Elleri ayakları sinemalara bulaşmış,
Romanlara bulaşmış,
Genel helalara bulaşmış,
Dağları iyi bilmediğinden,
Denizleri anımsamış olmalı,
Gözleri o yüzden çırpıntılı.- Turgut Uyar.
&
can bonomo - kal bugün
"Daha on bir yaşındaydın, şimdi düşünsen minicik sayılırsın o zamanlarda; sahi bak, küçücüktün. Beraber ilk kez tiyatroya gitmiştik, Kızılderili bir adamın hayatını anlatıyordu. Ama diğer çocuklardan daha akıllı olduğun için, yemin ederim bu bir iğneleme değil, konuşan ağaç rolündeki adamı görür görmez gülmüştün. Çok saçmaymış, kırılmayayım diye demedin, bilirim ama hissettim ben."
2011 yapımı The Adjustment Bureau adlı film der ki, 'Bir kavgaya girdiğinizde mesele dayak yiyip yemediğiniz değil, ayağa kalktıktan sonra ne yaptığınızdır.' Yolumu bir senaristin ellerine öylece bırakmak değil niyetim, fakat bu bir kavga mıdır bilinmez ancak Kim Jongin ne zaman aşağı düşmemi sağlasa, kalkıp yine onun karşısına dikiliyordum bir kez daha düşmek adına.
Hemen balkon demirlerine sırtını dayamışken, günlüğümde yazdığım babamla ilgili her anıyı bana o ihtiyarın dilinden anlatırken şu an düşüyor muyum yoksa Kim Jongin tarafından kaldırılıyor muyum cevabını bulamadığım yegane soruydu. Babam purodan hiç vazgeçemezdi, karşımdaki güneş sevdalısı ten ise kokusundan nefret ettiği hâlde dumanlı nefeslerini bırakıyordu geceye.
Dolan gözlerimi saklayacak hâlim, mecalim yoktu gece bilmem kaçı vurduğunda. Kim Jongin, günlüğe yazdığım babamla olan ilk anımı anlatmayı bitirdiğinde, doğrulup attı adımlarını balkondan uzağa. Giderken parmakları usulca öpüp geçti omzumu, fakat bu parmaklar kime ait hiç sormaya cesaretim olmadı o vakit.
Parmakları arasına kurulmuş sigarayı, odamdan çıkana dek düşürmedi elinden. Kim bilir görmediğimi sanıyordu odadan çıktıktan sonra. Baekhyun'un yemeğin hazır olduğunu haykıran bağırışları içinde kurduğum bağdaşı çözdüm ben de. Bir ara, inceden "Sigara kokuyorsun, pis herif," deyişini duydum Baekhyun'un. Yüzümde sarhoşluğu andıran, gidip gelen bir gülümsemeyle vardım mutfağa.
"Bu mutluluğunu sebze yemeği yaptığımı söyleyerek moralini bozmak isterim, Oh Sehun." Önümde alaycı bir selam vererek eğildi. "Pizzalı günlerimiz geride kalıyor, sağlıklı bir hayata adım atıyoruz."
Kendi kendine mırıldanarak tabakları yerleştirirken, anlık bir şekilde kafasını kaldırarak baktı bana. "Vegan mı olsak."
"Tavuklu makarna gördüğünde mutluluktan ağlıyorsun Baek."
Kim Jongin, eline sinmiş azıcık bir sigara kokusuyla, dilinde 'Baek' hitabıyla girdi içeri. Baekhyun istifini bozmadan gözlerini devirerek karşılardı onun bu çıkışlarını hep. "Eğer biraz daha tersime giderseniz sizi aç bırakırım," dedi elindeki kaşığını tehdit edercesine sallayarak. Hemen ardından dizleri üzerine çöküp, Rupi'nin yanağına sesli bir öpücük bıraktı. "Sen dışında, bir tanem."
Masaya bir çırpıda oturdum, benim yerim hep pencereye nazır olurdu; severdim yemek yerken sokaktan geçip giden insanları izlemeyi. Kim Jongin ise, biri sabit olmak üzere kalan dört sandalyede de gezinmeyi severdi. Fakat bugün, sandalyesini çekiştirerek yanıma yanaştırdı, tıpkı su içer gibi basit bir şeymişçesine.
"Sizinle tekrar karşılaşmak ne hoş Bay Oh," dedi eli tuzluğa uzanırken. "İngiltere'de insanlar çok kibarlar, azıcık özeneyim dedim onlara." Normalde sessizliği her yanına sindirmiş Kim Jongin, bugün nedense İngiltere'den dahi bahsediyordu bana.
"Erdel'i görmek istiyorum." Hızlıca, tıpkı içimden kurtulur kurtulmaz unutmak istermişim gibi söyledim cümlemi. Jongin, anlık bir duraksamanın ardından, "Romanya," diyerek tamamladı zihnime kurulmuş o hayalin ülkesini.
"Çok sıkıcısın, Oh Sehun." Kahkaha atarak, dirseğini şakasına vurdu bana. "Aynı zamanda özelsin. Bu iki kavram birbirine çok yakın. Maldivler yerine Erdel'i seçmek, biraz ne diyeceğimi karıştırıyor."
Asıl özel olan oydu fakat bilmezdi bunu. Bu, ülke seçimlerinden değildi; en klasiğinden bir şehir seçse dahi nasıl da eşsiz olurdu ruhunun her yanı. "Teşekkür ediyorum Bay Kim," dedim önüme dönerken. "Bu iki kavram arasında karar verdiğinizde lütfen bana haber vermeyi unutmayın."
"İngiliz olmak yakıştı sana."
&
"Merhaba ben Kim Organizasyon Şirketi," Baekhyun sesini kalınlaştırarak salona girdi. "Ve yemek şirketine bile borcum var."
Kim Jongin, bayılırcasına kafasını geriye attı. Rupi ise Baekhyun'un sesini duyar duymaz hevesle atılıyor, bacağına sarılmak üzere koşuyordu ona. Baekhyun hep acilen baba olması gerektiğini söylerdi ne zaman tombul eller bulsa bacaklarını.
"Baban sorumsuzun teki, Rupi'm," dedi eğilip kucağına alırken ufaklığı. "Neyse ki şirketinin başında Byun Baekhyun adında sorumluluk sahibi biri var."
"Byun Baekhyun!" Coşkuyla tekrar etti sözlerini Rupi.
Jongin'i dürterek birbirini sarıp sarmalamış ikiliyi gösterdim. "Biri oğlunu kendi tarafına çekmeye çalışıyor."
Yalancı bir gülüş gezindi usulca. Bazen hiç anlayamıyordum çehresinden hisleri. Daha hiçbir şey demeden, tek bir kelimeyi bile dudaklarından serbest bırakmadan, o akşam yasladı başını omzuma. Yumuşak saç tutamları değdiğinde tenime, galaksiler çarpışırdı birer birer damarlarımda. "Kim Jongin," dedim mırıldar gibi. Adını söylemek nasıl hoştu, bilmezdi. Bakışlarını yorgunca gezdirdi çehremde. Hâlâ buradayken, bakışlarını daha çok tatmak; uykusunun güzelliğinde bulmak istiyordum onu. "Oh Sehun," dedi o da, sessiz, fısıldar gibi bir ton gezindi aramızda. Hemen ardından, her şeyden uzaklaşır gibi ekledi. "Teşekkür ederim. Bu bir İngiliz davranışı değil, tamamen benim isteğim."