Bölüm İki

680 15 2
                                    

***Öncelikle  bu benim ilk hikayem ve burada yeni olduğum için fazla okuyanım yok. hikayemin umarım gün geçtikçe okuyan sayısı artar. ben güzel olduğunu düşünüyorum, eğer beyenmeyen varsa yorum yapabilir. hiçbir şekilde karşı tepki ya da kötü bişey söylemem. herkez beyenicek diye birşey yok. :)))

 ''Tracey, bunu bir daha sakın yapma!'' diye bağırdı Bayan Devon. 

''Üzgünüm anne, seni korkutmak istemedim.'' Duvardaki saate baktı. ''Gitmem gerekiyor, alışveriş merkezinde Jenna ve Emily ile buluşacağım. Akşam yemeğinden önce dönerim.''

''Seni daha sonra görebilecek miyiz?'' diye sordu babası. 

Tracey gülümseyip hemen yola koyuldu. Bu kez, okullarının karşısındaki alışveriş merkezine değil de diğer büyük olana gidecekti, bu yüzden otobüse binmesi gerekiyordu. Aslında annesinin yedizleri almaya giderken yol üstünde onu da bırakabileceğini düşündü ilk başta; ama sonra görünmez oluşuyla ilgili bitmek bilemeyen nasihatlerini dinleyebilecek ruh halinde olmadığına karar verdi. Kabul etmeli ki, ailesinin onu görmek isteğini duymak, gerçekten çok güzeldi. Bunun pek de önemsenmediği zamanlar da omuştu. 

Neyse ki şimdi her öğrencinin olağandışı bir yeteneğinin olduğu Seçilmişler Sınıfı'ndan iki arkadaşıyla buluşacaktı. Yetenekleri birbirinden farklı da olsa hepsinin aynı problemi vardı. Bu yüzden onlara birşey açıklamak ya da onlardan özür dilemek zorunda değildi. 

Jenna Kelley ve Emily Sanders, her zamanki buluşma yerlerinde; yeni kitapçının önünde Tracey'i bekliyorlardı. Tracey, yanşarına yaklaşırken, 'alışılmadık bir çift oldular,' diye düşündü kendi kendine. Jenna'nın ona cadı görüntüsü veren uzun kahkülü ve siyah dik saçlarıyla hırçın bir güzelliği vardı. Solgun cildi, gözlerinin altına çektiği kalın siyah sürme, dudaklarındaki mor ruj ve pirsingi farklı bir hava katıyordu. Siyah ince kot pantolonunun ve önünde beyaz harflerle 'Yolumdan Uzak Dur'' yazılı siyah tişörtünü giymişti. Onu tanımıyorsanız tehlikeli biri olduğunu düşünebilirsiniz.. 

Emily'nin uzun kahverengi saçları, sakin, muhteşem ifadesi ve makyajsız yüzü, onu on dört yaşından en az üç yaş daha küçük gösteriyordu. Üzerindeki kot pantolonu boldu ve tişörtü de yıkanmaktan solmuş mavi renkteydi.

Ve Tracey, bu ilginç birleşime kendini nasıl dahil etmeyi balarmıştı? Bir mağazanın önünden geçerken aynada kendi yansımasına baktı ve omuzlarının üzerine dökülen sarı saçlarıufak tefek, zayıf bir kız gördü. Yüzünden fazla mbir makyaj yoktu, sadece solgun gözlerine biraz parlaklık sağlasın diye çok hafif yeşil kalem ve dudaklarına da pembe bir ruj vardı. Şuan öncekinden çok daha iyi göründüğünü fark etmesi onun için gerçekten büyük bir sürprizdi. Aslında son zamanlarda kendini görebilemkten çok memnundu. 

Arkadaşları da onu gördükmerine sevinmişti; ama Jenna, hemen saatine baktı.

''Beş dakika geciktin,'' dedi.

Tracey, gülümseyip ''Yinede burada olduğum için çok mutluyum. Bügün bir süre ortadan kaybolmuştum,'' dedi. 

''Hiç uğraşmadan mı hem de?'' diye sordu Emily.

Tracey, başını salladı. ''Evet. Tuhaftı. Elbetteki annemin önünde birden ortaya çıktığımda onun kadar kormadım. Az kalsın bayılacaktı!''

Jenna, yüksek sesle üfleyip püfledi. ''Hak ettiğiini buluyor. Sana önceki davranışıyla korkutulmayı çoktan hakediyordu.''

Tracey, önceden yaşadıklarını bşr kenara bırakmıştı. ''Bunların hepsi geçmişteydi, Jenna. İşin iyi tarafına bak. Eğer ailem o kadar yıl beni görmezden gelmeseydi yeteneğimi hiçbir zaman geliştiremezdim. Belkide böyle bir yeteneğim hiç olmazdı.''

''Ama yinede sana davranış şekilleri hiç hoş değidi,'' dedi Emily.

Tracey, kendi kendine 'Emily haklı', diye düşündü. Tracey, daha küçükken Devon'lar onun için oldukça normak ve özen gösteren bir aileydi. Ama sekiz yaşına geldiğinde birden birşeyler oldu. Aslında işte o yıl, Devon yedizleri doğdu. 

Dünyadaki ilk yediz çocuklar değillerdi elbette, ama birbirinin aynısı olan ilk yediz kızlardı onlar. Ailesi ünlendi ve Tracey, kız kardeşlerinin doğumunda herkesin ailesi kadar heycanlandığını çok iyi hatırlıyordu. Ardından her şey değişti. 

Yeni doğan kızlarla olunmasının ailesi için normal olduğunu düşündü. Ama peki büyük çocuğu bu denli unutmak da onlar için normal miydi?

Bu durum, gazetelerde okuduğunuz o kötü çocuk istismarı hikayeler gibi değildi. Tracey'e hiç bağırmadılar, hiç vurmadılar ve onu aç bırakmadılar. Sadece artık Tracey yokmuş gibi davrandılar. Ve o da karşılığında sadece öylesine ortadan kaybolduğunu keşfetti.

Bu ilk başta sadece aklındaydı; yani ailesinin dışındaki insanlara kendisini görünmez hissetiren kendi davranışıydı. Madem evde ilgiyi hak etmiyorsa, o zaman başka birinin onu fark etmesini neden beklesin ki? Bu, bir nevi etrafına yaydığı bir histe ve insanlar da zaten onu önemsiyor gibi davranmıyordu. Okulda öğretmenleri onunla konuşmuyordu. Sokakta insanlar ona çarpıyor ve sonra sanki orada birinin olmadığını farketmişler gibi şaşırıyorlardı. Mağazalarda kendisi ile ilgilnecek birini bulamıyordu.

Her şey gittikçe daha da kötüleşti. Hiç kimse onu umursuyor gibi görünmediği için o da artık kendinin önemsemeyi bıraktı. Kulağa ne kadar tuhaf gelse de artık Tracey için hem fiziksel, hem de duygusal anlamda görünmez olmak kaçınılmazdı. 

Fakat görünmezlik olayı, her şeyi tamamen değiştirdi. Tracey, kendini savunmayı ve bir insan olarak hak ettiği ilgiyi istemeyi öğrendi. Bazen kasten de olsa hala görünmez olabiliyor, ama yeteneği üzerinde tam anlamda bir kontrol sağlamış değil. Jenna da Emily de öyle fakat hepsi de neler yapabildikleri konusunda gittikçe daha çok şey öğreniyor. Emily, geleceğe dair görüntülerini nasıl irdeleyebileceğini öğrendi, bu şekilde gerçekten ne görüyorsa onu anlayabiliyor. Jenna,ya gelince...

Alışveriş merkezinde dolaşırken ''Son hiç ilginç düşünceler okudun mu?'' diye sordu Tracey. 

Jenna, ''Hiçbirşey yok. Bahsetmeye bile değmez,'' dedi. ''Geçen gün düşündüm de, ne iyi olurdu biliyor musun? Karakolda biraz takılabilseydim ve tutukluları kontrol edebilseydim, o zaman polislere gerçekten suç işleyip işlemediklerini söyleyebilirdim.''

 ''Rüyanda görürsün,'' dedi Tracey. ''Yargıcın sana inanacağını mı sanıyorsun?'' 

Emily, ''Hem ne zamandan beri polis memurlarına yardım etmek istiyorsun?'' diye sordu, bilmek istiyordu. ''Her zaman polisleri sevmediğini söylerdin.''

''Polisler sana inansa bile Madam, kesin seni öldürür,'' diye de eklemeden edemedi Tracey.

Jenna ise 'kimin umurunda ki?'hareketi yaptı. ''Ne fark eder?''dedi.

Emily ile Tracey, birbirlerine baktılar. Jenna, hişbirşeyden ve hiçkimseden korkmuyormuş gibi sert davranmayı severdi, fakat arkadaşları onu çok iyi tanıyordu. Seçilmişler Sınıfındaki herkez Madam'a büyük bir saygı gösterirdi. Madam, yetenelşeri konusunda güvenebilecekleri birkaç insandan biriydi ve yeteneklerini, ne istediklerini anlayan tek kişiydi.

Madam, haklı olarak yeteneklerini sır olarak saklamalarını söylüyordu. Hepsi de pek dürüst olmayan nedenlerle yeteneklerini kullanmak isteyen alt kesim insanlarla birşeyler yaşadı.

Jenna, ikisinede bakıp ''Ne düşündüğünüzü biliyorum,'' dedi.

Emily ters bir bakış fırlatıp ''Jenna, aklımızı okumamamlısın,'' dedi.

''Bunu yapmama gerek kalmadı ki,'' diye karşılık verdi Jenna. ''Her şey yüzünüzden belli oluyor, hava attığımı düşünüyorsunuz. Ama size şu kadarını söylüyorum, Madam'ın ne düşündüğü umurumda değil.''

''Ve bunu hiçbir zaman da öğrenemeyeceksin, değil mi?'' dedi Tracey. ''Çünkü Madam'ın aklını okuyamazsız, doğru mu?''

SEÇİLMİŞ ''GÖRÜNMEYEN''Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin