↬Birinci Bölüm

48 3 0
                                    

"Sevipte söyleyemediğim şarkılar var.
Bir dizesini asla hatırlayamadığım şiirler...
Keşke,keşke o ben olsaydım dediğim hikaye kadınları.
Düşlerim var...
Uyandığımda yalnızca başını hatırladığım,
Ve asla sonuna kadar görmeyi beceremediğim...
Bir adam var düşümde,tam dokunacakken uyandırıldığım
Bir adam, sonumuzun ne olacağını hiç öğrenemediğim
Düşümde bir adam var, benim mi bilemediğim
Bir adam var diyorum, düşünüp düşümden ayrı kaldığım... "
-Sibel Alaş: Adam

"Günaydın Tatlım!"
Faruk sabahın köründe dahi harika görünüyordu. Saçları geriye doğru taranmış, takım elbise giyilmişti. Mayıs'ı yanağından öptü ve buzdolabından 2 yumurta alırken sordu "Mavi kravatımı gördün mü? Bugünki ihaleyi kazanacağımızdan eminim. Mavi bana uğur getiriyor." Yumurtaları kasenin içine koyup çırpmaya başladı. Mutfakta iyiydi. Mayıs bu yüzden kendini eksik hissediyordu. Aslında kendine yettiğine inansa da nedense Faruk yanındayken eksikti, yarımdı. Beceriksizdi... Her şeyi ondan iyi yapan biriydi o sanki. Arkadaşlarıyla buluştuğunda bile ondan çok Farukla ilgili konuşurlardı. Ama bu Mayıs'ı rahatsız eder hemen ellerini kulağına götürür oynamaya başlardı. Çalıştığı okulda durum farklıydı elbette. Öğrencilerinin gözdesi bir Edebiyat öğretmeniydi. Öğrencileri asla yaşını bilemezdi. 36 yaşındaydı ama 31-32 den yüksek yaş söyleyen olmazdı. Eskiden bu Mayıs'ı sevindirirdi ama bu sıralar sadece onu mutlu etmek için söylediklerine inanıyordu. Yaşına göre genç görünüyordu. Giydiği tüm o gömleklere, yaptığı topuzlara rağmen genç ve hoş görünmeyi başarıyordu. Iri gözleri, kumral saçları ve uzun boyuyla mükemmeldi. Bunu kendisi dışındakiler biliyordu. O ise kendini hep eksik hissediyordu. Tamamlanmamış. Vasıfsız belki de gereksiz. Sebebi kendisi değildi belki de... Çevresinden hep farklıydı. Kahveyi sevmezdi Mayıs, en sevdiği çiçek gül değildi mesela... Bir renk olsa gri olurdu. Belirsizdi, sınıflandırılamazdı. Kendisini unutmuştu Mayıs, kendisini bazen siyah bazen beyaz bazense pembe olarak görüyordu. Ortası yoktu, tonları yoktu. Artık gri yoktu. O gün hangi renk olması yerekirse o renk olurdu sanki. Dalmıştı, gözlerini kısmış, süt paketinin arkasına öylece baktığının farkında değildi.
"Anne, Anne?"
Irkildi. Kızı Özge evin merdivenlerinden gözlerini ovuşturarak iniyordu. 14 yaşındaki Özge'nin sapsarı kıvırcık saçları, masmavi gözleri vardı. Ne duygusal ne fiziksel açıdan Mayıs'a benziyordu. Mayıs, Özge'nin huylarını Faruk'a görünümünü Deren' e benzetiyordu. Deren Mayıs'tan 2 yaş küçüktü, Özge'nin saçları ve fiziği Derenle tıpatıp aynıydı sanki. Zaten Deren Mayıs'tan daha örnekti hep. Ondan daha iyi bir anne olurdu. Eğer Deren anne olsa her sabah bol protein ve lif yüklü kahvaltılar hazırlar ve geceleri ona istisnasız masal okurdu. Mayıs, Özge'yi yanağından öptü ve tezgahın önüne geçti.
"Masaya otur kızım, baban omlet yaptı. Ben de şimdi pankek yapacağım."
"Yok anne uğraşma sen hemen bunu yiyip çıkıcam. Birde şey diyecektim. Haftasonu Ecemle sinemaya gidebilir miyim?"
"Gidebilirsin. Ama ödevlerini bitirmiş olarak git. Geç saatlerde ödev yapman hoşuma gitmiyor"
En fazla bu kadar örnek olabilirdi. Disiplin ve sevgiyi dengede tuttuğuna inanıyordu. Aslında Özge'nin saat kaçta ödev yaptığı umrunda değildi. O küçükken kimsenin umrunda olmamıştı o yüzden bu hissi bilmiyordu. Annelik için biçilmiş kaftan değildi. Ama bunu yapabilirdi. Kendini Özge'ye karşı yapmacık hissediyordu. Iyi bir anne olduğuna inanmıyordu ama çabalıyordu. Özge ise oldukça memnun görünüyordu. Birkaç gündür Mayıs'ın teni pek bir soluktu. Sürekli öksürüyordu. Grip olmadığına emindi. Pek umursamadı. Özge ve Faruk gittikten sonra o da hazırlanıp çıktı. Soluk rengine göre kırmızı gömlek fazla iddialıydı. Bugün sadece 2 saat dersi vardı. Midesi bulanıyordu. Okuldan çıktı ve öğle yemeği için sık sık gittiği bir büfede salata yemeye başladı. Ellerine baktı. Morluklar vardı sonra bacağında da birkaç morluk olduğunu gördü. Aslında çok da korkmamıştı. Ama normal bir insan gibi endişelenip hastaneden randevu almaya karar verdi. Cumartesi kontrol edilecekti. Çıkışta da sinemadan Özge'yi alırdı. Benzin su değil sonuçta bir taşta iki kuş vurdum diye düşünmeye başladı.
Evde en sevdiği koltuğuna oturdu ve maillerini kontrol etmeye başladı. Sıradan şeyler. Müdürden gelen mailler, internet sitesi üyelikleri... Kendisine özel bir mail, nasılsın yazan tek bir satır gelmeyeli uzun zaman olmuştu. Birkaç tatlı söz okumaya ihtiyacı vardı. Bir dostla konuşsa iyi hissedecekti ama çevresinde doğru dürüst kim kalmıştı gerçek dost diyebileceği? Genelde arkadaşlık ilişkileri asansörde selamlaşmak veya öğretmenler odasında çay içmek içindi zaten. Veya öğretmenler grubunda okuldan ayrılanlara şans dilemek için. Daha çok fazla örnek sayabilirdi. Lise zamanları aklına geldi. En yakın arkadaşları ile zencefilli kurabiye hatta zencefilli ev yaparlardı. Tüm odada zencefil, tarçın ve vanilya kokusu salınırdı. Tatlımsı ama mide bulandırmayan bir koku. Kurabiyelerini sütlerine batırırlardı ve evin balkonunda oturup dedikodu yaparak yerlerdi. Mayıs hep sakardı. Her sene istisnasız o sütü üzerine dökerdi. En yakın arkadaşı aleyna ise kurabiyenin üzerindeki pudra şekerini Mayıs'ın burnuna sürerdi. Çok güzel günlerdi. Mayıs'ın gözleri doldu. Kaç yıl olmuştu bir zencefillu kurabiye yapmayalı. Özge hayatı boyu o vanilya, tarçın ve zencefilin odada bıraktığı enfes kokuyu almamıştı. Kimse onun suratına vanilya sürmemiş, ağzına kurabiye hamuru tıkıştırmamıştı. Mayıs eski günlerini düşündü. Oturup saatlerce satranç oynadığı günleri. Kimse onun hamlelerini tahmin edemezdi. Griydi o sonuçta. Bilinmezdi. Her an siyaha ya da beyaza çalabilirdi. Mayıs'ı sevmek bilinmezliği sevmekti. Ne yapacağını, ne bileceğini veya hissedeceğini tahmin edemeyeceğinizden mayınlı bir arazide yürür gibi dikkatli olmalıydınız.
HAFTASONU
Özge'yi sinemaya bıraktıktan sonra hastaneye doğru yola çıktı. Benzini alarm veriyordu ama duracak vakti yoktu. Istanbul trafiği yeterince zamanını yiyordu. Hastaneye vardı. Sordu soruşturdu
"Dr. Sude Pak için randevu almıştım."
Bekleme odasına geçti. Onu randevu bitince çağıraklarını düşünerek oturdu. Yan tarafında yaşlı bir adam ve kadın oturuyordu. Ağlıyorlardı. Önce çekindi ama sonra yanlarına gidip durumlarını sordu. Kadının beyninde tümör varmış ve alınması ayrı, alınmaması ayrı tehlikeymiş. Çaresizlermiş.
"Ne zaman öleceğini bilmemek ama ölümünün yakınında olduğunu bilmek korkutucu"
Yaşlı kadının gözlerinden yaşlar süzülüyordu ama adamın gözleriyse kan çanağına dönmüştü. Ruh eşini göz göre göre kaybetmek... Mayıs eğer Faruk böyle bir durum yaşasa çok da üzüleceğini sanmıyordu. Faruğu çok sevdiğini düşünüyordu ama kendini böyle hayal edemiyordu. Bunları düşünürken hemşire Mayıs'ı odaya çağırdı. Sude hanım kısa boylu gözlüklü 50li yaşlarda olduğunu düşündüğü zayıf bir kadındı. Gözlüğünü burnundan yukarı ittirdi ve yaralara baktı.
"Mayıs Hanım, birkaç test yaptırmanız gerekecek. Ben hemen istenen testleri bildireceğim. Hemşireye yönlendirdiğimi söyleyin. Testleri yaptırmanıza yardımcı olsun. Normalde sonuçlar uzun sürer ama labaratuvar bugün cok meşguk değil yaptırdıktan sonra yanıma gelin."
Bu pek de iyiye alamet değildi. Önce fizik muayene ardından kan sayımı... Mayıs bunun neye işaret ettiğini tahmin edebiliyordu.
Doktorun yanına gitti.
"Testlerinizin sonucu maalesef hiç iyi değil. Bir test daha yapıp durumu kesinleştirmemiz gerekiyor elbette."
"Hangi durum, doktor benim sorunum ne?"
"Lösemi olma ihtimaliniz çok yüksek, çok üzgünüm... Kemik iliği veya kandan alınan numunelerden inceleme yapacağız. Yarın hastanemize tekrar uğrayıp yaptırın. Lütfen moralinizi bozmayın, doğru tedaviyle üzerinden gelebilirsiniz."
Mayıs sakin bir şekilde hastaneden çıktı. Faruk'u arayıp Özge'yi sinemadan almasını istedi. Arabaya bindi. Eve gidecekken araba durdu. Benzin bitmişti. Ileriden boğaz görünüyordu. Karşıya yürüdü ve boğazı en iyi gören taraftaki yere oturdu. Yer soğuktu. Yerde söndürülmüş sigara izmaritleri vardı ve tuz kokuyordu. Ellerini yüzüne kapattı ve ağlamaya başladı...

Kardelen BeyazıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin