TOMRİS
Göbeğinin hemen üstünde kıpırdaşıp duran bu his onu şaşırtıyordu.Bu da neyin nesiydi şimdi? Korku mu, heyecan mı, endişe mi, yoksa bir yığın hödüğün arasında olacak olma hissi mi? Tam bir yılını geçireceği kamaranın ortasında elinde çantası kala kaldı. Etrafını incelerken fısıltıyla konuşmaya başladı.
" Evet. Mutlu muyuz? İstediğin oldu. Şimdi sen sus dalgalar konuşsun."
Yüzünü saran kocaman tebessüme eşlik eden, sessize yakın kahkahasıyla olduğu yerden yatağa fırlattı bedenini. Çıkan gürültüyle kıpkırmızı kesilmesi bir oldu. Bütün o sesler bu yataktan mı çıkmıştı? Kimsenin duymamış olmasını ümit etti. Geçen dakikalarla gerginliğinin de geçmesi bir oldu. Bedenini o kadar rahat ve huzurla bırakabilmenin verdiği güvenle iyice kıvrıldı yatakta. İnanılmaz bir huzur hissetti vücudunun her yerini saran.
Titrediğini hissederek daldığı uykuya veda etmek zorunda kaldı. Tüm bedeni buz kesmişti. Karanlık odada saat aradı gözleri.Telefonu geldi aklına sahi nerdeydi. Her ne kadar bu yataktan kalkmak istemese de saatin kaç olduğunu öğrenmek zorundaydı. Farklı birinin elini kolunu oynatıyor hissiyle sürükledi bedenini yataktan aşağı. Işığa ulaşmak istiyordu ki kendini yerde buldu. İlk algıladığı şey kafasının zeminde sektiği an oldu sonra çıkan ses ve duyduğu sızı sıralandı. Tarifi olmayan bir inilti çıkabildi dudaklarından sadece. Küfür mü yoksa isyan mı ikilemi arasında buldu kendini. Zemine yapışmış başını güç bela kaldırdı. Burnunun içinde hızla aşağı düşmeye çalışan sıvıyı hissetmesiyle elini burnuna götürmesi bir oldu. Elleri kanıyla buluşunca yine aynı yerde, göbeğinin hemen üstünde bir yıldız kaydı sanki. Ellerini burnundan düşen kan damlalarının altında kova gibi kullanırken ağlamaklı ses tonuyla
" Yok, yok kesin birisine feci kötülük ettim ben. Mümkün mü bunlar hı?
Sakinleşmeyen ve acı içinde ki bedenini yerden kaldırmak zorundaydı yoksa kan kaybından mide bulantısıyla birlikte can verecekti şuracıkta. Kan dolmuş avuçlarını aralayarak boşalttı kanı ve elleriyle yerden güç aldı. Odada ışığı bulmak hiç bu kadar güç ve acılı olmamıştı. Işığı açtıktan sonra gördüğü manzara hayrette bıraktı. Bu kadar kısa sürede bunca kan akması normal miydi ? Burnunun ucundan parkeye sürekli pıt pıt düşen kan damlasını elinin tersiyle sildi. Hızlı adımlarla tuvalete girdi ve tuvalet kağıdından olabildiğince sardı ellerine ve burnuna bastırdı. O kadar kolay ıslanıyordu ki hemen değiştirmek zorunda kalıyordu. O an aklına şu meşhur tuvalet kağıdı markalarının suyu hemen emip de yırtılmıyor olmaları geldi. Ah şu beyni bazen öyle çok saçmalıyordu ki ezerek parçalara ayırmak istiyordu. Kaç rulo bitmeliydi bu kanın durmayacağını anlaması için . Odadan dışarı çıkıp müdahale istemeliydi sanırım artık. Yoksa bedenindeki tüm kan çekilip büzüş büzüş bir şeye dönüşebilirdi yakın zamanda. Bu halde bile gülüyor olması kendinden ürkmesine neden oldu. Mürettebata iyice rezil olacaktı. Ah ah bitmiyordu ki belası. Kesin birisinden bir ah almış olmalıydı.
TUNGA
Gemi karadan uzaklaştıkça telaş duygusu yükselmeye başladı içinde. Gerçekten kendi için en iyi olanı yapmıştı demi? Bu güne kadar denizi hiç bu kadar derin ve korkunç bulmamıştı. Aklına nelerde geliyordu öyle. Suyun tüm yüzeyini beyaz köpüklerini, çöpünü, yosununu saatlerce izledi. Bu mutsuzlukta neden yapışmıştı ciğerlerine? Kendisini terk edilmiş bir zavallı gibi hissediyordu. Nefes almakta zorlandığını hissetti. Burada daha fazla denizle baş başa burun buruna kalamazdı. Midesi bunu kaldırmazdı. Kamarasına geçip güneş doğana dek deliksiz bir uyku planı yaptı. Sürekli sallanıyor olmak çok sinir bozucu olmuştu. Gergindi ama nedenini anlayamadı. Kendi tercihi olan bir kararı uyguluyor olmanın nesi bu kadar sinir bozucu olmuştu. Midesi vücudunun tamamını ele geçirdiğinde kamarasından içeri girmesine ramak kalmıştı. Sessizce, günlerdir çıkmayı kollayan düşman böcekler gibi dışarı fırladıklarında tüm midesini koridorun yüzeyinde gördü. Anne ve babasıyla yediği o son akşam yemeğinin kırıntıları ile yüzleşmek zorunda kaldığı an zamanın durduğunu hissetti. Hayatında bu kadar utandığı bir anı hatırlamaya çalıştı. Olmalıydı muhakkak.
" iyi misiniz?"
Borunun içinden gelen bu sese doğru başını çevirdi. Gördüğü şey hemen burunun dibinde ki kusmuğu unutturdu. Burnunu sardığı peçete kan içindeydi. Gayet sakin görünüyor olması ve kan dolu bir burunla başkalarının durumunu merak ediyor olması anlamsız geldi. Tam da bunları düşünürken burnuna gelen koku kendisinin daha anlamsız bir durumda olduğunu hatırlattı. İri ela gözler telaşla bir cevap bekliyordu. O an parmak uçlarından yukarı doğru ışık hızında ilerleyen sinire ilk kez şahit oldu. Bu kadın orda dikilmiş elinde kanlı mendili iyilik mi yapıyordu kendince. İyi misiniz de nasıl bir soru hem, iyiye mi benziyordu baktığı yerden. Kendi kusmuğun da boğulmak üzere olan bir adam işte. İçinde bağırıp duran şeytanla mücadele ederken sakin kalıp cevap vermek nasıl bu kadar güç bir hal almıştı? Sakin sakin cümlelerini toparlamaya çalıştığı anda duyduğu şey karşısında sakin kalmaması gerektiğini anladı.
" Konuşamıyor musun?"
" Sanane be kadın! Sanane! Git kendi haline bak. Seni ne ilgilendiriyor benim halim?
Ağzından çıkan nefretin farkına vardı. Nasıl bir adama dönüşmüştü. Cümlelerinin pişmanlığı yüzünden okundu.
" Tabi sizde haklısınız. Hata bende. Sizin gibi sürüngenlerin bu halden daha iyi olması beklenemezdi."
Yüzündeki o küçümser, aşağılar tavır az önceki masumlukla ters düşüyordu. Arkasını dönüp gitmese o ukala kadına haddini bildirecekti fakat içindeki şiddet eğilimi Tunga'yı korkuttu. Ne ararken ne ile karşılaşmıştı. Bunca zaman kendini sandığı adam yerinde öfke kontrolü olmayan, bir kadını dövmeyi, öldürmeyi planlayan bir canavar çıkmıştı. Hırsını alamamıştı. Ayağa kalkmaya gücü olsa peşinden gidecekti.
" Zaten bu gemiye kim aldı seni. Bide seni mi gönülleyeceğiz? Soruna cevap vermek zorundayım sanki."
Kendini susturamıyordu sanki. Tüm vücuduna yayılmış bir zehir gibiydi nefret. Sürekli sallanıyor olmaktan bıkmıştı bir günde. Tüm dünyadan nefret etmesini sağlayan bir hormon salgılanıyordu bedeninde sanki. Bu nefreti içinden çıkarmak istercesine tekrar tekrar bıraktı tüm midesini zemine.
O kadar bağırmış olamazdı kamarada ki herkesin merakını uyandıracak. Böbreklerini bile bıraktığı kusmuk gölünden kafasını kaldırdığı an bir yığın adamın iğrenen surat çizgileriyle karşılaşmak Tunga'yı yerin dibine soktu. Yirmili yaşlarının henüz başında olan iki gemici neyse ki öğürmekten bitkin düşmüş Tunga'yı yerden kaldırıp kamarasına götürdüler. Üzerinin ne derece pis olduğu, ne kadar zavallı, yardıma muhtaç göründüğü umurunda değildi. Her yanı kusmukla yıkanmış kıyafetleriyle yatağının üzerine sanki çok kıymetli bir eşyayı bırakırmış gibi bıraktı bedenini. Hissettiği bu şey de neydi? Yıllarca merak ettiği, her yerde yokluğunu çektiği, asıl benliği işte bu zavallı olabilir miydi? Yatakta küçücük kalmış bedenini kimden saklıyordu? Kendine çektikçe çekti bacaklarını, kollarıyla sardı kendi kendini. Üşüyordu ama yorganın onu ısıtabileceğini düşünmedi. O kadar yorgun hissediyordu ki kendini anne babası ilk defa haklı olmalıydı. Karşılaştığı bu manzara hayal ettiği hiçbir evrene yakışmadı. Kendini toplamak zorundaydı. Bunun için yarın ilk iş geminin tek dişisi kanlı burundan özür dileyecekti. O hiçbir zaman bu kadar kaba bir adam olmamıştı, bundan sonra ki Tunga da olmayacaktı. İyi misin kelimesinin de bir insanı neden sinirlendirebileceği hususunda kendi ile küçük bir tartışmaya girmesi gerekti. Tüm beden ve zihin yorgunluğunun bu gemide tek bir ödülü vardı. Uyku denen baş meleğin koynuna girmek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVİ OLMAYA YAKIN
RomanceMerhaba, ben eski çağ enkazı Tomris. Güneşin ellerinden tutmuş ellerinize merhaba. Okyanusun en karanlık dibinde ki en güneşli yüzeyinde unutun beni. Unutun beni tüm renklerin renksizliğin de. Nasıl olsa siyah ve beyaz hep akraba. Unutun sönmeye çal...