Her şeyin karardığı günün sabahı havada süzülürken hissettiği duygunun insancası tek kelimeyle özgürlüktü. Bembeyaz iki kanadı rüzgarı yararken, o hafif ve meleğimsi güzellikteki gövdesi bu yarıkların arasından gökyüzünde süzülüyordu. Dağlar, tepeler, ovalar denizler her şey onun emrindeydi ve o her şeyin efendisiydi, bir suya batıyordu, bir göğe çıkıyordu canı istediği zamanda pamuk şekeri görünümündeki bulutların arasında dolaşıyordu, kimseye bir zararı yoktu ve kimseden bir şey beklemiyordu, acıktığı zaman, yüksek irtifadan, denize bir göz yaşı damlası kadar hafif ve bir şimşek kadar hızlı bir şekilde dalar, suyun altında her şeyden habersiz şekildeki avını yakalardı. Avla avcı ilişkisi doğada her ne kadar çok acımasız gözükse de buradaki tek neden açlığı dindirme zorunluluğuydu.
Avcı rolünü insan büründüğü zaman ise işler tamamen değişirdi, doğadaki güzel olan her şeyi yok etme dürtüsü vardı insanda. Geçen zamanla birlikte teknoloji ne kadar gelişmişse insanların duyguları da o kadar kirlenmişti. Doğa yaratıcıydı, insanlar ise yok edici, doğadaki her şey tanrısal bir algoritmayla işliyordu aynı zamanda sevecen ve huzurluydu. insani olan her şey bireysel beyinlerin yanılgılarına kalmıştı ve nefret doluydu. Nefretle yıkanmış bedenlerin çirkefini temizlemeye tabiatın gücü yetmiyordu, su çaresizdi bu çirkin bedenleri temizleyemiyordu, denizler ne kadar masmavi olursa olsun insanların onu gören gözler huzur bulmuyordu, ağaçlar tüm neşe, coşku ve cümbüşüyle çiçeklerini ve genişçe yemyeşil yapraklarını açsa da yinede çirkin gözleri mutlu edemiyordu, zambaklar, laleler, güller kısacası tabiattaki tüm güzellikler , insanları karanlık duygularda kurtarmak için sevgiyle üzerine düşeni yapmaya çalışıyordu ama olmuyordu.
"O" gün gökyüzündeki özgürlüğünün sonuna geldiğinden habersiz kuş mola yeri arar gibi yemyeşil ormanı taramaktaydı, geniş yapraklı bir dostun sıcaklığına konduğunda ise başına geleceklerden habersiz, avcının uğursuzluğuna yaklaşmıştı. Özünde karanlık olan avcının, çirkef duygularıyla balçık rengi bir nefrete bulanan kurşunları, usulca katil silahın içine yerleşmekteydi. Havada kan kokusu vardı, geniş gövdeli yüksek ağaçlar uğursuzluğu sezmiş gibi sessizliğe boğulmuştu, etraf da ki tüm doğa susmuştu, her zamanki gibi yine insanın nefretine maruz kalmaktan bıksa da tabiat, elinden bir şey gelmez şekilde kaçınılması bekliyordu ve derken acı haberin ormanda yankılanması bir silah sesiyle duyuldu. Her şey kararmıştı. Kara avcının acımasız köpeği avı aramak için ormanın derinliklerinde hızlıca yol alıyordu, bir müddet sonra avcının gururlu kibrine doğru ağzında bembeyaz kanatları kana bulanmış, gövdesi kurşunun açtığı delikle neredeyse parçalanmış bir kuşu taşıyan bir avcı köpeği geldi. Katil, gövdesi parçalanmış kuşu çantasına koydu, köpeği peşinde sevecen ormanın derinliklerine doğru, nefret taşıyarak gözden kayboldu.