Dokuzuncu Bölüm

1.6K 133 23
                                    



 Her zaman düşünüp durduğumu biliyorsunuz artık. Bazen insanın düşünmekten, olan şeyleri anlamaya çalışmaktan başı ağrırdı ve sokarım yeter dediği zamanlar vardı. Ben tam olarak o zamanlarda idim. Nedeni oldukça açık ve siz benden daha iyi biliyorsunuz. 

  Normalde yasak olmasına rağmen, öğrenci iken psikiyatri servisinde iki gün staj yapmıştım. Neden yasak olduğuna gelirsek on sekiz yaşından küçükler için o servisin şartları uygun değil idi. Özel bir sabır ve beceri gerektiriyordu. Üstelik çalışanlarında orada fazlaca etkilenme ve hafif hafif delirmeye başladığı düşünülüyor sanırım. Fakat bana göre doğduğumuz andan itibaren bir sürü şey yüzünden delirme eşiğine yaklaşıyoruz. Yine de akıl ve ruh sağlığında bozulma olan hastalara deli demek bana biraz üzücü geliyor. Bence onları bu hale getiren hayat şartları ve insanlar deli. Bu benim yaklaşımım. Nitekim serviste çalıştığım ve her şeyi merak edip gözlemlediğim sırada bir hasta ile tanıştım. Yani normalde görseniz asla hasta demeyeceğiniz biriydi. Hatta çok net hatırlıyorum; ben ingilizce sınavına çalışırken bana yardım etmiş ve ne kadar çok kelime öğrenirsem ingilizce ile baş etmem o kadar kolay olurmuş gibi bir tavsiyeden bulunmuştu. Fakat kısa bir süre sonra onun sanrılar görmeye başlaması beni oldukça üzmüştü. Hatta kriz geçirdiği son andan itibaren onu bir daha görememiştim. 

 Bu benim için oldukça üzücü bir anıydı. Bir çok üzücü anım vardı ve şu an bunu düşünüyordum. Nedeni ise Sarper, Osman, Yusuf, Cem, Cumhur ve ben okey masasında oturmuş taş diziyorduk. Hayat büyük sürprizler ile doluydu cidden. 

 Bu hale nasıl geldiğimiz ise çok önemli değildi. Kısaca Sarper peşimi bırakmamış ve bir şekilde arkadaş ortamıma girivermişti. Tabi ki benim dost canlısı arkadaşlarım bundan gayet memnundu. Tek garipseyen Osman idi. Bana iki de bir bakış atıp duruyordu. Ne olduğunu soruyordu. Gözlerimle ona durumu anlatamayacağım için görmezlikten geliyordum. Hayır anlatmaya çalışsam sapık derlerdi. Göz kaş yapıyorum diye. 

 "Beyler son iki el. Kaybedenler hesabı öder." Yusuf konuştuğunda göz devirdim. Şahsen ben oyuna katılmamayı tercih etmiştim. Kenarda durup çayımı içip milletin eline bakıyordum. Okeyden pek anlamıyordum. Yani taş döndürüp durmak bana sıkıcı geliyordu. Canım telefonumdan oynadığım savaş oyununu oynamak istiyordu ama ayıp olur diye yapmıyordum. Arada onların muhabbetine katılıyordum sadece. Sarper şaşırtıcı bir şekilde bizim çocuklarla iyi geçiniyordu. 

 O küçük dağları ben yarattım siz kimsiniz ifadesi yerine sempatik ve arkadaş  canlısı davranıyordu. İlginçti. Arada bana uzun uzun bakıyor ve bir şey söylemek istiyor gibi duruyordu. Ben ise ondan bakışlarımı devamlı olarak kaçırıyordum. Bunu istemsiz yaptığım gerçeği bir yana onunla ne diye bakışacaktım canım? 

 Canım sıkılınca etrafı izlemeye başladım. Burası her zaman geldiğimiz bir kafe idi. Daha çok öğrencilere hitap eden Eskişehir'in klasik kafelerinden idi. Renkli masa ve sandalyeleri vardı ve bence bu oldukça sevimliydi. Loş bir ışıkla ortam aydınlatılmasına rağmen ortam boğucu değildi. En sevdiğim diğer bir özellik ise masaların birbirine yapışık denecek kadar yakın olmaması idi. Yani ben yan masadaki adamın ne dediğini duymak zorunda değil idim.  Genellikle sakin müzikler çalıyordu ve bu da hoştu. Duvarlarda ise bir sürü ünlünün küçük büyük posterleri vardı. Yabancıların bir çoğunu tanımama rağmen Türk olan herkesi tanıyordum ve itiraf etmeliyim ki bazıları cidden kötü fotoğraflardı. Adını hatırlayamadığım ünlü bir kadının ağzının yüzünün kaydığı resim beni güldürmüştü. 

  Oyun hala devam ederken ayaklandım. Diğerleri bana baktığında "Lavaboya gideceğim." dedim. Bir cevap vermeden geri oyunlarına döndüler. 

KALP TUTULMASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin