"Ve dünyanın bütün şehirleri onların olsun. Tek sana yakın olayım."
- ahmed arif.&
the neighbourhood - staying up
Kim Jongin ile beraber olmak nasıl bir duyguydu açıklaması kolay olmazdı; elbette ki bilmiyordum fakat, arabaların sizi tutmaması gerekirdi tahminimce, yol boyu asla mideniz bulanmamalıydı, altın kural. Buna tezat, arabanın çıktığı her tümsekte midem cehennemden hallice karışıp duruyordu birbirine. Evrenin Jongin'le aramıza dağlar denizler çizmesinin bir sebebi de midemin ne denli dayanıksız oluşu ise, midemi biri alırsa hiç sesim çıkmazdı. Fakat gelgelelim, Baekhyun'un çalışmamız gerek itirazları arasında Kim Jongin bir şekilde aklımıza sızmış ve şehrin ucunda piknik yapmaya çoktan ikna etmişti bizi.
Rupi hâlâ gittiğimiz yerde bir ton tavşan göreceğimizi sanıyordu zira Tanrının en güzel cezası Kim Jongin yalan söylemeyi çok iyi biliyordu; bir de Baekhyun, o da tüm bunlar çocuk psikolojisine zararlı diye bağırmayı çok iyi bilirdi. Tüm bu kaos ortasında, yalnızca izleyen bir ben olurdum her daim; yukarıdaki, küçükken beyaz elbiseler içerisinde asalı ve sakallı - hayır bu Gandalf değil, sandığım Tanrı, bana yan rolleri biçmeyi bir hayli seviyor olmalıydı. Tüm bu geride kalışların, itilip kalışların suçunu Tanrı'ya atmak en basitiydi, kabul edelim; bana kalırsa Tanrı, eskimiş ellerinden uzanan parmakları saçlarımda gezdirmiş ve hemen ardından fısıldamıştı basit ve arkada kalmış bir yaşamı. Elbette pek inanmazdım kendisine, fakat ara sıra işim düşerdi konu suç atmaya geldiğinde.
Misal Jongin, belinde bulunan hiç mi hiç sevmediği doğum lekesini de Tanrı'ya yüklerdi; ona kalırsa Tanrı, nedense yeşil renk giyen ve kıskanç bunağın tekiydi. Şimdiye dek zorla gittiği kiliselerden atılmadığına şaşırmamak elde değildi kimi zaman.
"Jongin," Parmağıyla direksiyon başındaki Jongin'i dürterek bağırdı hızlıca. "Bu arabanın çalıntı olmadığına beni inandırman için iki dakikan var ardından huzurla uyuyacağım."
"Bir şey çalsam hapise girmeyi göze almış olmam gerekirdi," dedi bıkkın bıkkın. "Ve hapis benlik değil. Yeterli midir?"
"Aile piknikleri de senlik değildi." Gözlerini kısarak başını ikimizin arasına uzattı. "Leş gibi bira içiyorsun dışarı çıktığında, bizimle kahve içmek de senlik değildi."
"Bu ne zaman susacak?" Hemen yanında otururken, bir anda bana yükselen eliyle irkildim. Kıkırdamasını tutmaya çabalayarak işaret etti Baekhyun'u başıyla. "Yıllardır ben de çözemedim," dedim gülerek. Baekhyun, sanki ona hakaret etmişim gibi ayıp ayıp sözleri eşliğinde geri koltuğuna yayıldığında, Jongin'in aldığı rahat nefesler sardı etrafımı. Kimi zaman şaka mı yapıyor böyle anlarda, yoksa bir hakikilik mi geziniyor sözlerinde hiç bilemezdim. Gerçi, Kim Jongin hakkındaki hiçbir şeyi tam olarak bilemezdiniz.
Tıpkı onun gibi, durup dururken - Jongin'in gözlerinde inceden uykuyu görürken, "Fındık yemeyi seviyorum," dedim öylece. Bizi arabaya çekiştirirken yolun hiç uzun olmadığını söyleyen adam çoktan gitmiş, yerine mayışmış bakışlar gelmişti. "Ben daha çok badem seviyorum," dedi bana eşlik ederek. Dudaklarında epeydir gezinmiyordu tebessümler.
"Deseydin alırdık badem."
"Kedi alıp onun adını da Badem koyalım." Onca zamandan sonra ilk kez gülümseyiverdi güzel çehresiyle. "Balık alıp onun da adını Badem 2 koyalım, ve Badem 3, Badem 4."
Keyfi yerine gelmişçesine, her sayının önüne badem kelimesini yerleştirerek o gün bana her hayvanı saydı Kim Jongin. Güzelliğine diyecek laf yoktu, ki bulunmazdı da dünyaevi kelimeler ile.