Sera'dan...
Cebimdeki telefonum, Tuğçe'nin araması ile çaldığında zaman kaybetmeden telefonu parmaklarım ile çevreledim ve kulağıma götürdüm.
"Sera," dedi telaş telaşa. "Neredesin sen?"
Ses tonuna karşılık kaşlarım istemsizce çatıldı. "Okulun arkasındaki kafedeyim?" Huzursuzca kıpırdandım. "Niye soruyorsun ki?"
"Güzel." Yüzünü görememiştim lakin ses tonundan gerginliğini hissedebiliyordum. "Bekle beni." Başka herhangi bir açıklama yapmadan aramayı sonlandırdı.
Kuzey, grubumuzun en aklı başında insanıyken Tuğçe onun aksineydi. Çılgın, deli dolu bir kızdı. Saçma sapan şeylere telaşlanıp ağlayabilir ve aynı şekilde saçma sapan şeylere de mutlu olabilirdi.
Kafenin çevresinde olacak ki, yaklaşık on dakika sonra kapıdan içeriye adımladı. Üzerine her zamanki gibi sevimli, gömlek elbiselerden geçirmişti.
Hızlıca önüme oturdu ve ilk önce yüzüne gelen saç tutamlarını kulağının arkasına savurdu. "Doruk ve Kuzey anlatmış olmalılar," dedi arkasına yaslanırken.
Hala anlayamıyordum. Neyi bilmem gerekiyordu? "Bana kimse bir şey anlatmadı."
"Bana düştü o zaman," deyip omuz silkti, bu hareket pek de hayra alamet değildi. "Ah, şapşal, kardeşlerin oluyor!"
Anlık bir şok ile yutkundum.
Kardeşlerim oluyor.
Hayır.
Bu güzel bir şey değildi.
Hiç değildi.
Bir kardeş istemiyordum.
"Siz...siz bunu nereden biliyorsunuz?"
"Geçen hafta öğrendik." Neşesi, ses tonuna yansımıştı. "Bu durumu sana nasıl söyleyecekleri hakkında fikirleri yokmuş." Kelimeleri toparlamaya çalışıyordu. "Aslında vereceğin tepkiyi kestiremiyorlarmış. Bize söyleyip yardım istediler." Gözlerim içine baktı. "Sevindin, değil mi Çilekli Pastam?"
Ah, pekala.
Kaşlarımı çattım ve kollarımı göğsümde birleştirerek arkama yaslandım -bir çocuk gibi gözüktüğümün farkındaydım.
"Çikolata yer misin?" diye mırıldandı, kardeş mevsuzuna sıcak bakmadığımı anlamış olmalıydı.
Onu kafamla onayladım.
Çikolatalı dondurma, çikolatalı süt, kısaca içinde çikolata geçen her şeye bayılırdım.
Garsonlardan birini masamıza çağırdı ve siparişlerimizi verdi.
O sırada yanımızdaki üç sandalye çekildi, zemine uzun gölgeler düştü.
Bunların, bizim çocuklardan başka kimseler olamayacaklarını kavrayabiliyordum.
"Bir kardeşin oluyor."
Baran, yüzüne alaycı bir gülümseme yerleştirmişti. Bu halimden zevk alıyor olmalıydı.
Kuzey onu, ismiyle uyardı. Tartışmalarımıza bir son veren, cümlelerimize noktayı koyan genelde Kuzey olurdu.
Doruk araya girdi. "Bırakın kızı, acısı büyük zaten." Tuğçe'nin gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdığını fark ettim.
"Siz ne anlarsınız ki?" Gözlerimi devirip arkama yaslandım.
"Abartıyorsun..."
Abarttığımı zerre kadar düşünmüyordum.
Baran hızla atıldı. "Küçük kardeşler daima ilgiyi kendilerine toplarlar."
Bunu içten içe biliyor olsam da birilerinden duymak endişemi tetiklemişti. "Büyük gıcıksın!" Çantamı kaptığım gibi ayaklandım.
Kafasını bana çevirdi. "Yani, genelde öyle dersin."
****
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mavi | texting
Short Story05**: O zaman şöyle diyeyim, sen anla prenses. 05**: Hayatta iki kör tanıyorum; 05**: Birincisi senden başkasını göremeyen ben, 05**: İkincisi beni göremeyen sen.