^Beklenmedik Şeyler ^

11 4 0
                                    

"Hey Orion ! Tembellik etmeyi bırak da gel bana yardım et " " Geliyorum Evan ölmedin ya ." diye çıkıştım uykulu bir sesle. Ben yataktan kalkmış üstümü giyinirken abim Evan hala söylenmeye devam ediyordu. " Tanrıya şükür gelebildin ! Biraz daha bu kokuya katlanırsam sanırım bayılacağım." dedi bıkkın bir sesle. Annem arka bahçemiz için sık sık gübre sipariş ederdi ve tabii ki taşımak da bize kalırdı. Ben torbaları birer birer taşımaya koyulurken abim Evan bir yandan bana yardım ediyor bir yandan da yarınki doktor randevumu hatırlatıyordu. "Yarın saat 8.00 'de biliyorsun değil mi ? " " Tanrı aşkına Evan bunu neden yapıyorsun ? Sen de biliyorsun ki o doktor bozuntusu hiçbir şey bilmiyor. " " Bunun bir önemi yok kardeşim. Bir erkek gibi sorunlarının üstünde durmalısın. Annem senin için epeyce endişeleniyor biliyorsun. Ayrıca okulda çıkan dedikoduların da sonu gelmeyecek gibi gözüküyor. " dedi endişe kokan sesiyle. İki hafta önce okuldaki birkaç haylaz çocuk alt sınıflardan bir oğlanın içine kaşıntı tozu dökmüşlerdi. O sırada ben tuvaletteydim ve aniden çocuk kaşınarak tuvalete daldı. Sonrasında ise üstünü çıkarıp açığa çıkan yerlerini derisini soymak istercesine kaşıdı. O an bu durumu çok da garipsememiştim çünkü bizim okulda büyük sınıflar alt sınıflarla uğraşmayı severlerdi , bende bunu bildiğimden zavallı çocuğu görmezden geldim. Sonuçta insanlara karşı pek tahammül edemesem bile zor durumda olan bir hemcinsime bir de ben zorluk çıkarmamalıydım. Fakat çok geçmeden o haylaz çocuklar içer daldı. Sonrası ise tam bir kabus gibiydi. Çocuğu sadece iç çamaşırlarıyla görünce her şeyi tamamen yanlış anlayıp tüm okula çirkin bir dedikodu yaydılar. Tabi olay anında ailemin kulağına gitti. Annem ise her ihtimale karşı beni bir psikiyatriste götürdü. İşte o günden beri bu kaçık doktora her cuma katlanmak zorunda kalıyorum. " Sabah yan tarafa bir adam ve küçük bir çocuk taşındı. Sanırım baba- oğullar. Tabi yanılıyor da olabilirim. " dedi Evan tek düze bir sesle. Sanki konuşmak için konuşuyor gibiydi. Yorum yapmadan yanından ayrılıp kokuşmuş leş içindeki bedenimi banyoya attım. Karnımı da iyice doyurduktan sonra ön bahçeye çıkmaya karar verdim. Çitlerin olduğu tarafa bakınca Evan'ın haklı olduğunu gördüm. Yan eve sürekli taşımacı adamlar girip duruyordu. Bir süre oturup işlerini nasıl da titizlikle yaptıklarını izledim. Sonra aniden kapının pervazında küçük bir çocuk belirdi. Kahverengi dağınık saçları , hastalıklı denilebilecek kadar solgun bir teni ve etrafa boş boş bakan gözleri. Bahçenin içinde ilerledi ve kendimi bildim bileli orada olan yaşlı portakal ağacının altına uzandı. Yaklaşık 10 dakika boyunca biraz oyalandım ve sık sık gidip küçük çocuğa göz attım. Yanına gitme isteği içimi kemirdi ve dayanamayıp çitlerin üstünden atlayarak bahçeye girdim. Yanına yaklaştıkça içimi nedensiz bir heyecan kaplıyordu. Uzun zamandır yeni biriyle tanışmamıştım. Uyuduğunu görünce cesaretlenip daha da yaklaştım. Tam olarak bilmiyorum ama bir iki dakika boyunca o solgun yüzünü inceledim. Birden bir çift kahverengi göz ile karşılaşınca irkilerek yere düştüm. Çocuğun masum yüzünden de anlaşıldığı gibi o da benim kadar şaşırmıştı. Ardından hiçbir şey söylemeden koşarak eve girdi. Kafa karışıklığı içinde öylece kaldım. Ve bende evime gitmeye karar verdim. Akşam her gün ki gibi oldukça sıradandı. Annem çoktan mutfağa girmişti fakat babam henüz gelmemişti. Annemi mutfaktayken izlemek bana hep huzur verirdi. Sessizce gidip onu izlemeye koyuldum. İşini bitirmesinin ardından arkasından sarıldım. Kokusunu içime çektim. Dünyanın en güzel kokusu onunkisiydi. "Günün nasıl geçti tatlım ? Umarım Evanı sinirlendirmemişsindir. Haylazlık yapma vaktini çoktan geçtin biliyorsun. Koca adam oldun. " dedi biraz otoriter birazda neşeli bir sesle. Sanki ciddi durmak için kendini zorluyor gibiydi. " Gübre torbalarını arka bahçeye taşıdık. Sonra da bütün gün uslu uslu durdum." Kafama bir öpücük kondurduktan sonra mutfaktan çıkıp beni yalnız bıraktı. Babamın da gelmesiyle yemeklerimizi yiyip kendi köşelerimize çekildik. Annem ve babam sıkıcı bir televizyon dizisi izliyor , Evan her zamanki gibi bir köşede kitap okuyordu. Bende yorganımın altında hayal kuruyor ve yeni öğrendiğim tekerlemeyi söylüyordum. Sabah annemin beni uyandırmasını beklemeden uyanıp üstümü giyindim. Annemin de uyanıp giyinmesiyle sevgili doktorumun (!) yolunu tuttuk. Psikiyatristimin odasına girdiğimizde doktor bizi ayakta karşıladı. Ve sonra annem bizi yalnız bırakmak için odadan çıktı. " Merhaba Orion nasılsın ? " dedi o Fransız aksanıyla. Nefret ettiğim köşeli gözlüklerini takmıştı yine. "İdare ediyorum. " diye yanıtladım saçma sorusunu. Okulunda gay ilan edilen biri nasıl hissedebilir ki ? Masanın ucunda duran su şişesini alıp önündeki boş bardağın yarısına kadar doldurdu. Ve bardağı ince ve uzun kemikli parmaklarıyla önüme ittirdi. Yaptığına anlam veremeyerek sordum "Bu bardak da neyin nesi böyle ?" " Bu bardağa bakınca hangi tarafını görüyorsunuz ? Boş tarafını mı yoksa dolu tarafını mı ?" diye sordu. Aslında sesinde meraka dair en ufak bir tını yoktu. Garipsemiştim. " Bardağı görüyorum. Doktor bey. Yalnızca bardağı." dedim kupkuru bir sesle. Kafama dikip suyu tek bir dikişte bitirdim. Ve cevabımı boş bardağı masaya bırakırken yineledim. " Bardağı görüyorum bayım, bardağı ..."
Bu onunla son görüşmemizdi. Bunu o da çok iyi biliyordu. Aslında belki de onu özleyebilirdim de. Bu denli hoşnut olmadığım bir insanı özleyecek olmam beni endişelendiriyordu doğrusu. Bu durumumu iyileştirilmiş bir şizofren hastasına benzetiyordum. Kafasının içindeki sesler onu her ne kadar dünyadaki gerçeklikten uzaklaştırsa da , o sesler bir şekilde onu ayakta tutan şeylerin bir parçası oluyordu. Mutsuzlukları da bu yüzdendi. İşte bende tam olarak bir şizofren gibi bana iyi gelmeyen bir adamın arkasından belki de üzülebilirdim. İçler acısı bir durumum olduğunu her zaman biliyordum. Eve dönüşte annemde benim gibi tek kelime etmedi. Bu işime gelmişti doğrusu. Akşam yemeğinden sonra ön bahçemize bilyelerimle oynamaya çıktım. Mahalle sakinleri hep ayıplamışlardır. Bilye oynama yaşımı çoktan geçtiğimi söylüyorlar. Ayakkabılarımı ayaklarıma geçirip bahçeye çıktım. Fakat lanet bağacıklarımı bağlamayı bir türlü öğrenememiştim. Bu yüzden hep düşerdim ve dizlerim hiç bir zaman iyileşmezdi. Bir anda gözümü karartıp kendi kendime öğrenmeye yeltendim. Ne kadar denersem deneyeyim sonu gemici düğümünü andıran bağcıklar oludu. Ben bağcıklarımla kendimi boğma raddesine doğru yaklaşırken tepemde bir karartı belirdi. Başımı kaldırıp baktığımda o koca kahverengi gözlerle yeniden karşılaştım. " Böyle giderse bağcıklarını kopartacaksın. " diyerek ayağıma eğildi. Ben şaşkın şaşkın onu izlerken , o bağcıklarımı olabilecek en düzgün şekilde bağlamıştı bile. O zamanlar bilmiyordum ama o bağcıkları ondan başkası bağlamayacaktı.
'Onunla dostluğumuz bir çift bağcıkla başlamıştı... '

Güneşe Yolculuk Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin