Bölüm 1

37 0 0
                                    







     Bugünden tam bin doksan beş gün on sekiz saat öncesiydi. Kucağımda çiçek kokulumun kara başı, bizim bozkırın ortasına yerleşmiş, kuş uçmaz kervan geçmez köyümüzün gene de varlığına her gün şükrettiğim hastaneden bozma binasında, bembeyaz döşeli adı güya yoğun bakım odası olan küçük odada, canımdan can çıkarcasına ağlamış, canımdan can çıkmış gitmiş ama ben yaşıyor olmaya devam etmiştim. Maalesef.

    Benden yirmi bir yaş küçük kız kardeşimi, sekiz yıllık yaşamının son iki senesinde birkaç nefes fazla alabilmek için yataklara, ilaçlara, hekimlere, komşu Hanife ablasından, bakkal Süleyman amcasına kadar, olmam diyesice ev sahibimize değin herkese muhtaç etmiş hastalığının, kirli pençeleri arasına kaptırdığım o lanet gündü.

    Ana yok, baba yok. Köyümüzün bağlı olduğu ilçede dört katlı binanın, birinci kat güney cephesindeki iki göz evimizde, bir ben, bir talihsiz kardeşim bir de ara sıra eve uğrayan, güya ev kedimiz Zilli ve son olarak ilçedeki küçük ilköğretim okulundan aldığım öğretmen maaşımla yaşayıp gidiyorduk.

    Kardeşim Reyhan, çalıştığım okula bağlı anaokulundaydı. Yaşı beş. Nasıl tatlı, nasıl cıvıl cıvıl bir kızdı anlatamam. Yeni şeylere daima kapıları sonuna kadar açıktı. Yeni arkadaşlar edinip, her gün farklı bir uğraşla meşgul oldukları okulunu pek bir sevmişti. Her sabah önce onu okuluna bırakır, elli üç metre uzaklıktaki kendi okuluma geçerdim. Sınıf öğretmenliği yapıyordum. Aslen branşım kimya öğretmenliğiydi. Şartlar böyle gerekti diyelim, o sene eğitim öğretim hayatım bu şekilde başlamıştı benim de.

    On altı kişilik küçük sınıfımda işler yolundaydı. Gözleri ışıl ışıl parlayan birinci sınıf öğrencilerim. Kimi zaman derslerine yardımcı olduğum ablaları, kimi zaman altlarına kaçırdıkları için ağlayan çocuklarımı teselli eden anneleri oldum. Çoğunlukla öğretmenleri oldum ama. Fikir yönünden sığ kalmış ilçemizden, pırlanta gibi çocuklar çıkar belki diye bildiğim, gördüğüm, kendim tecrübe ettiğim ne varsa öğretmeye çalıştım onlara. Ben onları sevdim, onlar beni. Aileleri de sevdi beni. Çoğu ev hanımı olan anneler ve her gün ilçeden şehre çalışmak için bir buçuk saat yol tepen babalar. Ben de onları sevdim. Öğretmen hanım diye saydılar beni. Reyhan'ımı da sevdiler. Öksüz, yetim dediler gerçi arkasından ama olsun. Yemeğe çağırdılar kimi zaman. Ortaya koydukları bir tas çorbaya ortak olsun diye iki kaşık daha eklediler masaya. Yemeğimiz azdı belki sofrada ama bereket çoktu. Tıka basa doyardık da afiyet, bal, şeker olurdu. Geçmişlerin canına değerdi. Sonrasında ne öğretmen hanımlığım kalmıştı, ne aileler. Ama ona da olsun. O zaman anasız, babasız iki kız kardeşe birer ocak da onlar olmuştu ya. O yüzden ona da olsun.

   Çalışmaya başladığımın beşinci ayında okul müdürümüz Sami Bey, bir öğretmen arkadaşla haber gönderdi. Münasip görürsem, usulüne uygun olacak şekilde benimle görüşmek istermiş. Koskoca(!) ilçeymiş burası. Kendine büyüktü sanırım sadece. Neyse, benim gibi bekar kadının öyle yalnız başına gidip gelmesi pek doğru değilmiş de kendisi yanıma yoldaş, yuvama eş, kız kardeşime de en layığıyla ağabey olmak istiyormuş.

   Münasip görmedim.

   Haberi getiren öğretmen arkadaşa söyledim, iletmesini istedim. İletti de.

   Bir hafta sonra yeni bir haber geldi. Tekrar düşünmeliymişim de, kendisinin durumu pek iyiymiş de, bakmayıvereyim burada müdürlük yaptığına şehirde bağları, katları varmış aslen. Ailesi yerliymiş, pek bilinirlermiş. Bırak şehri bu ilçede bile kime sorsam tanırmış ailesini. Çok emeği varmış babasının ilçede. Çalıştığım okulda bile babasının parası varmış.. Gül gibi bakarmış bana da Reyhan'ıma da. Falan filan.

MEYUS ve MUNİSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin