Bang Yong Guk Tennesse'li madenci bir babanın ve sürekli sarhoş bir annenin Dolan Springs'te doğan oğluydu. Babası madendeki kazada ölüp parasızlık iyice kendini göstermeye başladığında annesi kendini daha da içkiye vermişti. Körfez Savaşı sırasında orduya katılan Yong Guk, Frankfurt'taki bir bar kavgası dışında hiçbir şiddet olayına şahit olmamıştı. Hayatının geri kalanını Arizona dağlarında, vadiler, platolar, yeşil ağaçlar, geyikler ve turistler dıyarında geçiriyordu.
Savaştan önce yeni olsa da adamın onu satın aldığı 1998 yılında çoktan eskimiş olan Chevy kamyonetin arka tarafındaki çıkartmada EĞER TURİST MEVSİMİYSE NEDEN ONLARI AVLAYAMIYORUZ? yazıyordu. Arka pencerenin önündeki tüfek otuz kalibirelikti. Ve onu o gün, yolun kenarında işediği kendisini şaşırtıp çizmelerine işemesine yol açan BMW'ye ateş ederken kullanmıştı. Fermuarını çektikten sonra kamyona koşmuş, tüfeği kapıp ateş etmişti ama BMW çoktan gözden kaybolduğunda arabayı ıskalamıştı.
Iskalamış olması benzer bir durumda aynısını yapmayacağı anlamına gelmiyordu. Hayatını hasar tespit operasyonlarıyla kazandığından, komşularının aksine geliri turistlere bağlı değildi. O an için iki iş arasındaydı ama bu durum uzun sürmeyecekti. Onu kiralayan insanlar genelde çevre araştırmalarıyla ilgenenler ve dağlarda inşaat izni almaya çalışanlardı. Yong Guk'un tek yapması gereken kendisine emir verildiğinde bir ekip toplayıp ormana gitmek, yıpranmış ağaçları veya asla hayatta kalmayacak cılız fidanları kesmekti. Toprakla ilgilenenler düzgün ormanlardan hoşlanırdı, geniş araziler ve büyük ağaçları severlerdi.
Yong Guk'un bankada biraz parası vardı, göl balık kaynıyordu ve etraf altılı bira paketini soğuk tutmak için gömebileceği kadar karla kaplıydı. Yani günü göl kenarında geçiren Yong Guk'un mutlu bir adam olduğu söylenebilirdi.
İçkiyi fazla kaçırdığından fazlaca mutluydu. Otobanda ilerleyip gözetleme evine giden yola saptığı sırada - itfaiyecilerin on yıldır kullanmadıkları bir kuleyi eve dönüştürmüştü- az kalsın kamyonun kontrolünü kaybedecekti. Aracın arka tarafı buzda kaydı ve meşe ağacının kütüğüne çarpmadan önce arabayı güçlükle durdurdu. Ağacın üst kısmını otoban manzarasını engellediği için kesmişti. Yasadışı bir işlemdi çünkü ağaç aslında adamın topraklarında yer almıyordu.
Ama aracı kontrol altında almaya başardı. Artık evine yarım kilometre kalmıştı ve bu mesafeyi gözü kapalı bile gidebilirdi.
Bu son olay Yong Guk'u sarstı, neşesini kaçırdı. Şanssız bir durumdu çünkü gün o ana kadar mükemmel gitmişti. Aslında bugünü daha da mükemmel kılacak tek şeyin Kim Him Chan'ın yemeğe gelmesi, hatta elinde iki kap yemekle gelmesi olduğunu düşünüyordu. Ardından, adamın tabiriyle 'birbirlerini sallayabilirlerdi.' Eve girdiğinde adama telefon açıp yapacak bir işi olup olmadığını soracaktı. Çoğu gece adamın yapacak hiçbir işi yoktu.
Yong Guk garaj olarak kullandığı ahırın önüne kamyoneti bıraktığı sırada az önce yaşanan kaza tedirginliği tamamen aklından çıkmıştı. Zaten onu rahatsız eden aracı çarpmak değil tamirat için kasabaya geri dönmek zorunda kalacak olmasıydı. Altı bira onu bu kadar sarıyorsa artık yaşlanıyor demekti! Yirmili yaşlarına gelmişti. Elektrikli testere veya balta kullanamayacağı günler gelirse o zaman endişelenmesi gerekirdi.
Motoru çalışır durumda bırakıp ahırın kapısını açmak için araçtan indi. Hava iyice soğumuştu, ısıtmak için ellerini hohladı. Yoldaki bir köke takıldı ama dengesini korumayı başardı. ''Tanrım, '' dedi yüksek sesle. ''Topu topu altı bira yüzünden mi bu haldeyim?'' Belki hastalanıyorumdur, diye ekledi sessizce. Soğuk algınlığı. Elbette öyle olmalı. Yoksa altı bira beni hayatta bu hale düşürmezdi.
Neredeyse ahırın kapısına ulaşmıştı. Paslı kilidin her zaman olduğu gibi kendisine sorun çıkaracağını biliyordu. Derken garip bir gürültü duyuldu. Donup kaldı. Evin etrafındaki orman hayvanlarla doluydu. Geyikler, dağ aslanları, yılanlar, sincaplar, çeşit çeşit kuş... Bazen kara ayılar. Yong Guk başlangıçta gürültüyü yapanın kara ayılardan biri olduğunu sandı. İtiraf etmeliydi, ayılarla fazla karşılaşmamıştı ve bu yüzden haklı olduğuna emin değildi. Düzensiz bir soluk sesiydi, sanki bir şey dik yokuşu çıkmış ve henüz kendine gelememişti. Aynı zamanda da nemli bir sesti. Onu duyduğu anda Yong Guk sallanan kulakları, koca dişleri ve açık ağzından sarkan salyaları gözünde canlandırdı. Ürperdi ama bu sefer soğuk gece havası yüzünden değildi.
Gürültü yeniden duyuldu, bu sefer daha güçlüydü.
Daha yakındı.
Yong Guk mesafeleri hesaplamaya çalıştı. Ahır daha yakındı ama orada aptal kilitle uğraşacaktı ve en iyi ihtimalle birkaç dakika kaybedecekti. Kilidi açtıktan sonra ittirip ağır ahır kapısını da açması gerekecekti. Menteşeleri yıllardır yağlamadığından kapı güçlükle açılıp kapanıyordu. Bir de hayvan girmeden ahır kapısını kapama meselesi vardı. Eğer karşısındaki vahşi bir ayıysa ne kadar zamanı olacağını kimse bilemezdi.
Hayır, kamyon daha akıllıca bir seçimdi. Daha uzaktı ama gerekirse atlayıp Cedar Wells'e dönebilirdi. Üstelik tüfeği de oradaydı.
Yine gürültü. Bu sefer dudak yalamaya benzer bir ses gürultüyle eşlik etti. Yolun öte yanındaki ağaçların arasında bir şekil görüldü, belirtisiz ve koyu renk. Ama büyük.
Yong Guk kamyona doğru koştu. Yeniden köke takıldı ve bu sefer zamanında toparlanamadığı için yüzüstü yere yapıştı. Çimenlerin arasındaki kırık şişe elini kesip avucunun kanamasına yol açtı. Dizleri üzerinde doğruldu, cam parçasını avcundan çıkardı ve bir an için kanın akışını izledi. Tam o anda koku adamı sardı. Sanki biri, beş gündür ölü olan bir hayvanı burnunun dibinde tutuyordu.
Ayı olmalıydı. Veya oradaki her neyse o. Artık kokusunu alabildiğine göre hayvan iyice yaklaşmış demekti. Yaratığın sıcak nefesini ensesinde hissedebiliyordu. Yoksa tüm bunlar hayalgücünün oyunu muydu? Dönüp bakmamaya karar verdi.
Bunun yerine ayağa kalktı ve kamyonuna doğru koşmaya başladı. Kanlı eliyle kapi kolunu yakaladı ama eli kaydı. Yeniden kapı koluna uzandı, bu sefer daha sıkı tuttu ve kan yüzünden kayganlaşan kolun parmaklarının arasından kayıp gitmesine izin vermedi. Kapı kolayca açıldı.
Derken yaratık adama ulaştı. Koyu renk kürk ve sivri dişler! Bir pençe savurup adamı yere devirdi. Adam sol koluyla kamyonun basamağına tutundu, sanki onu yutacağına emin olduğu kıyametle arasındaki tek şey kamyonun basamağıydı. Ve o anda ilk kez yaratığı gördü ama doğru göremiyor olmalıydı çünkü yaratık değişiyor, bir kaybolup bir var oluyordu. Şimdi bir siyah ayı... Şimdi aylardır ölü olan çürümüş bir siyah ayı... Hayvan, adamın boğazına pençesini savurduğunda tüylerin burun deliklerini gıdıkladığını hissetti. Derken hayvan dişlerini adamın boğazına geçirip atardamarını kopardı.
Yong Guk'un son düşüncesi Him Chan'la son bir kez birbirlerini sallamalarının hoş olabileceğiydi ama adamı bu gece davet etmemekle en iyisini yapmıştı büyük ihtimalle.
Kırk yıl önceki ilk kurban da tek başına ormanın derinliklerinde avlanırken yakalanmıştı. Çabuk ölmüştü ve cesedi hiçbir zaman bulunmamıştı. Hayvanlar kemiklerini kemirdi, solucanlar etini yedi ve böcekler kalanı halletti. Ceset şu ya da bu şekilde toprağa geri döndü.
Ölümün üzerinden tam kırk yıl geçmişti.
Döngü tekrarlanıyordu.
Cinayetler başlamıştı.
Y/N: Merhaba ^^ Biliyorum evet biraz gecikti ama internete şu sıralar pek giremiyorum. Yazmak istediğim bir şey daha var. Bölümün bir yarısını mobilden yazdım. Yazim hatalarım olursa lütfen pek takmayın ^^ ♡

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Witch Canyon
DobrodružnéSehun ve Luhan, Büyük Kanyon'a gitmişti ve bu, zevk için çıktıkları bir gezi değildi. Doğa harikası kanyonun yakınlarında esrarengiz cinayetler işleniyordu. Uzun aralıklarla, kırk yılda bir işlenen bu cinayetlerin üzerinde o güne dek fazla durulmamı...