Ellerinden aşağı akan yaşların sıcaklığını buz gibi ellerinde hissediyordu. Ayakları oturduğu yerden aşağı sarkıyordu. 2 metre altında boğazın soğuk ve durgun suları akıyordu. Hıçkırmaya başladı. Artık birkaç saat önce acıdığı kadından farkı yoktu. Tedavi sonuç vermeyebilirdi, ölebilirdi, hayatının rezil bir biçimde bitmesini izleyeceğini bilmek kalbinde kor gibi sıcak bir ağrıya sebep oluyordu. Sanki biri kalbini eline almış sıktıkça sıkıyor o sıktıkça parmak uçları titriyor. Kafası zonkluyordu. Son yarım saatte böyle bir işkence... Ellerini gözlerine bastırdıkça bastırıyordu. Ayaklarını sallıyordu. Tuz kokusu çok fazlaydı ve artık genzini yakıyordu. Hıçkırıkları havada yankılanıyordu. Vücudundaki morluklara baktı. Aslında onu korkutan Lösemi olması değildi. Hayatta kimseye biz iz bırakamamıştı, vasıfsız ve eksik olduğuna inanıyordu. Hayatı için Tanrı'ya şükretmesi gerekiyordu ama içinden hiçbir zaman gelmiyordu. Hıdırellezlerde dilek dilemezdi Mayıs, veya bir yıldız kaydığında. Herkese göre sahip olması gereken her şeye sahipti. Ama o kendini böyle hissetmeye zorlasa da bunu başaramıyordu zaten. Böyle bir ölüm hayal etmiyordu. Biraz egoistçe geliyordu ama Mayıs farklı, eşsiz bir şekilde iz bırakarak ölmek istemişti hep. Ama artık böyle bir şansı yoktu. Mutfakta krep yaparken, hastanede olmayan saçlarını düşünürken ölecekti. Ellerini saçlarına attı. Kemoterapiden sonra hepsini kaybedecekti. Bu durum iyice moralini bozdu. Iyileşmesi ihtimalini ihtimal olarak görmüyordu. Saçı başı rüzgardan dağılmış ve şampuan kokuyordu. Faruğa mesaj attı "Geç geleceğim yemeği sen yaparsın."
Henüz durumu Faruğa anlatmaya hazır değildi. Politik bir şekilde tepki verirdi. Faruk sanki ezberlemişçesine cevap bulurdu her şeye. Mayıs ise düşünüp kendi kendini yer bitirirdi. Sanki bir ormana gidilmiş Faruğun haritası varken Mayıs kaybolmuş demek yanlış kaçmazdı ilişkilerine. Özge'yi düşündü. Henüz 14 yaşındaydı ve liseye giriş sınavına girecekti. Mayıs ise kızının işlerini bozmaktan başka bir şey yapmadığını, sıkıcü bir anne olduğunu düşünüyordu. Ona ne istediyse veriyordu ama onu mutlu edemiyordu. Bunları düşünerek daha çok hıçkırmaya ve yumruklarını sıkmaya başladı. Sonra bir el omzuna dokundu. Sıcak, yumuşak bir el. Ve bir koku, terle karışık canlı, yeşil soğuk bir elma kadar dinç bir koku. Mayıs o eli tutmayı çok arzulamıştı. Tutup sıkmak, bırakmamak istiyordu. Sanırım bir eli tutmaya birine sarılmaya düşündüğünden de çok ihtiyacı vardı. Ele önünü döndü.
"Merhaba, şey ben ağladığınızı gördüm ve yardım etmeyi çok isterim."
Mayıs bir anda yüzünü bile görmediği bu elin sahibinin omzuna gömdü başını ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Ne adını biliyordu, ne de yüzünü görmüştü... Sadece bir el, koku ve sesi vardı. Mayıs ise adam için ağlayan bir kadındı sadece. Bedeni vardı, adı yoktu. 5 dakika boyu adamın omzu, Mayıs'ın gözyaşlarından ıslandı. Mayıs'ın konuşmaya ihtiyacı vardı.
"Hayat bu işte, herkesin bir acısı vardır ama bana kalırsa sizin asıl acınız, acınızı anlatamamanız." Adam çok hevesliydi dinlemeye. Mayıs ise kibarca reddedecek durumda değildi. Birine anlatmaya, tanımadığı birine anlatmaya ihtiyacı vardı. Bu elleri sıkarak ağlamaya da...
Mayıs şuan içmek istemişti. Yarın uyandığında bugünü unutmuş olarak uyanmak istemişti. Buna ihtiyacı vardı. Farukla konuşmak istemiyordu.
"Kusura bakmayın sizi rahatsız ettim ama eğer dinleyecekseniz gerçekten anlatmak isterim ama vaktinizi boşa harcamaktan korkuyorum."
Adamın ellerini sıkmaya başladı. Adam cevap vermedi. Mayıs bunu bir onay olarak kabul etti ve anlatmaya başladı. Vücudundaki morluklardan, imrenilen bir hayatı olmasına rağmen mutlu olmadığına dek. Adam ses çıkarmadı. Sadece dinledi. Sonra sustular.
"Hayat senin hayatın, başkaları senin hayatında mutlu olabilir ve imrenebilir ama onlar değil sen yaşıyorsun. Onlar beğendi diye beğenmek zorunda değilsin."
Mayıs cevap vermedi. Adam haklıydı ama kendini mutlu olduğuna inandırmak, mutlu olmaktan daha kolaydı.
Adam Mayıs için sadece bir el, koku ve sesti, Mayıs ise adam için isimsiz ağlayan bir beden.
"Hastalığın için üzgünüm... Hayat çok kısa üzülmek için. Gerçekten istediğin şey neyse artık onu yap. Istersen kaç, istersen kal, istersen savaş."
"Kalmaya yüreğim, savaşmaya ise mecalim yok." Kolundaki morlukları gösterir "Biliyor musun tedavi olmaya da mecalim yok. Içimden gelmiyor. Eğer yaşasam ne değişecek ki? Yanımda kimse yok, ne aklımda ne arkamda. Yapayalnızım."
"Artık var. Tedavi olup olmamana karar verecek kişi ben değilim. Ama yanında olacağım. Benim sana yardım etmem gerektiğini en derinden hissediyorum."
"Aşk deme ben ölmek üzereyim bu lafları yutmam."
"Hayır. Sana yardım edersem kendime yardım etmiş olacağım."
Mayıs bir şey anlamamıştı.
Hala birbirlerinin suratlarına bakmamışlardı. Isimlerini bilmiyorlardı. Ölüler aşık olmazlar zaten diye iç geçirdi. Yaşayan bir ölü olduğunu düşünüyordu. Mayıs derdini anlatmıştı ama adam susuyordu. Sonra konuşmaya başladı;
"Artık iletişimi koparmayalım. Her gece saat 10 da burada olalım." Birbirlerine yüzlerini döndüler. Adamın yüzü tazecikti, Koyu kestane uzun saçları kıvırcıktı. Mayıs'ın saçları rüzgarda savruluyordu ve dudakları ruj sürmüş gibi kırmızıydı.
Mayıs'ın sesi titreyerek çıktı;
"Arabamın benzini bitti, eve dönmek için hazır değilim. Kızımın annesini kaybetme fikrini hoş karşılamayacağına eminim."
"Benim bir teknem var. Bu gece orada kalırsın. Yarın sabah benzin alıp dönersin. Ama akşam görüşmeliyiz. Belki de hasta değilsindir. Belki minik de olsa hata payı vardır."
"Sanmıyorum..."
Mayıs sesini çıkarmadı. Tekneye yürüdüler. Kızını bu geceliğine bırakmıştı ama yeterince üzgündü, buna üzülemiyordu. Faruğa mesaj attı " Bugün Müdire Deniz Hanımda kalacağım. Içkiyi abarttım bu halde eve gelmem." Kocasına yalan söylemek onu rahatsız etmişti ama başka seçeneği yoktu. Tanımadığım bir adamın teknesindeyim demesi imkansızdı. Tekne büyüktü. 3 tane oda vardı. Hemen birine girdi ve çantasını bıraktı. Sonra geri çıkıp adamın yanına gitti.
"Duş varsa kullanabilir miyim?"
Duşa girdi ve suyu soğuğa ayarladı ama büyük gerçek kadar soğuk değildi su. Ölümün soğuk gerçeği karşısındaydı. Vücudundan sular damlıyordu ve terliyordu. Kırmızımsı morluklarına baktı ve soğuk suyu daha çok açtı. Başı dönmeye başladı. Hemen bornozunu giydi. Başı dönerken kendisini odaya zor attı. Kapıyı kapattı ve uzandı. Kendine geldikten sonra etrafına baktı. Mavi perdeler, mavi boyanmış bir oda. Mavi oda süsleri, beyaz kapı ve bir kutu dolusu oyuncak. Küçük odadaki dolabı açtı. Içi bomboştu. Yatağının yanındaki kıyafetlere baktı. Pembe salaş bir t shirt ve biraz uzun siyah bir şort. Kadın kıyafeti olmak için fazla salaş ölçülerdi. Hemen kıyafetleri giydi ve odadan çıktı. Tekne şuan demirlenmişti ve sabaha dek yol alınmayacaktı. Dışarıda bir sedir ve masa vardı. Adam ise içeride mutfak olamayacak kadar küçük ama mutfak olduğunu iddia ettiği odada çay yapıyordu. Birkaç saatte yaşadıklarını düşündü Mayıs. Önce lösemi olduğunu öğrenmişti şimdi de tanımadığı bir adamın teknesindeydi. Sedire oturmuş boğazın durgun sularına bakıyordu. Sonra sedire uzandı. Gökyüzüne bakmaya başladı. Yıldızlara gözlerini hafif kısarak bakıyordu. Kararını vermişti. Tedavi olmayacaktı. Son zamanlarını kendi istediği gibi yaşayacaktı...

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kardelen Beyazı
General FictionMayıs, Mayıs griydi, Mayıs bilinmezdi, Mayıs herkes değildi, herkes Mayıs değildi. Mutlu bir başlangıca değil mutsuz bir sona aitti Mayıs. Zaman hızlı geçiyor, neyi seçtiğine dikkat et!