Onu, ilk gördüğü andan beri seviyordu. İlk defa onu gördüğünde kalbinin ritminin bozulmasından anlaması gerekse de anlayamamıştı. Aynı zamanda kör de olmuştu çünkü ona karşı. Her zaman ondan bahsederlerdi ama onu gerçekten karşında görmek, kendi gözlerinle, kendi bulunduğun alanın hemen yakınında görmek; onun arkasından sana doğru gelen rüzgarın ondan esanslar taşıyarak gelmesi... Tony bu hissi başka hiçbir yerde böyle hissetmemişti.
İlk defa bir görevde karşılaşmışlardı. Görevleri biter bitmez Tony onun yanına yanaşmış ve bildiği bütün 'yürüme' yöntemlerini kullanarak adamı kendi elleri arasına almak istemişti. Almıştı da. Kısa bir süre sonra Steve ve Tony sevgili olmuşlardı. Tony'nin bunu kolay bir şekilde başarmış olmasının sebebi... tabi ki de Steve'in de Tony'e karşı kayıtsız durmamış olmasıydı. O da Tony'i seviyordu. Sevmemek dışında başka şansı mı vardı sanki? Tony ve Steve karşı karşıya geldikten sonra sevgili olmadıkları, birbirlerine aşık olmadıkları bir evren düşünülebilir miydi?
Üstteki kelimeler bu şekilde yan yana sıralandığı sırada, Tony ve Steve evlerinin salonundaki kanepede öpüşmekteydiler. Tony, aslında o evi yıllar önce Pepper ile beraber yaşamak için almıştı. Ancak o, Steve'i görmeden önceydi. Steve'i görmeden önce kahraman olmak, zırh giymek ve dünyayı kurtarmak gibi bazı gereksiz hayalleri vardı. Ancak artık Steve ile beraber yaşamak istiyordu, hayatının geri kalanında Steve ona kurabiye yapsın, o da Steve'i öpsün; Tony ona yatakta kahvaltı hazırlasın, Steve de onu öpsün.
'Mucuk mucuk' öpüyordu Tony, Steve'i. 'Yabış yabış' öpüyordu. Daha önce hiç öpmemişti sanki. Derinin altından hayat enerjisini vantuzmalayı amaçlıyormuşçasına bir emiş gücüyle öpüyordu Steve'i. Üstelik her yerini.
Omuzları üstündeki her yeri.
Aynı yerlerin üstünden defalarca geçiyordu. Temiz olsun istiyordu çünkü. Birazdan turunu tamamlayıp aynı noktaya gelip yeniden öpecekti çünkü. Tekrar tekrar, tekrar tekrar, tekrar ve tekrar. Son olarak, tekrar ve tekrar.
Nereye kadar mı gidecekti? Yolun sonuna kadar?
Bu lafı da Steve'den çalmıştı. Steve'in her şeyini çalmak istiyordu. Çalmak ve açmak olan bu iki birbirine yakın kelimenin her anlamını Steve'in ve kendisinin üstünde kullanmak istiyordu.
Steve'in hayatını çalmak.
Steve'e hayatını açmak.
Steve'e saksafon çalmak.
Steve'in ona saksafon çalması.
Solo. Dakikalarca.
Diğer kahramanlardan sürekli ihbar geliyordu. Steve'in yetişmesi gereken görevler, Tony'nin yetişmesi gerekenler görevler... hepsi palavraydı. Görevler sadece onların tanışmaları için kullanılması gereken, kaynaşmalarını, birbirlerini tanımalarını ve belkide birkaç romantik an yaşayıp o an onları izleyen insanları etkilemesi için gereken bir takım araçlardı sadece. Görevlerin hiçbir amacı ve gereği yoktu. Koskoca evrende en gerekli süper kahraman onlar mıydı? İkisi de böyle düşünmüyordu. Onların kutsal görevi sevgili olmaktı ve o ana kadar yaptıkları 'kahramanlıklar' sadece birbirlerini bulmak için aşmaları gereken engellerdi sadece.
Tony, Steve'i 'emik emik' öpmeye devam ettiği sırada Steve koltuktan kalkmayı başardı. "Ben yemek yapmaya gideceğim."
Koltuktan kalkmaya çalıştığı esnada Tony onun tişörtünü tutup çekiştirmeye devam ediyordu. "Eğer gidersen ben de gelirim. Sensiz hiçbir yere gittiğim yok."
"Ancak şuradan şurası, Tony," dedi Steve.
"Olsun ben yine de sensiz kalamam," dedi Tony.
Steve de yemeği boş verdi ve öpüşmeye devam ettiler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
steve ve tony arasındaki imkansız aşk: sıtoni | Marvel [Deadpooly #1]
Fiksi PenggemarSteve, Tony'e aşıktı... Tony, Steve'e aşıktı... Başka neyin önemi vardı ki?