↬ Üçüncü Bölüm

8 1 0
                                    

Bunu düşündükten sonra telefonunu çıkarıp mesajlarına bakmaya başladı. Faruk mesajı görmüştü ama cevap vermemişti. Mayıs çok şaşırmadı. Ne demesini bekliyordu ki? Aslında belki de buraya gelmesinin bir sebebi daha vardı. Mayıs merak edilmek istemişti. Belki de Faruğun durumu sorgulamasını istemişti. Mayıs öğretmen arkadaşlarından hoşlanmazdı Faruğun bunu bilmesini beklemişti. Veya Özge'nin annesini aramasını ummuştu. Ama yokluğu pek bir değişiklik yaratmamıştı. Onsuz da yapabilirlerdi. Sedirde yatarken sağa döndü ve boğazı seyretmeye devam etti. Karanlıkta boğaz bir başkaydı. Sonra da gözlerini uykuya teslim etti.
Ertesi sabah uyandığında üzerinde bir yorgan vardı. Ayrıca simit ve çay kokusu geliyordu. Mayıs karışmış ve kabarmış saçlarını elleriyle düzeltmeye çalıştı ve ayağa kalktı. Hiç tanımadığı bir adamla kahvaltı ederek yeni bir tuhaflık ekleyecekti hayatına.
"Günaydın. Saat 11 oldu hiç uyanmayacağını düşündüm. Hep böyle uykucu musun?"
"Kusura bakma. Uykum ağırdır. Kahvaltı hazırlamışşın ama ben hemen eve dönmeliyim benimkiler merak etmeden."
Mayıs kimsenin onu merak etmediğini biliyordu. Ve kahvaltıyı burda etmeyi de istiyordu. Ama sanırım her normal yetişkin gibi merak yalanını uydurmalıydı.
"O kadar hazırladım. Öyle derin uyuyorsun ki pazara bile gittim geldim. Haydi gel kahvaltı edelim. Litrelik benzinlerden aldım. Arabana doldurur gidersin."
Mayıs başını salladı ve adamın karşısına oturdu. Hiçbir şey konuşmadılar. Sadece yediler.
"Akşam saat 9 da görüşüyoruz değil mi? Test sonuçlarını merak ediyorum."
Mayıs görüşmek istiyordu ama çekiniyordu
"Söz veremem."
Iki insanın birbirine ihtiyaç duyması, aşık olmasından farklıydı ve Mayıs bunu farketmişti. Ama her şey çok hızlı gelişmişti ve Faruğa ben bu adama aşık değilim ama görüşmem lazım derse Faruğun ona "Elbette tatlım." Diyeceğini sanmıyordu. Yaşadıkları tuhaftı ama Mayıs sanki çok normaldi. Bu adamda bir şey vardı. Kader ortağı gibiydiler. Beraber her şeyin üstesinden gelecek rüya takımına benziyorlardı. Ama ölümü de durduracak değillerdi.
Mayıs en son dayanamadı sordu;
"Odamda bir kutu oyuncak vardı. Oğlun mu var?"
"Bu konuda konuşmak istemiyorum."
Mayıs sustu. Sorduğuna pişman olmuştu. Onun ne haddineydi ki?
"Bana hala cevap vermedin saat 9 da buluşuyoruz değil mi?"
Adam sanki kaderi Mayıstaymışçasına ısrar ediyordu.
Mayıs başını yukarı aşağı salladı. Ve benzin bidonunu alıp tekneden inip gözden kayboldu. Kulaklıklarını kulağına taktı.

Ver, ver ateşe, ver bizi
Bir iz bırak burda   
İz bırakanlar unutulmaz
Ver, ver ateşe, evimizi   
Bir iz bırak burda
İz bırakanlar unutulmaz
-Vega: Iz bırakanlar unutulmaz

Tanımadığı bir adamla buluşma fikri ona tuhaf gelmişti. Ama buna ihtiyacı vardı. Arabasına benzini doldurdu ve eve döndü. Faruk yine bol malzemeli omletinden ve enfes limonatasından yapmıştır diye düşündü. Pazar kahvaltıları dolu dolu geçmezdi ama en lezzetlisi oydu. Morluklarına baktı. Kırmızı, vişne çürüğu ve mor renk tenine dağılmıştı. Iç geçirdi. Yakında durumunun daha feci olacağını bildiği halde tedaviyi reddetmişti. Ama son zamanlarını (tabi artık ne kadar varsa) güzel geçirecekti. Belki Faruk ve Özgeyle tatile giderdi. Bu herkesin aklına gelen ilk seçenek olurdu. Ama Mayıs için değil. Onun zaten küçüklüğünden beri bir hayali vardı. Tekneye geliş sebebinin ta kendisi. Denizde, okyanusta yaşamak istiyordu. Bir yüzen ev olurdu, tekne, yat hatta bir sandal... O teknede yaşamayı çok isterdi. Küçüklüğünden bir sesti onu tekneye iten. Utanmamıştı binerken. Sanki her gün biniyormuş hep oradaymış gibi davranmıştı. Kalbinin bir parçası 36 yıldır o teknedeydi nasıl yabancı davranacaktı ki? Hep oralardaydı zaten. Adama gelecek olursa o hayallerinin yaşamında teknenin motoruydu. O olmazsa çalışmazdı ama o olduğunda dikkate alacağını da sanmıyordu. Hayallerine giden bir köprüydü, uçurumdan düşerken tutacağı eldi. O yüzden onun için özeldi. Bu kısacık zamanda Mayıs için önemli bir hale gelmişti. Mayıs çabuk ısınır, çabuk güvenir ama çabuk soğurdu. Arabayı çalıştırdı ve eve doğru yola çıktı. Eve geldiğinde Özge hala uyuyordu. Uyansa şaşırırdı zaten. Faruk ise duştaydı. Faruk girdiğinde 1 saat boyu çıkmıyordu. Genelde saat 1 gibi duşa girer 2 gibi çıkardı. Saat 1:22 idi. Henüz çıkmasına çok vardı. Yatak odasına gitti ve yatağa uzandı. Son 1 günde yaşadıklarını düşündü. Bir süreliğine buralardan uzaklaşmayı çok istiyordu ve bunun için bir bahane bulmayı da...
Ama tanımadığı bir adamın tekneside 1 ay geçirmeyi istemesi, yapacağı anlamına gelmezdi. Mayıs o gün sadece ev işi yaptı. Akşam saat 8 gibi kızının odasına girdi. Özge ağlıyordu. Hemen dizine yatırdı ve sarı saçlarını okşamaya başladı. Özge'nin elleri buz kesmişti. Konuşmuyordu. Mayıs her ilgili anne gibi Özge'nin derdini merak ediyordu. Ama ettiğinde ve burnunu soktuğunda bundan hoşnut olmayacağına emindi. Kendi de olmazdı. Saat 8 buçuk gibi hazırlanmaya başladı. Faruk evden çıkalı 2 saat olmuştu. Telefonunu kapattı ve tekneye gitti.
"Ne yalan söyleyeyim seni tekrar burada gördüğüme şaşırdım."
"Ben de kendimi burda gördüğüme şaşırıyorum."
"Anlaşılan birileri dünyasından kaçmak istiyor."
"Istiyorum dersen susacak mısın?"
Mayıs bir an utandı. Kendisini teknesinde ağırlayan adamı terslemişti. Yüzü kızardı
"Kusura bakma"
"Yok yok hiç sorun değil. Ben de kendime bir tekne arkadaşı arıyordum. Buralar tek başınayken sıkıcı oluyor. Biraz açılalım bakalım"
Tekne Boğazın simsiyah görünen sularında süzülüyordu. Rüzgar esiyordu ve baya soğuktu.
Mayıs ellerini kollarına götürdü. Üşüdüğü belli oluyordu. Adam bunu farketti.
"Dur hemen sana hırka getiriyorum."
"Romantik filmlerden aşırı farklıyız. Orada olsa sen bana ceketi verip buz kütlesine dönmüştün herhalde."
Gülüşmeye başladılar.
"Filmler hiç gerçekçi değil ya."
Oturdular boğazı seyretmeye başladılar. Saat 11 buçuk gibi adam bir soru soracak gibi baktı.
"Bu gece burada kalmaya ne dersin. Geç oldu."
Mayıs bu gece Faruğun eve geleceğini zannetmiyordu. Kalmayı da istiyordu
"Olur"
"Çok şükür kararlı görüyorum seni."
Biraz daha oturup boğazı seyrettiler
Sonra sedirin üstünden kalkıp odalarına gittiler.
Sabah Mayıs çok canlı bir şekilde uyanmıştı. Başı okşanan köpek kadar mutluydu. 9 da kalkmıştı bu onun için büyük insanlık için küçük bir sevinçti.
Odasından çıktı. Mutfağa benzetemediği mutfağa gitti.
"Vay canına erkenciyiz. Aslında ben seninle bir şey konuşmak istiyorum. Bu teknede tek yaşanmıyor. Bir süre de olsa burada kalmak veya arada sırada gelmek ister misin?"
Mayıs'ın bunu yapamayacağını bilmesi gerekirdi.
"Bakarız, sen ne yapıyorsun öyle?"
Adamın elindeki çamur gibi sıvıya baktı.
"Ekmek yapmak istemiştim."
"Çekil bakalım kenara."
Mayıs yeni bir hamur yapmaya başladı.
" Henüz birbirimizin adlarını bile bilmiyoruz. Sana nasıl güveneyim?"
"Merak etme ısırmam." Gülüyordu "Tuna ben"
Tuna...
"Ben de Mayıs"
Hamurlu ellerle el sıkıştılar. Sonra birbirlerine bakıp gülmeye başladılar.
Mayıs hamuru yoğurmaya devam etti. Hamurun biraz kabarmasını beklerken sohbet ettiler. Sonra Mayıs ekmek hamuruna şekil verip fırına koydu.
"Ben işte böyle iyi ekmek yaparım."
"Yeteneğinize hayranım madam."
Mayıs gülmeye başladı. Sonra Tuna'nın çamur hamurlu ellerine de bakınca iyice kahkaha noktasına geldi. Fırından ekmekleri çıkarmak için eğildi. Tepsiyi 2 kat havluyla alıyordu. Bu sırada kolunu fırına değirdi. Ekmek tepsisi yere düştü.
"Ahhh!"
"Iyi misin buz koyalım hemen, su tut bi yandan su su."
"Ekmeklere bak sen yere değmiş mi?"
"Mayıs cidden şu durumda düşündüğün ekmek mi? Iyi iyi ekmeklerin getir kolunu."
Mayısın koluna tutmaya başladı.
"Yakıyor. Buzu çek bi dakka"
"Acıyor biliyorum da dayan çekicem birazdan."
"Ya kolumu yakmasam şaşırırdım zaten."
Mayıs sitemli bir ses tonuyla konuşuyordu.
Kolunu çekti. Buz aküsü yere düştü.
Ikisi de almak için eğildi. Elleri akünün üzerinde birleşti.

Kardelen BeyazıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin