1

227 8 19
                                    

Seul ışıklar kenti, her Koreli gencin içinde bin bir türlü düş ile peşine düştüğü, bir gün içinde yaşama hayali kurduğu, eline geçen ilk fırsatta kendini kollarına attığı o aziz başkent. Turistik tanıtımları bir kenara bırakırsak bu gün duyacağımız hikaye şehrin karanlık tarafında geçiyor. Hani hiç bir zaman anlatılmayan ama her yerde olan o karanlık var ya işte orada bir köşe kuytuda yaşayan küçük insanlardan birinin hikayesidir bu.

Seul'un ışıklarının çoğunun söndüğü karanlığın yavaş yavaş her yeri sardığı bir akşamda Seul'ün çokta iyi anılamayan - aslında hiç iyi anılmayan - bir semtinde bir genç adam daracık sokaklarda koşuyor bir yandan kaldırımdan firar etmiş yahut ettirilmiş taşlara takılıp düşmemeye çabalarken bir yandan da nefeslerini düzenlemeye çabalıyordu. Kafasında arkasında onu kovalayan polisleri atlatmaktan başka hiç bir düşünce gezinmiyordu hatta o bile yoktu. Tüm odak noktasını bacaklarına vermiş hayatta kalma içgüdülerinin onu o sokaktan bu sokağa sürüklemesine izin vermişti.

Yağan yağmur işini zorlaştırırken artarak gelen siren sesi iyice panik olmasına neden oluyordu. Bu ilk kez polisten kaçışı mıydı? Hayır fakat ilk defa bu kadar "yakından" takip ediliyordu. Tam arayı güvenli bir mesafeye kadar açtığını düşündüğü sırada tüm bu curcunaya son anda eklenen silah sesleri artık yolun sonuna yaklaştığının sinyalini veriyordu. Aceleyle girdiği sokağın çıkmaz sokak olması ona inanmadığı tanrının şaka yapma şekli olmalıydı!

Jeon Jungkook sadece bir saniye için bacaklarına akan kanın beynine tekrar dolmasına izin verdi ve bingo! Şansına camı açık olan bir ev vardı hemen yanındaki yangın merdiveninden çıkıp içeri girebilirdi ama hızlı olmalıydı zaman aleyhine işliyordu. Hızla ilerlediği yangın merdivenin kapısı kitliydi şu sıralar fazlaca salgılanan adrenalin sağ olsun düşünmeden aldığı karar sonucunda kendini merdivenin korkuluklarına tırmanırken buldu. Yağmur altında kaymamak için sıkıca tutunduğu demirlerde hızlı ve dikkatli ilerlemeye gayret gösteriyordu. Her dakika daha da yaklaşan polis sirenlerinin sesi ve her an ayağının kayıp yeri boylayabileceği ihtimali paniklemek için ona mükemmel bir ortam verse de orta kattaki açık pencerenin hizasına geldiğinde derin bir nefes alıp kendini toparladı. Tek şansı vardı ya evin içine girecekti ya da polisler geldiğinde çamur ve kanla kaplanmış sokağın zemininden cesedini toplayacaklardı.

Not: Yukarıdaki eklentiyi açarsanız ortamın havasını daha rahat kavrayabilirsiniz.

Bu sırada izbe sokağın yıkık dökük binasının yedi numarasında ikamet eden bir genç kız vardı: Park Chaeyoung. Chaeyoung için sıradan bir gece vaktiydi yine yayları fırlamış, eskilikten çökmüş mor kanepesi üzerinde yatıyor ve yine üzerinde pek çok su ve küf lekesinin bulunduğu tavana bakıyor ama görmüyordu. Alışıldık biçimde tekrar zaman - mekan birliğini kaybetmişti. Ne yan dairedeki komşularının şiddetli tartışmalarını duyuyor ne yağmurun cama vuran sesini duyuyor ne de son ses açtığı müziği duyuyordu. Duyduğu tek şey kafasının içindeki bitmek tükenmek bilmeyen seslerdi ne tuhaftı oysaki televizyonu da müziği de aynı nedenle açmıştı: kafasındaki sesleri bastırmak için.

Tamamen karanlık odayı aydınlatmaya çalışan tek şey ancak loş ışık verebilen eski püskü biraz cızırtılı tüplü televizyondan başkası değildi bir de açık pencereden gelen ara sokağın dibindeki dövmecinin kırmızı ışıklı tabelası vardı ki bu pek önemli değildi. Televizyonda muhtemelen her zaman olduğu gibi iç sıkıcı haberleri sunan alımlı kadın spiker yine dünyanın ne kadar berbat olduğunu hatırlatan o haberlerden birini sunuyordu. Açık penceresinden içeri hem yağmur damlaları parke zeminde küçük bir birikinti oluşturuyor hem de serin hava kedisi dahil odadaki her varlığın içini titretiyordu fakat onun tüm bunları umursadığı söylenemezdi. Chaeyoung düşünüyordu çoğunlukla yaptığı gibi. Artık her şey gibi "hayat" denen bu kelime de onun pek bir anlam içermemeye başlamıştı.

Kendi varoluşsal krizinin o kadar ortasındaydı ki yarı açık penceresinden içeri giren adamı fark etmedi. Açıkçası genç adam da o kadar çok canının derdine düşmüştü ki o da kanepede mumya gibi yatan kızı fark etmemişti. Muhtemelen yerde yatan kedinin kuyruğunu basmasaydı ikisi de birbirinden uzun bir süre haberdar olmayacaktı. Sinirli olduğu her halinden belli olan kedi genç adama tısladı ve hiç bir şey yaşanmamış gibi kuyruğunu savura savura televizyonun yanına gitti. Hantal gövdesinden beklenmeyecek zarif bir hareketle televizyonun tepesine çıktı ve uyumaya kaldığı yerden devam etti. Chaeyoung salonun ortasında duran sırılsıklam olmuş adama aynı boş bakışlarıyla baktı bir dakika inceledikten sonra tekrar bakışlarını tavanda sabitledi bu yabancı onun ilgisini çekmeyi başaramamıştı.

Jungkook kuyruğuna bastığı kara kediye bir küfür mırıldanırken kanepede yatan genç kızı görmesiyle bu geceki bilmem kaçıncı şokunu yaşamıştı. Onun kızı görmesinden daha tuhaf şey kızın onu görüp tepki vermemesiydi. Gecenin bu saatinde camdan evine bir yabancı dalmıştı - üstelik her yanından suçluluk akan bir yabancı - buna rağmen kız bir böceğe bakar gibi - belki de daha önemsiz bir şeye - bakmış ve her ne düşünüyorsa onu düşünmeye geri dönmüştü. Jungkook bir an için kızın ne düşündüğünü merak etmiş olsa da evin yakınından gelen siren sesiyle kendine gelmiş ve görünemeyeceği bir açıya geçerek camı kapatmıştı. Ardından seri hareketlerle çoğu yeri muhtemelen iğrenç pire torbası yüzünden yırtık olan pislikten grileşmiş perdeleri kapatmıştı.

Pencereden gelen az miktarda ışık da gidince oda olduğundan daha karanlık bir havaya bürünmüştü. Jungkook odadaki ikinci kalan oturulabilecek eşyaya - tek seçenek olan -sandalyeye doğru ilerledi. Sandalyenin üstü fazlasıyla kalabalıktı bir sürü tişört ve bir o kadarda hırka muhtemelen çıkarıldıkları şekilleriyle rastgele sandalyenin üzerine atılmıştı. Jungkook oldukça iğrenmiş bir ifadeyle parmağının ucuyla kıyafet yığınını itmiş ve sandalyenin temiz olduğunu umduğu köşesine oturmuştu gerçi şu anda seçecek hali kendisi de kir, toz, topraktan görünmüyordu. Yüzünün köşesinde kurumuş bir parça çamur olduğunu hissediyordu ve saçlarından akan su damlaları durumu daha iyi bir hale getirmiyordu ne yazık ki. Şu anda tek istediği bir duş almaktı fakat başında daha büyük problemler vardı birincisi büyük ihtimalle çevreyi arayan ve birazdan buraya da gelecek olan polislerdi ikincisiyse şu anki zorunlu ev sahibesiydi.

Merhabalar bu da yeni kısa hikayemiz birazcık karanlık bir havada geçecek ve bölümleri konusunda çok net değilim ama yine üç olması muhtemeldir. Bölümler çarşambaları güncellenecektir. :)

Yeni çiftimiz Rosekook umarım seversiniz eh size küçük bir itiraf bu bölümü Ecenaz2006 'nın gazına gelip yazdığım doğrudur. :)

Just Kill MeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin