Yoongi, ufak mesajından sonra annesinden izin alıp Jiminlere yola çıkmıştı. Gidip ondan sözlü özür dileyecek ve küçüğünü öpücüklere boğacaktı.
Jimin, düşünüyordu. Hyungunun en ufak lafından bu kadar etkilenmesi çok saçmaydı. Bazen annesine gidip Yoongi'yle evleneceğini söylüyor, annesinden onay aldıktan sonra odasına gidip yatağında zıplamaya başlıyordu.
Kapısının tıklanmasıyla titrek bir sesle "Gel." diye mırıldandı. Kapıdan giren hyungu ona gülümsemiş, yanına ilerlemeye başlamıştı. Şaşkındı. Geleceğini düşünmemişti.
"Hyung?"
Yoongi, Jimin'i kolları arasına almıştı. Jimin onun için çok önemli bir detaydı. Onu sevdiğinin farkındaydı, bunu çoktan kabul etmişti. Yaşı küçük olsa bile elli yaşında bir adam kadar olgundu. Duygularını en cesur haliyle ifade ederdi fakat konu Jimin olduğunda öyle değildi.
Korkuyordu.
Onu kaybetmesi felaket olurdu.
"Özür dilerim, Jimin. Seni seviyorum. Öyle demek istememiştim. Seni ağlattım değil mi? Çok özür dilerim"
Jimin'in gözünden ufak bir damla süzüldü. Ellerini hyunguna iyice sardı ve sıktı. Şimdi gerçekten mutluydu işte.
"Önemli değil ki, hyung. Hiç ağlamadım ki ben. Bak, hiç ağlamadım."
Yüzünü kaldırıp hyunguna gösterdi. Yoongi, gülümsedi ve baş parmaklarıyla küçüğünün ıslak yüzünü sildi. Ardından dudakları onun göz bebeklerini buldu. Sonra burnunu, yanaklarını ve tüm yüzünü.
"Seni seviyorum, hyung. Çok seviyorum."