Salı 17:48

14 1 4
                                    




Her yer nefes alabildiğinden bir haber insanla kaynıyordu. İstanbul'da sıradan bir manzara. Herkes birbirlerinden, işlerinden böbürleniyordu. Hayatlarından şikayet ediyordu. Ama kimse başını kaldırıp yukarıda mükemmel renk ahengine, gökyüzüne bakmıyordu. Belki de baksalar içlerindeki tüm kötülük uçup gidecekti. Yine bunları düşündüğüm sıradan bir metrobüs seferinde belki de hayatımda ilk defa gökyüzüne benim gibi huzur içinde bakan biriyle karşılaştım.

Elindeki kitabını okurken ara sıra başını cama çeviriyor ve gözleri dolacak kadar duygusal bakıyordu. Sonraysa derin nefes alıp kitabına geri dönüyordu. Bir kızdı. Alımlı değildi, erkeklerin dikkatini çekmezdi. Yani işte anladınız, bu dönemin sadece belirli iki yere bakan erkeklerin. Sadeydi. Kahkülü ve gözlüğü vardı bir tek yüzünü süsleyen. Başka hiçbir şey yoktu. Ne bir far, ne bir ruj, ne de bir fondoten. Ama cildi bakımlıydı.

Üstündekiler günlük hayatta giyebileceğiniz belki de en rahat kıyafetler olabilirdi. Kumaşını bilmediğim ama salaş ve rahat gözüken bir askeri yeşil pantolon, üstünde de v yaka kiremit rengi düz bir tişört. Supernaturaldeki Castiel'i aratmayacak trençkot. Ufak bir sırt çantası, spor ayakkabısı, elindeki kitabı, diğer elinde iki kahve bardağını tutan plastik bir tutacak ve ne olduğunu anlayamadığım çantasında asılı beyaz bir file. Saçları yarı at kuyruğu şeklinde yapılmış basit bir topuzdu ama o saçını açsa afet gibi bir kız olacağına emindim. Gerçi şu anda da öyleydi. Büyük ihtimalle "Ne inceledin kızı be!" ya da "Bir yemediğin kaldı." diye soracaksınız ama gençler benim okuduğum alan bu, psikoloji. Insanları tartıp biçmekten derin bir haz alıyorum ben ne yapayım? Neyse konumuza dönelim.

Büyük ihtimalle benim yaşlarımdaydı ya da benden bir iki yaş küçük. Ama fazlası yok. Dikkatlice onu izlerken, insanlarında bana baktığını fark ettim. Elim titriyordu. Bakışlarımı kızdan alıp telefona verdiğimde Emre'nin beni aradığını gördüm. Telefonu açıp, kulaklığımı yüzüme doğru yakınlaştırdım.

"Efendim?"

"N'apıyorsun tatlım?"

"Uzatma ne istediğini söyle." Emre'yle yaklaşık 4 yıldır ev arkadaşıydık ve her gün bıkmadan usanmadan marketten bir şeyler isterdi. Üniversitesi bitmişti ancak yan gelip yatıyordu. Babasının ayda bir gönderdiği benim aldığım bursun 2 katı hesabına yatıyordu.

"Çikolataya ihtiyacım var. Biliyorsun kızsal meseleler." beni göremeyeceğini bildiğim halde gözlerimi devirdim. Aylar önce üç yıllık sevgilisi onu terk ettiğinden beri artık kızları anlayamadığını ve bir süre onlar gibi takılacağını belki bu vesileyle anlayabileceğini düşünerek onların yaptığı şeyleri kendi cinsiyetine uyarlayarak yapıyordu. Acısını da ben çekiyordum tabi. "Emre sen kız değilsin. Daha ne kadar devam edeceksin şu oyuna?"

"Bölümüme yakışır bir biçimde deney yapıyorum, oyun değil bu. Hem öyle olsa bile; sana ne benim oyunumdan? SANA NE!" kulak zarım patladıktan sonra derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. "Her ne olursa olsun o senin kardeşin, kardeşin gibi." diye tekrarlayarak kendimi sakinleştirdim ve telefonu kapatıp cebime attım.

Tekrar kızı izlemek üzere döndüğümde koltuğunda yaşlı bir teyzenin oturduğunu gördüm. Etrafta heyecanla onu ararken kapıda beklediğini gördüm. Inecek miydi? Ekrana baktığımda benim durağıma daha 5 durak olduğunu gördüm ve saliselik delice fikrimden vazgeçtim. Yani bu kadar da abartmak olmazdı. Anladık insan tahlilinde ilerlemek istiyorsun ama birini sapık gibi takip etmek mi?

"Eh be oğlum yavaş!"

"Önceden yaklaşsaydın ya kapıya!"

Sonuç olarak lanet hormonlarımı tutamayıp indim metrobüsten. Heyecanla etrafıma bakıp onu ararken sanki kendimi bir aksiyon filmindeymiş gibi hissetmiştim.

  Kızıla doğru açılan saçlarını fark ettiğimde hızlı arkasından takip etmeye başladım. Merdivenlerden tırmandık ve turnikelerden geçtik. Üst geçitten indik ve yürümeye başladık.

Kulağımda çalan şarkıyı dinlemiyordum bile, sadece onu izliyordum. Anın tadını çıkartır gibi yürüyordu. Yavaş yavaş ama bir o kadar da seri. Sanki kulaklığında çalan müzik dünyanın en güzel ve en anlamlı şarkısı gibiydi. O an sadece onunla aynı müziği duymak istedim. Aniden durdu. Bende durdum. Yolun kenarındaki mavi bir kapağa gözü ilişti. Hızlıca aldı onu yerden ve o beyaz filenin içine koydu. Neden ki? Kapak mı topluyordu?

O saatten sonra fark ettim ki, meğerse yoldaki her geri dönüşüme verebileceği atıkları topluyordu. Kağıtlar, cam şişeler, ambalajlar gibi gibi. Yaklaşık iki durak yürüdük. Yol boyunca mendil satan çocuklardan mendil aldı. Bazılarına para verirken, bazılarına hem para hemde çikolatalı gofret dağıtıyordu ve ambalajını çöpe atmalarını istiyordu. Bazılarına ise 1 tl vermek yerine bozuğum yok diyip 5 tl veriyordu. Karşıdan karşıya geçerken yaşlı bir adamın poşetlerini taşımada yardım etti. Ve tüm bunları yaparken, yüzü hep güldü.

  Dalgın dalgın onu takip ederken ne kadar yaklaştığımın farkına varmamıştım ama o farkına varmış. Caddeden başka bir caddeye sapınca gözlerimiz kesişti. Durdum öylece. Yanından geçip gidebilirdim ama sadece durdum.

"Saygısızlığım için kusura bakmayın, ama yaklaşık yarım saattir beni takip ettiğinizi düşünüyorum; yanılıyor muyum?" sesi o kadar yumuşaktı ki.
 
  Yutkundum ve aklıma gelen en mantıklı kelimeleri bulup birleştirdim.

"Asıl saygısızlığım için beni siz affedin, çünkü dedikleriniz doğru. Kötü bir niyetim yoktu sizi takip ederken. Sadece.." ne diyebilirdim ki? Yani ne denirdi böyle durumlarda? Ilgimi çektin, bu yüzden takip ediyordum falan mı? Ne diyebileceğimi düşünürken o cevap bekler bir vaziyette konuştu.

"Sadece?" ve o an belki yıllar sonra birbirimize aynı soruyu hep soracağımızı düşünemeden cevap verdim.

"Şu an hangi müziği dinliyorsun?"

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Aug 31, 2018 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

ORENDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin