Küçük bir yürekten taşan kocaman bir okyanus vardı geçmişte.
Hızla atan göğsündeki ritmi kulaklarına melodi yaptı.
Küçük parmaklarıyla sevmediği beyaz koridorun soğuk duvarına dokunurken dışarıdan gelen sese kulak kabarttı.
Gri bulutların sert mermileri camı kırarcasına düşüyordu. Ve o tüm bir yağmur damlasının sesini duyabiliyordu.
Yağmur damlaları onu korkutmadı. Alışmıştı. Evren ondan nefret ediyordu sanki. Her an, her saniye onu bu dünyadan yok etmek istiyordu.
Sırtını duvara dayadı. Gözlerini yumdu.
Yalnızdı. Yalnız olmaktan korkmuyordu. Bütün vücudu o daha yeni oluşmuşken yalnızlığa hapis oldu. Kaçışı yoktu. Ya yalnızlık onu ebeleyecekti, ya da o durmadan kaçacaktı. Olmadı. Kaçmak için zaman bile verilmemişti bu günahkâr ruha. Ona şans verilmedi. Hak etmedi dedi evren. Haklı mıydı ? Eğer doğmadan önce ebelenmemiş olsaydı, büyüyünce kaçabilecek miydi ?
Bir elini dibini bilmediğin bir kuyuya sokmak gibiydi. Belirsizlik içerisinde yürümek, yürürken belirsizleşmekti o yolda. Nefessiz kalan bir vücudun can çekişmesini zevkle izleyen evren mi karartmıştı o daha küçük bir bebekken...
Kalp atışının ritmine bir şarkı mırıldandı küçük çocuk. Evren ondan nefret etse de o içindeki pırpır atan ritminde soluklandı. Her satırın tekrar açtığı yarasına bir söz ekledi. Bir kelime, bir harf yetti. Şarkı, o yokken ruhunun tadı tuzu olmuş, eğer kalbi durursa kulağına fısıldanması gereken besteyi koymuştu minik yüreğine.
Küçük çocuk tutunduğu bestesinden ne kadar uyanmak istemesede yumduğu çekik gözlerini açtı.
Hastanenin o bilindik kokusunu çok net soluklanabiliyordu. En azından birkaç dakika önce bu kokuyu soluklanmıyordu. Melodisinin kokusunu dahi alabiliyordu çünkü.
Annesini her hafta böyle beklemeye alışmıştı. Doktor ve annesi konuşurken onu hep dışarıda bekletirlerdi. Aslında şikâyetçi değildi. Rahattı. Ya da fark etmiyordu onun için.
Bu sefer ayakları ondan izinsiz hareket etti. Ne yapacağını sanki önceden planlamış gibi doktorun ve annesinin konuştuğu muayene kapısını tıklattı.
İçeriden 'gir' sesini duyduktan sonra kapıyı açtı ve annesine baktı. Doktor masasının ön-sol tarafında, kahve rengi deri koltukta oturan annesinin yanına doğru yürüdü.
- Sana dışarıda beklemeni söylemiştim değil mi Yoongi ?
Annesinin îma dolu cümlesini pek takmamıştı küçük Yoongi. Açık mavi, ipekten yapılma gömleğini tutup annesine seslendi
- Susadım anne.
Gözleri bi annesi, bir de doktora gidip gelirken o sırada annesi çantasından bir su şişesi çıkarttı. Kapağını açıp şişenin ağzını Yoonginin minik ağzına doğrulttu. Yoongi suyu içtikten sonra doktor ve annesi ona tekrar çıkması gerektiğini söylediler. Kafasını sallayıp muayene odasının kapısından dışarı çıktı. Tek fark, kapıyı kapatmamıştı. Aralık bırakmış ve keskin duyan kulağıyla dinlemeye başlamıştı. Başından beri planı buydu.
Doktor
- Bakın Bayan Jayungh size bunun tehlikeli olabileceğini defalarca söyledim. Ama siz be-Bayan Jayungh doktorun sözünü kesti
Jayungh
- İstemiyorum ! Anlıyor musunuz ! İs-te-mi-yo-rum ! Ben ona bakamam ! Zaten neden en başında onu bırakıp rahat bir hayat yaşamadım bilmiyorum. Ne kadar akılsızmışım !
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SUGA'nın ZİNDANI
Fanfiction" Keşke seni hiç tanımasaydım. O zaman yaşama isteğim tıpkı eskisi gibi coşkulu ve rengarenk olurdu. " dedim göz yaşlarım durmaksızın akarken. O an ilk defa gözlerinin dolduğunu gördüm. İlk defa sesinin titrediğini, omuzlarının düştüğünü gördüm. Eve...