☽Gece yarısını çoktan geçmişti.
Karanlık ve boş sokakta onun yanında sessizce yürüyordum. Ne bir konuşma, ne de bir haraket ona bakmamı doğru kılabilirdi çünkü sadece yürüyordu. Eğer ona bakarsam bunu bir sebeple yapmalıydım. Aksi taktirde aklımda bana mızrak doğrultmuş düşüncelerden kaçamazdım. Zehirli uçlarının deneme tahtası olurdum.
Herşeye rağmen ona baktım.
Ve vuruldum.
"Sinemaya gidelim mi?" Benim ona baktığımı fark etmiş gibi bakışlarını önünden çekmeden sakince konuştu.
Yürüdüğüm kaldırımda adım atmayı bıraktım. Benimle dalga mı geçiyordu? Daha birkaç dakika önce boğazıma yapışıp beni boğmaya çalışan o değil miydi?
"Geç oldu. Eve gitmek istiyorum." diyerek usulca mırıldandım.
"Gidecek bir evin var yani." Ellerini pantolonunun cebine sokarak alayla gülmüştü. Ama sonra aniden ciddileşerek tamamen bana doğru döndü. "O zaman neden evinde değilsin Lenora? Neden gecenin bir vakti yalnız başına sokaklardasın?"
"Ben," diyerek konuşmaya çalıştım ama aklıma ona söylemek için hiçbir şey gelmedi. Verebilecek bir cevabım yoktu. Lanet olsun ki yoktu.
Sessiz kaldığımı ve konuşmayacağımı anladığında bana doğru bir adım attı ve yüzüme doğru eğildi. Yakınlığından rahatsız olsamda geri adım atmadım. Bu adamın bir sorunu vardı. Sıradan bir insan gibi asla davranmıyordu.
"Benimle sinemaya gel." dedi sıcak nefesi tam yüzüme değerken. Tam dudaklarımı birşeyler söylemek için aralamıştım ki buna izin vermedi. "Rica etmiyorum Lenora."
Birkaç adım geri çekilip aklıma gelen ilk şeyi söyledim. "Bu havada sinemaya gidilmez ki. Hava çok soğuk. Üşüyorum."
"Ne yapmamı istersin?" diye yine o alaycı sesiyle konuştu. "Havayı mı kontrol edeyim?"
Beni kesinlikle sinema salonunda öldürecekti. Gecenin bir vakti hiç kimse -ki eğer sorunlu değilse- sinema izlemeye gitmezdi. Bu tam bir delilikti.
Önüne dönüp yürümeye başladığında bende ellerimdeki kocaman hiçliğe bakarak onun arkasından ilerledim. On dakikaya yakın bir sürede lunaparkın önüne geldiğimizde kaşlarımı çatıp etrafı süzmeye başlamıştım. Niye buraya gelmiştik ki?
Karşımdaki adam lunaparkın kapısındaki kapalı demirliklere sırtını yaslayarak beni ve şaşkın yüzümü incelemeye başladı. Ona doğru bir adım attım. "Hani sinemaya gidecektik?"
Omuz silkti. "Vazgeçtim."
Benimle kesinlikle maytap geçiyordu. Ben onun kuklası falan mıydım? Daha ismini bile bilmiyordum ama o sürekli karşıma çıkıyor ve iplerimi parmaklarına dolayarak, beni istediği gibi haraket ettiriyordu.
"Benimle oynama."
Öfkeyle dişlerimin arasından konuştum ve onun bir seri katil olma ihtimalini bile görmezden gelerek arkamı dönüp yürümeye yeltendim. Ama sadece yeltenmiştim çünkü arkamı dönüp adım atacağım sırada bileğimi kavramış ve beni kendine çekmişti. Sessizce onun yüzünü izlediğimde kollarını belime sıkıca dolamış, ona biraz daha yaklaşmamı sağlamıştı.
"Niye çığlık atmıyorsun?" diye en az benim kadar sakinlikle sordu. "Yada niye kurtulmak için çabalamıyorsun?"
Gözlerinin tam içine bakıp düşündüklerimi ona yönlendirdim. "Çünkü kaçmak değil, bütün bunların nedenini öğrenmek istiyorum."
Gülümsedi.
"Bu yüzden başkası değil işte."
Ne dediğini anlamayarak kaşlarımı çattım. Ne söylemeye çalışmıştı?Yavaşça yutkundum. "Kimsin sen?"
"Yoongi," diyerek fısıltıdan farksız bir şekilde beni yanıtladı.
Daha sonra ise belime sardığı kollarını çözüp benden ayrıldı ve cebinden çıkardığı anahtarla lunaparkın kapısını açtı. O anahtarın onda ne işi vardı? Gelmem için beni çağırdığında çatılmış kaşlarımı görüp bir anlığına duraksadı.
"Burada çalışıyorum." dedi anahtarların gizemini çözmem için.
Kesinlikle yalan söylüyordu. Yine.
Yapacak hiçbir şeyim olmadığı için onu takip ettim. Sessiz geçen yürüyüşten sonra dönme dolabın tam karşısında durmuştuk. "Hadi gel." Ben dut yemiş bülbül gibi sadece onun dediklerini uygularken o dönme dolabın yanındaki düğmelerle birşeyler yapmış, daha sonrada dönme dolap haraket etmeye başladığında kolumdan tuttuğu gibi yavaş yavaş ilerleyen kutuların birinin içine yukarı kalkmadan binmiştik.
Oturduğum yerden yavaşça yükseldiğimizde bakışlarımı gittikçe küçülen evlere, ağaçlara, arabalara, herşeye çevirdim. Bu his çok güzeldi. Sanki ölmüştüm ve ruhum yavaşça göğe kalkıyordu.
"Nasıl hissediyorsun?" diye merakla sordu tam karşımda oturan, isminin Yoongi olduğunu öğrendiğim adam.
"Bilmiyorum," dedim ona bakmamaya çalışarak.
Bir anda oturduğu yerden kalkıp üzerime geldiğinde sırtımı içinde olduğumuz kutunun canıma yaslamış ona iri iri açtığım gözlerimle bakmaya başlamıştım.
"Korkuyor musun benden?"
Cevap vermedim.
"Lenora," diyerek hayıflandı. "Sana soru sorduğumda bana cevap ver."
Kısık gözlerine baktığımda irislerindeki tehlike boynuma ipini geçirmiş usulca nefesimi kesmeye başlamıştı. Sanarım korkuyordum. Sanarım değil kesinlikle korkuyordum!
"Sadece," Bakışlarımı ondan kaçırdım. "Bazen beni küçük küçük parçalara ayırıp ormana gömeceğini düşünüyorum."
Alayla güldü. "Güzel fikir."
Korku dolu bakışlarım ansızın onu bulduğunda gözlerimin dolduğunu fark ettim. Ya planı beni en tepeye çıkarıp sonrada aşağı atmaksa? Ben daha ölmek istemiyordum. Kesinlikle istemiyordum. Yanaklarımın ıslandığını fark ettiğimde Yoongi'nin gülümsemesi solmuştu. Sessizce durmadan akan gözyaşlarımı izliyordu.
"Kahretsin!" dedi aniden öfkeyle. "Sen benden korkuyorsun Lenora."
Gözlerinde beliren ve anlamını çözemediğim o ifade ruhumu içine çekmeye başladığında ağır haraketlerle geri gidip yerine oturdu. Elimin tersiyle yanaklarımı sildim.
"Benden korkmamalıydın." diyerek kafasını cama yasladı ve yavaş yavaş aşağı inen görüntünü izlemeye başladı. Ben ise hâlâ olduğum yerde kalakalmıştım.
"Bana herkes gibi bakıyorsun. Korkarak, çekinerek, yargılayarak. Sanarım senin farklı olduğunu düşünmem benim aptallığımdı."
Konuşmadan sessizce onu dinliyordum. Onu kırmış mıydım? Galiba çok fazla.
Bir süre sonra dönme dolap durduğunda hâlâ camdan dışarını izlerken konuştu. "Benden korkma. Ben canavar değilim Lenora."
Daha sonra yüzüme bir kere bile bakmadan dönme dolaptan indi ve arkasına bakmadan gitti.
"Y"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
take me home, myg
Fanfictionve hep sanki, çok fazla zamanımız varmış gibi düşünürüz. ancillulaa [2018] ✓