İstanbul'da, Kocamustafapaşa'da, Roma döneminde Andreas Manastırı diye bilinen güzel bir eser varmış.
1486'da camiye çevrilmiş ve Sünbüliye şeyhi Yusuf Sinaneddin Efendi'nin hizmetlerine vesile olmuş. Sünbül Sinan, burada, zahiri ve manevi ilimlerde talebeler yetiştirmiş, huzuruna gelenlere ikramda bulunmuştur. Ünlü şeyh Merkez Efendi de burada yetişmiş, onun en sevgili talebesi imiş. Tam 37 yıl İstanbul halkına hizmet ile talebe okutan Sünbül Sinan hayattayken öyle hürmet görmüş ki, devr ü zamanında padişahlar dahi, huzuruna gelir, onun feyz ve bereketlerinden istifade etmeye çalışırlarmış.
Rivayete göre Yavuz Sultan Selim, Bursa'da atalarının mezarlarını ziyaret ettiği sırada Cem Sultan'ın kabri başında derin düşüncelere dalar, uzunca bir süre başından ayrılamaz ve bu yiğit amcası için gözyaşı döker. Çünkü çocukluk hatıraları arasında amcası Cem'in büyük yeri vardır. Yavuz türbeden ayrılmak üzereyken birden dedesi Fatih'in amcası Cem'i veliahd görmek istemesini hatırlar ve babasıyla giriştiği mücadeleler gözünün önünden geçer.
Her şey başka türlü olabilirdi diye düşünür. Sonra gözü türbe kapısında bekleyen Koca Mustafa Paşa'ya ilişir. O mücadelede Koca Mustafa Paşa'nın rolünü hatırlar. Cem'in küffar elinde, belki de bir tas suya, başında bir Yasin kıraatine hasret can verişinde paşanın olumsuz etkisi olmuştur. Aynı adam şimdi de kendisinin küçük veziridir. Hatta arada sırada kıpırdanıp durmaktadır. Tahta çıkacağı zaman da zaten ağabeyi Ahmed'den taraf olmuştur.
Yavuz bunları düşündükçe öfkesi kabardıkça kabarır, hatta taşar. Sonra da ani bir kararla birkaç asker çağırır, Koca Mustafa Paşa'yı tepeletir. Bununla da kalmaz, İstanbul'a geldiği vakit muhasiplerinden birine emir verir: "Tez adam göndertip küçük vezirin camisini de, imaretini de ortadan kaldırsınlar, İstanbul'a böyle bir soysuzun yapısı gerekmez!"
İstanbul'da bu emir hayretle karşılanmakla kalmadı, insanlar tartışmaya da başladı. Sultan böyle bir ferman vermekle neyi ispatlamaya çalışıyordu? Herkes emrin geri alınmasını temenni ile işin nereye varacağını merak ededursun, ellerinde kazma kürekle Kocamustafapaşa Camiiavlusuna gelen askerler orada toprak çapalayan Sünbül Efendi ile karşılaştılar.
Gelenleri gören şeyh efendi işini bıraktı, emir kullarının yüzlerine sakin sakin baktı, "Ne istersiniz?" diye sordu. Bu öyle bir soruydu ki, muhataplarının zihinlerinden kalplerine yol buldu, hepsinin omuzları düştü, ellerindeki kazmalar yere düştü. Sonra da geri dönüp kendilerini gönderen devletlulara şöyle dediler:
- Biz o camiye elimizi sürmeyeceğiz. Orada biri var ki, o zat orada olduğu müddetçe biz oraya kazma vuramayız; varsın başkası yıksın.
Şimdi kim bunu sultana söyleyecekti? Yavuz gibi bir hükümdara emrinizi yerine getiremiyoruz deme cesaretini kim gösterecekti. Nihayet olup biteni Kemalpaşazade hünkârın kulağına fısıldadı. Yavuz derhal ayaklandı, öfkeyle atına bindi, yel oldu esti, sel oldu aktı, dosdoğruKocamustafapaşa'ya vardı.
Öte yanda Sünbül Sinan'ın uyanık kalbi bu halden haberdar olmuş, bir kaç dervişiyle cami avlusunda sureta toprak işlemeye başlamıştı. Yavuz'un atının nal sesleri erken vakitte duyuldu. O istifini bozmadı, yalnızca başını kaldırırken "Ya Hak!" dedi, o kadar. İşte o sırada atından inip hışımla üzerine gelmekte olan hünkâr birden yavaşladı. Ayakları kendisine itaat etmiyor gibiydi.
Bir şeyler oluyordu... Onu durduran bir şey vardı. Dervişler niyaz duruşunda, başları yerde bekleşmedeydiler. Ama aralarındaki sarışın güzel adam başını eğmemiş bizzat sultanın gözlerinin içine bakıyordu. Bu bakış sanki sultanın gözlerinden kalbine iniyor, orada cümle alemden sakladığı sırlarını, tasalarını, acılarını, emellerini sanki katmer katmer açıyordu. Azıcık daha böyle bakışırlarsa sultanın göz yaşları sel olup akabilirdi, derhal başını indirdi, boynunu büktü ve belli belirsiz bir sesle "Peki yıkılmasın!" diyebildi.
Dağ gibi hükümdar neredeyse bütün haşmetini yitirmişti. Tükürdüğünü yalamak ona göre değildi, ama siz ister şeyh efendinin iki yanında gördüğü aslanların hazır pençeleri deyin, ister gönlünden yayılan ışık deyin Yavuz yenilmişti. İmdadına yine Sünbül Sinan yetişti:
- Hünkarım! Padişahların ahdinin yerine getirilmesi gerektir. Onun için, hiç değilse, ocakları yıksınlar da hünkâr sözü vücut bulsun.
Birkaç dakika sonra kazmalar, imaret bacalarını indirirken Yavuz, kim bilir hangi ruh haliyle ve hangi ıstıraplar içinde, sırtındaki beyaz samur kürkünü çıkarıp Sünbül Efendi'ye giydirdi.
Halvetiye tarikatının Sünbüliye şubesini kuran büyük veli Sünbül Sinan 1529'da vefat edince bu cami haziresindeki türbesine defnedilmiştir.
Hani belki ziyaretine gidilir diye yazdık...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR YAVUZ SİİRİ
Poesíayavuz sultan Selim ve onun şiirleri Tacliya olan gizli aşkı Sah İsmail ile olan satranç oyunu Şiirleriyle Bir Osmanlı Padişahı.