1

162 13 76
                                    

Harry'yi 2013'teki, Louis'i ise şimdiki hali olarak düşünebilirsiniz.

Habire hikaye yazıyorum ama pişman değilim skfhdkcjdk iyi okumalar ♡

Okulu seven insan, insan değildir.

Tanrı aşkına, daha güneş bile tam anlamıyla doğmadan o havada okula gidiyordum. Sabahın köründe! En nefret ettiğim şey sabah erken uyanmaktı. Hoş zaten derslerin çoğunda da uyuyordum.

Hay ben bu dayatmacı eğitim sisteminin...

"Harold! Kalk artık!"

Annemin odamın kapısını tıklatarak bağırışına karşılık "Of tamam ya kalktım işte!" diye çemkirdim. Çemkirmek benim işim.

"Yalan söyleme, her sabah bizzat dürterek uyandırdığım hâlde yatağa geri girip tekrar uyumaya çalışan sensin!" Dedi ve uzaklaşan adım seslerinden anladığım kadarıyla aşağı iniyordu. Vicdanım el vermiyordu ki sıcacık yatağımı terk etmeye...

Pekâlâ yeter bu kadar drama.

Birkaç saniye daha kalırsam beni odamdan kazımak zorunda kalacaklarını bildiğimden üstümdeki yorganı tekmeleyip yataktan kalktım. Gözlerimi kırpıştırarak ortamın aydınlığın- oh böyle bir şeye gerek yoktu ki.

"Şu havaya bak ya, şu havaya bak. Güneşten çok mesai yapıyoruz anasını satayım." Camın önüne gelip perdeleri açtım. Ardından ayaklarımı sürükleye sürükleye odamdan çıkıp banyonun yolunu tuttum. Orada elimi yüzümü yıkadıktan sonra havlu ile kuruladım, lavabonun üstündeki aynadan kendime baktım.

Yüzümde sivilce yoktu, sakal da yoktu. Biraz solgun görünmemi yeni uyanmış olmama vererek banyoyu terk ettim. Tekrar odamda üzerimi değiştirip gelişigüzel çantamı hazırladıktan sonra çantamı omzuma atıp montumu elime aldım ve odadan çıktım, merdivenleri indim. Direkt evden çıkıyordum ki elbette ebeveyn radarına yakalanmıştım. Ugh, mutfak neden evin dış kapısına bakıyordu ki?

"Harry, kahvaltını yap oğlum." Kapı kulpundan elimi çekip usulca topuklarımın üstünde arkama döndüm ve sadece gamzelerimi belirginleştirerek sırıttım. Bunu genelde yalakalık yaparken kullanıyordum. "Canım hiiç istemiyor."

"Aç aç okula gidilmez, kafan çalışmaz bak-"

"Hurafe o, çok güzel çalışıyor hem de."

"Harry!" Annemin gözlerinden çıkan kıvılcımlardan tırstığım için çantamla montumu kapının kenarına bırakıp mutfağa adımladım ve elindeki sandviçi aldım. "Tamam bunu şey yaparım ben, yerim bir ara. Hadi kaçtım ben artık, geç kalacağım!"

Daha fazla bir şey demelerine müsaade etmeden ayakkabılarımı giydim ve montumla çantamı alıp evden çıktım. Sabah kim kahvaltı yapardı ki? Montumu üstüme geçirip çantamı omzuma taktım ve elimdeki sandviçle birlikte yürümeye başladım. Her gün karşılaştığım ve başını okşamadan geçmediğim için bana alışan siyah köpeği görmem uzun sürmedi. Evet adı siyah köpek kaldı, çünkü o harikulade yaratıcılığım ile yaklaşık bir aydır her sabah karşıma çıkan köpeğe hâlâ bir isim bulamadım.

Geçtiğim parktaki bir ağacın dibinde durdum. Köpek de yanımda durunca gülümseyerek başını okşadım yine. Elbette tüyleri vardı ama ben yine de her zaman merak etmiştim üşüyüp üşümediklerini. Umarım üşümüyorlardır diyerek kendimi ancak bir yere kadar avutabiliyordum maalesef. Yere çömelip sandviçi onun yiyebileceği kadar küçük parçalara bölüp ona uzattım.

"Bak emin ol her köpek sabahları sandviç yemiyordur. Bu bir lüks senin için, kıymetini bil." Kendi cümleme gülerken elimdeki lokmaları ağzına alıp çiğneyişini hayretler içerisinde izliyordum. Umarım benden başka kişiler de gün içerisinde yemek veya su veriyordur.

"Sabahları sadece köpeği beslemiyorsundur umarım."

Aniden duyduğum ses ile istemsiz olarak irkildim, yerden destek alarak ayağa kalktım. Doğduğundan beri Londra'da yaşayan biri olarak onu burada ilk defa görüyordum.

Onu ilk o gün görmüştüm, asla unutamayacağım hiç aklıma gelmemişti.

"Sabahları bir şey yemeyi pek sevmiyorum." dedim umursamaz bir tavırla omuzlarımı silkerek. Ardından alnıma gelmeye hazırlanan bandanamı düzelttim. Kumral bir adamdı, saçları ne özenle şekillendirilmiş gibi duruyordu ne de kendi halinde bırakılmış gibi. Siyah çok da dar olmayan bir pantolon, siyah Vans, beyaz bir tişört ve kot ceket giymişti. Burnu soğuktan dolayıydı sanırım, hafif kızarmıştı ve dudaklarının arasından çıkan buharı net görebiliyordum. Pekâlâ, sapık gibi baştan aşağı dikizlememden rahatsız olabilirdi. Bu yüzden bakışlarımı gözlerine odakladım. Gözlerinin mavi olduğunu fark etmiştim. O kadar güzel bir maviyi hayatımda bir daha hiç görmemiştim.

"Hayvanları umursayan insanların olması güzel," dedi ince sesiyle. "Ya da tek olmadığıma sevindim, günde bir kez yemek verebiliyorum maalesef."

"Oh, buna ben de çok sevindim." Dedim gülümseyerek. Ardından çantamın düşen askılarını tekrar omzuma geçirdim. Biraz daha oyalanırsam kesinlikle geç kalacaktım. "Üzgünüm benim gitmem gerek."

Kibarlık mahiyetinde gülümsedi, "Sorun değil." Ben de üstüne bir şey söylemedim ve arkamı dönüp yürümeye başladım. Siktir çok yakışıklıydı ama gördüğüm her insana düşmeyi bırakmam gerekiyordu.

Okula giderken göz altlarına düşen kirpiklerinin gölgesini, ince dudakları ve beyaz dişleriyle gülümseyişini düşünmemem gerekirdi ama düşünmüştüm. Ses tonu bile samimiydi ve onu tanıma isteğiyle yanıp tutuşurken buldum birden kendimi.

Sadece ergendim o kadar.

still the one • larryHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin