim sana? Sen gel bana Vanya, öyle seyler anlatacagim ki   sana yazsan hiç kimse inanmaz.... Bir ön - seziyle sözünü kestim : -  Soyadi neydi o prensin? -  Ne yapacaksin? Valkonski. -  Pyotr Valkonski mi? -  Evet. Taniyor musun onu ? -  Uzaktan. (1)    Moliere'nin çok kullandigi bir söz :   «Elime  geçen firsati kaçirmam.»

Kalkarak, -  Bu Prensle ilgili bazi seyler ögrenmek için bir-kaç kere gelecegim sana Masloboyev, dedim. Çok meraklandirdin beni.
-  Hay hay dostum, istedigin zaman buyur. Masal anlatmasini severim ama her seyin bir sinin var. . anlarsin ya! Yoksa kredimizi, itibarimizi - ticarî itibarimizi yani - kaybederiz. -  Sinin asmayiz biz de. Heyecanlanmistim. Kaçmadi gözünden bu. -- Simdi sana anlattigim hikâyeye ne dersin? diye sordum. Bir sey düsündüm mü? - Anlattigin hikâye mi? Bir dakika bekle, hesabi verip geliyorum. Büfeye gitti, orada tesadüfenmis gibi, herkesin senli benli bir tavirla Mitroska dedigi kaftanli delikanliyla yan yana geldi. Masloboyev onunla, bana söylediginden biraz daha yakin dosttu gibime geldi. Hiç degilse, ilk kez konusmadiklari belliydi. Gösterisli bir delikanliydi Mitroska. Kaftaniyla, kirmizi ipek gömlegiyle, güzel yüz çizgileriyle; gençlik, cesaret dolu siyah gözleriyle dikkati hemen üzerine çekiyordu. Hareketlerinde yapmacik bir kabadayilik vardi; ama simdi basi pek kalabalikmis, ö-nemli islerle ugrasiyormus gibi bir tavir takinmaya çalistigi belliydi. Masloboyev yanima dönünce, -  Vanya, dedi, bu aksam üstü saat yedide ugra bana, belki bir seyler söylerim sana. Görüyorsun ya, yalniz basima bir ise yaramiyorum. Eskiden yariyordum,    ama geçti artik benden,    islerden uzaklastim,    içkiye verdim kendimi. Ama eski ahbaplarim var; onlardan bazi seyler ögrenebilirim. Bu alanda usta   olan kimselere    sorarim. Gerçi bos bir zamanimda, yani ayikken ben de bir seyler yaparim... tabiî gene tanidiklarin yardimiyla...  Isin aslini  ögreniriz...   Neyse,  simdilik bu kadar yeter! .  Iste164 sana adresim: Sestilavoçnaya... Artik bogazim kurudu Vanya. Birkaç kadeh yuvarlayip dogru eve gidecegim. Söyle bir uzanayim. Gelirsen Aleksandra Semyonovna'yla tanistiririm seni; zaman olursa siirden falan söz ederiz. -  Ya Prensten? -  Ondan da. -  Gelirim belki, gelecegim, gelecegim... VI Anna Andreyevna sabirsizlikla bekliyordu beni. Dün aksam Natasa'nin mektubu üzerine söylediklerim son derece meraklandirmisti onu; çok daha erken, saat onda bekliyormus beni. Ögleyin saat ikide geldigim zaman zavalli kadin sabirsizliktan kivraniyordu. Üstelik, dünden beri içini dolduran yeni umutlarindan, Nikolay Sergeiç'ten - dün aksamdan beri hastalanmis, ama ona karsi çok iyi davraniyormus - söz etmek istiyordu bana. Oldukça soguk karsiladi beni, «Niçin geldin? Her gün ne diye damlarsin buraya?» der gibi bir ilgisizlik vardi davranislarinda. Geç geldim diye kizmisti. Ama acelem vardi benim; kisaca dün aksam Natasa'nin evinde olanlari anlattim. Prensin ziyaretini, Natasa'ya yaptigi teklifi duyunca kadincagizin yüzü güldü birden. O andaki sevincini anlatamam: kendini kaybetti, haç çikardi, agladi, tasvirin önünde yerlere kadar egildi, boynuma atildi; hemen Nikolay Sergeiç'e kosup mutlu haberi vermek istedi. - Ugradigi hakaretler, küçük düsürülmeler hasta. etti onu. Natasa'nin gururunun kurtuldugunu ögrenince her seyi unutacaktir. Zor vazgeçirdim onu. Zavalli kadincagiz yirmi bes yili

beraber yasadigi kocasini hâlâ tanimamisti. Benimle hemen Natasa'ya gelmek de istedi. Bu hareketinin Nikolay Sergeiç'i kizdiracagini, isleri berbat edecegini anlattim. Sonunda yatisti, ama gereksiz sorularla uzun süre oyaladi beni, habire konustu. «Bu kadar sevinçliyken dört duvar arasinda bir basima mi kalayim?» diyordu. Natasa'nin beni sabirsizlikla bekledigini söyleyerek nihayet izin kopardim ondan. Kadincagiz pespese birkaç kere kutsadi beni, Natasa'ya en iyi dileklerini iletmemi söyledi; önemli bir sey olmazsa aksam muhakkak ona ugramami tembihlediginde, bu istegini kesinlikle reddedince aglamakli oldu. Bu gelisimde Nikolay Sergeiç'i görmedim: bütün gece bas agrisindan, atesten sizlanmis, simdi odasinda uyuyordu. Natasa da sabirsizlikla bekliyordu beni. Içeri girdigimde her zamanki gibi kollarini önünde kavusturmus, odanin içinde dalgin dalgin dolasiyordu. Simdi bile onu düsündügüm zamanlar fakir odasinda yalniz, terk edilmis, bekleyen, kollarini gögsünün üzerinde kavusturmus, basi önünde, odanin içinde gayesiz, bir asagi bir yukari dolasirken gelir gözlerimin önüne. Dolasmasina devam ederek alçak sesle, niçin bu kadar geç kaldigimi sordu. Basimdan geçenleri kisaca anlattim; ama dinlemiyordu beni sanki. Büyük bir endisesi oldugu belliydi. -  Ne var ne yok? diye sordum. -  Hiç, dedi. Ama ses tonundan bir seylerin oldugunu, beni sabirsizlikla bunu anlatmak için bekledigini anlamistim.. Ama her zaman oldugu gibi simdi degil, ben gitmeye hazirlanirken anlatacakti. Adetiydi bu. Alismistim ben de, bekliyordum. Dün aksamki olaydan söz etmeye basladik. Yasli Prensin ikimiz üzerinde de ayni izlenimi birakmis olma- si sasirtmisti beni: Natasa da hiç hoslanmamisti ondan; hele simdi dünkünden daha çok nefret ediyordu. Dünkü ziyaretini enine boyuna konusmamizdan sonra Natasa birden, -  Bak sana bir sey söyleyeyim Vanya, dedi, dene-misimdir: birisinden baslangiçta hoslanmazsam, bu, ondan sonra hoslanacagima delildir. Her zaman öyle olmustur.
-  insallah Natasa. Her seyi düsündüm tasindim, sonunda su karara vardim: Prens ne kadar kötü niyetli olursa olsun, evlenmenize karsi durmayacaktir. Natasa odanin ortasinda durdu, gözlerimin içine soguk soguk bakti. Yüzü degismisti; dudaklari bile hafiften titriyordu. Gururlu bir saskinlikla, -  Böyle bir durumda nasil kurnazlik edebilir... yalan söyler? diye sordu. Aceleyle dogruladim onu : -  Haklisin, haklisin! - Yalan söylemiyordu her halde. Bence olamaz böyle bir sey. Kurnazlik etmesi için bir sebep yok ortada. Hem benimle bu derece eglenmesi için çok degersiz olmaliyim gözünde... Bir insani bu kadar küçümsemek olur mu? -  Dogru! dedim. Ama içimden söyle düsünüyordum: «Zavalli yavrum, hep aklinda bu galiba, belki benden bile çok kusku ediyorsun.» - Ah, dedi, bir an önce dönmesini öyle istiyorum ki! Geç saatlere kadar oturacakmis burada, artik o zaman... Her seyi yüz üstü birakip gittigine göre çok önemli bir is olsa gerek. Bir seyler duymadin mi bu konuda Vanya? -  Hayir. Ne isi oldugunu Tanri bilir. Para pesindedir hep. Burada bir yer almaya hazirlandigini duydum. isten anlamayiz biz, Natasa.

-  Öyle. Alyosa, dün aksam bir mektup aldigini söylüyordu. -  Bir haberdir. Alyosa geldi mi? -  Geldi. - Erken mi? -  Saat on ikide: sabahlari geç kalkar zaten. Biraz oturdu.    Katerina Fyodorovna'nin yanina yolladim onu. Baska türlü olmaz Vanya. -  Kendi istemiyor muydu ? -  Hayir... Natasa bir sey daha söylemek istedi, ama vazgeçti. Yüzüne bakiyor, bekliyordum. Üzgündü. Bir seyler soracaktim, ama kendisine soru sorulmasini sevmedigi için sustum. Sonunda, dudaklarini hafifçe bükerek, -  Çok tuhaf bir çocuk bu Alyosa, dedi. Sanki yüzüme bakmamaya çalisiyordu. -  Neden? Bir sey mi oldu? -  Yoo, bir sey olmadi; hattâ bana karsi sevimliydi... Yalniz... -  Bütün üzüntüsü, endiseleri bitti artik, dedim. Natasa uzun uzun bakti gözlerimin içine. Belki söyle cevap vermek istiyordu: «Eskiden de pek üzüldügü, endiselendigi yoktu zaten»; ama benim söyledigimin de ayni anlama geldigini sezinleyince yüzünü eksitti. Ama hemen neseli, sevimli tavrini takindi gene. Pek uysaldi nedense. Bir saatten fazla oturdum. Çok endiseliydi. Prensten korkuyordu. Bazi sorularindan, dün aksamki ziyaretinden sonra Prensin buradan nasil bir izlenimle ayrildigini bilmeyi çok istedigini anlamistim. Girebilmis miydi gözüne? Sevincini biraz fazla belli etmemis miydi? Fazla mi çekingen davranmisti? Yoksa gereginden çabuk mu indirmisti yelkenleri suya? Aklina kötü bir sey gelmis miydi Prensin? Için için alay mi etmisti onunla yoksa? Küçümsemis miydi onu?.. Bu düsünceler yanaklarim kipkirmizi yapmisti. -  Kötü bir insanin senin için ne düsündügü nasilSoluyor da bu kadar ilgilendiriyor seni? dedim. Ne düsünürse düsünsün! -  Niçin kötü olsun? Natasa vesveseliydi ya, temiz yürekli içtendi. Kuskulu olusu sagligindan geliyordu. Magrurdu, ama onunki soylu bir gururdu; herkesten üstün gördügü bir insanin onunla alay etmesine dayanamazdi. Asagilik bir insanin onu küçümsemesine ise küçümsemeyle karsilik verirdi. Ama kutsal saydigi bir seyle alay edilince - alay eden nasil bir insan olursa olsun - yüregi sizlardi, Irade zayifligindan degildi bu. Dünyayi tanimamasi, insanlara alisik olmamasi, içe kapanikliligiydi bunun nedeni. Dis dünyayla hemen hiç iliskisi olmamisti. Ona belki de babasindan geçmis, son derece iyi yürekli, temiz ruhlu insanlara vergi bir özelligi daha vardi: karsisindaki insani oldugundan daha iyi görmek için âdeta zorlardi kendini; iyi yanlarini gözünde büyütürdü. Böyle insanlarin sonra hayal kirikligina ugramalari kötü olur... hele kabahatin kendilerinde oldugunu sezinlerlerse istiraplari daha da artar. «Niçin verebileceklerinden çok sey bekledim onlardan?» diye kara kara düsünürler. Bu çesit insanlar sik sik ugrarlar böyle hayal kirikligina. Köselerine çekilip insanlardan uzaklasmalari en iyisidir. Dikkat ettim, köselerini o kadar severler ki, zamanla yabanilesir-ler orada. Ne var ki, Natasa çok hakarete ugramis, kara günler geçirmisti. Yarali bir insandi o artik, bu bakim-dan, sözlerimde onu yeren yanlar varsa suç onun degildi. Acelem vardi, gitmek için kalktim. Gitmeye hazirlandigimi görünce - geldigimden beri bana karsi hiç yakinlik göstermedigi, hattâ her zamankinden daha bir so-

Ezilenler Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin