Kavurucu sıcağın vermiş olduğu kasvetle etrafıma bakınırken buldum kendimi. Toza toprağa karışmış meydanın ortasında bir gökdelen inşaatını izleyen kalabalıkta kaybolmuştum. Sanki herkes her şeyin farkında ama ben bir türlü ne yaşadığımı kavrayamıyordum. Sanki zihnimi biri yönetiyordu. Tanımadığım birçok ses, birçok insan hepsi birbirine karışmıştı. Bu karmaşada tek seçebildiğim inşaatı yapılan gökdelenin üzerine bir vinç yardımıyla koyulmaya çalışılan devasa tabelaydı. Bir süre izledikten sonra vincin bana yaklaştığını fark ettim. Korkuyla uzaklaşmaya ve insanları uyarmaya çalışırken oradaki insanlar beni dinlemiyor, endişelenmemem gerektiğini söyleyip, engelliyorlardı. Ben onlardan zorla kurtulup koşmaya başladım. Ne kadar uzaklaşsam da vinç hala peşimdeydi, onlardan kaçamıyordum. Bu koşuşturma bir süre daha devam etti. Koşmaktan yorulmuş bedenimi can havliyle ileri atıp yere düştüm. Ayağa kalkmaya mecalim yoktu. Arkama baktığımda vincin hala gelmekte olduğunu gördüm. Geri geri sürünmeye başladığım sırada çığlıklar yükseldi. Acı feryatların duyulduğu tarafa döndüğümde hissettiğim yer sarsıntısı ve patlama gürültüsünün verdiği korkuyla gözlerimi kapatıp yerimden sıçradım. Gözlerimi tekrar araladığımda odamın krem rengi duvarlarıyla karşılaştım. Şaşkınlıkla etrafıma bakınarak doğruldum ve gördüğüm tanıdık eşyalarla odamda olduğumu fark ettim. Her şey kabus muydu yani? İliklerime kadar hissettiğim o korkunun kabus olması beni sevindirirken rüyanın etkisinden bir süre kurtulamayacağımın farkındaydım. Terden sırılsıklam olmuş saçlarımı toplayıp bileğimdeki siyah tokayla bağladım.
Güneşin ilk ışınları perdeden içeri yansırken şehir yine güne erken başlamıştı. Saati öğrenmek için komidinde ki telefonuma uzandım. Kilit tuşuna basıp saati kontrol ettiğimde bu saatten sonra uyuyabileceğimi sanmıyordum. Okul için hazırlanmam gerekiyordu. Ama uyumaktan mahmurlaşan vücudumun buna hali yoktu. Dün ders çalışmaktan cevaplayamadığım mesajlara bakarken bir anda zil çalmıştı. Zilin sesiyle irkilerek telefonumu yatağa düşürdüm. Birilerinin kalkıp kapıyı açmasını bekledim. Ama evde hiçbir hareketlilik yoktu. Babam ve annem nöbetçi olmalıydı. Sürünerek kapıyı açmaya gittim. Sabahın köründe zili çaldığı için söyleneceğim canlı bir varlık aradım ama yoktu. Hoş geldiniz yazan paspasın üzerine koyulmuş bir kutu buldum. Saat sabahın yedisini gösterirken kapının ısrarla çalınıp önüne bir kutu bırakılması hiç alışıldık bir şey değildi. Uzanıp kutuyu aldım. Orta boya sahip kare ve simsiyah bir kutuydu. Kapağının sağ alt köşesine beyaz bir etiket yapıştırılmıştı. Etiketin üzerinde güzel bir yazıyla 'E.D.' yazıyordu. Babama veya anneme gelmiş olabilirdi. Her ne olursa olsun içindekini merak ediyordum.
Odama doğru yöneldim. Yürürken kutuyu biraz araladım ama içi gözükmüyordu. Odaya girip kapıyı kapattım. Yatağıma oturup kutuyu dizlerimin üzerine koydum. Sonunda cesaretimi toplayıp ağır hareketlerle kapağı yukarı kaldırıp kenara bıraktım. İçindekini görünce küçük bir kahkaha patlatmıştım. İçindeki ipten sarı örgülü saçları, başına yapışık yeşil şapkası, eteğinin boyu dizini biraz geçen yeşil elbisesiyle bir bez bebekti. Kardeşime gelmişti herhalde. İçinde ne olduğuna dair aklımdan geçen saçma düşüncelerimin sonucu bir bez bebek miydi? Kendimle dalga geçerek güldüm.
Uykum açılmıştı. Kutuyu yatağımın üzerine fırlatıp ayağa kalktım. 3 kapılı gardolabımın karşına geçip okul forması olan sweatshirt, siyah dar paça kot pantolonumu alıp kapağı kapattım. Üzerimdeki minyonlu pjamayı çıkarıp o dağınık yatağa fırlattım. Kot pantolonumu giyerek aynanın karşına geçtim. Üzerimi hala giymediğim için sadece siyah atletim vardı. Saçlarımdaki tokayı çıkarıp tekrar bileğime taktım. Gece banyo yapıp yattığım için saçım biraz kabarmıştı. Saç kremi yardımıyla saçımı biraz olsun şekle soktum. Omuz hizamı bir karış daha aşağısında bitiyordu. Ara ara güneş sayesinde açılmış olsa da siyaha yaklaşan koyu kahverengi bir tonu vardı. Her zaman düz olduğu için fazla bir şey yapmaya gerek duymuyordum. En sevdiğim makyaj malzemesi olan rimelimi sürdüm. Hala hazır hissetmiyordum kendimi. Biraz dudak nemlendiricisi biraz da deodorant sanırım yeterli olurdu. Okul formasını alıp üzerime geçirirken alarmım çalmaya başladı. Yedi buçuğa kurduğum alarmı kapatmam için o dağınık şaheseri olan yatağımın içinde kaybolmuş telefonumu aradım. Yorganı kaldırdığım an bir ses işittim. Bir şey düşürmüştüm. Yere baktığım da o siyah kutuydu. Ahh! Ne kadar da sakardım. Eğilip kutuyu aldığım sırada yerde bir zarf gördüm. Sanırım kutunun içinden düşmüştü. Neyin nesiydi bu? Az önce gülmekten fark etmemiş olmalıydım. Zarfı açıp yatağa oturdum. Bu bir mektup değilde bir notu andırıyordu. Kardeşime gelse bile kendimi bu notu okumaktan alıkoyamadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmişin Masumiyeti
RomanceKarakterleri bir birinden farklı 4 yakın arkadaşla her günü farklı ama eğlenceli geçen bir lise hayatının gündemine düşen bir kutu... Küçük bir çocuğun orta okuldan liseye kadar içinde büyütüp sakladığı masum ve sadık sevgiyi öğrenen ana karakt...