Inşallah beğenirsiniz :)
Bölüm SessizBirGece'ye gelsin... Doğum günün kutlu olsun canım. Allah sağlıklı, huzurlu, uzun bir ömür versin :) :*
Keyifli okumalar :)
Bu sabah gözlerimi günlerdir olduğu gibi tuhaf hisler ile açmıştım. Bu eve geldiğim günden beri bu tuhaf hisler zaten bir türlü peşimi bırakmamıştı. İki hafta önceki itirafımdan sonra bu hislerin artık hep yanımda olacağınıda tahmin etmek zor değildi. Bir süre yatağımdan kalkmadım. Sadece tavanı izledim. Bembeyaz, bomboş bir tavan. O tavan boştu ama kendim için aynı şeyi söyleyemeyecektim. Ben Baran'a karşı boş değildim. Felaket gerçekleşmiş, Baran'a aşık olmuş, onu seviyordum.
Hiç bir zaman beyaz atlı bir prensin gelip beni bulmasını dilememiş olmanının zorluğunu şimdi çekiyordum. Beyaz atlıyı istemeyince, kara atlı olanı beni bulmuştu. Baran tabiki benim masalımda kara atlı bir prensti. İzinsiz bir şekilde, bana sormadan gelip kalbimi ele geçiren bir prens nasıl beyaz atlı olabilirdi ki? Olsa olsa kara atlı olurdu o prens. Ve öyleyi de. Kara atlı prens Baran'dı!
Dünyada başına bu tür bir şey gelen ilk insan olmadığımı kendime her sabah olduğu gibi hatırlattığımda yattığım yerden doğruldum. Ayağa kalktım ve adımlarımı banyoya yönelttim. Yüzümü yıkadıktan sonra tekrar odama döndüm. Dolabımın kapaklarını açtım ve elime ilk gelen yazlık elbiseyi askısından çıkardım ve üzerime geçirdim. Dolabımdan elbiseye uygun babetleri çıkardım ve giyindim. Odamda bulunan makyaj masasına doğru ilerledim ve saçlarımı taradım. Nilay'ın zorla aldırdığı nemlendirici kremden de bir miktar yüzüme dağıttıktan sonra aynadaki yansımama baktım.
Alışkın olmadığım bir durum içerisindeydim. Daha önce hissetmediğim şeyler hissedip daha önce yaşamadığım duyguları tadıyordum. Geçirdiğimiz iki hafta içerisinde Nilay birini sevmenin ölümcül bir hastalık olmadığını aklıma kazımıştı. Artık ilk günlerde olduğu gibi Baran'ı gördüğümde normalde sergilediğimden daha tuhaf harektler de sergilemiyordum. Sanki bir kalbim yokmuş gibi Baran ile konuşmaya, yeri geldiğinde onun ile uğraşmaya devam ediyordum. Ben umutsuz vaka olduğum konusunda ısrarcı olup Baran ile el ele versek, anca kapının önüne kadar gidebileceğimizi iddia ederken, Nilay bizi nikah masasına oturtana kadar ellerimizi japon yapıştırıcısı ile yapıştırmaya kararlıydı. Tabi bunu yapabilmesi için çözmesi gereken bir Erkan Altındağ problemi vardı.
Aynadaki yansımama bir gülümseme armağan ettim ve odamdan çıkarak merdivenlerden aşağıya indim. Kahvaltı masasına doğru ilerlediğimde sofranın kurulmuş olduğunu gördüm. Masada henüz kimse olmasada, sandalyemi çektim ve yerimi aldım. Herkesi masada bekliyebilirdim. Arkama yaslandım ve ellerimi masaya yerleştirip belli bir ritim ile parmaklarımı masaya vurmaya başladım. Çabuk canım sıkılıyordu. Ne yapayım? Ayrıca az sonra karşımda Baran'ın oturacak olmasını düşünmek beni germeye yetiyordu. Sanki görünmez eller boğazımı sıkıyormuş gibi nefessiz kalıyordum.
''Günaydın.'' Duyduğum ses ile başımı merdivenlere çevirdim. Baran her zaman ki ciddi, ama bana göre suratsız ifadesi ile masaya doğru geliyordu.
''Günaydın.'' dedim ve yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirdikten sonra önüme döndüm.
Göz ucuyla karşıma oturmak üzere sandalyesini çeken Baran'a kaçamak bir bakış attım ve etrafı izlemeye başladım. Salonda dolanan gözlerim sonunda Baran'ı bulduğunda beni izliyor olduğunu gördüm.
Ona Ne var? bakışlarımı attığımda bir şey diyecekti ki, merdivenlerden gelen sesler ile sanırım bundan vazgeçti. Kahvaltı masası yavaş yavaş dolarken, nihayetinde herkes masanın yerini bulabilmiş ve biz şu meşhur Poysoydağ kahvaltımıza başlamıştık. Poyraz, Özsoy ve Altındağ isimleri ile oluşturduğum Poysoydağ adı, resmi olarak hiç bir yerde geçmesede bu çatı altındaki ailemizin yeni adıydı. Tabi bu sadece benim bildiğim bir sırdı.