"Bu kadar içki sizce de fazla değil mi?"
Jungkook gözlerini hafifçe kısarken, kollarını göğsünün üzerinde bağlayarak oturduğu yerde biraz daha yayıldı. "Eve iki sarhoşla dönmek istemiyorum."
"Gecenin sonunda kim sarhoş görürüz." Yoongi elindeki şişeyi dudaklarına yaklaştırdı ve dilini şişenin ağzında hafifçe gezdirerek gözlerini kapattı. "Aramızda içkiye en dayanıksız kişi sensin."
"Hah!" Jungkook dilini yanağının iç kısmında gezdirdi. "Sebeplerim var hyung."
"Sebeplerin sikimde değil Jungkookie."
Namjoon sesli bir şekilde gülerken arkasına yaslandı. "Yoongi çoktan kafayı bulmuş anlaşılan."
Oturduğu yerden ayağa kalkan Jungkook, uzun zamandır oturuyor olmasından dolayı uyuşan ayaklarını açmak için onları biraz salladı ve boğazını temizleyerek Yoongi'nin bacaklarını kenara iterek kendine yol açtı. "Ben biraz dışarı çıkacağım."
İçi sadece siyah ve kırmızı renklerden oluşan mekandan çıkmak için merdivenlere doğru yol aldı ve hızlı adımlarla siyahtan başlayıp yukarı çıktıkça rengi açılan merdivenleri tırmanarak üs kata geçti.
Aşağısının aksine burası bembeyazdı ve Jungkook'a göre eğer bir moron değilseniz burasının size tek etkisi uykunuzu getirmesi olurdu. Tabii ona göre moron yerine melek olmanız da yeterliydi.
En sonunda dışarı çıkıp ciğerlerini temiz havayla buluşturan Jungkook, kafasını arkaya çevirerek neon ışıklarla yazılmış tabeladaki yazıya baktı. Üzerinde H&H: Heaven and Hell yazıyordu.
Burası Jungkook'un yarı zamanlı çalıştığı yerdi. Dışı pek ilgi çekici olmasa da içeri girdiğiniz an sizi Heaven, yani cennet kısmı karşılıyordu. Burası beyaz ve mavi gibi iç açıcı renklerden oluşan, klasik müzik dinlenen ve alkolsüz içeceklerin servis edildiği kısımdı. İlerledikçe karşınıza çıkan beyaz renkteki merdiven aşağı doğru kıvrılarak iniyordu ve ne kadar aşağı inerseniz beyaz rengi de bir o kadar değişiyordu; önce gri daha sonra da siyah olarak.
Merdivenlerin sonunda ise sizi Hell, yani cehennem kısmı karşılıyordu ve burası Heaven'ın aksine siyah ve kırmızı gibi iddialı renklerden oluşuyordu. Üstelik klasik müzik yerine metal müzik dinlenirken, meşrubatlar yerine de alkol ve uyuşturucu tüketiliyordu.
Jungkook ise bu iki kısım arasında sürünüp gidiyordu: hem mecazi hem de gerçek anlamda.
Cebindeki sigara paketinden bir tane sigara çıkarıp paketi tekrar yerine koydu ve birinin görmesini umursamadan parmağını dalın üzerinde bir saniye bekleterek yanmasını sağladı. Daha sonra da sigarayı dudaklarının arasına yerleştirerek derin bir nefesi ciğerlerine çekti, kalbindeki batma hissini umursamadan. O kadar uzun zamandır görmezden geliyordu ki bu acıyı, artık cidden yokmuş gibi hissediyordu. Fakat yine de bazı zamanlarda öyle bir hissedilir oluyordu ki, Jungkook kendini acı içinde kıvranmaktan alamıyordu.
Yine de bir şekilde çektiği tüm bu acı ona güç olarak dönüyordu.
Jungkook diğerlerinin sandığı gibi saf biri değildi. Ne olduğundan ve neler yapabileceğinden, üstelik de gök kubbedekilerin ondan korktuğundan haberdardı. Tabii onların düşündüğünün aksine Jungkook ne cennete hizmet ediyordu, ne de cehennemin kölesi olarak yaşıyordu. O sadece normal bir insan olarak yaşamak istiyordu. Kimse onu rahatsız etmeden, sakin bir hayat...
Bunun mümkün olmadığını da biliyordu elbette, her ne kadar çok çabalasa da. Cennetin ve cehennemin onu gözetlemesi için hizmetkârlarını gönderdiğini pek ala biliyordu. Kanatlı salaklar aşırı belli ediyordu niyetlerini. Jungkook, onu izlemeleri için çaylaklar gönderiyor olmalarına sevinmeli miydi işi kolaylaştığı için; yoksa alınmalı mıydı onu bu kadar güçsüz gördükleri için, bilemiyordu. Yine de başının çok fazla ağrımıyor oluşu iyiydi. Her gün kanatlı salakları avlamak istemiyordu. Sonuçta soylarını kurutursa, bu onun hiç umurunda olmasa da, insanlar açısından büyük sıkıntılar yaşanırdı. Jungook şu anda yaşadığı yerdeki insanların zarar görmesini istemiyordu ve bunun kesinlikle cennet meleği olan tarafıyla ilgisi yoktu. En azından Jungkook öyle düşünmek istiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Devil Inside Of Me ⚜️TaeKook
Fanfiction"Herkese ölüm vaat eden dokunuşun artık benim yaşama sebebim." °Serinin ilk kitabıdır