''Kaç!''
Karanlık otobanda yankılanan bu sesle irkildim. Kime ait olduğunu bilmiyordum ama sese itaat ettim ve koşmaya başladım. Nereye koştuğumu bilmiyordum. Tek yaptığım asfalt zemini takip etmekti. Yolun bir yerde bitmesini bekliyordum ama bitmedi, ben koştukça daha da uzuyordu.
Cigerlerim yanmaya ve nefesim kesilmeye başladığı zaman ellerimi dizlerime koyarak yolun kenarında biraz dinlendim. Kulaklarım uğulduyordu ve ağaçların görüntüleri dalgalanıyordu. İşte o an karşımda bir silüet belirdi.
Elinde bir ayna vardı ama yüzünü göremiyordum. Tam önümde durdu ve aynayı bana çevirdi. Aynada gördüğüm şey acayip derecede güzel bir melekti. Ona elimi uzattığım anda yakaladı ve beni aynanın içine çekti.
Aynanın içi simsiyah bir odaydı ve içi elleri kanlı ölüm melekleriyle doluydu. Ciğerlerimi yırtarcasına bir çığlık attım ve gözlerimi açtığımda yatağımdaydım.
Tam da tahmin ettiğim gibi hava daha karanıktı ve şaç diplerim terden sırılsıklam olmuştu. Yastığım da göz yaşlarımdan dolayı nemlenmişti.
Yatağımda hafifçe doğruldum ve karanlık odama bakındım. Yatağımın kenarındaki komodinden saate baktım. 04.42. ''Kahretsin.. geç kaldım.'' Saat 5'te yola çıkmamız gerekiyordu. Yatağımdan hızlıca kalktım.
Başım gördüğüm kabustan dolayı şiddetli bir şekilde ağrıyordu. Belki de ağlamaktan.. Bilmiyorum. Ama aldırmadım.
Üstümdeki pijamaları çıkarıp kısa kollu bir gömlek ve kot şort giydim. Çantamı dünden hazırladığım için şanslıydım. Masanın üstündeki telefonumu alarak odamdan çıktım ve bizimkilerin yanına indim. Çoktan hazırlanmışlardı.
Yaz tatili bitmişti ve artık Ankara'ya dönüyorduk.