iki

358 33 7
                                    

Chicago'daki son görevimi de hallettikten sonra Issac, LA'da bir arkadaşının yardıma ihtiyacı olduğunu söyledi.

Söylediğine göre gerçekten önemli biriymiş, öyle ki vereceği iş her ne ise halledip ayrılmamı söyledi çünkü bu adam her kimse ona bulaşmamalıymışım.

Bunu kendime not ettim, sonra bıraktığım parayı kullandım.Ödeme yaptığım Issac ile çalışan bu adam ben LA' ya götürecek ve biz şu an yoldaydık.

İki gece, iki farkli şehirlerde bir motelde kalacaktık. Arabayı süren kişi Gus adında bir adamdı ve oldukça havalı biriydi. Sanırım otuzlarında bir adamdı, ama yaşına göre oldukça genç görünüyordu. Ayrıca 21 yaşında bir genç kız olarak kim olduğunu bilmediğim otuzlu yaşlardaki adamlarla yolculuk ediyordum. Kulağa ne kadar çılgınca gelse de öyleydi. Ama o beni Julia olarak değil, Marcus olarak biliyordu. Kılık değiştirmek için bir sebep daha.

"Pekala evlat, 30 dakika içinde LA'da olacağız." Gus arabanın içinde anonsunu yaptı. Ben arka koltukta oturuyordum ve kapüşonlum beni gizlerken orta okuldan beri sahip olduğum The Outsiders kitabını okuyordum. Sürekli bu kitabı okurdum, demek istediğim okumak için boş vaktimin olduğu zamanlarda.

"Peki," diye yanıtladım ve kitabı aşağı indirdim. "Şimdi kısa bir şekerleme yapacağım."

Kafa salladı ve bende arka koltuklara uzandım. Anında uykuya dalmıştım.

Gus'ın ismimi seslenmesi ile uyanmıştım.

"Marcus, uyan adamım. Geldik."

Sersem bir şekilde uyandım ve pencereden dışarı baktım. Hala seyir halindeydik ve gördüğümüz şeyler Los Angeles'in görkemli yerleri değildi.

"Nereye gideceğim?" Diye sordum.

"Bir adamla buluşacaksın, buluşacağın ana adam o değil ama seni ona götürecek." diye yanıtladı beni. "Sana bir tavsiye adamım, sana ne söylerse onu yap. Bunlar çalıştığın Issac gibi çalışmak için kullandığımız çocuklar gibi değiller."

Bu dedikleri neredeyse boğazımı kupkuru yaptı ve ellerimi terletti. Dua ettiğim tek şey bu işi yaptığım için öldürülmemekti.

Bu büyük depoya vardık ve görünüşe göre terk edilmişti ve şehirden uzak tutulmuştu.

"Ele başlarını biliyor musun?" diye sordum.

"Hayır, sadece hakkında birkaç şey duydum. Onun için iş yaptım ama bana emirleri onun için çalışan biri vermişti." 

"Sadece ne diyorlarsa onu yap ki sonunda vurulmayasın."

Ben kendime ne sikim yapmıştım böyle?

Gün batımı yaklaşıyordu ve siyah kamyondan Gus ile beraber dışarı çıktım. Bize doğru yaklaşan bir adam gördüm, Gus'dan daha genç görünüyordu ama benden büyüktü.

"Gus, adamım!" geldi ve Gus'ın sırtını okşayıp selam verdi.

"Liam, seni görmek güzel," diye yanıtladı onu.

Liam denen adama dik dik bakmaya başladım, oldukça çekici bir adamdı. Demek istediğim gerçekten çekici. Uzun boyluydu, sakallıydı ve oldukça yumuşak görünen saçları vardı. Onun kadar yakışıklı birinin neden tehlikeli bir iş yaptığını anlamıyordum.

"Liam, eminim buraya Marcus için geldin," Liam ban bir göz attı ve gülümsedi.

"Öyle, selamMarcus, ben Liam."

Başımla selam verdim, "merhaba."

Çok küçük hissediyordum. Ve hantal. Eminim ki şu an yanaklarım kızarıyordu.

Tanrım beni şimdi öldür.

"Pekala gitmemiz gerekiyor, seni görmek güzeldi Liam," Guys konuştuktan sonra bana baktı. "Dikkatlı ol Mark."

Gus, kamyona bindi ve sonra uzaklaştı. Şimdi tek başımaydım, kim bilir tek başımayken başıma ne tür şeyler alacaktım.

"Pekala, içeri girmeliyiz. Senin için üç işimiz var. İki saat sonra başlıyoruz," Liam'ı başımla onayladım ve onu takip ettim. Tekrar konuşmamasını umuyordum.

Depoya girdik, her yer kutularla doluydu. Karanlıktı ve birkaç kişi kutuları diğer kutu yığınlarına taşıyordu.

"Emirlerini bilmiyorum, yani bunu bilen birilerini görmeliyiz," diye Liam düşüncelerimi kesti.

"Peki," basitçe fısıldadım.

Bana kuşkucu bakışlar atıyordu.

"Fazla konuşmuyorsun."

Omuz silktim, "Ne diyeceğimi bilmiyorum."

Cevabım için rahatsız görünmüyordu sadece kafasını salladı ve güldü, "Harry senden hoşlanacak."

Büyük bir odaya girdik. Her yerde kanepeler vardı, ot ve kolonya kokuyordu.

Gördüğüm adam koltukta oturup bira içiyor ve televizyon izliyordu.

"Dostum teslimat yapmak zorunda değil misin?"  diye sordu. Adam omuz silkti, "paraları yoktu."

Liam inledi, "yine mi?"

"Evet, geçen sefer ona son bir şans vermiştim. Aptal herif kendini boka soktu."

Liam gözlerini ona dikti, "ne yaptın?"

Adam omuz silkti, "bacağından vurdum, eğer parayı yarın getirmezse kurşunun kalbini ıskalamayacağını söyledim."

Bütün hava benim için tükeniyordu, buradan derhal kaçmak istiyordum.

"Zayn, cidden mi? Çok yumuşak davranıyorsun. Onu orada öldürmeliydin." dedi Liam. Yumuşak!? Onu bacağından vurmak yumuşaklık mı!? Bu nasıl bir bok.

"Naber Marcus, ben Zayn." Bu kez bana döndü.

"Selam," diye mırıldandım.

Liam bana bakıp tekrar Zayn'e döndü. "Emirlerini biliyor musun?"

"Hayır ama muhtemelen Niall biliyordur.

"Nerede o?"

"Bilmem, muhtemelen birkaç kız beceriyordur, yada içiyordur." diye omuz silkti.

İç çektim, işimi bile bilmiyordum yani bunu başarabilirim.

"Hayır seni bok kafalı, buradayım." Konuşan adam içeri girdi. Liam'dan daha kısa, sarışındı. Ve düşünüğüm ilk şey küçük bir çocuk gibi göründüğüydü.

"O yeni çocuk mu?" Sarışın olan, sanırım Niall bana doğru başı ile işaret etti.

"Evet, ben Marcus," neden konuştum ki? ne güzel sessizliğimi koruyordum.

"Güzel, ben Niall." Irlanda aksanı oldukça belli ediyordu kendini. Umurundaymış gibi görünmüyordu ama yinede kendini tanıttı.

"Herneyse, onun işini biliyor musun?" Liam araya girdi.

"Ne sikime bilmem gerekiyor?" Konuşan Niall'dı.

"Bu adamın işini bilmeliydin." Bu kez de Zayn'di.

"Bir bok bilmiyorum. Harry'i hiç görmedim."

"Yemin ederim siz çocuklar tam bir gerizekalısınz."  Liam söylenmeye başladı.

Bana bakıp iç çekti, "Harry'i görmemiz gerek gibi görünüyor."

Harika.

*****

Sözümde durdum ve iki gece ard arda bölüm çevirdim ve elimde hazırda bölüm bile yoktu! E biraz emeğe saygı? Hadi görim sizi...


Love, Love, Love.

The King's Den ||h.s|| ÇeviriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin