-

131 8 19
                                    


Bonjour Mae
Viens
Balayons tes cheveux de neige
(Merhaba mayıs, gel, kardan saçlarını tarayalım.)

I.gün

Günlerden çarşamba
Saat: 10.17
 

Tamam, pekala.

İşte başlıyoruz değil mi? Bir yerden başlamak zorundayız. Hayat kıtaların rastgele dağıldığı bir harita ve bir yeri referans almak zorundayız. Bu pek çok insan için doğduğu tarihi işaret eder. Zamanın, ondan sonrası için tanımlı olduğu sanılır ama hayır, öyle değildir. Olmamalıdır. Çünkü bu, kısa süre için yaşayan insanları insanlıktan çıkarmak olurdu. Bu yüzden algıların çok daha ötesinde, daha kadim bir şey zaman. Üstelik başka insanların senin için seçtiği şartlara ya da doğaüstü güçlerin tasarısına göre yaşamak boyun eğmektir ve navigasyonla bile kavga eden benim için tüm bu beklenti silsilesi yalnızca güzelce süslenmiş bir tasmaydı. Onu boynuma geçirdikleri anda alt edilmiş olacaktım. Sürgülenecektim. Benim için tanıdığım herkesin zihninde beliren o yamalar bir araya gelip benim figürümün elbisesi olmak için dikildiğinde öylesine biçimsiz ve bayağı duracaktı ki... Hiçbir parça birbirleriyle örtüşmeyecekti Kumaşların her biri farklı olacaktı , desenleri her biri farklı bir beğeniye hitap edecekti. Karpuz biçimli kollar,  file detaylı yarım bir etekle birleşen ve  diğer bacağımı saran dümdüz bir pantolon... Dekolteyle birleşeb boğazlı bir üst... Uyumsuz seslerin çaldığı bir koro olacaktım ve dahası orkestra şefi olarak hiçbirini yönlendiremeyecektim. Çünkü aslında hepsi bir başkasına hitap ediyor, her ezgi bir kulağı memnun ediyor olacaktı. Ama beni değil. Dahası, bu kuru gürültünün içinde kendimi bile duyamayacaktım. Nitekim, duyamadım da.

Bu seyir defterinin benim kendime giden yolumun raporu olacağına inanıyorum. Gördüğüm duyduğum her şeyi yeniden tanımlayacak, küçük bir çocuk gibi sorgulayacaktım. Ama sorularımın yönlendiği kişi bu kez beni dünyaya getiren insanlar olmayacaktı. Çünkü hayata dair bir şeyler öğrenirken aslında başka insanların deneyimlerini kopyalıyoruz ve bu bizleri bir lahit gibi bembeyaz olan benliğimizden uzaklaştırıyor. Bizi büyütürken aslında benliğimizi çalıyorlar. Bu yüzden kendime ulaşmam için önce kendimi büyütmek zorundayım.

Kendime olan uzaklığımı tabi ki şu anda elimde bir kurtuluş müjdesi gibi tuttuğum tren biletinin ifade ettiği 9288 kilometreden ibadet olmadığını biliyordum. Hatta ışık yılı bile ölçemezdi. Korunaklı hayatımda başka insanlarının ayakkabılarını giymeye karar verdiğim o günden beri aldığım her kararda kendimden uzaklaşıyordum. Takdir edilme çabam beni bir fedaiye dönüştürmüştü. Hayatta olduğum yıllar buğulu bir günün vurduğu özensiz kayalıklardı. Her gün aynı tonda ve biçimsizlikteydi.Hayat okyanusu ise her gün biraz daha yükselip kayaların boşlukların doldururdu. Bense bir ayağımda annemin özel günlerde giydiği timsah derisi yüksek ökçeleri diğer ayağımda babamın arkasını ezdiği demirbaş memuriyet ruganı bir fanusta dururdum. Hayat zamanımdan çalardı. Bense güvenliğimle övünürdüm. Oysa kayalıkların başladığı noktada bıraktığım çiçekli plaj terliklerimi dalgalar yutmuştu. Özümü zaman çalmamıştı, hayır. Ona ben vermiştim ve şimdi onu geri almam gerekiyordu. O terliklerden 42 yılda geçirdiğim o her biçimsiz gün ve o günlerde aldığım her karar kadar uzaktım. Ben, herkesin gömüldüğü bu  okyanusta bir çocuk terliği arayacaktım.

II.Gün

Günlerden perşembe.

Saat: 13.36

Moskova'dayım.
Birkaç saat önce hatıra kutumdaki tüm anılara  ettiğim vedaya tanık olan uçak çoktan havalandı ve doğduğum topraklara geri döndü. Artık bambaşka bir yerde, tren garında soğuk bir sandviç yiyorum. Günlük ilaçlarımı içip rahat rahat oturuyorum.  Daha dün buradaymışım gibi oldukça serinkanlı davranıyorum ama Erzurum'da yaptığım görev sırasında bile, ki şu meşhur kedinin havada donduğu hikayesinin ününü düşünürsek, bu kadar üşümediğimden eminim. Sahip olduğum en kalın montumun burada iş görmeyeceği belliydi. Yine de soğuk, kaçındığım bir durum değildi. İdare edebilirdim.

memoria.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin