Namjoon'un telaşlı koşuşturmaları sonucu bir haftanın sonunda yeni bir aya girmiştik ve ilaçlı tedaviye başlamıştık, on dördüncü defa.Bu sefer tutunmaya çalışıyordum, annem ve babam istediği için değil de kendim için bir kanca misali en azından asılı kalmaya çalışıyordum bir yerlere. Çünkü birkaç ay sonra olmazdı işte, o zaman ölemezdim.
Öğrenmek istediğim biri, tatmak istediğim zihin vardı; adım adım gezmek istiyordum kafasında ve duyamadan uydurduğu bin türlü şeyi görmek istiyordum.
O günden sonra Jeongguk'u bir daha görmemiştim, ne o kendisi gelmişti ne de Namjoon getirmişti. Üzücüydü benim için çünkü ben o gün o hakikati anladıktan sonra büyük bir boşluğa düşmüş, sabaha kadar onun içinde boğulmuştum. Sözlerimi söylediğimde gözlerime baktığı boş bakışları her aklıma gelişimde bir kez daha ayağım kaymış, kramplar girmişti beynime. Çırpınıyordum aptallığım içinde. Tam anlamıyla kıyıya vurmayı bekliyordum çünkü ben o bakışları aklımdan silemiyordum. Beni anlamaya çalışan bakışlarını unutamıyordum.
"Taehyung," dedi Namjoon odaya girip bana yaklaşırken. Bu defa dikkatlice süzmüştüm etrafı ama ne bu defa bakışlarım değildi boş olan, refakatçi koltuğuydu. Üzüntüyle, bana seslenen doktoruma döndüm. "Bugün tedavinin ilk günü! Kendine şans dile, olur mu?"
Onun dediklerini onaylamak için başımı hafifçe aşağı yukarı salladım ve tamamen tedavimla alakasız bir soru sordum. Tedavimle alakasız mıydı? "Doktor Kim, yeğeniniz nerede?" İçimden adı ile seslensem de ona dışıma yansıtamıyordum.
Anaç bir tavırla o hiç gözlerini ayırmadığı dosyasından irislerini bana çevirip gözlüğünün üzerinden baktı ve gülümsedi. "Annesinin yanında."
Annesi nerede, diyemedim. Hepten yanlış anlaşılırdım ve bunu istemiyordum. Yanlış anlaşılacak ne vardı, onu da bilmiyordum.
"O gün neden sizleydi?" İkinci sorumu sorduğumda gözlerini henüz üzerimden ayırmamıştı. Sandalyeyi yanıma çekti. Beyaz önlüğünün uçlarını büküp sandalyeye oturdu ve sağ bacağını solun üstüne attı. Odada ikimizden başkası yoktu.
"Ablamın işi vardı, Taehyung," Nefesini alıp vermeden cümlesini bitirdi. "O yüzden bir günlüğüne bende kalmıştı. Anlaştınız mı onunla?"
Konuşamadık, diyemedim. O konuştu ancak ben onu duyamadım, diyemedim. Kafamı salladım gülümseyerek. "Anlaştık."
"Güzel," dedi bacağını yere indirip. Ardından elindeki dosyayı komodinin üstüne bıraktı ve bana iyice döndü. "Herkes anlaşamaz onunla." Ben de anlaşamamıştım. Tebessüm ederek zar zor konuşmaya çalıştım ancak utancım dilimi öyle büküyordu ki ağzımı açıp tek kelimeyi etmek imkansızdı.
"Doğuştan mı?" diye sordum, bir anda gelen sorum onu şaşırtmış olacak ki bir süre bekledi. Burnunun ucundaki gözlüğünü çıkardı, dosyasının üzerime koydu.
Yüzünü sıvazladı sertçe ve eklemleri kızarmış ellerini dizine koyup cevap verdi. Onun için de zor olmalıydı.
"Hayır," dedi, canım bin defa daha yandı. "Dört yaşındayken yetisini kaybetti."Başta eline verilen kudret, sonradan alınmıştı elinden. Düşünmüştüm ki doğuştan olsa herkesin canı daha az yanardı.
"Bu daha kötü," dedim bakışlarımı çarşafa indirirken. Sağ elimle hafifçe sıkıyordum yatak kenarlarını, gözlerime gelen hücumu başka yerlere vurmam gerekiyordu. "Tanrı, neden verdiği şeyleri geri alıyor ki?"
"Taehyung.." Güldü; bana göre acemiliğime güldü, aptallığıma güldü ya da sadece soruma güldü. "Eğer Tanrı.." dedi bakışlarını gözlerimde parkeli zemine indirerek. Size her zaman umut vermeyi vaat eden birini böyle düşünceli gördüğünüzde hayat size bir defa daha tokatını atıyordu. "Verdiği şeyler almasaydı burada olmazdın."
"Geri alınma korkusu içinde olmazdın, benim annem burada olurdu ve hepimiz sonsuz olurduk."
Haklıydı ancak haklılığı kulak ağrıtacak cinstendi ki dayanması zordu ama o devam etti.
"Ve belki de.. Jeongguk'u burada göremezdin. Ne sen hasta olduğundan burada olurdun ne de annesi başına bir şey gelmemesi için bana bırakırdı."
Annem, ne yaparsam yapayım, nereye gidersem gideyim hep yanımda olmak ister; bundandır, kendimden bilirim: Ne kadar büyük olursanız olun, hayat eğer sizden bir şeyler eksiltmişse hâlâ çocuk olurdunuz.
"Sen on dokuz yaşınla üniversitenin ilk senesinin verdiği heyecanla yaşıyor olurdun, o da on sekizliği ile lisesinin son sınavının endişesi olurdu."
Böylesi daha güzel olurdu; belki Jeongguk'la okul koridorlarında tanışırdık, belki bir partide, belki de yemekhanede. Tanışamamayı hiç düşünmedim.
"Peki," dedim, bir defa daha sorgulamak için. "Neden benim kulaklarım duyuyor da onunkiler duymuyor?"
Gereksiz sorularım, onu yine şaşırtmış olacak ki sakince gülümsedi ve sabırlı tavrı ile cevaplarına devam etti. "Numara 309, on üç yaşındaki Kim Joohyun dün sabah öldü. Hastalığı da neydi Taehyung, biliyor musun?"
Kafamı iki yana salladım, bilmiyorum dercesine. Bilmiyordum ki aslına bakarsan içimde bir yerlerde duran küçük çocuk da bilmek istemiyordu.
"Kalp yetmezliği."
Bana karşı sarf ettiği cümlesi ile beynimden vurulmuşa dönerken gözlerimi ondan ayırdım ve tavana sabitledim. Tanrı da onun bahşettiği hayat da adil değildi ve ölümün var olduğu gerçeği yine bir yerde suratıma çarpmıştı. Ama o, devam etti.
"Taehyung, sen neden burada tedavi için çırpınıyorsun o zaman?" Haklıydı, benim aileme anlatmayı denediğim kalıpları soru hâline getirmiş, bana soruyordu. Ancak ben cevabı bilmiyordum. "İşte böyle çocuk, hayat adil değil."
Daha fazla konuşmasını istemedim, konuştukça kelimeler batıyordu, hayat gerçekten adil değildi.
Sormak istediğim tüm cümleler ağzımın ucuna tıkanır vaziyete geldi ve hepsi bir bir boğazımdan geri kalbimin içine düştü. Onları o kuyudan tekrar çıkarmak zor olacaktı ancak çıkarmayı düşünmemek üzere geri yollamıştım, zira konu Jeongguk'a geldiğinde kalbimin parçalara ayrıldığını hissettim.
Oturduğum yerde yatar vaziyete geldim ve Namjoon'a sırtımı çevirdim. "Tedavim için çabalayacağım." dedim kısık sesimle. Benim bile zor duyduğum kelimelerimi seçebilmişti kısık ağzımdan, hiç ses çıkarmadığı tebessümünü sanki duyar gibi oldum. O, gitmesi gerektiğini anlar gibiydi, sırtımı sıvazladı ve odadan çıktı.
Kapının tok sesi kulaklarıma ulaşır ulaşmaz gözlerimi sıkıca kapattım ve uzun zaman önce ne olduğunu pek fazla önemsemediğimden tatmadığım ağlamak adlı duyguyu Jeongguk'u tanıdıktan sonra ikinci defa olmak üzere tekrar yaşadım. Çünkü hayat adil değildi ve ölüm hepimize oldukça yakındı.