"Güzelliğin sancağı hala kıpkızıl duruyor dudaklarında, yanaklarında ölümün solgun bayrağı çekilmemiş oraya. Juliet, neden böyle güzelsin hâlâ?"
Gözlerim hayranlıkla rolünü mükemmel yapan tiyatro oyuncusundaydı. Fakat aklım, neden 'Romeo Ve Juliet' yerine 'Romeo Ve Julio' olmadığı için kendisiyle bir iç savaş veriyordu. Aklımda mavi kafalı bir Romeo canlanınca ister istemez gülümsedim. Fantastik olabilirdi.
Zorla da olsa düşüncelerimi Jungkook'tan ayırıp kızın dudaklarını yumuşakça öpen oyuncuya odaklandım. O sahnede beni öpen bir Jungkook hayal etmek tabiki daha hoş geliyordu fakat yanımdaki homofobik sarışın özgürce düşünmemi bile engelliyordu.
"Kusacağım hadi gidelim."
Gözlerimi devirerek ona döndüm. Parmağını boğazına götürerek yüzünü ekşitiyordu. Namjoon da onun bu haline gülüyordu. Canım arkadaşlarım (!)
Ayağa kalkıp salondan biran önce çıkmak için sabırsızlanan arkadaşlarıma ayak uydurdum. Çıkar çıkmaz kahkahalarla oyunun -onlara göre- sinir bozucu romantikliği hakkında konuşuyorlardı.
Yoongi yanıma yaklaştı ve eliyle beyaz tişörtümün yakasından tutarak yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Ani yakınlık yüzünden kalbim hızla çarptı ve gözlerimi kırpıştırdım. Gözlerini kısarak kızları düşürdüğü o çapkın bakışını attı:
"Söyle bana Juliet neden bu kadar güzelsin ha?"
Şaşkınlığıma kahkaha atarak beni kendinden uzaklaştırdı ve Namjoon'un omzuna vurarak gülmeye başladı.
"Yüzündeki ifadeyi görmeye değerdi Jimin-ah."
Sarsılarak gülmeye devam eden aptal sarışına orta parmağımı göstererek okul çıkışına doğru yürümeye başladım. Bu salak espirilerin benim üzerimden yapılması artık canımı sıkmaya başlamıştı.
Çıkış kapısına doğru yürürken cebimdeki telefonun titremesiyle aynı anda telefona odaklandım.
Sunshine ~♡
Bugünkü planı iptal etmek zorundayız. Üzgünüm Jiminie~ Telafi edeceğim.
Gözlerimi telefondan ayırmadan iç çektim. Onunla takılmak bu sıkıcı günden sonra iyi gelebilirdi. Sıkıntıyla gözlerimi ekrandan ayırdım ve önüme baktım.
Gördüğüm kişiyle kalbim, bana ihanet edermişcesine ona doğru çekildi, ayaklarım yürümeyi unuttu, aklım mavi gözlerde boğuldu ve ruhum... Ruhum tekrar özgürlüğüne kavuştu.
Birkaç saniye olduğum yerde durarak hayal görüp görmediğimi kendime ispatlamaya çalıştım. Buradaydı. O gün barda saatlerce aradığım kişi buradaydı.
Elindeki sigaradan bir nefes çekerek dumanını havaya üfledi ve gözünün önündeki mavilikleri eliyle çekti. Daha sonra ona yavaş adımlarla yürüyen bana el salladı. Birkaç saniye içinde oldu bunlar ve ben hafızama kazıdım. Aldığı nefesin bile çekici gelmesi akıl kârı değildi.
"Selam Jimin-ah."
Yine yaptı. Bardaki mükemmel gülümsemesini sundu yine bana. Ve ben o an öleceğimi hissettim.
Gülüşü benim için en acı verici hançer darbeleriydi ama önemli değildi çünkü intihara meyilliydim.
"Selam Jungkook fakat sen...?"
"Evet buradayım bana okulunun ismini söylemiştin hatırlamıyor musun?"
Gözlerimi hafifçe yumdum. Öyle yapmıştım değil mi? Fakat gelmesi aklımın ucundan geçmezdi. Aciz göz kapaklarımı açmaya korkuyordum. Bunun sadece mükemmel bir hayal olmasından korkuyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BLUE / JİKOOK
Historia CortaPark Jimin yolda gördüğü mavi saçlı çocuğa sadece 20 saniye içinde aşık olmuştu. [Anafikir bir filme aittir!]