Eylül'dü;
Eylül; özlemlerin, geçmeyen günlerin, dönülmeyen gitmelerin, hüzünlü bekleyişlerin, yarım kalmış aşkların duygu yüklü ayıydı.
Nedendir bilmiyorum ama bana melankolik bir havası var gibi geliyor bu ayın...
Yine böyle bir Eylül ayının son gününde havaalanında saate baktıkça ve dakikaların geçtiğini gördükçe benim heyecanım daha da artıyordu.
Uçağın inmesine on dakika falan kalmıştı. Aylar sonra Levla'ya kavuşacak olmak beni çok mutlu ediyordu. Okul bittikten sonra her şey planladığımız gibi olmuş, Levla çok istediği yabancı dil eğitimini tamamlamış, ben de burada açmayı istediğimiz sanat atölyesiyle ilgili tüm çalışmalarımı yapmıştım. Sonunda hayalini kurduğumuz sanat atölyesini açabilmemiz için önümüzde hiçbir engel kalmamıştı. Levla'ya anlatacağım o kadar çok şey vardı ki, bir an önce gelmesi için sabırsızlanıyordum.
Derken anonsu duydum.
Sonunda Levla'nın geldiği uçak havaalanına iniş yapmıştı.
Biraz sonra karşımda bana bakıp gülümseyen siyah saçlı genç bir kadın gördüm! Bana yaklaştıkça bunun Levla olduğunu daha iyi anlıyordum.
''Kızım n'aptın saçına, İki gün önce görüştüğümüzde sarışındın?
''Yeni bir Levla yarattım baby''
''Harikasın bebeğim'' dedim ve sıkı sıkı sarıldık birbirimize...
Levla benim sadece arkadaşım değildi. Aynı zamanda umudumdu, geleceğimdi. Onun zekası ve yetenekleri, hayata bakış açısı sanki benim eksik yanımı tamamlıyordu. İkimizde güzel sanatlar mezunuyduk aynı üniversitede okuduk.
Okulun ilk yılında Levla'yla bir karar verdik. Mezun olunca birlikte bir sanat atölyesi açacaktık. Atölyede hem sanatseverlere ders verecektik, hem de bir bölümünü sanatçıların eserlerini sergileyecekleri bir galeri olarak kullanacaktık. Üniversiteyi bitirdikten sonra Levla Fransa'ya dil öğrenmeye gitti. Ben de burada bir dönem resim öğretmenliği yapmış ama sonra istifa edip kendine atölye açmış bir öğretmenin yanında çalışmaya başladım. Atölyesinde Güzel sanatlar fakültesi öğrencilerine, yanı sıra sanata meraklı insanlara resim ve sanata dair birçok alanda ders veriyordu.
Adı Altan'dı, ama herkes onu Mösyö Altan olarak biliyordu. Kendi hayatından hiç bahsetmezdi, soran olursa da o ortamdan çıkıp giderdi. Onu yakından tanıyanlar bu huyunu bilir ve ona hayatına dair hiç soru sormazlardı. Atölyesinin üst katındaki dairede, kendi halinde kendi kurallarına göre yaşayan değişik bir adam yani. Onunla otobüste tanışmıştık. Otobüste yanı başında ve kucağında tablolar olan bu ilginç adamın yanına oturmuştum. Elinde tabloları görünce samimi bi ifadeyle;
"sen de bizdensin galiba" deyip gülümsedim... Bana dönüp hiç konuşmadan o hırçın bakışıyla cevap vermişti. Ben de güzel sanatlar mezunu olduğumu söyleyince hırçın bakışlarının yerini tebessüm eden samimi bakışlar almıştı. Mezun olduğumu ve yakın arkadaşımla bir sanat atölyesi açmayı planladığımızı anlattım. Atölyeyi açana kadar bir iş bulup, hem piyasayı öğrenmem hem de para kazanmam gerektiğinden bahsettim, sonra onun konuşmak istemediğini açıkça anlatan sessizliği karşısında ben de sustum. Bir kaç durak geçtikten sonra bana dönüp;
''Benimle çalışır mısın'' dedi?
Şaşkın şaşkın baktım ve;
"ne iş yapacağım'' dedim.
''Bunları taşımama yardım ederek işe başlayabilirsin'' dedi.
Otobüs durdu.
''e hadi kalk ve bunları atölyeye götürmeme yardım et'' dedi.
Yanı başımda duran iki tabloyu aldım ve şaşkınlık içinde yürüyerek onun peşinden otobüsten indim.
Sonrası Mösyö Altan'ın yanında sağ kolu gibi çalışmaya başladım. Onun tanıdığı çevre sayesinde resimler yapıp onları satıp para kazanıyordum. Ayrıca onun ders verdiği öğrencilere onunla birlikte yardım edip ders veriyordum. Onun sayesinde bu piyasadaki bir çok kişiyi tanımaya başlamıştım. Bir yandan da Levlayla açmayı planladığımız sanat atölyesi için araştırma yapıyordum. Bulduğum mekanları, edindiğim bilgileri Levla'ya anlatmak için sabırsızlanıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp İnci
RomanceLevla ve Defne'nin hayallerine giderken yaşadıkları maceralarına tanık olacak ve Mösyö Altan'ın geçmişine yolculuk yapacaksınız.