İtalik yazılar geçmişe ait bölümlerdir. *
Okurken dünyayı sessize almayı unutmayın! 🔇* * *
Genç adam, pencereden yansıyan gün ışığının sislerin arasında parıldamak için çabalayışını seyretti uzunca bir süre. Sıcaklığını kaybetmiş şehre yardım edemeyen bir güneş vardı gri bulutların gerisinde, ve bir de geceye gerek kalmadan kararmış bir gökyüzü. İnsanların baştan sona doldurduğu caddenin tümü yerle bir olmuştu; bütün mağazalar yağmalanmış, bütün insanlar şehrin altındaki sığınaklara kaçmışlardı.
Sığınaklarda bulunan herkese devlet adına askerler ve gönüllüler tarafından gıda yardımı yapılıyordu elbette ki. Ama devlet daha önce bu sığınakları kullanıma açma gibi acil bir durumda kalmadığı için çoğu insan ne yapacağını bilememiş ve marketlerden toplayabildikleri kadar yiyecek toplamışlardı. Bu yüzden çoğu market iflas etmiş; ayakta kalan sayılı market zincileri de bu yardımlar için kendilerine ödenen milyon dolarlarla kasalarını tıka basa doldurmuştu. Bu durum bile zenginleri daha da zenginleştirmekten başka hiçbir iyi yana sahip olmamıştı alışıldığı üzere.
Evlerinde kalmayı tercih eden sayılı insan vardı ve onların da sığınaklardakilerin çaresizliğini daha da derinden hissettiği apaçık ortadaydı. Öğünlerini veren yardımseverler yoktu, yemeklerinin birkaç güne kadar yetip yetmeyeceği bile belirsizdi, çoğu da yalnız kalmışlardı; korkularıyla. Onlara yoldaşlık eden biri varsa o da hiç şüphesiz saf bir korkuydu. Ve bu öylesine büyük bir korkuydu ki; bir ahtapotunki gibi olan kolları herkesin zihnine ulaşıyor, bununla da yetinmeyip insanların ruhuna çaresizliğin tohumları ekiyordu.
İşte sığınaklarda sürü misali yaşamak yerine kendi evinde kalan ama korkusuna boyun eğmeyen kişilerden biri de -belki de sadece oydu- Martin idi. O her zamanki gibi ne yapacağı konusunda kılı kırk yararak düşündüğünden az da olsa fikir sahibiydi. Batmayan market zincirlerinden birinin sahibi olan bir dostunun yardımıyla evine sığdırabildiği kadar konserve yiyecek stoklamış, bu sayede birkaç ay boyunca yiyecek ihtiyacını rahatça karşılayabilmeyi planlamıştı. Elinden geldiği kadar çok stok yapmıştı. Öyle ki evinin koca bir odası tamamen dolmuş, dostundan rica ettiği üzere en az 3 katı kadarını da onların deposunda tutmuştu. Bunun için yüksek bir kira payı ödese de buna değerdi. Zira kimse bu durumun ne kadar süreceği ile ilgili en ufak bir tahminde bile bulunamıyordu.
Önünde durduğu koca pencereden odaya sızan soğuk rüzgârla ani bir ürperti geçmişti Martin'in bedeninden. Şiddetli rüzgâr beraberinde keskin bir barut kokusu da taşıyordu. Pencereyi sıkıca kapattı ve elindeki kahve bardağını geniş salondan hızlı adımlarla ayrılırken rastgele bir sehpanın üzerine bıraktı.
Adımları doğruca evin bodrum katına açılan merdivenlere doğru devam ediyordu. Evin bu kısmı diğerlerine nazaran daha karanlık ve pek kullanılmadığından -çünkü ev yarısından fazlası kullanılamayacak kadar büyüktü- daha boştu. 'Ve daha gizemli..' diye fısıldadı, uzun süredir kabuğuna çekilmiş olan iç sesi.
Sağ tarafındaki boyaları sökülmüş duvarda ışık düğmesini el yordamıyla ararken dün ampulün patladığı ve değiştirmediği geldi aklına. Değiştirmeyi aklının bir köşesine yazdı. Karanlığa bürünmüş koridorun sonunda belli belirsiz görünen ahşap kapıya doğru ilerlemeyi sürdürürken elinde sıkı sıkı tuttuğu anahtarların birbirine çarparken çıkardığı metalik ses onun adımlarının dışındaki tek sesti. Karanlıkta yürümek zor olmaya başlayınca cebinden pek kullanmadığı telefonunu çıkardı ve telefonunun fenerini açarak etrafı aydınlattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIK GEZEGEN: GRANOYA
Science Fiction4. gün... Öldürülmüş 38 bin insan... İşgal edilmiş 26 ülke... Esir alınmış 57 bakan, cumhurbaşkanı, elçi... 79 milyar zarar... Ağlayan çocuklar, kaçan vatandaşlar, direnmeye çalışan ordular ve ruhunu kasıp kavuran pişmanlıkla pes etmiş bir adam: ...