4. BÖLÜM

26 3 5
                                    

Merhaba.

Medyada gerçekten ve gerçekten çok anlamlı bir şarkı var. (sürekli bunu söylüyorum)
İyi okumalar!

Günün sözü

Eğer halinden hoşnut olmaksa mutluluk,
kendini beğenmişlik insanı en kısa yoldan cennete ulaştıracaktır.
Erasmus


4. BÖLÜM

3 Hafta Sonra


Gökyüzü mavinin donuk bir tonuna ev sahipliği yapıyordu ve hava serindi.
Haftalar sonra dışarı çıkmıştım.

Kırmızı beyaz kare desenlerinden oluşan örtünün üzerinde İpek, Araf, Işıl ve Burak'la beraber oturuyorduk.
Amcamın yasını hala tutuyordum ama eskisine oranla daha sakindim. Acıya alışmaya çalışıyordum.

Son zamanlar Araf'a yeterince zaman ayıramamıştım ve bunu telafi etmek istiyordum.

"Araf." dedim. "Beraber gül toplamaya ne dersin?"

"Seninle uğraşamayacağım,derim." dedi.

Ben her sinirlendiğimde yaptığım gibi orayı terk ettim ve kendi başıma çiçekleri topladım.

Nedensiz yere böyle yapmayacağını biliyordum. Bana kalırsa nedeni varken de yapmamalıydı. Arkadaşlarımın önünde rencide olmuştum. 

Bu olayı takip eden saatler içinde yemek yedik, fotoğraf çekildik ve kitap okuduk. Araf'ın diyalog başlatma çabalarını karşılıksız bıraktım. Onunla daha müsait bir zamanda konuşmak istiyordum.

İçeceklerimizi içtiğimiz sırada Burak kolasını Işıl'ın beyaz elbisesine döktü ve akabinde Işıl çığlık atarak ayağa kalktı.
Bense gülmemek için dudaklarımı ısırıyordum.

"Nasıl becerdin bunu?" diyerek Burak'ı azarladı. "En sevdiğim elbisemdi."

Burak'sa ona tezat rahat bir şekilde cevap verdi. "Bilerek olmadı."

"Neyse..." diyerek araya girdim. "Zaten hava kararıyor artık eve gidelim."

Diğerleri de onaylayınca eşyalarımızı toplayıp yola koyulduk.

Aklıma gelen fikirle yanımda oturan kızlara döndüm.

"Yarın bize gelin olur mu?"

Işıl mahvolan elbisesi yüzünden ne kadar sinirli olduğu hakkında cümleler kurarken
dikiz aynasından Araf'ın tepkisini ölçtüm. Hafifçe kaşlarını çattı ama bu çok kısa sürdü.

Anladığım kadarıyla en yakın zamanda benimle konuşmak istediği bir şeyler vardı ve hiç hoşuma gitmeyecekti.

                                      |||

Burak, Işıl ve İpek'i evlerine bıraktıktan sonra boşalan ön koltuğa oturdum. Karanlık havanın el verdiğince dışarıyı izliyordum.

Araf'a ne demem gerektiğini bilmiyordum.
Aklıma gelen ilk şeyi söyledim.

"Bugünkü tavrını hak etmedim."

Oldukça hızlı gidiyorduk ve bakışlarını bende tutması tehlikeliydi. Buna rağmen bir kaç saniye yüzümü inceledi ve yorum yapmadan evime sürdü.
Benimle birlikte arabadan inince belli etmesem bile şaşırdım.

"Ece."

Sesinde beni korkutan bir tereddüt vardı.

"Amcanın eceliyle öldüğünü sanmıyorum."

Dişlerim bir bıçak gibi dilimi kesti, katili olduğum sözcükler tarafımdan toprağa verildi ve ben anlam yükleyemediğim yaşamın beni dönüştürdüğü harabeyi görmezden gelmeye çalıştım. Soğumaya yüz tutan acılarım eskisinden daha parlaktı, gözlerimi kamaştırıyordu ve ben o an fark ettim.

Hayatım boyunca karanlığa ve aydınlığa ağdalı laflarımla haddinden fazla anlam yüklemiştim. İkisinin de ardında ne olduğunu göremiyordum.
Amcam neden öldü?

Şeffaf olmaya ihtiyacım vardı ama o kadar güçlü değildim. Olduğum yere çöktüm ve derin bir nefes aldım.

"Ne demek istiyorsun sen?"

Gözlerime çaresizlikle baktı ve iyi bir hayata dair umutlarımın baltalandığını hissettim.

"Yengenin ifadesinde tutarsızlıklar var. Oraya uzun kalmak için gittiklerini söyledi ama bir bavulu bile yoktu. Ayrıca Hande'nin annesi üzerine kayıtlı bir mülk. Kendi yazlıkları varken neden oraya gittiler? Her daim dakik, düzenli ve planlı olan amcan kimseye haber vermeden ve işleri yarım bırakarak bir anda neden tatile çıksın? Ayrıca iki arabayla gitmelerinin nedenini bile açıklayamadı Hande."

Hızlı nefeslerim yüzünden başım dönüyordu. Bildiğim şeyleri kabul etmek istemedim. Kısık bir sesle hızlıca konuşmaya başladım.

"Acılı bir eş, mutlaka açıklaması vardır. Yapmaz o, sever amcamı."

O da benim gibi yere çökmüştü ve destek olmak amacıyla omzuma elini koymuştu.

"Gerçekten ters giden bir şeyler olduğundan emin olmasaydım sana söylemezdim."

Bir anda ayağa kalkarak bağırmaya başladım.

"Benim amcam kalp krizinden öldü! Sense yasımı tutmama saçma kuruntuların ve bencilliğinle engel oluyorsun!"

Aslında söylemek istediğim bu değildi.
Ne düşünmem ve ne yapmam gerektiğini bilmediğimden doğan acınası bir tepkiydi.

Araf'sa anlam veremediğim bir şekilde hala sakindi.

"Anlamıyorsun." dedi, yorulmuştu.
"Zehirlediler onu. Çoğu zaman zehir sonrası belirtiler gerçek ölüm nedeni sanılır. Biraz da rüşvetle olayın üstünü kapattılar. Hepsi bu!"

"Kendimi iyi hissetmiyorum." dedim. Ayakta durmak için masadan destek alıyordum. "Sabah konuşalım ve bana bildiğin her şeyi anlat. Daha neler var? Bütün bunları nasıl öğrendin?"
Sabah konuşmak istiyordum çünkü bazı şeyler gün yüzüne çıkınca asla eskisi gibi olmayacağımı biliyordum.

Eski Ece'ye veda etmem gerekiyordu, yeniden doğabilmek için.

Onu orada bırakıp merdivenleri çıkmaya başladım. Çok uykum vardı ama bazen bana nefes almayı unutturan derin düşüncelerimin nefesi ensemdeydi. Uyuyabilecek kadar sakin hissetmiyordum. Bütün hücrelerim panik halindeydi.
Kıyafetlerimi aldım ve banyoya girdim. Su olabildiğince sıcaktı. Çoğu insan gibi suyun içindeki acıyı söndürmesini istemiyordum.
Tüm saflığı ve şeffaflığıyla içimdeki kini, nefreti, acıyı körüklesin istiyordum. Onun gibi güçlü olmak istiyordum.

Tenim kıpkırmızıydı ve saç diplerim yanıyordu. Umursamadan parmaklarım buruş buruş olana kadar küvetin dibinde oturup beyaz fayansları izledim.

Hande'nin amcamı öldürmesi çok mantıklıydı çünkü ona yüklü bir miktar para kalıyordu. Peki neden şimdi yapmıştı?
Bu işte tek miydi?

Toprağa karışan yağmur misali, düşüncelerim zaman ve akan suya karışıp benden uzaklaştı.

Ben de kendimden uzaklaştım.

Gri KraliçeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin