Günlük

96 10 7
                                    

Küçük bir grup, küçük bir tepenin üzerinde, küçük bir karavanın yanında toplanmıştı. Ay yüzünü göstermiş ve etrafa karanlık çökmüş olsa da yaz gününe uygun olmayan eski noel ışıkları karavanın her yerine yayılmış bir şekilde ortamı aydınlatıyordu.

Karavanın bir kaç metre ilerisindeki kamp ateşi de bu küçük aydınlıkta rol oynuyordu. Tepenin bir kısmı uçurumdu ve bu uçurum tarafından bugünü kutlayan insanların samimi kasabası görülüyordu. Bu kasaba manzarasının önüne bir masa koyulmuştu. Masanın her tarafını kaplayan insanlar kıpır kıprıdı.

"Dilek tutmayı unutma tatlım." dedi Priscilla Southeast kocasına sarılarak. Başta ebeveyn Southeast'lere bakan minnet dolu Gideon'ın gözleri ardından Southeast kızına kaymıştı. En yakın arkadaşı onun bakışlarını üzerinde hissedince tek gözünü kırptı. Gideon önündeki pastaya dönüdü. Zaten istediği her şeye sahipti. Dilek dilemesi değil de teşekkür etmesi gerekiyor gibi hissediyordu.

"Ne bekliyorsun Gideon! Hadisene!" Pacifica hafifçe Gideon'a omuz attı. Sonunda düşüncelerini toparlayan Gideon derin bir nefes alıdıktan sonra yanmakta olan mumları üfledi. Böylelikle alkışlar da havada uçuşmaya başlamıştı. Gel gör ki bütün alkışlardan bile gürültülü olan bir ıslık tüm bakışları kaynağına toplamıştı.

Gideon ıslığın geldiği yere dününce Stanley'i gördü. Stanley bir yandan alkışlarken bir yanda da ıslık çalmaya devam ediyordu. Gideon gülümsedi. Çevresindeki dostlarına baktı. Gözleri bir an için kendi anne ve babasını aramış olsa da olumsuz duygulara kapılmak istemediğinden başını sağa sola sallayıp anın tadını çıkarmaya karar verdi.

Pasta dilimleri insanlara dağıtılırken Gideon, Stanley'in yanına geçti. Stanley gülümsüyordu. "Demek artık 12 oldun. Zaman çok hızlı geçiyor."

Stanley, Gideon'un en çok güvendiği kişilerden biriydi. Onu küçüklüğünden beri tanır ve severdi. Yanında rahat olabildiği nadir kişilerdendi. "Bence o kadar hızlı geçmiyor. Daha çabuk büyümek isterdim."

Stanley, Gideon'un şapkasını çıkarıp onun beyaz saçlarını karıştırdı. "İleride çocuk kalmayı dileyeceksin." Şapkasını tekrar taktığında ters takmıştı. Gideon şapkasını kendi düzeltti.

"Tam bir ihitiyar gibi konuştun şimdi." İki dost birbirleriyle bir müddet bakıştıktan sonra kahkaha atmaya başladılar.

Uzaktan Stanley ve Gideon'u gören Pacifica aniden bugün duyduğu haberi hatırlamıştı. Elindeki portakal suyunu başına dikledi. Kolunun tersiyle ağzını silip ikilinin yanına geçti. "Hey hey hey! Duydum ki yeğenlerin gelmiş, neden onları da doğum gününe getirmedin? Tanışırdık." Kasaba küçük bir yer olduğundan her çocuk -daha doğrusu arkadaş- Pacifica için çok değerliydi.

İkizlerin bahsinin açılmasıyla Stanley'in yüzü düşmüştü. Eliyle başının arkasını kaşıdı. "Davet ettim ama gelmek istemediler." Yüzüne yalan olduğu çok bariz olan bir gülümseme yerleştirdi. "Yol yorgunluğundandır diye düşünüyorum." Stanley, yalan söylemeyi becermezdi.

Gideon ve Pacifica birbirlerine baktılar. Sorun ne anlamamışlardı ama Stanley'in üzgün olduğu belliydi. İkisi de bu konu hakkında daha fazla konuşmamaya karar vermişti. Bu karar için sözlü bir ifadeye ihtiyaç duymamışlardı. Sebebi ise uzun zamandır dost olmalarından kaynaklanıyordu.

Pacifica konuyu anında değiştirmeyi başarmıştı. "Geçen gün balığa gittik de..." O, Stanley ile sohbet etmeye devam ederken Gideon diğer dostlarının yanına gitmek için ayrılmıştı. Ne var ki Gideon tesadüfen bir an için ormana baktığında parlayan bir şey fark etmişti.

Normalde ormandan gelen parıltılara gidecek karakterde biri değildi ama nedense bu sefer ayakları daha o düşünmeden hareket etmişti. Başta ormana girmeden sadece ışığın geldiği yöne doğru yaklaşıp durdu. Burada arkadan gelen insan sesleri daha az duyuluyordu.

Başını ormandan karavan tarafına çeviren Gideon, uzaktan partisine baktı. Tekrar ışığın geldiği yere doğru dönünce önce yutkundu. Karanlık orman içinde parlak tek şey oydu. Yavaş yavaş ormanın derinliklere giren Gideon artık insan sesleri duymamaya başalmıştı. Tek duyduğu ürkünç seslerdi. Hemen şimdi geri dönüp kendi partisine tekrar katılmak en mantıklı seçenekti. Buna rağmen Gideon tüm korkusunu karşısına alarak ormandaki ışığı takip etmeye devam etti.

En sonunda ışığın kaynağına ulaşan Gideon'un gördüğü şey ay ışınğının parlattığı bir taştı. Taşın camımsı bir yapsısı vardı ve ay ışığı onun gökkuşağı renklerinde olmasını sağlıyordu. Gideon taşı eline alıp inceledi. Taşı döndürdüğünde renkleri de değişiyordu.

Geceydi ve her yer karanlıktı ama taşın tam ortasında bulunduğu bu daire şekilli bölge enteresan bir biçimde aydınlıktı. Taşı aldığı yere tekrar bakınca, Gideon bir metal parçası fark etti. Çömelip eliyle kazmaya başaldı. Küçük görünen metal parçası, aslında çok daha büyük bir şeye aitti. "Bu nedir böyle?"

İyice meraklanan Gideon, elleriyle kazabildiği kadar kazıp sonunda anlamlı bir şekil ortaya çıkarabilmişti. Bir sandık. Sandığı olduğu yerden çekmeye çalıştı ama anlaşılan daha çok kazması gerekiyordu. Elleri acımış ve tırnaklarının içi toprak dolmuştu ama merakı onu kazmaya itiyordu.

Sonunda sandığın %75'ini ortaya çıkaracak kadar kazdığında tüm gücüyle sandığı çekip çıkarmayı başardıö Bir müddet metal ve tahtalardan oluşmuş sandığı inceledi. Üzerinde uyarı yazısı vardı.

'SAKIN AÇMAYIN!'

Bu korkutucu olduğu kadar heyecan vericiydi de. Sandığı sallayıp içindekinin ne olduğunu anlamaya çalıştı. Para gibi bir sesi yoktu ama kim bilebilirdi ki? Üzerindeki anahtar deliği şekilliydi ve şekli tam da gökkuşağı şekilde parlayan taşa benziyordu. Gideon taşı alıp sandığının klit deliğine koyduğunda sandıktan küçük bir 'tık' sesi çıkmıştı.

Gideon'un elleri titriyordu. Sandığı yavaşça açtı. İçinde camı kırık bir gözlük ve bir defter vardı. Gideon, defteri eline alıp üzerindeki tozu sildi. Ele benzeyen ama altı parmak taşıyan bir işaretin üzerinde '2' yazıyordu. Defteri açıp okumaya başaldı. "Bu bir hikaye mi? Hayır... daha çok günlük?"

Kurt uluması sesi duymasıyla Gideon irkildi. Elindeki günlükle beraber panikle geldiği yöne doğru koşmaya başaldı.

Reverse FallsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin