Samanlıkta bir tuz tanesini aramakla başlıyoruz hayata...
Kaybolmuş bir düşüncenin peşinde maraton koşusu yapıyoruz aslında. Her 'o düşünceyi sonunda yakaladım' deyişimizde aslında yeni bir start çizgisinden geçiyoruz. Önceleri karanlıktan-(korkularımızdan) korkuyoruz, fakat sonraları yani biraz daha olgunlaştığımızı düşündüğümüzde karanlığa-(korkularımıza) yakınlaşıyoruz. Anlatmak istediğim zaman ve duyguların aslında paralel olduğu.
Düşünmek sadece düşünürlerin işi mi? Düşünmekten korkuyor muyuz? İşimize geleni düşünmek midir bizim yaşama amacımız? Ulaşmak istediğimiz hedefin gerçeklik derecesi ne kadar yüksek? Hissettiklerimizin aslında hissedemediklerimizin bir garantisi olduğunu biliyor muyuz?
Bilmiyoruz. Aslında hiç birşey bilmiyoruz. Ama bilmiyorum demek ne kadar da zor değil mi? Bilmiyorum demek, sonsuza selam vermek...!