"Salak mısın? O çocuk hayatta bana dönüp bir saniye bile bakmaz." dedi Yoongi Astronomi kulesinin merdivenlerini nefes nefese çıkarken.
Genellikle okulun tüm yürümekle ilgili olan işlerinden nefret eder, her gün boyu kadar olan merdiven basamaklarına nefretini lanet okuyarak kusar ve bazen de profesörlerin veya hademe Filch'in -elbette kedisi Bayan Norris de dahil olmak üzere- bulunmadığı yerlerde bir büyü çakmak isterdi. Ama okulun efsunlanmış merdivenleri sağolsun asla öfkesini kusmasına izin vermez ve büyüyü aynen ona geri sektirip iade ederdi. Anlayacağınız Min Yoongi günün her saati sinirli, uyuşuk ve boyundan dolayı birazcık minik olurdu.
Aslında merdivenlerin çok fazla olması onu ileride tanınan bir büyücü yapabilirdi. Artık bu durumdan sıkılmış olup kendini uçurmasını sağlayacak olan bir büyü bulabilir, merdivenler yerine asansörler koymaya -yazıktır ki Hogwarts'ta Muggle teknolojisinin kullanılması yasaktır ve zaten kullanılamaz da- veya okulun içinde süpürge kullanımının mümkün olduğu bir kararname çıkarabilirdi. Tabii bu ancak Profesör Bang Si Hyuk'un onu kulağından çekerek tüm kupaları temizleme cezasını kadar sürerdi.
Lakin şu an hem merdivenlere sövüp hem de en yakın arkadaşına laf yetiştirmekle meşguldü.
"İyi ya işte, hayatta sana bakmazsa ölüyken bakar." diye güldü Yoongi'nin çok mu çok sevdiği, hatta o kadar çok sevdiği ki imkanı olsa yastığını tüküren bezelyelerle doldurabileceği en yakın arkadaşı Jung Hoseok. Kendisi okulun ikinci bir güneşi olarak tanınırdı. Öğrenciler, o güldüğü zaman kendilerini tutamaz ve oturup Profesör McGonagall'ın derse geç geldiklerinden dolayı vereceği düşük sözlü notlarını bile umursamaz, o gülüşü izlemek isterlerdi. Ama Jung Hoseok okulun birinci güneşi olamazdı çünkü Profesör Trelawney -kendileri kehanet dersi profesörüdür- kutsal saydığı Güneş'in yerine hiçbir şeyi koymak istemez ve eğer koyan birini görürse de kafasına fal bakmada kullandığı ve dediğine göre büyük büyük büyükannesinden kalmış olan fincan takımının en nadide parçalarını fırlatırdı. Anlaşılan üzere Hogwarts'ta hayat zordu.
"Ne komik şeysin sen öyle. Profesör Tini Mini Küçük Flitwick'in dersinde bile bu kadar gülmüyorum."
"Hahaha." Hoseok yüzüne alaycı bir ifade yerleştirip sahtecikten güldü. Bu alaycıl gülüşle bile yanlarında merdivenden çıkmakta olan iki kız yanaklarının kızarmasına engel olamadı. Dersten sonra kalp çarpıntısı için Hogwarts'a yakışır bir yetenekte olan sağlıkcı Madam Pomfrey'e uğrasalar kendileri için en iyisi olacaktı.
Yoongi gözlerini devirip boyunu aşan basamakları çıkmaya devam etti. İçinden her zamanki gibi kin dolu sözlerini söylüyordu. Umarım o parlak ama pürüzlü yüzeyinize Mimbulus Mimbletonia bitkisi patlar da iğrenç, pis kokan, koyu yeşil sıvı bir hafta boyunca orada öylece kalır diye geçirdi içinden. Tabii ki bunun kendi zararına olacağı iki saniye sonra aklına geldi ve yüzünün buruşmasına sebep oldu.
"Yoongi, sana diyorum senin için en uygun kişi o," Hoseok derin bir nefes aldı. Uzun bacakları onu, Yoongi'nin kısa bacaklarının aksine zorlamıyor, merdivenleri kolayca arşınlamasını sağlıyordu. "başka kim sana katlanabilir ki? Böbrekli börek aşkına sana okulun en sabırlı profesörü bile dayanamıyor."
"Hoseok, anlamıyorsun. O çocuk benim için fazla iyi. İstesem bile onunla olamam."
"Hadi ama Yoongi, sen ondan daha kötü değilsin. Kendine özgü bir havan var."
Yoongi başını iki yana salladı. "Tamam, öyle olsun diyelim ama başka bir şey daha var. O bir erkek Hoseok. Nasıl bir erkek hemcinsini sevebilir? Onu da geçtim, peki ya herkes ne der?" Aslında son sorusu Yoongi'nin en nefret ettiği şeydi. Başkalarının ne düşüneceği konusu. İnsanlar her şeye karışır, önyargılarını kırmadan herkesin arkasından atıp tutar, kimin ne yaptığını hayatının merkezi haline getirirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
absorbe proteus | yoonjin
Fanfiction"i solemnly swear i am up to protect you." Min Yoongi'nin Hogwarts'taki hayatı normaldi. Tabii bir sosyofobiliye göre. Bunun için onu yargılayamazdık. Her gün söylenilen onca kötü söz ve atılan onca kötü bakışa kim onun gibi dayanabilirdi ki? O sade...