mam zayn, azıcık babalık öğren
"Nicole, ye şunu artık."
"Yemem."
Bazen evin en küçük üyesinin de artık o kadar küçük olmadığını anlayabiliyordum. O en küçük Malik'ti ve genlerinin yüzde doksanını benden almıştı. İnatçılığı, dik başlılığı tıpkı bana benziyordu ve Tanrı şahidim olsun ki bununla ilk defa gurur duymuyordum.
"Yemezsen büyümezsin."
"Büyüdüm."
Elimde tuttuğum ucunda peynir olan çatalı ittirdiğinde kızlar kıkırdıyordu. Pes edip nefesimi üflediğimde başımı kaldırdım ve kızlara döndüm. "Haydi, bitirin tabaklarınızı. Servisiniz gelir şimdi."
"Baba?" Nina, elindeki çatalı bıraktı. "Geceleri ağlıyor musun?"
Beklediğim soru 'tabağımı bitirmesem olur mu' tarzı bir şeydi ve o tarz bir soru gelmediğinden dolayı bunu beklemediğim için öylece kalakaldım. Nina, ciddi görünüyordu ve onu geçiştirmek imkansızdı.
"Hayır, tatlım. Bunu nereden çıkarttın?"
"Dün gece korkup yanına gelmek istemiştim. Hıçkırığını duydum."
"Hıçkırık tutmuştu. Sana öyle gelmiş."
Çocuk kandırmıyordum. Nina, altı yaşında bir çocuk olabilirdi ama onu yetişkin bir kadın olarak görüyordum. Son zamanlarda yaşadıkları onun için oldukça ağırdı, hala gülebilmesine şaşırıyordum. Tıpkı benim gibi acılarını gülümsemelerinin ardına saklıyordu ve kendini mutlu biri gibi gösteriyordu. Ve bunu altı yaşında olmasına rağmen başarıyordu. Ona dün gece ağlamadığım hakkında yalan söyleyemezdim. İnanmayacağını biliyordum.
Sandalyesinden kalktıktan sonra yanıma geldi ve kollarını bana doladı. "Üzülme baba. Bugün kıyafetlerimi kendim giydim."
"Ah," Dudaklarımdan bir mırıldanma kaçarken Nina'yı kucağımı alıp ona sarıldım. "Güzel kızım, benim."
Kalbim paramparçaydı. Koskoca veliaht Zayn Malik'in kalbi tamir edilemez bir yara ile kaplıydı. On yıl önce lisede ottan kafayı kaldırmayan, kavgadan dövüşten eksik kalmayan bir ergendim. Birlikte olduğum kızlarla ikinci bir görüşme yapmayan hatta yüzlerine bile bakmayan biriydim ve onların ahlarının tuttuğunu biliyordum. Kalbimi beni aldatarak kırabilirlerdi, bu beni belki bir miktar yaralayabilirdi. Ama ben küçük bir kız çocuğunun kalbinin kırılmasına engel olamadığım için hayatımda olmadığım kadar kırılmıştım, yaralanmıştım.
Baba olmak sadece spermi yumurtaya ulaştırmakla olmuyordu.
Veya anne olmak çocuğu sadece doğurmakla bitmiyordu.
Bunu kediler de yapıyordu.
Yalandan öksürüp onu kucağımdan kaldırdım. Ardından ayaklandım. "Sabah sabah yeter bu kadar duygusallık, kızlar. Dişleri parlatmaya!"
Kayla ve Nina koşturarak yukarı banyoya çıktıklarında Nicole'ü mama masasından aldım. Ağzının kenarlarını peçete ile temizledikten sonra üzerini giyindirdim. İçinde bez, mama, yedek kıyafetler ve birkaç oyuncağın olduğu çantayı kaptığımda kızlar da gelmişti. Onları giyindirip servislerine bindirdikten sonra işe gitmek kızımı kucaklayıp arabama gittim. Çocuk koltuğuna oturttuktan sonra yerime geçtim ve iş yerime doğru sürmeye başladım.
Bir şirketin CEO'su değildim. Yardımcı müdür de değildim. O, Justin'in işiydi. Aileden gelen bir zenginliğim, yatlarım katlarım yoktu. Sahip olduğum tek şey kızlarımdı. İki kişilik bir ofis odasında akşama kadar siktir boktan telefonları cevaplıyor, işime gelenleri Justin'e yönlendiriyor, işime gelmeyenleri 'biz sizi ararız' diye oyalıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
broken but golden hearts || malik
Fanfiction"sana eğer gidersen hiçbir şeyin aynı kalmayacağını söylemiştim." zm || ©lueksbarbie 4718