Sabah alarmın sert sesiyle uyandım. Buna uyanmak denirse tabii. Şayet hala gözlerimi açmakta zorlanıyordum ve uyanmakta güçlük çekiyordum. Yatağın içinde döne döne kendimle kavga ediyordum.
"Kalkmak istemiyorum!"
"Kalkmak zorundasın. Daha evi toplayacaksın, kahvaltı yapacaksın, üstünü giyeceksin... Saat birde dersin var Alçin!"
Yapmak zorunda olduğum şeyler aklıma geldikçe sorumluluk bir dağ gibi sırtıma biniyor ve bende daha çok uyuma isteği uyandırıyordu. Tam anlamıyla bir uyku aşığıydım ve birinin beni uyandırması her zaman şarttı. İşte annemi tam da bu noktada arıyordum!
Yeni hayatımın ilk on dört gününü kazasız, belasız, açlıktan ölmeden geçirmeyi başarabilmiştim. Fakat uykumu hala düzene sokamamıştım.
Büyük bir üniversite sınavı maratonu atlattıktan sonra yaz tatilimi son raddesine kadar kullandım.Dizi izleyeyim, kitap okuyayım, arkadaşlarla gezeyim diye gecem gündüzüme iyice karışmıştı.
Tercihler açıklandıktan sonra asıl maraton başlamıştı. Bilkent Üniversitesi İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı... En büyük hayalim gerçekleşmişti işte.
Ankara'da oturuyordum zaten ama ailemle konuşup ayrı eve çıkmak istediğimi söyledim. Babam her zaman hayata alışmam için beni özgür bırakırdı -belirli şeyler hariç- ama annem üzerime çok düşerdi. İşte tam da bu yüzden ayrı eve geçmek istedim.
Sonunda annemi de ikna ettikten sonra üniversiteye yakın ev tuttuk.Tatlı bir binanın ikinci katında, iki oda bir salon şirin bir evdi bu. Aileme fazla yük olmamak için üç odalı bir ev istemedim. Hem o evi toplaması daha zor olurdu.
Okulum açılmadan iki hafta önce bu evi temizlemeye, boyamaya, içini yerleştirmeye başladım.
Evin süt kahve çelik kapısından girince uzun ve geniş bir koridorun sonunda salon vardı.Koridorun solunda sırayla tuvalet, banyo mutfak; sağında ise atölye ve odam vardı. Evet, odanın birini atölye yapmam gerekiyordu çünkü ben bu mesleği çok istiyordum ve bunun için çok çalışmam gerekiyordu. Bu yüzden her bir ayrıntıya önem vermem gerekiyordu. Üniversiteyi ikinci yılda kazanmıştım zaten. İlk yıl pek çalıştığım söylenemez.Ayrıca yaşadıklarım...
Neyse.
Kötü anıları canlandırmak için hiç de hoş bir gün değil.
Şu an aklımda tek bir odak noktası varsa o da hayalimin önüne hiç kimseyi ve hiçbir şeyi koymayacağımdır. Zaten üniversiteye başlayalı on dört gün oluyor ve ben hala bir arkadaş bulamadım. Ya da bulmak istemedim diyebiliriz. Kimseyle fazla samimi olmak istemiyorum galiba.Ama selam verdiğim üç dört kişi var tabi ki.
Tüm bunları, geldiğim noktayı odamdaki tavana boş boş bakarak düşündüm ve sonra büyük bir "Of!" çekerek nevresimi üzerimden atıp çok sevdiğim yatağımdan kalktım.
"Merhaba pazartesi ve sendromu!"
***
Yataktan kalktıktan sonra kısa bir duş yapıp etrafı topladım. Tek kişi yaşayıp bu kadar dağınık olmayı başaran başka biri var mıdır acaba? Günde dört öğün ev topluyorum resmen.
Acelem olduğu için evi geçiştirerek topladım ve üstümü giymek için odama gittim.Mavi gömleğimi ve bol paça kot pantolonumu giydim. Ankara'nın dengesiz havasını bildiğim için kahverengi büyük çantamın içine yağmurluğumu da koydum.
Ev topuzu yaptığım kumral, düz saçlarımı açarak taradım. Bugün açık bırakacaktım. Aynanın karşısına geçerek makyajımı yaptım. Makyajdan kastım rimel, sürme ve eyeliner. Ruj, fondöten vs. şeylere alerjim vardı ve sevmiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GİZ
Любовные романыİlk aşkları Dostlukları Hayal kırıklıkları Kısacası tüm yaşadıklarıyla iki dostun hikayesi.