4

50 8 0
                                    

Evim güzeldi, yani, klasik bir öğrenci eviydi işte. İhtiyacım olabilecek her şey vardı. Eşyalarımı yerleştirmiştim. Şimdi ise canım sıkılıyordu ve eminim ki evde patateslik yapmaktan daha iyi şeyler yapabilirdim. Bu yüzden, azıcık sosyalleşebilme umuduyla dışarı çıktım. Tabii sonuç fiyasko, orası ayrı konu. 

İnsanlarla konuşmaktan hep çekinmişimdir; genelde doğru düzgün cümle kurmakta bile zorlanırım, soğuk soğuk terlerim, ellerimle oynarım ve olduğum yerde duramam. Evet, 19 yaşında olup da hâlâ böyle davranıyor olmam komik olabilir fakat pek de benim elimde olduğunu sanmıyorum. 

İnsanlara güvenmiyorum.

Evden dışarıya adım attığım an sosyalleşme isteğim, rüzgârlı bir havaya yenik düşen odun ateşi gibi söndü. Eh, zaten okul açılınca fazlasıyla(?) arkadaş edinmeyecek miydim? Kaldı ki ben insanlara haddinden fazla değer verirdim, mesela her arkadaşımla aramda duygusal bir bağ oluşurdu. Birini asla sırf aman vakit geçsin diye kullanamazdım, mutlaka o kişiyi yakın arkadaşım yapardım. E hal böyle olunca da pekâlâ kalbim kırılırdı. Ah, her neyse. Yine de dışarıya boşuna çıkmamış olmak için biraz yürümeye karar verdim. Hava fena sayılmazdı, yağmur henüz yağmıyordu fakat gökyüzü açık gri bulutlarla kaplıydı. Yağmuru çok severdim ben, özellikle ıslanarak yürümeyi. Bu yüzden yağmurun yağması için kısa bir dua ettim. Kalbim fazla temiz olmalı ki ben daha yarım kilometreyi bile tamamlamamışken yağmur çişelemeye başladı, gülümsedim. Bazen güzel şeyler de oluyordu. 

Ben yağmurun tadını çıkarmaya çalışırken biri omzuma çarparak geçti, sanırım yağmurdan kaçıyordu koşar adımlarla. Bana döndü,  "Pardon." Dedi ve yoluna devam etti. Cevap verecektim ki yerdeki kahverengi deri cüzdanı fark ettim.

"Hey," dedim, "sanırım cüzdanını düşürdün!" 

Arkasını döndü. Kadın mı erkek mi olduğunu ilk gördüğümde fark edememiştim, erkekti. Bir dakika... onu tanıyordum.

Çocuk hızlı adımlarla yanıma geldi ve elimdeki cüzdanı alıp minnetle gülümsedi. "Çok teşekkür ederim." 

"Rica ederim, seni tanıyorum galiba." Kaşlarını kaldırdı. "Öyle mi?"

"Evet, Londra'da tanışmıştık." Kaşları biraz daha havalanırken ekledim, "ismin..."

"Louis, ve sen de..." 

"Harry." 

Güldü. "Üzgünüm, Harry. Hafızam pek iyi değildir." 

"Sorun değil." Deyip gülümsedim ben de. Louis isimli çocuğu bir süre incelemekten alamadım kendimi. Kumral saçlar, masmavi gözler, ince dudaklar ve kısa olsa da ipek gibi duran bu kirpikler... Birden kalbim, alışkan olmadığı bir ritimde atmaya başladı. Daha mı yavaştı yoksa daha mı hızlıydı, emin olamadım. Farklıydı işte. 

Bu, oydu. Hatırladığım sadece o değildi; arkadaşımı peşimde sürükleyip onu takip ettiğimi, onu tanımayı nasıl ölesiye istediğimi de hatırlıyordum. Ben pek inanmıyordum ama kader diye bir şey gerçekten varsa eğer, onu bana getirmişti. 

"Harry?"

"Hm?" İstemsizce irkildim.

"Londra'da tanıştık demiştin, ben birkaç ay önce teyzemi ziyaret etmiştim, hastaydı da. Sanırım o zaman tanıştık." 

"Evet, geçmiş olsun bu arada." 

"Teyzem öldü." Gözlerimi büyüttüm, "Üzgünüm, bilmiyordum." Anlayışla gülümsedi. "Sorun değil. Ee, sen?"

"Ben..." parmaklarımla oynayarak cevapladım, "...Üniversite için geldim."

"Vay canına, tebrik ederim. Okulun buraya yakın mı? Eğer öyleyse aynı okuldayız demektir. İyi olurdu." Dedi ellerini kot pantolonunun arka ceplerine sokarak.

"Evet, sanırım." Derken Louis'nin telefonu çaldı. Cevaplayıp birkaç şey söyledikten sonra geri geri adımlamaya başladı. Ardından bana el salladı, "Sonra görüşürüz, seninle tanışmak güzeldi Harry!" 

Gülümseyip ben de el salladım. O giderken kendi kendime mırıldandım, "Seninle de öyle, Louis..."

still the one • larryHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin