Three

447 45 48
                                    

Sabah geç kalmışlığın hissiyle uyandım. Alarma baktığımda çalmasına 2-3 dakika kaldığını gördüm ve küçük bir küfür salladım odama. Uyanıp bir daha uyuyamama problemi herkes gibi bende de olduğundan oyalanmadan alarmı kapatıp yataktan çıktım. Güneş, yarım açık olan penceremden içeri süzülüyordu. Havanın güzel olacağını düşünerek dar kot pantolonumu ve içimi belli eden beyaz ince tişörtümü geçirdim üzerime.

Kahvaltı yapmak istemediğimden bu sefer değişiklik yaparak küçük sırt çantama doldurdum eşyalarımı. Okuldan eve bulaşık makinesinde yıkamak için getirdiğim termosumu da çantanın içine atarken dış kapıya ilerledim.

Neredeyse iki haftadır okula yürüyerek gidip geliyordum, ama hiç bir zaman Jimin'e rastlamamıştım. Bir tek beraber gittiğimiz zaman benim evimin tersi yönünde olduğunu biliyordum evinin.

Cebimden kulaklığımı çıkartırken düz yolda yürüyordum sitenin çıkışına doğru. En sevdiğim şarkılardan birini açtım. Bu gün sabah dersim vardı, yarın öğleden sonra ki son üç ders benimleydi ve hafta sonu giriyordu araya, toplam bir haftadır öğretmenlik yapıyor olacaktım.

O mühim olaydan sonra Jimin'in suratına pek bakmadım, utanıyordum. Sonuçta her gün birisi beni soyup köprücük kemiklerime yiyecek gibi bakmıyordu. Sınıfta göz göze gelmemeye dikkat ediyor, teneffüslerde ise hemen öğretmen odasına kaçıyordum.

Düşüncelerimle beraber okula yaklaştığımı farkettim, kulaklığımı çantama, telefonumu arka cebime sokuşturdum. Okul bahçesi yine her zaman ki gibi doluydu. Seokjin hyung sınıfını toparlayıp spor salonuna sokmaya çalışıyor, Jimin üç arkadaşıyla bahçede sohbet ediyor, diğerleri ise-, durun bir saniye Jimin mi?

Gözlerim yine onun oturduğu yere gittiğinde bana bakıyor olduğunu farkettim. Gözlerimi kaçırarak adımlarımı hızlandırdım. Arkamdan onun yanında oturan kırmızı saçlı çocuğun gülme sesi gelmişti. Okulun binasına girip ikinci kattaki öğretmenler odasına koşar adım girdim. Namjoon hyung ve diğer öğretmenler ders öncesi sohbetlerini yaparken ben çantamdan lazım olanlarını çıkartıp çantamı dolabıma sokuşturdum. Termosuma neskafemi hazırlayıp erkenden sınıfa girdim. Canım sıkılmıştı, etrafta dolanmak veya öğretmenler odasında oturmak istemiyordum. Sınıfta telefonla oynar içeceğimi içerdim, can sıkıntımı genelde böyle gideriyordum.

Zil çalıp içerisi doluşana kadar telefonla oynamış, kahvemin yarısına gelmiştim. Sınıf doluştuğunda yoklama kağıdını imzalamış dersime başlamıştım. Genelde öğleden sonraki dersler daha eğlenceli geçerken sabah ki dersler daha sakin ve uyuklamalı geçiyordu. Herkes yeni uykusundan uyanıp geldiğinden dolayı çoğu kişi kafasını koymuş uyukluyor, diğerleri ise not tutuyordu. Dersin gerçek öğretmeni ise.. Ondan bahsetmek istemiyordum. Sürekli ilk iki derse girip öğrenciler gibi uyukluyor son ders ise evine gidip gerçekten uyuyordu. Verdiği notları şimdiden merak etmiştim.

Dersim harika giderken zil çalmış öğrenciler sürü halinde sınıftan çıkmıştı. Ben de elimdeki tahta kalemiyle sonraki ders için anlatacağım şeylerin şekillerini çizmiştim.

"Hocam"

Tam kulağımın dibinden gelen ses ile korkarak yerimden sıçramıştım. O sırada elimdeki kalem yere düşerek tok bir ses çıkarmıştı. Jimin, şu an da tam kulağımın dibinde, arkamda duruyordu. Ve tahminimce sınıfta kimse yoktu.

"E-evet"

"Gömleğiniz bende kalmış, sonra ki teneffüste soyunma odasına gelin de vereyim."

Fısıldar gibi konuşması tüylerimi diken ederken kalbim sanırım durmuştu. Stresle dilimdeki demiri çevirirken kendimi de ona doğru çevirdim. Gözleri anında köprücük kemiklerime gitmişti.

Stigmatophile ~JiKook~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin