Birkaç gün geçmişti, tedavi devam ediyordu ancak iyiye mi, kötüye mi, bilmiyorduk. Herkes elinden geldiğince bana yardımcı olmaya çalışıyor ve olayın bende bittiğini bildiklerinden beni mutlu etmeye çalışıyorlardı.Ama benim Jeongguk'u görmem gerekiyordu, onunla konuşmam ve birbirimizi tanımamız gerekiyordu. Kimseye bunu anlatamıyordum, anlatsam bile dinlenir miydim, onu da bilmiyordum.
"Anne," dedim koltukta telefonuna bakarken. "Eğer iyi sonuçlanmazsa bu defa da.. Ne yapacağız?"
Yüzü bir an düştü, kimse olumsuzlukları görmek istemiyordu; bu yol ikiye ayrılıyordu ancak benden başka kimse ötekisini görmüyordu, kafalarında o yolu tamam silmişlerdi. Durum böyle olunca bunu düşünmek bana kalıyordu ancak düşününce de hem kendimi hem de karşımdakini üzüyordum.
"Bilmem ki oğlum," Ayağa kalkıp başıma geldi. "Başka bir şey deneriz, sonunda iyileşeceksin, eminim."
İnanmadığım hâlde başımı sallayıp gülümsedim. "Beni dışarı çıkarır mısın? Hava güzel gözüküyor."
"Olmaz, hava soğuk." diye başladığı itiraz cümlesine devam etmeden onu susturdum. Beni korumak için yaptığı her şey için pişman olacaktı benim güzel annem, neden yapmadım diye.
"Anne," dedim sesim beklediğinden sert çıkarken. "İstiyorum." Ama neyi istediğimi söylemedim. Belki Jeongguk'u görürdüm, dışarıda dolanıyor olurdu ama o sadece dışarı çıkmak istediğimi sandı.
Kolumdan yavaşça tuttu ve eğilerek terliklerimi tam önüme getirdi, en ufak yanlış bir hareketimde hâlâ yaş olan dikiş izlerim patlayabilirdi.
Hafifçe eğildim ve terliklerimi giydim, annemin yardımı ile ayağa kalktım. Yanımda bir destek olmadan doğru düzgün hareket bile edemiyordum ya, bunun acısı beni kapalı yaralarımın açık sızısından daha fazla yakıyordu.
Yavaş adımlarla bahçeye indik. Her tarafta hastane önlükleriyle hastalar vardı, bu görüntü içimi acıttı. Bu kadar insan hayata tutunmaya çalışıyordu, hepsinden eksiltilen şeyler vardı ve kim bilir dışarıda kaç kişi sahip olduklarının kıymetini bilmeden yaşıyordu. Güldüm; insanların durumunun acizliğine güldüm, kendi acizliğime güldüm.
Annem beni bahçenin tam ortasındaki banka oturttu, yanıma da kendi oturdu. Bir süre hiçbir şey demeden çevreyi izledik, ikimizden de ses çıkmıyordu. Ki bu sessizliğin birazdan bir sorun yaratacağından korkuyordum. Konuşmaya karar verdim.
"Anne, hayatta.." dedim, sözümü tamamlayamadan sessizce yutkundum. "Hayattaki amacın ne?"
Bana doğru baktı ve ne zaman atsa içimin parçalara ayrıldığı o canhıraş tebessümü ile sırtımı sıvazladı. "Sensin," dedi, aldığı derin nefesin arasından. "Tek amacım, senin mutlu olman. Ondan sonra ölebilirim."
"Deme öyle," dedim. "Sen ölürsen nasıl mutlu olurum?" Devam edemedim, bir insan nasıl tüm hayatını başkasına adardı? Aklından, fikrinden nasıl sadece başkası geçebilirdi? Nasıl ama nasıl kendini düşünmezdi; canını, kanını, sağlığını?
Sanırım, dedim içimden. Bunu hiçbir zaman anlayamayacağım. Anlamak için anne mi olmak gerekirdi? Bunu da bilemeyecektim.
"Elbet olursun," Anne, dedim. Olamam. "Bak bana, anneannen öldü iki sene önce. Ama ben nasıl devam ediyorum?" Nefes alıp gözlerini karşıda top oynayanlardan çevirip bana dikti. "Nasıl canımın telaşına düştüm?" Canı, bendim. Ki bu beni daha da fazla yakıyordu.
Annemsiz yapamayacağımı biliyordum, günebakan isem ben annem de benim baktığım Gün'dü. Beni ısıtan, büyüten, doyuran O'ydu.
"Senden önce öleceğim ben," dedim gülerek. Şakaya vurarak gerçekleri söylemek en iyisiydi, o ciddiye almıyordu, alsa bile şaka diye sesini çıkarmıyordu. Ben de söylemedim diye suçlu olmuyordum. "Yoruldum ben, biraz dinlensem iyi olur." Anne, dedim. Sonsuz bir uykuya ihtiyacım var benim.
Ama söyleyemedim.
"Ben seni dinlendiririm, merak etme. Hele bir şu hastaneden çıkalım, güzel bir hayat bekliyor seni," Güven vermek istercesine elimi sıktı. "İnan bana."
İnanmak istiyordum; tüm algılarımı kapatıp, fonksiyonlarımı durdurup sadece anneme kulak asmak istiyordum. Oldurmak zordu.
Ortamı bozmak adına bir soru daha koydum ortaya. "Peki, yapmak istediğin bir şey oldu mu hiç hayatında? Yapmak isteyip de yapamadığın."
"Ohoo," dedi gülerek. "Çok oldu, çok."
Annem gözümde hep idealist bir kadındı, benim için ara verdiği savcılık mesleği mi onu gözümde böyle biri yapmıştı, bilmiyordum ama hayalleri için kendini paralayan, oradan oraya sürükleyen bir kadındı. Neyin onu durdurduğunu merak ettim.
"Baban," diye fısıldadı. "Onun yüzünden tiyatroyu bıraktım ben."
"Hep içimde bir ukte ancak pişman da değilim, onunla evlenmeseydim iki tane canıma can'ım olmayacaktı."
Gülümsedim, anne olmak zor şeydi ancak güzeldi.
"Anne," dedim birden. "Benim yapmak istediğim bir şey var."
Tam o sırada bahçenin büyük demirliklerinin önünde O'nu gördüm, tüm güzelliği ile orada duruyordu. Bizim tenimizi kavuran tepedeki yakıcı Güneş, onun güzel saçları arasından süzülüyordu. Emindim ki nasıl göründüğünü bilmiyordu, bakan insanların içini anbean törpülüyordu.
Yanında bir kadın vardı, elini O'nun sırtından ayırmıyor, bahçedeki toplardan korumak adına onun yanında ilerliyordu. Annesidir, diye düşündüm. Başka ki böyle korumacı davranırdı ki?
Düşündüm bir an, hangi anne çocuğunun kuş cıvıltılarını duymasını istemezdi ki? Hangi anne şu bahçede yere seken top sesinden çocuğunun rahatsız olursa kulaklarını tıkamasını istemezdi ki? Onun seçimi değildi işte, hayat ağırdı ve insanın hafifliği ile onu kaldırması mümkün değildi.
"Ne istiyorsun oğlum? Getireyim hemen, alınacak bir şeyse babana söyleyelim alsın."
Anne, bir çift kulak istiyorum ben. Ne olurdu sanki yapabilseydik? Alabilseydik, getirebilseydik?
Güldüm. "Maalesef anne," dedim gözlerimi hastaneden içeri giren O'na dikerken. "Alamayız."
"Ne o zaman oğlum?"
Neydi? Ne istiyordum? Kulak alamıyorsam ben ne yapabilirdim ki? Bir düşündüm..
"Anne," Kapıdan içeri girdiklerinde gözden kayboldular ve ben de irislerimi anneme çevirebildim. "Ben öğrenmek istiyorum."
Şaşkınca baktı bana. Ortaokula giderken okula gitmeyi sevmezdim, bunun için her defasında hasta rolü yapar, eninde sonunda okula gitmekten kurtulurdum. Tabi o zamanlar, bir süre sonra oraya gitmeye muhtaç olacağımı bilmiyordum.
"Okula mı gitmek istiyorsun?"
İtiraz etmek adına kaşlarımı kaldırıp devam ettim. Gözlerim etrafta geziniyordu.
"Hayır," Oturuşumu dikleştirdim. "Ben işaret dili öğrenmek istiyorum."
Eh, o duyamıyorsa ben konuşmayı öğrenebilirdim.